"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

22 Şubat 2012 Çarşamba

SESSİZLİK-EDGAR ALLAN POE

Aslı Akarsakarya Magi’nin(2) ciltlerinde güzel hikayeler var – Magi’nin demir kaplı melankolik ciltlerinde. Oradakiler derim ki Semânın ve Dünyanın, kudretli denizin – denize hükmeden cinlerin, ve azametli göğün görkemli hikayeleridir. Sibylle’ler(3) tarafından söylenen deyişlerde birçok eski zaman bilgisi de vardı; ve ihtiyarların Dodona(4) civarında titreşen bulanık yapraklar sayesinde kutsal, pek kutsal şeylerden haberleri olurdu –ama Allah varoldukça, iblisin kabrin gölgesinde yanıma oturup bana anlattığı bu masal, vazgeçmeyeceğim ki hepsinin en iyisidir!

(1) Bahamüt: Kitabı mukaddes’te bahsi geçen, su aygırına benzer bir hayvan.
(2) Magi: Doğuda gördükleri yıldız aracılığıyla yeni doğmuş olan Hazreti İsa’yı ziyarete gelen üç müneccim (Matta 2: 1-12)
(3) Sibylle: Apollon rahibelerine verilen ad. Bunlar Gaipten haberler verirlerdi.
(4) Dodona’da (Epirus - Kuzey-Batı Yunanistan), Yunan tanrısı Zeus’a ve ana tanrıça Gaia’ya adanmış tarih öncesi bir kâhin evi vardı. Gizli bahçesinde rahip ve rahibeler yapılacak doğru davranışları belirlemek için meşe(ya da kayın) yapraklarının hışırtılarını yorumlarlardı.

'Eudosin d'orheon korhuphai te kai pharhagges'
'Prhones te kai charhadrhai.'
ALCMAN.
Dağ dorukları uyuyor; vadiler, sarp kayalıklar ve mağaralar sessiz.


“DİNLE beni,” dedi iblis, elini başımın üzerine koyarken. “Sözünü ettiğim yer, Libya’da, Zaire nehri kenarında kasvetli bir bölge. Ve orada dinginlik yok, ya da sessizlik.”

“Nehrin safran ve mide bulandırıcı bir rengi vardır ve o denize doğru akmaz, güneşin kızıl gözünün altında sonsuza kadar dağınık ve çırpıntılı hareketlerle devinip durur. Çamurlu nehir yatağının iki yanında dev nilüferlerin millerce uzanan solgun çölü bulunur. Bu ıssızlıkta birbirlerine iç çekerler, benzi atmış uzun boyunlarını semâya uzatırlar ve kör olasıca başlarını bir ileri bir geri sallarlar. Ama aralarından yer suyunun akışı gibi yükselen belli belirsiz bir mırıltı vardır. Ve birbirlerine iç çekerler.”

“Yine de onların âlemlerine sınır vardır – karanlık, korkunç, azametli ormanın sınırı. Orada orman diplerindeki çalılar tıpkı Hebrides’in dalgaları gibi sallanır. Ama semâda rüzgar yoktur. Ve uzun yıllanmış ağaçlar, gürleyen, kuvvetli bir sesle sonsuza kadar bir ileri bir geri salınırlar. Yüksek zirvelerinden birer birer ardı arkası kesilmeyen çiğ taneleri düşer. Köklerinde garip zehirli çiçekler huzursuz uykuda uzanırlar. Ve yukarıda, hışırtılı, gürültülü bir sesle gri bulutlar batı yönünde sonsuza akarlar, tâ ki ufkun kızgın duvarındaki bir şelaleden yuvarlanana kadar. Ama semâda rüzgar yoktur. Ve Zaire nehrinin kıyıları ne dingin, ne de sessizdir.”

“Geceydi ve yağmur yağdı; ve düşerken su, düştükten sonra kandı. Bataklıkta iri nilüferlerin arasında durdum, yağmur başıma yağdı – ve nilüferler ıssızlıklarının ağırbaşlılığı ile birbirlerine iç çektiler.”

“Sonra birdenbire, ince, solgun sisin ardından ay doğdu, rengi koyu kırmızıydı. Bakışlarım, nehrin kıyısında duran ve ayın ışığı ile aydınlanan büyük gri bir kayaya düştü. Ve kaya griydi, solmuş ve büyüktü – ve kaya griydi. Ön yüzünde taşa oyulmuş harfler vardı; kıyıya gelip de taşın üzerindeki harfleri okuyabilene dek nilüfer bataklığından yürüdüm. Ama çözemedim. Ay kıpkırmızı parlayıverdiğinde bataklığa geri dönüyordum, dönüp tekrar kayaya baktım ve harflere; -- harfler ISSIZLIKtı.”

