"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

2 Mart 2012 Cuma

COLOMBRE-DİNO BUZZATİ

Stefano Roi on iki yaşını bitirdiğinde, güzel bir yelkenlisi olan uzak deniz kaptanı babasından, ödül olarak kendisini de gemiyle götürmesini istedi.
"Büyüyünce," dedi, "ben de senin gibi denizlere açılacağım. Seninkinden daha güzel, daha büyük gemilerim olacak."
"Tanrı seni kutsasın," diye karşılık verdi babası. Geminin tam o gün yola çıkması gerektiğinden, çocuğu da birlikte götürdü.
Pırıl pırıl güneşli bir gündü; deniz durgundu. Hiç gemiye binmemiş olan Stefano, güle oynaya güvertede dolaşıyor, yelkenlerin karmaşık işlemlerini hayranlıkla izliyordu. Denizcilere olur olmaz sorular soruyor, onlar da gülümseyerek açıklama yapıyorlardı.
Geminin kıçına varınca, çocuk durdu, iki üç yüz metre ötede, geminin köpüklü izinin orada, arada sırada su üstüne çıkan bir nesneye bakmaya koyuldu.
Tekne, yandan esen elverişli bir rüzgârın etkisiyle uçar gibi yol alıyordu, ama o nesne aradaki uzaklığı hep aynı tutuyordu. Ve çocuğu, nedenini bilmese de, yoğun bir biçimde çeken, tanımlanamaz bir şeyi vardı.
Babası, Stefano'nun ortada dolaşmadrğını görünce, önce olanca gücüyle seslendi, sonuç alamayınca kaptan köşkünden inerek aramaya koyuldu.
Sonunda oğlunu geminin kıçında, ayakta dalgalara bakarken bulunca "Kazık gibi dikilmiş, ne yapıyorsun orada, Stefano?" diye sordu.

-1-

"Buraya gel de bak, baba."
Baba gitti, çocuğun gösterdiği yöne baktı, ama hiç bir şey göremedi.
"Arada bir köpüklerden çıkan koyu renkli bir şey var," dedi çocuk. "Peşimizden geliyor."
"Yaşım kırkı buldu ama," dedi babası, "gözlerimde bozukluk yok daha. Hiçbir şey görmüyorum ben."
Oğlu diretince, gidip dürbününü getirdi, köpüklerin olduğu yerde denizin üstünü taramaya koyuldu. Stefano babasının sarardığını gördü.
"Ne oldu? Niye suratını astın?"
"Keşke dediklerini duymamış olsaydım," diye kükredi kaptan. "Senin hesabına korkuyorum şimdi. Sulardan çıkıp bizi izlediğini gördüğün, bir 'şey' değil. Bir kolombre. Dünyanın bütün denizlerinde, denizcilerin en korktukları balık. İnsandan bile kurnaz, korkunç, gizemli bir camgöz. Hiç kimsenin belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceği nedenlerle, bir kurban seçer kendisine, seçtiği kurbanı yıllarca, bütün bir yaşam boyunca izler, ta ki onu parçalamayı başarıncaya dek. İlginç olan şu: Kurbanla, onun kanından olan kişiler dışında, hiç kimse göremez balığı."
"Söylenti olmasın?"
"Değil. Daha önce hiç görmemiştim onu. Ama kaç kez anlatmışlardı, görür görmez tanıdım. Bizon gibi burnunu, sürekli olarak açılıp kapanan ağzındaki korkunç dişleri. Her şey ortada Stefano, kolombre ne yazık ki seni seçti, denizlerde dolaştıkça da, sana rahat vermeyecek. Beni iyi dinle: şimdi karaya döneceğiz hemen, sen gemiden ineceksin, yer yerinden oynasa bir daha karadan ayrılmayacaksın. Söz ver bana. Denizcilik, sana göre meslek değil oğlum. Kabullenmen gerek bunu. Hem, karada da başarılı olabilirsin."

