"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

10 Mart 2012 Cumartesi

BATAKLIKTA BİR GECE-PANAİT ISTRATİ

Dimi dayı ile çoluk çocuğunun hayatı özgürlük perdesi altında bir çeşit kölelikti. Ne kadar didinseler ellerine geçen beş-on parayı toprak sahibiyle devlete ödedikleri bitmek tükenmek bilmez borçlarına güç yetiştirirlerdi. Buğdayın en iyisi, mısırın en hası, ineğin sütü, yumurtalar ve tavuklar hep onlara giderdi. Kulübede oturanlara da sade suya çorba, fasulya ve berbat bir mamaliga kalırdı.
Bu hayat insanları kötü eder. Dimi dayı pazarları kafayı çeker, karısını döverdi, o da korkusundan gidip komşularında saklanırdı. Dayı pek öyle vesile de aramazdı. Ateş yakmakta yavaş yavaş davrandı diye, kıçına tekmeyi vurduğu gibi karsına ocağın küllerini öptürürdü. Bunu görünce anası kızar, kobilitza'yı kavrayarak oğluna bir iki tane adamakıllı yapıştırırdı.
Ayyaş kerata! Sevdalandınız mı kızın peşinde diliniz bir karıştır, bir kere de ele geçirdiniz mi köpekten aşağı olur!
Sonra biçare günahsızı çağırtmaya Adrian'ı yollardı, kadın dönünce kaynanasına kıçındaki mor lekeleri gösterir :
—Dimi'ciğimin beni böyle döveceği dünyada aklıma gelmezdi! diye hıçkırırdı.
Ne yaparsın, kızım! Pek iyi biliyordun ki biz «toprağa bağlı» yoksul köylüleriz. Varmasaydı ona! Yoksul yuvada sevda barınmaz. Kulağına küpe olsun, çocukların büyüdüğü zaman bunu unutma.
Altmışında vardı, ama kadıncağız, çocuklarına geçirdiği yoksulluğun acılarım hafifletmek için elinden geleni yapardı. Artık ağır tarla işlerini görecek halde olmadığından, her türlü ev hizmetlerini görürdü; mutfak işleri, hayvanların, çocukların bakımı, çamaşır onun üstündeydi. «Sadakaları» için beş-on para da biriktirmek istediğinden, durmak dinlenmek bilmez, eli boş kaldı mı orakçıların peşinden gidip dökülen başaklan toplar, koyunların dikenlere takılan yapağılarını devşirir, hendek kenarın da büyüyen hindibaları dererdi. Hasta çocuklar, oğup nefes etmeye de onu çağırırlardı. Kendini lüzumsuz bir boğaz saydığı için, akşamları sofrada süt, yumurta gibi şeyler bulunacak olursa bunlara hiç el sürmez, biraz çorba, biraz da hani şu uygar kitapların «Domuzlarla tavşanlar için yararlı bir besindir» dedikleri yabani marul salatasıyla nefsini körletirdi.
Haftada iki sefer, nine, kulübeden ibrail pazarına kadar altı kilometrelik yolu aşın yüklenmiş kobilitza’nın ağırlığı altında ikibüklüm bir halde alırdı, çevresinin bir köşesine düğümlediği otuz metelikle geri dönerdi. Ama bu metelikler mucizeler yaratırdı, çünkü üç-dört yıl biriktirdikten sonra, arabacıların geçit verinde bir kuyu kazdırdığı, ya da kocaya varan yoksul bir kıza bir yatak takımı, yeni buzağılamış bir inek alarak sevabına hediye ettiği görülürdü.
Bazı da, ama pek seyrek, kadıncağızın parasını gizlediği yeri Dimi dayının keşfettiği olurdu, o zaman ne kuyu kalırdı, ne yatak takımı, ne inek, paralar çarçabuk deve olurdu. Sofu Nedelea bu yüzden altı ay kendine gelemezdi. Oğluna lanet etmemek için bir elini ağzına kapayarak, üzgün ve süzgün bir halde dolaşıp dururdu.
***
Yedi yaşma kadar bu kulübede büyüyen, sonraları da okul tatillerini geçirmeye oraya gelen küçük yeğen Adrian, Dimi dayının bu kötülüklerin4 görüyor, ama gene de onu sevmekten kendini alamıyordu.