“Yukarı baktım, kayanın tepesinde bir adam duruyordu ve adamın hareketlerini izleyebilmek için nilüferlerin arasına gizlendim. Ve adam uzun ve iriydi, omuzlarından topuklarına, eski Romanın beyaz togasına bürünmüştü. Ve sureti belirsizdi – ama simâsı, bir tanrınınki gibiydi; gecenin, sisin, ayın ve çiğin örtüsü yüz hatlarını açıkta bırakmıştı. Alnı düşünceyle geniş, ve gözleri kaygıyla vahşi; acının, bıkkınlığın, insanlıktan tiksinmenin ve yalnızlığa özlemin masalını okudum yanağındaki birkaç kırışıklıkta.”

“Ve adam kayanın üzerine oturdu, başını eline dayadı ve ıssızlığa baktı. Aşağıdaki gürültülü çalılığa baktı ve yukarıdaki yıllanmış ağaçlara ve daha yukarıda hışırdayan semâya ve kızıl aya. Nilüferlerin siperinde ona yakın durdum ve adamın hareketlerini izledim. Ve adam yanızlıkta ürperdi; -- ama gece zayıflıyordu ve adam kayanın üzerine oturuyordu.”

“Ve adam bakışlarını semâdan çekip Zaire nehrinin kasvetli sularına, çürümüş sarı sulara ve nilüferlerin solgun kalabalığına çevirdi. Adam nilüferlerin iç çekmelerini ve aralarından gelen mırıltıyı dinledi. Ben gizlendiğim yerde ona yakın durdum ve adamın hareketlerini izledim. Ve adam yalnızlıkta ürperdi; -- ama gece zayıflıyordu ve adam kayanın üzerine oturuyordu.”

“Sonra bataklığın içlerine gittim ve nilüfer kırı boyunca sığ çamurda yürüyüp bataklığın derinliklerindeki çamurlarda yaşayan su aygırlarına seslendim. Ve su aygırları, bahamütlerle(1) birlikte sesimi duyup kayanın ayağına geldi ve ayın altında kuvvetli ve korku veren bir şekilde kükrediler. Ben gizlendiğim yerde ona yakın durdum ve adamın hareketlerini izledim. Ve adam yalnızlıkta ürperdi; -- ama gece zayıflıyordu ve adam kayanın üzerine oturuyordu.”

“Ve bulutlara, yağmura ve rüzgara buyurdum; öncesinde tek bir kıpırtı bile olmayan semâda müthiş bir fırtına vuku buldu. Semâ fırtınanın vahşiliğiyle mosmor kesildi – ve yağmur damlaları adamın başına çarptı – nehrin suları çekildi – ve nehir köpüğe kesti – nilüferler yataklarında feryat etti – ve orman rüzgarın önünde un ufak oldu – gök gürledi – ve şimşek çaktı – kaya temelinden sarsıldı. Ben gizlendiğim yerde ona yakın durdum ve adamın hareketlerini izledim. Ve adam yalnızlıkta ürperdi; -- ama gece zayıflıyordu ve adam kayanın üzerine oturuyordu.”

“Sonra öfkem arttı ve sessizliğin lânetiyle nehre, nilüferlere ve rüzgara, ormana ve semâya, gök gürültüsüne ve nilüferlerin iç çekişlerine beddua ettim. Ve lânetlenip hareket edemez oldular. Ay semâya giden yolunda sallanmayı bıraktı – ve gök gürültüsü dindi – şimşek çakmadı – ve bulutlar asılı kaldı – su kendi yerine indi ve orada kaldı – ağaçlar sallanmayı bıraktı – ve nilüferler bir daha iç çekmedi – bir daha aralarından ne mırıltı, ne de uçsuz bucaksız çölden herhangi bir ses gölgesi yükseldi. Kayanın üzerindeki harflere baktım, değiştiler; -- harfler SESSİZLİKti.”

“Ve bakışlarım adamın çehresine düştü, yüzü dehşetle sararmıştı. Telaşla başını kaldırdı, kayanın üzerinde öne doğrulup dinledi. Ama uçsuz bucaksız çölde hiç ses yoktu ve kayanın üzerindeki harfler SESSİZLİKti. Ve adam titredi ve arkasını dönüp aceleyle çok uzaklara kaçtı, onu bir daha görmedim.”

Magi’nin(2) ciltlerinde güzel hikayeler var – Magi’nin demir kaplı melankolik ciltlerinde. Oradakiler derim ki Semânın ve Dünyanın, kudretli denizin – denize hükmeden cinlerin, ve azametli semânın görkemli hikayeleridir. Sibylle’ler(3) tarafından söylenen deyişlerde birçok eski zaman bilgisi de vardı ve ihtiyarların Dodona(4) civarında titreşen bulanık yapraklar sayesinde kutsal, pek kutsal şeylerden haberleri olurdu – ama Allah varoldukça vazgeçmeyeceğim ki, iblisin kabrin gölgesinde yanıma oturup bana anlattığı bu masal, hepsinin en iyisidir! Ve iblis hikâyesini bitirdiğinde, kabre girdi ve güldü. Ama ben iblisle gülemedim ve gülemediğim için beni lânetledi. Sonra ezelden beri kabirde yaşamış olan vaşak oradan çıktı ve iblisin ayakları dibine uzandı ve gözünü ayırmadan yüzüne baktı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9