-2-

Bunları dedikten sonra hemen rotayı değiştirdi, limana döndü, ani bir rahatsızlık bahanesiyle oğlunu karaya çıkarttı. Sonra da oğlu olmadan yola çıktı.
Çok sarsılan çocuk, geminin direklerinin en uç noktası da ufukta görülmez oluncaya dek kıyıda kaldı. Limanı kapatan mendireğin ötesindeki deniz bomboş kalmıştı. Ama dikkatle bakınca, Stefano sudan zaman zaman çıkan kara bir nokta seçmeyi başardı: ağır ağır, ileriye geriye salınarak, inatla 'onu' bekleyen kolombre idi.
O günden sonra, çocuğu deniz sevdasından vazgeçirmek için her yola başvuruldu. Okuması için, babası onu yüzlerce kilometre içeride bir kente gönderdi. Yeni çevrenin oyaladığı Stefano, bir süre deniz canavarını aklına getirmedi. Ama yaz tatili için eve dönünce, ilk fırsatta, aslında gereksiz bulsa da, bir tür denetim amacıyla, yine de mendireğin ucuna koştu. Babasının anlattıkları doğru bile olsa, bunca zaman sonra, hiç kuşkusuz kolombre'nin kuşatmadan vazgeçmiş olması gerekirdi.
Ama Stefano orada çakılıp kaldı, yüreği ağzına gelecek gibi oldu. Mendireğin iki üç yüz metre ötesinde, açık denizde, uğursuz balık ağır ağır, bir aşağı bir yukarı gidip geliyor, burnunu arada sırada sudan çıkartıp karaya çeviriyor, Stefano Roi artık gelmiştir diye merakla bakıyordu.
Böylece, kendisini gece gündüz bekleyen bu düşman yaratık düşüncesi, Stefano'da gizli bir saplantıya dönüştü. Uzaktaki kentte bile, gecenin ortasında telâşla uyandığı oluyordu. Evet güvence içindeydi, kolombre ile arasında yüzlerce kilometre vardı. Ama dağların ötesinde, ormanların ötesinde, düzlüklerin ötesinde camgözün kendisini beklemekte olduğunu biliyordu. Ve kıtaların en uzağına bile gidecek olsa, yazgının ağını örenle-

-3-

rin acımasız inatçılığıyla, kolombre de en yakın denizin sularında pusuya yatacaktı.
Akıllı uslu, iyi niyetli bir çocuk olan Stefano, öğrenimini başarıyla sürdürdü, bitirir bitirmez de o kentin çarşısında bol paralı, iyi bir iş buldu. Bu arada babası hastalanıp öldü, anası güzelim yelkenliyi sattı, Stefano'ya da önemsiz bir miras kaldı. İş, arkadaşlıklar, eğlenceler, ilk gönül ilişkileri: Stefano artık kendisine bir düzen kurmuştu, ama yine de kolombre düşüncesi, hem uğursuz hem çekici bir ılgım gibi benliğini kaplıyordu ve günler geçtikçe, yitip gidecek yerde daha güçleniyordu.
Alın terine dayalı düzgün, rahat bir yaşamın sağladığı doyum büyüktür, ama uçurumların çekiciliği daha da büyüktür. Kentteki arkadaşlarına veda edip işinden ayrılarak doğduğu kente dönüp de, annesine baba mesleğini sürdürmeye kararlı olduğunu söylediğinde, Stefano yirmi ikisine daha yeni basmıştı. Stefano, gizemli camgözden hiç söz etmemiş olduğu için, kadın bu kararı sevinçle karşıladı. Oğlunun denizleri bırakıp karaya yerleşmiş olması, yüreğinin derininde hep aile geleneğine ihanet gibi gelmişti ona.
Ve Stefano denizlere açıldı, yorulmak bilmeyen gözüpek bir denizci olduğunu gösterdi. Denizlerde dolaşıyor, dolaşıyordu ve gece olsun gündüz olsun, iyi havada olsun, kötü havada olsun, kolombre teknenin peşinden ayrılmıyordu. Kolombre'nin başının belâsı olduğunu, ölüm fermanını taşıdığını biliyordu ve belki de bunun için, ondan kopabilmek gücünü bulamıyordu. Gemide, onun dışında kimse canavarı göremiyordu.
"Şuralarda bir şey görmüyor musunuz?" diye soruyordu arada bir arkadaşlarına, köpükleri göstererek.
"Yo, hiçbir şey görmüyoruz. Niye sordun?"
"Bilmem. Sanki..."

-4-

"Sakın kolombre görmüş olmayasın," diyorlardı arkadaşları gülerek, sonra da tahtaya vuruyorlardı.
"Niye gülüyorsunuz? Niye tahtaya vuruyorsunuz?"
"Çünkü kolombre bağışlamak nedir bilmez. Geminin peşine takılmışsa, içimizden birinin işi bitik demektir."
Ama Stefano aldırmıyordu. Peşindeki sürekli gözdağı sanki istencini, deniz tutkusunu, tehlikelerden savaşlardan yılmazlığını pekiştiriyordu.
Kendisini meslekte ustalaşmış sayınca, babasından kalan sınırlı parayı, bir arkadaşıyla birlikte küçük bir yük gemisine yatırdı, sonra tek başına geminin sahibi oldu ve bir sürü verimli seferin ardından tam anlamıyla bir ticaret gemisi satın alarak, hep daha büyük hedeflere yöneldi. Ama başarılar, milyonlar, içindeki sürekli saplantıyı söküp atmaya yetmiyordu; gemiyi satıp başka girişimlerde bulunmak için karaya çekilmeyi ise aklından geçirmiyordu hiç.
Tek düşüncesi denizlerde dolaşmak, dolaşmaktı. Uzun bir seferin ardından karada hangi limana ayak basarsa bassın, hemen yola çıkmak için sabırsızlanıyordu. Dışarıda kolombre'nin kendisini beklemekte olduğunu ve kolombre'nin ölüm anlamına geldiğini biliyordu. Gelsindi. Karşı konulmaz bir dürtü, hiç ara vermeden bir denizden bir denize doğru çekiyordu onu.
Sonunda, günün birinde Stefano birden yaşlanmış, hem de çok yaşlanmış olduğunu anladı; çevresindeki hiç kimse, onun gibi varlıklı birinin, bu çekilmez deniz yaşamından hâlâ niçin kopamadığına akıl erdiremiyordu. Yaşlanmış olmanın yanısıra derin bir mutsuzluk içindeydi, çünkü yaşamının tümü, düşmanından kaçmak için denizler boyunca çılgın bir kovalamaca içinde geç-

