"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

7 Mart 2012 Çarşamba

DÖRDÜNCÜ ÖYKÜ-JULİA VOZNESENSKAYA

Nomenklatura kadını Valentina, kırılan dişilik gururu nedeniyle en iyi arkadaşının sevgilisini nasıl baştan çıkardığını anlatıyor.
Arkadaşım Tamara bir Leningrad gazetesinin yazı kurulunda sekreterdir, entelektüel çevreyle de yakın ilişki içindedir. Edebiyat dünyasını iyi bilir, kendisi de şiir yazar. Kadın olarak da değişik bir tipi vardır: Kumral ve zayıftır ama bu ona çok yakışır, çok da tatlı ve kibardır. Bu kadar ayrı yapılarda olmamıza rağmen arkadaşlığımız devam etmektedir. Ona çok sıkı bir eğitim vermiş olan ailesiyle birlikte oturur, buna rağmen Tamara rahat davranan genç bir kadındır. Aşık olduğu zaman uzun uzun düşüncelere dalmadan sevgilisiyle birlikte yaşar. Her önüne gelenle düşüp kalkmaz, yine de fikirleri son derece açıktır. Evlenmek için de acelesi yoktur. Ayrılıklar ve ayrılık acıları dahil, romantik ilişkilere bayılır.
Bir keresinde yine aşık olmuştu ve bu seferki her zamankinden daha ciddi görünüyordu. Hatta kendi yuvasını, ailesini kurmaktan bile dem vuruyordu. Aklını başına toplamasının tam zamanı diye düşünüyordum ben de, bu onun için son tren olabilirdi. Ona her şeyin en iyisini diliyordum ama beni pek dinlemezdi. Aslında beni basit bir vatandaş olarak görüyordu. Ve kadın olarak hakkımda hiç olumlu düşünmüyordu. Hele kendisiyle kıyas edildiğimde ben, kalın bacaklar üzerinde yürüyen bir sıfırdım onun gözünde. Benim yanımda hiç utanmadan dile getirdiği "toprağa bağlılığım" onun ince zevkini daha bir vurguluyordu. İşte tam bu konuda gördü gününü minik kuş.
0 sıralarda kocam bütün bir ay iş gezisine gitmişti. Mevsim yazdı ve ben yalnızlıktan bunalıyordum. Evde duvarlar üzerime üzerime geliyordu ve yazlıkta, Daça'da kendimi iyice yalnız hissediyordum. Tamara'ya bu sıkıntımı anlattığımda, "Aman ne iyi bir rastlantı, Yurik ve ben nereye gideceğimizi bilemiyoruz. Bu süre içinde seninle kalabilir miyiz? Senin içinde iyi olur, hem ben de Yurik'i biraz aile hayatına ve sıcaklığına alıştırabilirim," dedi.
"Ama Tamara, yabancı mutluluk ısıtmaz ki! Ayrıca ben de genç bir kadınım, ya o aniden bana aşık olur ve sen de kıskanmaya başlarsan?"
Tamara pis pis güldü, onun bu gülüşü içime işledi. Aklından neler geçirdiğini tahmin edebiliyordum: "Kıskanmak mı? Hem de seni? Aynada bir kendine baksana, seni köy yumurtası seni!"
Bunun yerine şöyle dedi: "Ah Valya, hiç merak etme, sen kesinlikle onun tipi değilsin. O ressam ve ailesindeki herkes ya ressam ya da sanat tarihçisi. Tamamen ayrı bir dünyası var onun."
"İyi öyleyse, getir bakalım ressamını buraya, ama bir aksilik olursa, sonradan kendini suçlama."
Bunları ona soğuk bir ifadeyle söyledim ama içimden bekle bakalım sen güvercinim, diye düşündüm.