Hem, görünüşe bakmayın, dayak yiyen karısından ve parası çalman anasından tutun da her şenliğe ve düğüne onu çağıran köylülere varıncaya kadar Dimi'yi herkes severdi; çünkü yorulmak bilmez bir işçi, memlekette eşi emsali bulunmayan bir zurnacıydı. Orağı orakçıların başında gelir, zurnası en ihtiyarlara, en somurtkanlara bile hora teptirirdi.
Üstelik hiç gülmeden nükteler savurmasını bilen sert tavrı, hep çatık duran gür kaşlı çingene yüzü, yerinde yerleştirdiği şakalariyle pek sevimliydi.
Adrian onu severdi. Kafadardılar. Arasıra küçük kafadar, karışma kaba davranışı yüzünden büyüğüne çıkışırdı, ama büyüğü şu cevabı verirdi:
— Dur bakalım, evlen de ondan sonra laf söyle. Evli olmayan halden anlamaz. Ancak ondan sonra adamın aklı başına gelir, iki, dört, on boğazı doyurmak ne demekmiş anlar, o zaman işte insan unutmak için içer, hıncını.almak için de basar tokadı...
Bu cevaplar, Adrian'ı kandıramazdı: ne zaman dayı, yengesini dövecek olsa araya girerdi. Dimi'nin kendisine el kaldırmayacağım pek iyi bilirdi. Adam ablasının oğlunu kendi çocuklarından çok sever, onun her dediğini yapar, hatta ihtiyacı olmadığı hal de beraber çiş etmeğe gittiği bile olurdu. Küçüğün en büyük sevdası her zaman ve her yerde onun yanında bulunmaktı, hele bağa zarar veren ardıç kuşlarını vurmak için tüfeğini aldığı, ya da bataklıkta saz kesmek için arabayı koştuğu zamanlar birlikte gitmeye can atardı.
Ah! o Seret çayının ağzındaki geniş bataklıklarda geçirilen geceler hiç unutulur mu?
Dimi dayının saz kesmek için ruhsatnamesi yoktu. Bu ruhsat yılda yirmi ley'e mal olurdu, bu kadar parayı ödemeye gücü yetmiyordu. O yüzden
akşam karanlığında yola çıkar, ertesi sabah şafak sökmeden şehir pazarına varmış olurdu.
Adrian yeni bir sefer çıktığını ikindi vakti yapılan hazırlıklardan sezerdi: Atlara ilave yemi verilir, dinlenmeye bırakılırdı; sonra yol torbasına kocaman bir mamalığa, birkaç baş soğan ve tuz konurdu. içmek için de su dolu bir palaska vardı.
Ama saz kesmeye gidileceğinin en yanıltmaz işareti, dayının sırtına bir dilenci elbisesi geçirmesi, alnının buruşup yüzünün pek kaygılı bir hal alma siydi. Çünkü bu maceranın nasıl sona ereceği bilinmezdi. Bu, bir hırsızlıktı, toprak sahibinin asla sürmemiş, ekmemiş olduğu bir şeyi çalmaktı; ara sıra sabahleyin pazarda olacak yerde adam kendini boyar'ın avlusunda bulur, atlarla arabaya el konmuş» olurdu. Atların bir kişnemesi bataklık korucusu
Türk'ün dikkatini çekti mi, tamamdı.
***
Bir akşam Dimi dayı ile Adrian, komşular gör meşin diye geç vakit yola çıkmışlardı. Bataklığa yed; kilometrelik yol vardı. Bir haziran gecesiydi, hava ılık, gök yıldızlıydı. Dayı, arabayı sürüyor, sigarasını tellendiriyor ve susuyordu, onun arkasında Adrian. kulaklarında ıslık çalan rüzgarı dinliyor, ağzını açmıyordu.
Issızlık ülkesine varılınca atlar çözülerek arabaya bağlandı, yulafla dolu torbalar da başlarına geçirildi. Sonra Dimi, elinde bıçağıyla bataklığa daldı.
Epey ilerlemek, dize kadar, hatta bele kadar suya girmek gerekirdi, çünkü kıyılarda hırsızlık pek göze çarpardı, ama dayı güçlü kuvvetli, gözüpek adamdı. En iyi sazlara erişmek ve pazarda dört ley kazanmak için her şeyi göze alırdı.
Giderken alçak sesle Adrian'a tembih etmişti:
— Atlara göz kulak ol, sabırsızlık gösterecek olurlarsa birer avuç yulaf daha at, İtele şu sağdaki deyyus hayvana... Hem uyuyayım deme sakın, soğuk alırsın.