-5-

mişti. Ama o, oldum olası rahat, sessiz bir yaşamın sevinçlerine, tehlikelerin kışkırtıcılığını yeğlemişti.
Gösterişli gemisinin, doğduğu kentin limanının .gıklarında demirli olduğu bir akşam, ölümünün yakın olduğunu duyumsadı. Bunun üzerine, çok güvendiği ikinci kaptanı çağırdı yanına ve ondan yapacaklarına karşı çıkmamasını istedi. Karşısındaki onur sözü verdi.
Bu güvenceyi aldıktan sonra Stefano, dediklerini şaşkınlık içinde dinleyen ikinci kaptana, neredeyse elli yıl boyunca kendisini izleyen, ama ele geçiremeyen kolombre'nin öyküsünü anlattı.
"Dünyanın bir ucundan öbür ucuna peşimden geldi," dedi, "en yakın bir dostun bile gösteremeyeceği bir bağlılık gösterdi. Artık ölüm saatim yaklaştı. O da şimdi çok yaşlanmış, yorulmuştur. İhanet edemem ona."
Bunları söyledikten sonra uzaklaştı, denize küçük bir kayık indirtti, yanına bir zıpkın alarak kayığa bindi.
"Şimdi karşısına çıkmaya gidiyorum," diye açıklama yaptı. "Düş kırıklığına uğratmamam gerek onu. Kalan bütün gücümle savaşacağım."
Ağır ağır kürek çekerek tekneden uzaklaştı. Kaptanlar, tayfalar ötelerde, gecenin gölgelerine bürünmüş sessiz denizde gözden yitip gittiğini gördüler. Gökyüzünde orak biçiminde bir Ay vardı.
Fazla yorulması gerekmedi. Kolombre'nin korkunç burnu birden kayığın yanıbaşında sudan çıkıverdi.
"Sonunda karşına çıktım," dedi Stefano. "Şimdi baş başa kaldık!" Arta kalan gücünü toplayarak, vurmak için zıpkını kaldırdı.
"Uf," diye homurdandı kolombre, yakaran bir sesle. "Ne uzun yol gittim sana ulaşmak için. Ben de yorgunluktan bittim. Öyle çok yüzdürdün ki beni. Kaçtın, kaçtın hep. Hiçbir şeyi anlamadın."
"Neyi?" dedi, merakı uyanan Stefano.

-6-

"Dünyanın dört bir yanında peşinde dolaşmamın nedeni, sandığın gibi, seni parçalamak değildi. Denizler kralı, sana şunu teslim etmekle görevlendirmişti beni."
Ve camgöz dilini dışarı çıkartarak, yaşlı kaptana fosfor gibi ışıyan küçük bir yuvar verdi.
Stefano yuvarı parmaklarının arasına alıp baktı. Görülmemiş büyüklükte bir inci idi. Sahibine şans, güç, sevgi ve ruh dinginliği getiren ünlü Deniz İncisi'ni tanıdı hemen. Ama artık çok geçti.
"Yazıklar olsun!" dedi, başını hüzünle sallayarak. "Nasıl da yanılmışım. Cehennem azabı yaşattım kendime; senin de yaşamını altüst ettim."
"Hoşça kal, zavallı adam," diye karşılık verdi kolombre. Ve bir daha çıkmamak üzere kara sulara daldı.
İki ay sonra, akıntının sürüklediği küçük bir kayık kıyıdaki kayalığa vurdu. Kayığı gören balıkçılar meraklanıp yanına gittiler. Kayıkta hâlâ oturur durumda beyaz bir iskelet vardı. Parmak kemikçikleri arasında yuvarlak, küçük bir çakıl tutuyordu.
Kolombre korkunç görünüşlü, çok az rastlanılan, boyutları büyük bir balıktır. Denize ve kıyıda oturan insanlara göre kolomber, kahloubrha, kalonga, kalu-balu, chalunggra diye de adlandırılır. İşin tuhafı, doğabilimciler varlığını bilmezler. Hatta, böyle bir balığın olmadığını öne sürenler bile vardır.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9