"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

23 Şubat 2012 Perşembe

ARTİSTLER VE MODELLER-ANAİS NİN


Bir sabah Greenwich Villagedaki bir stüdyodan çağırdılar beni... Millard adında bir heykeltıraşın stüdyosuydu bu... Yapacağı heykelin kabalamasmı çıkarmış, canlı bir modelle çalışacak durumu gelmişti.


Vücudunun bütün çizgi ve kıvrımlarını çıplakmış gibi sergileyen bir elbise yontulmuştu heykele...



Çırılçıplak soyunmamı istedi benden... Heykeline öylesine dalmıştı ki, bana bakarken bile beni görmüyordu.
Bu yüzden hiç çekinmeden soyunup poz verdim ona... Daha henüz çok masumdum o sıralarda... Ama. Millard öylesine işine dalmıştı ki karşısında sanki, çıplak vücudum değil de yüzüm vardı.



Çalışırken durdurak demeden konuştu Millard... Montparnasse anılarını anlattı. Bu öyküleri benim hayal gücümü kırbaçlamak için mi, yoksa zaman doldurmak için mi anlattığını bilemiyorum. Ressamın fırça darbeleriyle bir manzara yaratması gibi o da Montparnasse'lı gözlerimin önünde sergiliyordu. Anlattığı öykülerden birini dilerseniz size de aktarayım. Modern ressamlarımızdan birinin karısı nemfomanyaktı. Sizin anlayacağınız; erkek budalasıydı.



Yüzü kireç gibi beyaz, simsiyah gözleri alevalevdi. Gözkapaklarını hep yeşile boyardı. Söylenenlere bakılırsa da veremliydi.



Çok güzel, dolgun bir vücudu vardı kadının... Vücudunun tüm kıvrımlarını ortaya çıkaran siyah saten
elbiseler giyerdi hep... ııki elinizle kavradığınızda işaret parmaklannızın birleşeceği kadar ince bir beli vardı. Dolgun vücuduyla çarpıcı biçimde çelişen bu ince beline on beş saatim kalınlığında. değerli taşlarla bezeli gümüş bir kemer takardı. ıınsanı büyüleyen bir görünüşü vardı bu kemerin... Tıpkı bir köle kemeri gibiydi. Aslına bakılırsa. kadının bir köleden pek farkı yoktu. Cinsel iştihasının gönüllü kölesiydi sanki... Onu ilk görenler, gümüş kemeri kavrayıp çektiklerinde. kadının kollarının arasına atlayacağı izlenimini edinirdi.
Cluny Müzesinde sergilenen ortaçağ bekaret kemerlerini de andırıyordu bu kemer... Beli kalın, önden inen kapağıyla Haçlı Seferleri süresince şövalye kanlarını namahremden koruyan kemerleri çağnştırıyordu, önce kadını, sonra kemeri görenlerin aklına ünlü bekaret kemeri fıkrası gelirdi. Hani karısına bekaret kemeri takıp
da her ihtimale karşı anahtarı en yakın arkadaşına bırakan şövalyenin öyküsü vardı ya... ıışte o... Gariban
şövalye biriki kilometre gittikten sonra, arkadan tozu dumana katarak gelen bir atlı görmüş. durup beklemiş, gelenin arkadaşı olduğunu anlamıştı. "Yanlış anahtar vermişsin demişti arkadaşı...



Louise'in belindeki kemeri görenlerin hayalgüçleri hep bu yönde çalışıyordu. Kaldırım kahvelerinden birine gelip alevli bakışlarını masalarda dolaştırır, birinin "oturmaz mısınız?" diye öneride bulunmasını beklerdi. O günkü avının peşinde olduğunu anlardık o zaman... Kocası bütün bunların farkındaydı elbette... Olmaması için
ya kör, ya sağır. büyük olasılıkla da ikisi birden olması gerekirdi. Zavallı bir adamcağızdı Louise'in kocası... Karısını kahveden kahveye, otel odasından otel odasına kovalamaktan bıkmıştı artık... Louise nimetlerini herkese eşit dağıttığı için, kahvelerdeki erkekler kadının yakalanmaması için kocasma hep yanlış adres verir, sonra da bir yolunu bulup Louise'e kocasının peşinde olduğu haberini uçururlardı. Adamcağız artık öylesinekafayı oynatmıştı ki. yabancıya gitmesin diye. en yakın arkadaşlarının ayaklarına kapanıp Louise'le onların yatmasını isterdi.



