"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

27 Mart 2012 Salı

HUZURSUZLUĞUN KİTABI-FERNANDO PESSOA

20. yüzyıl Portekiz edebiyatının büyük ismi Fernando Pessoa, sağlığında yayınlanan yapıtları olduysa da, esas olarak ölümünden sonra, yazılarını topladığı sandığın bulunmasıyla ün kazandı. Yaklaşık 27 bin sayfaya yayılan, farklı türlerde eserler veren yazar, bunların büyük bir kısmını kendi adıyla değil, birer yaşamöyküsüyle, kişilikle, hatta edebi duruş ve tarzla donattığı 70 ayrı kurmaca yazarın, dışkimliğin adıyla imzalamıştı; kötü bir Portekizce’yle ilkel doğa şiirleri yazan Alberto Caeiro, pagan dinlere inanan hekim Ricardo Reis, "içinde bir Yunan şairi barındıran Whitman" diye tarif edilen Alvaro de Campos gibi... Bu kurmaca yazarlardan biri olan Bernardo Soares, Pessoa’nın "yarı-dışkimlik" olarak nitelediği, ona çok yakın bir karakterdi ve Huzursuzluğun Kitabı’nın yazarı olarak yaratılmıştı. Soares, gündüzleri bir kumaş mağazasında çalışan, geceleri yağmurun sesinde, ayak seslerinde yalnızlığını duyumsayan bir Lizbonluydu.

Huzursuzluğun Kitabı, kurmaca bir karakterin kendi hayatını anlattığı bir roman olarak görülebilir; ancak yazarla kahramanı sık sık birbirinin yerine geçtiğinden, Pessoa’nın hayatla ilgili kendine ait olan ve olmayan düşünceleri döktüğü, evirip çevirdiği bir denemeler, anlatılar toplamı olarak da kabul edilebilir. Pessoa bu kitap üzerinde 1913’ten itibaren çalışmaya başlamış, ölümüne dek parça parça yazmaya da devam etmişti. Sandık açıldıktan sonra, dağınık metinler bir araya getirilmeye başlandı ve 1982’de Portekiz’de yapıt ilk kez olarak basıldı; daha sonra, yeni bulunan parçaların eklenmesi ve elyazmalarında yanlış okunmuş yerlerin düzeltilmesiyle yeni basımlar yapıldı.

Dünyayı seyretmekle yetinmek isteyen, eylemsizliği en yüce erdem ve gerçek yaşam olarak gören Soares, Pessoa için belki de dünyanın ve yaşamanın ne olduğunu gösteren bir perdedir. Huzursuzluğun Kitabı aynı zamanda, bir edebiyatçının ulaşmak istediği yapıtla kâğıda dökebildiklerinin arasındaki mesafedir de; hayal edilenin soluk, titrek bir sureti, gölgesi olarak kalmaya, kusurlu olmaya mahkûmdur; tıpkı bütün kitaplar ve bütün çeviriler gibi.


*
Hiç değişmeyen, her anı aynı yoğunlukta akan bir hayatta, içine gömülü olduğum durgunluğu bir temizlik kusuru, değişmezliğin yüzeyine yapışmış bir kir ya da toz olarak değerlendirebilirim ancak.
Bedenimizi nasıl yıkıyorsak, yazgımızı da yıkayabilmeli, çamaşır değiştirir gibi hayat değiştirebilmeliydik-yemek yediğimizde ya da uyuduğumuzda olduğu gibi varlığımızı sürdürmek için değil, tam olarak temizlik adı verilen, bizden doğup ayrılmış olan saygılı davranış bunu gerektirdiği için.
Pisliği bir irade sorunu gibi değil, aklın bir umursamazlığı olarak yaşayan insanlar vardır; çoğu insan ise, özgürce aldıkları bir kararla ya da istemedikleri bir dünyaya boyun eğmeye razı oldukları için değil, kendi kendilerini anlama yetenekleri gerilediği için, bilgiyle alay etmeyi öğrendikleri için tekdüze, silik hayatlar sürerler.
Kendi pisliğinden iğrenen ama o pisliği temizlemeyen domuzlar vardır; dehşete kapılmış insanın kaçmamasına neden olan da işte bu duygunun aşırı halidir. Yazgısının domuza çevirdiği, kendi güçsüzlüğünün çekimine kapılmış, bundan dolayı günlük hayatının sıradanlığından kurtulmayan insanlar vardır, benim gibi. Olmayan yılandan büyülenen kuşlardır onlar; dünyayı gözü görmeden bir ağaç gövdesine tutunup bekleyen, en sonunda bukelamunun iğrenç diline yapışan sinekler.
Ben de bilinçli bilinçsizliğimi, sıradan hayat ağacımın gövdesinde ağır ağır gezdiriyorum. Yazgımı yerinden oynattıkça yürümüş oluyorum, ben ilerlemediğime göre, ilerleyen o; adım adım gitmeye devam eden zamanım için de durum aynı; çünkü ilerleyen gene ben değilim. Tekdüzelikten kurtulmak için tek çarem, hakkında yaptığım bu kısa yorumlar. Tek avuntum, hücremin parmaklıklarının arkasında bir cam olması-her gün, ölümle hesaplaştıktan sonra, cama, kaçınılmazlığın tozuna adımı büyük harflerle yazarak imzamı atıyorum.
Ölümle mi atıyorum imzamı ? Hayır, ölümle bile değil. Benim gibi yaşayan bir insan ölmez: Biter, solar, bitkisel hayata girer. Bulunduğunuz yer varlığını sizsiz sürdürür, geçtiğiniz sokak görünmez olduğunuz halde yaşar, içinde yaşadığınız ev, siz olmayan sizi barındırır. Hepsi budur ve biz buna hiçlik deriz, ama bu hiçlik tragedyasını bile oynayamaz, alkışlayamayız, çünkü gerçekten hiç olduğuna bile emin olamayız; biz ki hem hayatın, hem de gerçeğin içinde biten otlarız, biz ki camların hem içine hem dışına biriken tozlarız, biz ki Yazgı’nın torunları, Tanrı’nın evlatlarıyız, Tanrı sonsuz Gece’yle evlidir ve o da hepimizi doğurmuş olan Kaos’un duludur.