Onlar kocamın çalışma odasına yerleşeceklerdi. Bir iki şey dışında fazla bir şey değiştirmedim odada, yaptığım bir iki değişiklik de art niyetliydi. Ben gerçekten taşralı sayılırım, annem ve babam taşradan kente gelmişler, ben de burada doğmuşum. Ama taşrayla bağımızı hiç koparmadık, her yıl dinlenmek için Volodga yakınındaki köyümüze gideriz. Eskiden oralarda çok dantel işi yapılırdı. Oradaki yaşlı kadınlardan ne harika danteller hediye edilmişti bana. Şimdi onların bir tanesini bile göremezsin, hepsini yabancı ülkelere taşıyorlar. Büyükannem gözleri görmez olana kadar dantel ördü. Ondan bana harika bir yatak örtüsü kaldı. Solmaz ipliklerle işlenmiş olağanüstü güzellikte bir örtü. Motif son derece basitti: Bir köy delikanlısı çayırda kazları gezdiriyor ve ufak bir kız çocuğu çiçeklerden bir taç yapıyor. Büyükannem bu örtüyü kendi çeyizi için hazırlamış, sonradan bana armağan etmişti. Örtüyü dolapta saklıyordum, kocam modern bulmadığı için kullanmıyorduk. Örtüyü çıkarttım ve bir halı gibi duvara astım, bizim ihraç malı hakiki ağaç mobilyamıza çok güzel uydu. Tamara'nın ressamının örtünün bu sade güzelliğine değer verecek biri mi, yoksa Tamara gibi sadece modern şeylerle ilgilenen biri mi olduğunu öğrenmek istiyordum. Pencerelerden naylon storları çıkarttım ve yine el işi dantel perdeler astım. Bunlarda da bir kış ormanında düşen kar taneleri motifi vardı. Çiçek vazosu olarak ise sonbaharda kocam için salatalık turşusu kurduğum bir seramik kap kullandım. Önce çarşıdan bir buket çiçek almayı düşündüm ama sonra kısa süre önce Daça'dan getirdiğim ve mutfağa iyice açılmaları için koyduğum ayçiçeklerini içine yerleştirdim. Böylece bir çalışma odasından güzel bir köy köşesi yarattım.
Ertesi gün ikisi geldiler. Arkadaşım bir bavul dolusu elbise ve bir çanta dolusu kitapla, ressam da fırçası ve boyalarıyla. Odayı ilk gören Tamara oldu ve hemen o uzun burnunu kıvırdı, "Ah Valya, keşke bütün bu ıvır zıvırı odadan çıkartsaydın,"
dedi. Ben omuz silkerek, "Özür dilerim, hayatım, ama her şey olduğu gibi kalacak," dedim. Sonra ressamın nasıl bir tepki göstereceğini merakla beklemeye koyuldum. Dış görünüşü, karakteri hakkında fazla bir şey belli etmiyordu. Uzun boyluydu, saçları çok uzundu ve masmavi gözleri vardı. Ayrıca çok az konuşuyordu, o ana kadar bana sadece ismini söylemişti.
"Lütfen içeri gelin ve kendinizi evinizde gibi hissedin," dedim ona dönerek.
Başını salladı ve sessizce odaya girdi. Girer girmez memnuniyetinden derin bir oh çekti. Hah dedim içimden, değerlendirmeyi iyi biliyor. Beklediğimden daha da iyiydi.
Ve üçümüz aynı çatı altında yaşamaya başladık. Tamara'nın beni incitmesini affetmiştim ve kesinlikle intikam duygusu beslemiyordum ona karşı. Ayrıca o sıralarda çok işim vardı, misafirlerimle fazla ilgilenemiyordum. Sadece bir kere, Yurik üzerindeki etkimi sınamak için bir fırsat çıktı. Bir cumartesi öğleden evveldi. O gün her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde Daça'ya gitmemiştim, önce saçlarımı yıkamak istiyordum. Sarı saçlarıma kendim kolaylıkla bakarım. Saçımı durularken kullanmak üzere kuru papatyaların suyunu kaynattım, bütün eve ot kokusu sindi. Yıkandıktan sonra saçımı bununla iyice duruladım ve kendi kendine kuruması için televizyonun karşısına oturdum. O sırada en sevdiğim programlardan biri olan Film Gezileri Kulübü adlı program vardı. Tamara'yla Yurik içeri geldiler ve yanıma oturdular. Yurik ne koktuğunu anlamak için etrafı koklamaya başladı. Birdenbire saçlarımı tuttu ve bir tutamını yüzüne sürdü.