Louisein kocası yabancılardan çok korkardı. Başta Güney Amerikalılar olmak üzere, zencilerle Kübalıların cinsel güçlerinin çok büyük olduğunu duymuştu bir yerden... Karısının bunlardan biriyle düşüp kalkmaya başlaması halinde bir daha kendisine dönmeyeceğini düşünür, bu korkuyu günboyu yüreğininderinliklerinde taşırdı.



Kocasının arkadaşlarını tükettikten sonra, günlerden bir gün, Louise. kocasını korkutan o "yabancılardan biriyle tanışıverdi. Son derece yakışıklı, boyluboslu. buğday tenli, kalemle çizilmiş gibi düzgün hatlı, soylu
görünüşlüydü bu Kübalı erkek... Dome kahvesine çöker, ağına uygun bir kadının düşmesini beklerdi. Düşünce
de ikiüç günlüğüne, tüm cinsel iştihasını tıkabasa doyuncaya kadar bir otel odasına çekilirlerdi. Hayat
felsefesi de ilginçti. bu Kübalı erkeğin... Avladığı kadınla geçireceği ikiüç gün öylesine görkemli, öylesine dörtdörtlük bir seks şöleni olmalıydı ki, ne kadın, ne kendisi, bir daha birbirlerinin yüzüne bile bakmak istemesinler...



Kübalı yalnızca çok güzel konuşan biri değil, harika freskler de yapan bir ressamdı. Konuşurken dilinden bal. fresk yaparken fırçasından deha akardı sanki...



Uzatmayalım. Louisele Kübalı birbirlerine baktıkları anda yerlerinden kalkıp, tek söz söylemeden otele gittiler. Louise'in pürüzsüz beyaz cildi, dolgun göğüsleri, incecik beli. düz taranmış uzun sarı saçları ilk
bakışta büyülemişti Antonio'yu... Louise de.Antonio'nun güçlükuvvetli vücudundan, ağır, rahat ve kendinden emin hareketlerinden çok etkilenmişti. Yüzünde güller açıyor. şenşakraklığı hastalık gibi bulaşıyordu
insana... "Bizim için dün de yok, yarın da... Yalnızca sen. ben ve seks şölenimiz var" diyordu Antonio, her davranışıyla...



Otel odasının kapısı üstlerine kapandığında doğruca dev pirinç yatağın başına gitti Louise... Beklemeye başladı. "Kemerini çıkarma" dedi Antonio... Birden kadının üstüne giderek, gazete parçasıymış gibi
elbiselerini yırtıp çıkarmaya başladı. Antonionun güçlü elleri arasında dağılan, limelime olan elbisesinden kurtulmuştu Louisenin görkemli vücudu... Belinde asılı duran gümüş kemeri dışında çırılçıplaktı. Antonio'nun elleri değdikçe vücudu titriyor, ihtirasla, şehvetle ürperiyordu. Sonra Louisein saçlanndaki tokalan çıkardı Antonio... Şelale gibi omuzlara dökülüşünü seyretti. Ancak ondan sonra Louisei sırtüstü yatırdı yatağa...
Elleriyle vücudunu okşamaya, dudaklarını dudaklarına bastırmaya başladı. Şehvetten inliyor, erkeğinin üstüne tırmanmaya çalışıyordu Louise... Bir yandan da Antonionun elbiselerini çıkarması için ötesine, berisine asılıyordu. "Daha çok zamanımız var dedi Antonio. "Acele etmene gerek yok... Bu oda ikimizin... ııkimizi de doyuracak yeterli zamanımız olacak... Hiç kaygılanma...



