"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

10 Mart 2012 Cumartesi

ESKİDEN BİR YAPRAK-FRANZ KAFKA

Hani şu bizim yurdun savunulması işi pek savsaklanmış görünüyor. Şimdiye kadar hiç aldırmadık, işimizin gücümüzün peşinde koşup durduk; ancak, son zamanlarda olup bitenler, hepimizi tasalandırmaya başladı.
Benim, imparator sarayının önündeki alanda bir ayakkabıcı dükkanım var. Sabahleyin şafakta daha dükkanımı açmaya kalmadan, alana çıkan bütün sokakların başları silahlı adamlar tarafından tutuluyor. Ama bizim askerler değil bunlar, belli ki kuzeyden inmiş göçebeler. Sınırdan hayli uzaklığına karşın, başkentimize kadar nasıl sokulabildiklerini bir türlü anlayamıyorum doğrusu. Ama nasılsa gelmişlerdi bir kez ve her sabah sayıları artıyorsa benziyordu.
Doğaları gereği evlerde oturmaktan hiç hoşlanmıyor, açık havada konaklıyorlar. İşleri güçleri kılıç bilemek, ok sivriltmek, at üzerinde talim yapmak. Her zaman temizliği üzerine titrediğimiz bu sessiz alanı düpedüz ahıra çevirdiler. Hani arada bir dükkanlarımızdan dışarı seğirtip, sağımız ve solumuzdaki pisliklerden hiç değilse en berbat kısmını alandan uzaklaştırmaya çalışmıyor değiliz. Ama gittikçe daha seyrek yapmaya başladık bunu, çünkü nasılsa emeğimiz boşa gidiyor; üstelik, azgın atların altına yuvarlanmak ya da kamçı darbeleriyle yaralanmak tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Göçebelerle konuşulacak gibi değil. Bizim dilimizi bilmedikleri gibi, kendilerinin de pek bir dilleri bulunmuyor, birbirleriyle tıpkı kargalar gibi anlaşıyorlar; ikide bir karga seslerine benzer bağrışmalar işitiyoruz. Bizim yaşam biçimimiz ve toplum düzenimize akıl erdiremedikleri gibi, aldırış da etmiyorlar. Bu yüzden, işaretlerle de olsa bizimle anlaşmaya yanaştıkları yok. Kendilerine bir şey açıklayacağım diye dilinizde tüy bitene kadar konuşun, eklem yerlerinden kopana kadar ellerinizi o yana bu yana oynatın, sizi asla anlamazlar ve anlamayacaklardır. Çokluk suratlarını ekşitirler, gözlerini belertip ağızlarından köpükler saçılır; ama niyetleri ne size bir şey söylemek, ne de sizi korkutmaktır; sadece huyları öyle olduğu için yaparlar bunu. Kendilerine gereken şeyi çekip alırlar; ancak, bunun için zora başvurdukları da söylenemez; çünkü herkes böylesi durumlarda nesi var, nesi yok, onlara bırakıp bir kenara çekilir.
Benim dükkandaki mallardan da bir haylisini alıp götürdüler. Ama karşımdaki kasabın başına gelenleri gördükçe, halime şükrediyorum. Adamcağız daha etini getirip dükkanına koyar koymaz, göçebeler hepsini elinden kapıp midelerine indiriyorlar. Üstelik atları da et yiyor. Çokluk biniciyle atı yan yana uzanıp her biri bir ucundan dişlemeye koyuluyor et parçasını. Kasap, et vermemeyi korkudan bir türlü göze alamıyor. Ama onun durumunu anlıyor, aramızda para toplayıp kendisini destekliyoruz. Çünkü göçebelere et verilmeyince, kim bilir akıllarına esip neler yaparlar! Ama böyle her Allah'ın günü et alsalar da, günün birinde yine akıllarına neler esecektir, kim bilir.
Geçenlerde kasap, hiç değilse kesim zahmetinden kurtulmak isteyerek sabahleyin canlı bir sığır getirdi dükkanına. Adamcağız bunu bir daha yapar mı! Dükkanımın en dip köşesine çekilip giysi, yastık, yorgan, ne varsa alıp başıma yığdım, tam bir saat yüzükoyun uzanıp yattım yere ve bunu da sırf göçebelerin dört bir yandan üzerine atılıp, etinden sıcak sıcak parçalar kopardıkları sığırın böğürtülerini duymamak için yaptım. Ses seda kesildikten epey sonra dükkandan çıkmayı göze alabildim ancak: Göçebeler, bir şarap fıçısının başındaki sarhoşlar gibi, sığır artıklarının çevresinde yorgun uzanmış yatıyorlardı.
Sanırım tam o sırada sarayın bir penceresinde imparatorun kendisini gördüm. Başka vakitler imparatorun asla bu dış odalara kadar çıkıp geldiği olmaz, hep sarayın göbeğindeki bir bahçede yaşayıp giderdi. Ama bu kez, en azından bana öyle geldi, pencerelerden birinin arkasında dikiliyor, başını eğmiş, sarayın önündeki hayhuya bakıyordu.
"Bunun sonu nereye varacak?" diye hepimiz sorup duruyoruz kendimize. "Bu yüke, bu eza ve cefaya daha ne kadar katlanacağız? İmparatorun sarayı göçebeleri çekip getirdi, ama onları yine buradan uzaklaştırmanın üstesinden gelemiyor. Sarayın kapısı kapalı; eskiden görkemli bir edayla kapıdan bir içeri girip, bir dışarı çıkan nöbetçi, şimdi demir kafesli pencereler ardında nöbet tutuyor. Yurdun kurtarılması işi biz zanaatkarlarla esnafa bırakılmış durumda; oysa biz, böyle bir görevin üstesinden gelecek kimseler değiliz ve şimdiye kadar böyle bir şeyle hiç övünmedik. Belli ki bir yanlış anlama var ortada ve biz de bu yüzden mahvolup gidiyoruz."




Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9