"Deminden beri bu koku nereden geliyor diye düşünüyordum," dedi. "Sizin saçlarınızdanmış, neyle yıkıyorsunuz onları, ne şampuanı bu?"
"Şampuan değil, sadece papatya," dedim.
"Harika bir koku. İnsanın saçlarının bu kadar güzel kokabileceğim hiç düşünmemiştim. Tamara, sen de papatya kullansana."
Tamara omuzlarını silkti. Ve ben hiç düşünmeden, "Hayır olmaz, siyah saçlılara papatya uygun değildir. Tamara ısırgan otu kullanmalı," dedim.
Yurik güldü ve "Doğru, bu onun karakterine de daha iyi uyar," dedi.
Tamara kıpkırmızı oldu, ben durumu düzeltme gayreti içinde atıldım:
"Mutlaka ısırgan otu olması gerekmez, aslında bu saçlara çok güzel parlaklık verir ve kökleri de kuvvetlendirir ama nane, rozmarin ve kekik de aynı işi görür. Birazdan Daçaya gideceğim, oradan Tamara için uygun olan karışımı toplar, getiririm."
"A, bitkileri kendiniz mi toplayıp kurutuyorsunuz? Hayatımda bu işi bilen birisiyle ilk kez karşılaşıyorum."
Kendisine meydan okunmuş gibi bir hisse kapılan ve kıskançlığı iyice artan Tamara, dişlerinin arasından bir yılan gibi tısladı:
"Bunlar Valya'nın köy yaşantısından arta kalmış izler!.."
Bu sözlerle kendince beni yaralamak istiyordu. Ama ben sabırlıydım ve gerektiğinde müthiş tahammüllü olabilirdim, daha doğrusu kimse beni tahrik edemezdi.
"Tamara haklı, ninelerimden bir tanesi çok akıllı bir kadındı, bir sürü bitki ve sihirli sözler bilirdi, bana da birazcık bu sanatı öğretti. Eğer istersen, sevgilini büyüleyebilirim. İster misin?"
Arkadaşım, "Ne aptalca bir laf," dedi ama Yurik bana hayranlıkla bakıyordu. Şaşırmaya gerek yok, hangi entelektüel erkek, bir cadıya hayranlık beslemez ki?
"Valya, beni ve Tamra'yı da İrinovka'ya götürsenize. Bu bitkiler beni çok etkiledi. Teşekkür borcu olarak sizin bir portrenizi yaparım. Olur mu?"
"Benim için hiçbir sakıncası yok. Eğer Tamara da isterse."
Mutfağa girdim ve hafta sonu için gerekli olan yiyecekleri paket ettim. Bir taraftan, benimle birlikte gelmezler diye düşü
nüyordum. Tamara bu kadar aptal olamazdı. Bir Baktım, arkamda duruyor.
"Gerçekten birkaç gün Daça'da seninle birlikte kalamaz mıyız? Yurik son günlerde o kadar sinirli ki! Sanki aramızda her şey kötü gidecek gibi bir his var içimde. Belki doğa ona iyi gelir, ne dersin?"
Ona ilk kez o kadar acıdım ki, fikirlerimi açıkça söylemekten çekinmedim.
