"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

2 Mart 2012 Cuma

DİLSİZ DÜĞÜN-ÇAMİL SİYARİÇ

Bayriçliler, o yaz, Bihor dağı eteklerindeki otları biçtiler. Bu işe, erkekler de, kızlar da katıldılar.
Çayırlarda kavak ve söğütler alabildiğine boy çekmişti. Onlar buraya ellerinde tepsiler, heybelerinde sahan ve vağanlarla gelmişlerdi. Burada bütün bir yaz kalacaklarmış gibi bol bol yiyeyek içecek getirmişlerdi.
İşe başlayacakları sırada, üstlerinden ağırlık veren bütün eşyalarını çıkardılar, uzun gömlekleriyle kaldılar. Tam bir hafta durmadan çalıştılar. Biçtikleri otları yığın yaptılar.
Bu bir hafta içinde kızlar ve erkekler birbirlerini daha iyi tanımış oldular. Artık birbiri hakkında çok şeyler biliyorlardı. Erkekler kızlara sokulmaya başladılar. Oysa kızlar çekingen davranıyorlar, yüzlerini pek göstermiyorlardı. Kızlar çoğunlukla, Bayriçli Murat'ın oğlu Elmas hakkında konuşuyorlardı. Çocuğun dilsiz olduğunu bildikleri halde, sır tutuyorlardı bunu. Elmas'ın kızkardeşleri, kendi kardeşleri hakkında çok iyi şeyler söylüyor, onu övüyorlardı. Büyük kızkardeşi Hana, ona bir kız beğenmişti. Kızın adı Esmaydı. Düzlük bir köydendi. Yüzü pancar gibi kırmızı, turp gibi sağlamdı. Çok güzel gülüşü vardı, kim görse beğenirdi. Gömleği topuklarına vuruyordu. Elleri güneşten yanmıştı. Gömleğinden vücudunun çizgileri belli oluyordu. Tam gelinlik çağındaydı.
Kalabalık kızlar arasında en çok gülen oydu. Çok geçmeden değişti. Otları biçerken düşünüyor, yere bakıyordu hep. Şöyle düşünüyordu: Onu yakından görmeliyim, konuşmalıyım, tanışmalıyım onunla. Hana buna razı oldu.
Bir yer seçtiler. Günün birinde karşılaştılar. Kurumuş bir çaydı burası, biri bu yanda, öteki de öte yanda duruyor, birbirlerine bakıyorlardı. Böyle durup bakmaktan ikisi de çok utanıyordu. Bir araya gelip kucaklaşmak, seni çok beğendim, deme, geçiyordu gönüllerinden.
Elmas dönünce, kızkardeşi: «Bir şey fısıldamış olmayasın?» diye sordu. «Hiiiiç biiir şeey» dedi Elmas, el hareketleriyle dokunmadığını, öpmediğini de belirtti. Sonra, tekrar dilsizlere mahsus hareketlerle, kızı çok beğendiğini, onunla evlenmeye razı olduğunu anlatmaya çalıştı.
Çok geçmeden Hana kıza uğradı, Elmas'ı beğenip beğenmediği sordu.
Kız şimdi de ot biçerken yere bakıyordu. Utanarak, kardeşinde hiçbir kusur bulmadığım, kader böyle istiyorsa, onunla evlenmeye razı olduğunu, söyledi.
— Bir geline lâyık her şeyi yapacağız, dedi Hana. Gerekirse seni altına garkedeceğiz, altın gibi ışıyacaksın, ama bütün bunlar sana gerekmez, Elmas kendisi altındır, onunla parıldayacaksın.
Kız da, altından çok mutluluk dilediğini söyledi.