Adrian uyusun ha? Olacak şey miydi bu! Hele dayı sırtını çevirip bir gözden kaybolsun, ondan sonra her şey onundu; atlar, araba, uçsuz bucaksız bataklık. hatta rüzgar ve ninenin dediği gibi «sayısız yıldızlariyle gökyüzü bile onun olurdu.
O gece, sanki başlarına gelecek felaket içine doğmuş gibi, «amirlik etmek» hevesini hiç duymadı. Arabada ayakta durup dayının yol açmak içir araladığı sekiz ayak boyundaki sazların kımıldanışından onun ilerlemesini gözleriyle izledi, sonra rahat durdu. Arada bir bu gece ziyaretinin uykularından uyandırıp ürkütüğü yabani kaz ve ördekler iri kanatlarını çırparak havalanıyorlardı. Ay ışığında, Adrian, onları büyük bir heyecanla seyrediyordu; içinden onlara: Beni de alın aranıza» diye sesleneceği geliyordu.
Yelin esintisiyle sazların fısıltısı duyguların1, öylesine okşardı ki, zaman ve mekandan habersin kaldığı olurdu. Parmağını kıpırdatmadan böyle saatlerce kalabilirdi, çünkü bu anları, küfürler ve bağrışmalarla dolu hergünkü hayatında bulamıyordu Bir baykuş uğursuz ötüşüyle sessizliği yırtacak oldu mu Adrian, bir uykudan uyandırılmış gibi hoplardı.
Dimi gideli epey olmuştu. Adrian, gözlerini sazların tepelerinden ayırmıyordu. Dönüşte, dayının beraberinde sürükleyeceği demetler yüzünden sazlar daha çok eğilecekti. Bu hareket, pek uzaktan belirir, gitgide daha güçlenir, sonunda sağa sola bıçak sallayarak dayı görünürdü. O gece de böyle göründü, ama daha bu ilk seferden yorgun düşmüş, göğsüne kadar ıslanmış, fena halde terlemişti.
Demetlerle bıçağı elinden bırakarak:
— Of! Bu sefer anam ağladı, dedi. Sular yükselmiş, kolay toplanacak ne varsa «tırtıklamış1 ar», saza kesmek için cehennemin bir ucuna gitmek gerek!...
Oturdu, terini sildi, bir cigara sardı. Sonra kendi kendine konuşuyormuş gibi söylendi:
Bu gece fazla kesemeyeceğini, olsa olsa üç ley'lik bir arabacık.
Sonra Adrian'a döndü:
Ee, karnın acıkmadı mı? Gel bir lokma bir şey yiyelim.
Avuçları arasında bir soğan kırdı, tuzladı ve kuzu kızartması makamında yeğenine uzattı. Mamaliga ile birlikte bu soğan pek hoşlarına gitti. Plaskayı elden ele geçirdiler.
Hayvanlar uslu durdular mı?
Adrian:
Evet, cevabını verdi, ama, sağdaki, yemini yemiyor, durmadan kulaklarını dikiyor.
Musibet hayvan!
Bağ bıçağını aldı ve ikinci drum'a gitti. Drum diye koltuğunda iki demetle dönülen sefere denir: akşam, pazar dönüşü şöyle derler:
On, on iki ya da on beş drumuri'lik yükümüz vardı.
"Bütün bunlar üç, dört ya da beş ley iğindi, hesapsız zahmetler ve felaketler pahasınaydı. O gece de böyle oldu.
Altıncı drum'a gelmişlerdi. Dimi yeniden yola çıkmışken keskin bir kişnemeyle yerinde, kalakaldı, Adrian iliklerine kadar titredi; dayısının.öfkesini bilirdi. Dayı, elleri boş, asık bir suratla göründü. Suçlu hayvana, sağdakine iyi bir baba edasiyle çıkıştı:
Ne o, gene ne var! Başıma işler açmaya niyetin yoktur her halde... Ne eksiğin var?
Hayvana baktı, okşadı, giderken Adrian'a:
Yanında dur... dedi. Canı sıkılıyor hayvanın... Gözünü ayırma ondan, aleme gülünç olmamak için daha bir kaç demet getireyim, yola çıkarız...
Ama sazlar arasında daha yeni kaybolmuştu ki, koşarak geri döndü, at yeniden kişnemişti.
Canına yandığımın hayvanı, kulaklarını yerim senin, demek öyle ha, al bakalım!..