"Tamara, beni tanırsın, erkeklerle flört etmekten hoşlanmam. Benim pozisyonumda biri için bu olmaz, ayrıca kocam bana yetiyor. Ama senin ressamın bana eğilimi olduğunu farketmiyor musun? Bu benim umurumda bile değil, ama senin için öyle değildir herhalde."
"Aman sen de, beraber gidelim işte. Bütün zaman süresince benimle beraber olacak nasıl olsa."
"Buna şimdi inanıyorsun. Ama İrinovka'da her çalılığı tanırım ve her çalılık da beni tanır. Orada her ağaçla senli benliyim, orada patron benim Tamara. Orada her şey bana aittir, senin Yurik'in de bana ait olacak."
"Valya, seni üzmek istemiyorum ama gerçekten hayal gücün çok geniş. İkiniz o kadar değişiksiniz ki! İkinizin arasında hiçbir şey olamaz!"
"İşte bu ya senin için tehlikeli olan, bizim birbirimizden bu kadar farklı olmamız. Ama sen böyle tehlikeli bir işe giriyorsan, tamam haydi. Benim için hava hoş. Benim, senin Yurik'ine ihtiyacım yok."
"Güzel, demek gidiyoruz."
"Evet."
Böylece biz üç salak yola koyulduk. Benim İronovka'da yaptıklarımı kimse yapamazdı. Bitkilerden anlayan ve görüşleri daima isabetli olan büyükannemin yetenekleri bana geçmişti. Bana öğrettiklerinden çoğunu unutmuştum ama çocukken hatırlayamadıklarım birdenbire ortaya çıkıverdiler ve ben de gerçek bir cadı olup çıkıverdim. Öğleye doğru oraya vardığımızda gökyüzüne baktım ve "Bu akşam pek yürüyüşe çıkamayacağız, çok koyu bir sis olacak," dedim. Tamara ve Yurik bana inanmadılar. "Sisi de nereden bulacaksın?" Ben de bunun üzerine şaka yaptım. "Ben çağıracağım, çiçeklerim için sise ihtiyacım var, yoksa bu sıcakta kavrulur giderler." Akşam oldu ve etrafı gerçekten koyu bir sis kapladı. Onlar yine de dolaşmaktan vazgeçmediler ve ben de konuklarımı siste ormana götürdüm. Ve de onlarla oynamaya başladım: Kah ikisini yalnız bırakıp ortadan kayboluyordum kah tekrar beklenmedik anda ortaya çıkıyordum, her yeri o kadar iyi tanıyordum ki, attığım her adımdan emindim. Yurik'e her şey bir mucize gibi gözüküyordu. Sonra geri döndük. Bu gezinin bana fazla zararı dokunmamıştı, rüzgara ve açık havaya alışıktım, yanaklarım pespembe olmuştu, o kadar. Tamara ise tam tersine bembeyazdı, soğuktan da titriyordu. Bütün parıltısı uçup gitmişti. Semaveri terasa hazırladım, çay onu ısıtacaktı. Yurik yine hayranlık içinde, "Bir mucize," dedi, "semaver ve bahçenin her tarafında sis, ne kadar güzel. Uzun zamandır unutulan bir resim benim için. Bunu muhakkak çizmeliyim."
Ertesi sabah her zamanki gibi saat beşte kalktım. Konuklarıma kahvaltıda ikram etmek için çilek toplamak istiyordum. Bahçede her taraf çilek doluydu, onları meyve tarlalarına değil de yol boyunca ekmiştim. Hem çok güzel görünüyorlardı hem de çok meyve veriyorlardı. Elimdeki kap dolduğu zaman eve girdim. Ayaklarım çıplaktı ve geceliğimin üzerine uzun bir ceket almıştım. Saçlarım kalçalarıma kadar iniyordu. Birdenbire üzerimde bakışlar hissettim. Baktım, Yurik merdivenin başında durmuş, ilgiyle beni izliyor. Görünüşüm onu etkilemişti anlaşılan, büyülenmiş gibi bakıyordu bana.