Anlaştılar. Bu işi hemen bitirecekler, çünkü, demir sıcak iken dövülür. «Sen onu beğeniyorsun, o da seni beğenmiş, her şey tamam», dedi Hana. Hana düğünle ilgili hazırlıkları anlattı, kız razı oldu: Geceleyin düğün alayı onu almaya gelecek, gündüzün düğün yapılacak, sırma elbiseler dikilecek düğünde rugan ayakkabıları giyecek.
O gece bir gün gibi geldi.
Düğünü de beraberinde getirdi.
Şimdi onları ayıran o kurumuş çay yoktu aralarında. Birbirine çok yakındılar, birbirini tanıyacak, tek vücut olacaklar.
İlk gece onları bekleyen o sırdan hem utanıyor hem de sevinç duyuyorlardı. Bir şey muhakkak olacaktı, bundan kaçınılamaz, onlar bunu düşündükçe çocuklaşıyorlardı. Şimdiye kadar hayal ettikleri şeyi yakalamak için ellerini uzatıyorlardı. Birdenbire elleri kenetlendi, onlar artık karı kocaydılar.
Sofrayı kurdular, yediler, sonra da yatacakları yatağı döşediler.
Henüz birbirlerine tek bir söz söylemedikleri için, kalpleri hafifçe atıyordu, ilk görüştükleri zamanki gibi susuyorlardı.
Çok az yediler, yerken sofraya bakıyorlardı. Şimdi bundan daha kolay hiçbir şey yoktu. Büyük bir sessizlik içinde nefes almalarını, kaşığın sahana vuruşlarını duyuyorlardı.
Gelin düşünüyordu: Bu gece ikimizden birinin konuşması adetse, ilkin o konuşmalıdır, çünkü o erkektir, üstelik kendi evindedir, kocadır. Ama bu gece, konuşmaktan çok o dehşetli anı yaşamaktır en önemlisi. Aman şu yemek bir bitsin de, yatağa girelim...
Gelinin şimdi yapacağı tek iş, kocasına yiyecek buyurmaktı. Kocası da aynı şeyi yapıyor, evde hazırlanmış çörekleri, tatlıları, tek bir söz söylemeden ona uzatıyordu. Kendilerini artık birbirlerine yakın buluyor, gelin tatlı tatlı, adam da acı acı gülüyordu. Erkek ikide bir kavak yaprakları gibi titriyor, ecel teri dökerek: Hayatım, bir tanem, al, sen artık kendi evindesin, demek istiyordu ama diyemiyordu. Bu yaşa kadar kendisini hiçbir zaman bu kadar mutlu hissetmemişti, boğazındaki o düğümü çözebilmek için simdi her şeyini, hayatını bile feda ederdi. Çok kez etraftakilere bağırıp çağırmak istemişti, şimdi bunu yalnız karısı için istiyordu. Bu gece, kendi kendisi ile karşı karşıya gelmişti, kendisini mutlu buluyor, anlatamıyordu. Sevincini belirtmek için, dilsizlerin yaptığı gibi yüz ve el hareketleriyle, bir şeyler yapıyor, yüzüne kan vuruyordu. Bir an boğazındaki kara perdenin birdenbire kalkacağını ve sözlerin bol oluktan su akar gibi akacağını sanmıştı. Yine vücudundan bir ürperme geçiyor, ellerini yukarı kaldırıyor: Ne olursun biraz daha ye, bu sofra senin içindir, kurumuş çay yanındaki karşılaşmamız ne kadar güzeldi, haydi biraz daha al, demek istiyordu.
O anda hayvanların, kuşların, insanların sesini duyar gibi oldu. Ona göre şimdi dereler de, ağaçlar da, çiçekler de konuşuyordu. Pencereden, kapıdan onun da boğazına seslerin ansızın geleceğine, duygularını o da karısına söyleyebileceğine inanıyordu.
Ama, o ölü sessizlik, eski dehşetiyle devam ediyordu.
Sessiz sedasız oturuyor, birbirine bakmıyor, yemiyor, susuyorlardı.