Hayvanın üstüne atılarak karnına güm diye ses veren bir tekme indirdi. Zavallı hayvan can acısından titredi, uysal gözleriyle vurana bakmak için başını çevirdi. Adrian, göbeğine tekmeyi yiyen kendi siymiş gibi titriyordu. Atı dövmemesi için dayısına yalvardı.
Köylü:
Hayvanları koşalım, dedi, yapacak iş yok, bizi ele verecek; hay Allah kahretsin, gecemiz ziyan oldu!...
Yola koyuldular. Ortalık hala karanlıktı. Daha bataklıktan bile çıkmadan huysuz hayvan arabayı çekmeye yanaşmadı, durup ayak diredi. Burnundan soluyup kulaklarını dikerek yerinde tepinmeye başladı. Dimi de düşünceye daldı.
Adrian sordu:
Neden böyle yapıyor, dayı?
Ağırdır da ondan, çocuğum. Her halde civar da bir kısrağın kokusunu almış olacak; yakınımızda kısraklı bir köylü olsa gerek. Ah! bu gece işin sonu kötüye varacak!
Dimi dayı başını açarak üç defa istavroz çıkardı.
Allah yardımcımız olsun!...
Sonra yan tarafına tükürdü:
Tu, şeytan, defol uzaklara!...
Arabadan indi, aygın geminden tuttu, böylece biraz daha yürüdü; ansızın, bahtsız hayvan, efendisinin ellerinde arka arkaya iki defa kişnedi. Adamın saçları başında dimdik oldu, kan beynine sıçradı, önce yumruklariyle, ayaklariyle, sonra arabadan çıkardığı bir sopayla gelişigüzel vurmaya başladı.
Vuruşun kuvvetinden sopa ikiye bölündü.
At deliye döndü, öteki hayvan da. ürktü, ikisi birden gelişigüzel koşmaya başladılar. Yoldan çıkıp yoz bir tarlaya girdiler, dayı bir türlü hayvanlara hakim olamıyordu. Aygır durmadan kişniyor, arabayı bataklığa doğru sürüklüyordu. Dimi onu yola getirmeye çalışıyordu, ama gücü yetmiyordu, elbiseleri paramparça, pantolonunun yansı koşarken kopup düşmüş, bitkin bir halde neredeyse hayvanların ayaklan altında çiğnenecekti.
O zaman korkunç bir şey oldu. Koşarken, Dim' bağ bıçağını aygırın karnına daldırdı ve olduğu yerde durdu. Bıçağın keskin yeri karnını boylu boyunca yardı. Hayvan, bağırsakları boşanarak, yıldırım vurmuşçasına yere yıkıldı.
Adrian bir çığlık attı ve sazların üzerinde kendini kaybetti.
Bir bağrışma işiterek uyandı.
Şafağın ilk ışıklariyle hafifçe aydınlanmış bir halde Dimi dayı ile bataklık korucusu, ayakta, bir kan gölü içinde, yayılmış bağırsakları arasında yatan hayvanın leşi yanında konuşuyorlardı.
Dayı diyordu ki:
Hadi, Osman, halime acı, beni konağa götürme, görüyorsun ya, derdim zaten bana yeter. N'olur sun Osman, bir iyilik 6t.
Bir omuzda tüfeği, öbür omuzda heybesi, iri yarı Türk, yağız ve kıllı yüzü, zeki kara gözleriyle bu felaket görüntüsü karşısında kollarını kavuşturdu ve güç anlaşılır bir Romenceyle dedi ki:
İyilik edem... Yok elimde iyilik edem, brBoyar zengindir, ne olur sanki...
öyle, boyar zengindir ama Allah görmez.
Sonra karnı deşilmiş hayvana şaşkın gözlerle
bakarak köylünün yaralı yüreğine su serpen hükmünü verdi:
— Haydem, gidem, ama dili tutam!
Ve faciaya arkasını dönerek ağır adımlarla uzaklaştı.
'Dimi kendisine bunca hizmetleri dokunmuş olan arkadaşını bıraktı, onun yerine arabaya kendin1' koştu ve saz demetlerini indirdikten sonra köyün yolunu tuttu.