"Bu kadar erken saatte hiç ormana gitmedim, biraz yürüyelim, Valya. Otlar ve bitkiler hakkında her şeyi bana anlatmanızı istiyorum," dedi.
"Ama önce giyinip saçımı taramam lazım."
"Tanrı aşkına, olduğunuz gibi kalın."
Bana bu kadar rica ettikten sonra niye olmasın dedim kendi kendime. Onu ormandaki çayırlığa götürdüm. Hastalıkları iyileştiren bitkiler, aşk ve sihir iksirleri üzerinde konuştuk. Ben aslında ne birine ne de ötekine inanıyordum, otları sadece saçlarımı yıkarken veya yemeklerde baharat olarak kullanıyordum. Ama Yurik'e ninemden öğrendiğim her şeyi anlattım. Beni dikkatle dinledi. Zorlukla nefes alıyordu, yakından yüzüne baktım, bakışları çok tuhaflaşmıştı. Aman Tanrım, dedim, şimdi üzerime saldıracak... Bir bu eksikti. Acele yola doğru döndüm ve onu bataklığa götürdüm. Burada bana sarılmak asla aklına gelemezdi. Uzanacak bir toprak yoktu etrafta. Bataklıkta bir kuru toprak parçasından diğerine ustaca sekiyordum, o ise sık sık şaşırıyordu ve bir süre sonra pantolonu sırılsıklam olmuştu. Ee, ne yapalım, ormanda cadı kovalayan biri her şeyi göze almalıdır, değil mi ama! Onu iki saat oradan oraya koşturduktan sonra acıdım. Bataklıktan çıkıp bir çalı yığınını aralayarak ona evi gösterdiğimde çok sevindi. Merdiven başında Tamara oturuyordu, yalnız ve terk edilmiş.
O günle ilgili size çok şeyler anlatabilirim. Neredeyse aklım çeliniyordu. Yurik'in aklıysa çoktan uçmuştu. Ve aksilikler Tamara'nın peşini bırakmamıştı. Önce fena halde güneşten yanmış, bir yaban arısı yuvasına basmış ve bir gözü şişmişti. Ruh halinden ise hiç bahsetmeyeceğim. Daha kötüsü olamazdı. Tamara için doğrusu çok üzüldüm ama o bunu hak etmişti!
Kısacası, hafta sonu tatilimiz Tamara için çok acıklı bitti. Yurik benimle arasında bir şeyler olabileceğinden çoktan ümidini kesmişti ama Tamara'yla da ilişkisini daha fazla sürdürmek istemedi. Şehre döner dönmez öte berisini topladı ve benimle Tamara'nın hayatından çekip gitti. Ama söz verdiği resmi yaptı. Resimde beni ayaklarım çıplak, buruşuk geceliğimin üzerinde eski bir ceketle ormanda bitki toplarken göstermişti. Ve resmi "Genç Cadı" diye adlandırmıştı. Bu resmi, Tamara'yla aramız tekrar düzeldiği zaman, birlikte gittiğimiz bir resim sergisinde gördüm.
Tamara'nın arasını benimle tekrar düzeltmesinin nedenini biliyor musunuz? Ona "cadılık" öğretmemi istiyordu. Halbuki ben yaptıklarımı nasıl yaptım, hala bilmiyorum. Cadılık sanatı için insanın özel bir yeteneği olması ve belli bir ortamın yaratılması gereklidir. İşlenmeyen yetenekler kaybolur gider. Bunu ben fark etmiyor muyum sanki: Akşamları yatağımda uluslararası durum hakkında yazılar okurken, benim sevgili kocacığımın canı sıkılıyor.
Kadınlar, Valentina'nın davranışını onayladılar ama ona nasihat vermeden de edemediler: Çok aşırı gitmemeli, kocasını da ihmal etmemeliydi. Daha sonra Albina öyküsünü anlatmaya başladı.


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9