Karısının ondan beklediğini biliyordu. Onun ruhunu işgal edecek o yumuşak, tatlı sözleri söylemeliydi. Isıtmalıydı içini iltifatlarla.
Oysa şimdi bir kıyıda güçsüz duruyordu.
Kadın sofradaki ekmek kalıntılarını kınalı parmaklarıyla topladı, duaya benzer bir şeyler mırıldandı: Ekinlerin büyümesini, yemişlerin bol olmasını, buğdayların zamanında çatmasını diliyordu. Sonra birdenbire kalktı, ellerini yıkadı, kocasına ibrikle leğeni getirdi, havlu verdi, sonra durup saate bakmaya başladı.
Şimdi, kocası da saate bakıyordu.
Az sonra kadın saat altındaki sedir'e oturdu. Parmaklarına bakmaya başladı. Elmas da onun parmaklarına bakıyordu. Kınalı parmakları için iltifatta bulunmaya can atıyordu. Bütün gücünü topladı, tiz bir sesle: «Güüüzel» diyebildi. Sonra birden ağzım kapadı, başını eğdi. Öyle ki güzel anlamına gelen bu ses de, ortalıkta anlamsız kaldı.
Kadın, bunun ardından gelecek sözleri bekledi, ama boşuna. Kocasıyla ilgili bazı şeyler düşünmeye başladı. Kuşkulanmıştı. Ne söylediğini sordu, kaşlarını çattı, böyle şeylerden hoşlanmadığını söyledi.
Erkek, korku içinde, söylemek istediğini belli eden ellerini yukarı kadirdi, boğuk bir sesle: Beeen, beeen, diyebildi.
Karısının yüzünde yeni bir dünya görüyordu.
Yaptığından pişman olduğunu belirtmek için, başını daha da eğdi.
Onun bu hareketi, karısını ayağa kaldırdı.
Sessiz sessiz duruyordu, diz çöktü, nerde ise bayılacakmış gibi:
— Bir şeyler daha söyleyemez misin? diye sordu başını kaldırarak.
Gözlerini birbirine diktiler. Erkek, bakışlarıyla benimle durum böyledir, demek istediğini belirtti.
Karısı şimdi, onun bu durumundan habersiz olduğunu söylemek istedi, ama sözler boğazında düğümlendi. Sustu. Bir anda sesini, sözlerini yitirdiğini sandı. Şimdi o da, kimsenin konuşmadığı çok uzak bir dünyada olduğuna inanmıştı.
Birdenbire değişti, yanında bir çocuk varmış, ona istediğini söyleyebilirmiş, onunla istediğini yapabilirmiş gibi bir hal takındı. Parmaklarıyla yanaklarına, gözlerine dokundu, yüzünü göğsüne dayadı. O, birdenbire ellerini kaldırdı, gülümsedi, mutlu olduğunu belirtmek istedi. Bir an boş yatağa baktı. Kadın başıyla, orası boş, oraya bakma, bana bak, der gibi oldu.
Erkek, bir an onun kınalı tırnaklarına dokundu, gelin sözünü söylemek istedi, ancak gggg harflerini söyleyebildi. Bir söz söylemek istediği zaman yüzüne kan vururdu, yine öyle oldu.
O an, karısı onun yanından ayrıldı, hafifçe yürüyerek yatağa yürüdü. Ayıbı yenmişti, bir çocuk karşısındaymış gibi soyunmaya başladı, elbisesini, yeleğini, iç çamaşırını çıkarırken, ondan duyduğu o tek «Güüüzel» sözünü tekrarlıyordu. Aynı sözü, erkek de, şimdi ahenkle söylüyordu.
Korkuyla birbirinin vücutlarına dokunuyor, her dokunuşta yeni şeyler buluyorlardı. Yavaş yavaş birbirlerini daha iyi tanımaya çalışıyorlardı. Bütün bunları bir tek söz söylemeden, sessiz sedasız yapıyorlardı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9