Louise'in üstünden kalkıp ağırağır soyunmaya koyuldu. Antonio... Buğday teni, her kadını zevkten ürpertecek kadar pürüzsüzdü. Dayanamayıp Antonionun üstüne saldırdı Louise... Ama adam kararlıydı. yapacağını yapmaya... Ellerini kimi zaman sevgiyle, kimi zaman hoyratça gezindirdi kadının vücudunda... Ama. bir tek kere bile kadınhğına dokunmadı. Gözleri dönmüştü Louisein... "Al beni diye inledi Louise... Ama, Antonio oralı değildi. Kadınlığından gayrı her yerdeydi. Ama, oraya dokunmuyordu bile...



Artık kadınlığını orman yangınını andıran bir ateş basmıştı Louisein... "Çıldıracağım. Aklımı oynatacağım" diye bilinçli, bilinçsiz düşünüyor, inliyordu. Orgazm olmak, boşalmak için Louise ne yaptıysa, boşa çıkardı Antonio... Her kıvranışında, her kıpırdanışında kölenin prangası gibi şakırdıyordu Louise'in belindeki gümüş kemer... Gerçekten de köleydi Louise... O buğday tenli, boylu postu adamın kölesi... Şehvet ve ihtirası bile teslim olmuştu Antonio'nunkine... Antonio istemedikçe hiç bir şey olmayacağını artık anlamıştı.



Yorgunluktan öldü. Louise'in bedenini saran ihtiras ateşi... Zemberek gibi boşalıverdi, vücudundaki tüm gerginlikler... Pamuk gibi yumuşacık oluverdi vücudu...



Ama. Antonio'nun işi bitmemişti. Daha yeni başlıyordu. Louise'i kendisine köle ettiğini anlar anlamaz. Daha
bir heyecanla, daha bir ihtirasla, ellerini, parmaklarını gezindirmeye başladı kadının vücudunda...



Daha önce hiç yaşamadığı bir değişiklik olmuştu Louise'de... Hep yüzeyde hissettiği heyecan ilk kez benliğinin derinliklerine inmişti. Orada yanıp tutuşmaya, cehennemi bir sıcaklık edinmeye başlamıştı. Isının aleve ne zaman dönüşeceğini Antonio kararlaştıracaktı. Aralarında vardıkları sözsüz bir anlaşmaydı bu...



Derken elleriyle Louisein kaba etlerini kavrayıp karnını karnına çekti Antonio... ıılk kez o zaman birleştiler... Ama. her zevk iniltisinden sonra Louise'den ayrılıyor, elleriyle vücut gezintisini sürdürüyordu Antonio... Erkekliğinden Louisenin zevk almasını istemez bir hali vardı sanki...



Sonra Antonio sırtüstü uzandı yatağa... Louise'i üstüne çekti. Saniyeler, dakikalar geçiyor, Louise çıldıracak gibi oluyordu. Birden. hoyrat bir hareketle Louisei üstünden atıp yataktan yere yuvarlayıverdi Antonio... Dizlerinin üstünde yürü" dedi kadına... Upuzun saçları omuzlanndan aşağıya dökülmüş, yere değer duruma gelmişti Louise'in... Odanın çevresinde emeklemeye başlarken, ağır gümüş kemer de belim aşağıya doğru bükmüştü. Orada da elde etti Louise'i... Sonra kaldırıp yatağa götürdü onu... Artık hiç bir yumuşaklık
kalmamıştı hareketlerinde... Zangırzangır titriyorlardı. Birden titredi, sarsılmaya başladı Louise... Çığlığı andıran bir ses fırladı hançeresinden... Kolları, başı, bacakları bitkin düştü, bir yana... Hıçkıra hıçkıra
ağlamaya başladı. öylesine şiddetli, eşi görülmemiş biçimde boşalmıştı ki, neredeyse aklını oynatacak raddeye gelmişti.



Antonio'ya karşı kendisini böyle elde ettiği için hem öfke, hem şükran duydu Louise... Sonra Antonio'nun yüzüne baktı. Gülümsüyordu Kübalı sevgilisi... Sonra soluklarının hızı düştü. Yatağa uzanıp bebekler gibi mışıl mışıl uyudular sabaha kadar.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9