Adrian, en iyi çocukluk dostundan, kanı kaynayan, gözleri ışıl ışıl yanan, dört tekerlekli barakasını küçümseyerek çeken, alımlı çalımlı güzel atın dan yüreği parçalanarak ayrılıp bir cenaze arabasının peşinden gider gibi Dimi dayının arabasını izlemeye başladığı zaman, doğuda kızıllaşan ufkun üzerinde çoban yıldızı pırıl pırıl yanıyordu. Beşon adım yürürdükten sonra, içinin acısına dayanama yarak, çimenler üstüne uzanmış hayvanın yanma döndü, bir daha açılmamak üzere kapanmış gözlerin üstüne atıldı, onları öptü, öptü, o kadar çok okşamış olduğu burnunu gözyaşlariyle ıslattı.
Sonra, geri geri giderek aşağılık insanın «en soylu fethi» ile arasındaki uzaklığı yavaş yavaş çoğalttı; sonunda o facia yeri gözden kayboldu.
Cenaze arabası şimdi böğürtlenler, çalılar ve fundalarla kaplı bir korudan geçiyordu. Kurbağalar, bülbüller, kara tavuklar, ağustos böcekleri sabah uykusu içinde şarkılarını gevşetmeye başlamışlardı. Ama daha önce, onlar seslerini büsbütün kesmeden, isketeler, bıldırcınlar, sarıasmalar, kesilen konsere yeniden başlar, çeşitli ve sevinçli cıvıltıları, Tanrıya öğüşleriyle doldurdukları sabahın serin ve temiz havasında yıkanır.
Gökte ve yerde hayat yeniden yoluna devam eder, yürekten kopma şarkılarını yükseltir ve herkesi mutlu olmaya çağırırken insanoğlu geçtiği yerlere ölüm saçar, hayvandan daha kötü olurdu.
Dimi dayının yolu, ağabeyisi zengin Angel dayının meyhanesi önünden geçiyordu. Dimi bitkin bir halde, bir kadeh atmak için durduğu zaman, Angel çoktan işine başlamış bulunuyordu. Taze yıkanıp arınmış, saçı sakalı özenle taranmış bir halde kollarını sıvamış; dükkanına çeki düzen vermeye çalışıyordu. Dimi dükkana bir otomat gibi girdi. Gözleri uzağı iyi görmeyen Angel, kardeşine neşeli bir tavırla yaklaştı, ama Dimi'nin uçuk benzini, kanlı elbiselerini görünce irkildi:
Ne yaptın, sersem?
Adrian, hıçkırarak meyhanecinin boynuna sarıldı:
Öldürdü... Aygırı... öldürdü, dayı!...
Sıranın üstüne oturan köylü, gözlerini yere dikerek
Evet, aygırı öldürdüm, dedi.
Angel çocuğu yere bıraktı, dediklerinin doğru olup olmadığına bakmak için dışarı fırladı; arabanın sağ koşumunu boş ve onun yanında tek başına kalan, mahzun boynunu bükmüş öteki hayvanı gördü.
Sapsarı bir yüz, sessiz bir halde ağır adımlarla döndü, bir kadeh rakı doldurdu ve kardeşiyle birlikte içti. öteki, olup bitenleri kısaca anlattı ve boğazı kısılarak ekledi;
İşte böyle... Kısmet bu kadarmış. Böyle güzel bir hayvanı bir daha hiç ele geçiremem. Henüz yedi yaşındaydı.
Sonra kana bulanmış ellerine bakarak:
Yaban marulu ve polenta ile karın doyurarak onu alabilmiştim. Onu beğenerek almıştım... Lagar hayvanları sevmem...
Angel, elleri pantalonunun ceplerinde, iri yapısıyla doğruldu:
Dimi! Bana bak: Sana benim atı veriyorum, hiç de lagar değildir... Hemen al onu!
Öteki, bitkin bir halde, gözleri hala yere dikili, sıkılmış dişleri arasından inledi:
İstemem atını, senin olsun...
Mert Angel bu cevabı bekliyordu. Hiçbir zaman yardımını kabul etmeyen Dimi, şimdi edecek değildi. Ama gene diretti:
Hadi, dikkafalılık etme! Benimkini istemezsen, sana başka bir tane alayım.
Paran senin olsun...
Peki ne yapacaksın ya? Geçinmek için bir beygire daha ihtiyacın var.
Dimi, bitkin bir halde sönük bir sesle mırıldandı:
Ne mi yapacağım? Peki, söyleyeyim sana: Tüfeğime domuz kurşunu dolduracağım; arabasının geçtiği tepe eteğindeki hendekte çiftlik sahibini t ekleyeceğim, yakından böğrüne iki el boşaltacağım. Anladın mı ne yapacağımı?
Sonra da zindanı boylayacaksın...
Sonra da zindanı boylayacağım...

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9