*
'Hayat çabayı saptırır'

Fernando Pessoa'nın 'Huzursuzluğun Kitabı' adlı anlatısı hayatın anlamını sorgulamak açısından sarsıcı bir etkiye sahip

02/03/2007

AYSEL SAĞIR

Gündüzleri bir kumaş mağazasında çalışan Lizbonlu bir adam, geceleri, el ayak çekildiğinde yalnızlığını, karanlıkta, başkalarının uzaktan gelen seslerinde, yağan yağmurda büyütür. Üstelik yalnızlık, zamanı ve ayağını bastığı mekânı çoktan aşmış, tüm insanlığın yalnızlığı olmuştur. Bir gün, bir sandıktan Bernardo Soares imzalı yazılar çıkar. Yazıların sahibi, yağmuru ve uzaktan gelen sesleri çoktan bırakmış ve gitmiştir ama tüm sesler de, o yazıların içindedir. Seslerin asıl sahibi Fernanda Pessoa'dır aslında. Portekiz edebiyatı Pessoa'yı sandıktan çıkardığında, hayatın tanımının hep yeniden yapıldığı, kuşkunun sadece basit bir uyaran işlevi gördüğü, yarattığı kimliklerle ekip halinde gezen bir yazarla da karşılaşmıştır.
Huzursuzluğun Kitabı'nda, gerçeklerle cebelleşen Pessoa, sonunda hayata seyirci kalarak, sürekli tekrarlanan sonuçların yaratacağı hayal kırıklıklarının da önüne geçme denemesi yapar. Çünkü, "hayat çabayı saptırır."
Lizbon'un küçük bir lokantasının asma katını kendine yer edinmiş adam da öyledir Huzursuzluğun Kitabı'nda. Hayatı başka bir şekilde yaşamaktadır. Ya da artık asma katta geçirdiği zaman, çok uzun sürmüş bir yaşam yorgunluğunun filozofik bir sonucudur. Ya da biz öyle anlarız. Pazar günleri dışında kimsenin uğramadığı asma katta, "tuhaf tipler, hayatın bir köşeye ittiği ilginç tarafı olmayan insanlar" bulunur. Günün birinde yazarın yolu asma kata düşer. Tam da aradığını bulmuştur aslında, asma katlı lokanta da sakin ve ucuzdur, artık o da buraların müdavimi olacaktır. Her akşam yemek saatinde karşılaştığı adam ilgisini çekecektir bundan böyle. Adının Bernardo Soares olduğunu öğrendiğimiz adam, yazarın
neredeyse izdüşümü gibidir.
Yazar, adamın, "dikkat çekici bir tarafı olmayan solgun yüzünde, hatlarına herhangi bir özellik katmayan acılı bir hava" sezer.
Adamsa, çevresini özel ilgiyle sürekli izlemektedir. O da adamı izlemeye başlar, sonunda tanışırlar. Adam, "devletin ya da toplumun dayattığı zorunluluklarla uğraşmak zorunda kalmamış, sevgili ya da dost olabileceği insanlara hiçbir ilgi ve yakınlık duymamış, asla sürüye dahil olmamış"tır. Yazar, adamla kısa zamanda geliştirdiği dostluğu sayesinde, yapacak "daha iyi bir işi" olmadığından, her akşam kaldığı pansiyonda vaktini yazı yazarak geçiren adamın sırrına da ortak olacaktır. Adam, yazı yazarak, "çektiği acıya saygınlık katacak" bir iç mekân yarattığını söylerken, izdüşümü gibi duran ama asıl kendisi olan yazara da, eylemsizliği yüceltmesine rağmen, yazdıklarını yayımlatması isteğiyle bir hareket, bir çaba görevi verecektir. Huzursuzluğun Kitabı, bir anlamda bu çabanın ürünü olacaktır.
Bilinçli olmanın ıstırabı
Pessoa'nın yarattığı dış kimlikler, bir anlamda kendisinin başka halleri gibidir. Hissettikleri ve oluşturdukları ideallerle sıradan insanlardan ayrılan söz konusu kimlikler, yaşamı, ölümü, aşkı ve zamanı öğretildiği, göründüğü gibi yaşamazlar. Zamanın kendisi derin bir acı vermektedir. Birkaç ay yaşanılan bir odadan ayrılmak da, birkaç saat garda beklenilen tren de, normal hallerine rağmen, ruhun uçurumları olabilecek etkiye sahiptirler. Bütün bunlardan olsa gerek, yoğun acı, yazarın da belirttiği gibi kayıtsızlığa yol açacaktır. Aynı noktadan çıkarsama yaptığımızda ise, Huzursuzluğun Kitabı'nda, eylemsizliğin yüceltilmesi, bir anlamda, duyarlılığın üst seviyelerde olmasıyla ilgili gibidir.
Hayaller ve gerçeklerin sürekli birbirlerini yok etme savaşı verdiği, pratik yaşama mal olan tüm değer ve hayallerin yaşam tarafından anlamsızlaştırıldığı şeklinde de anlaşılan Huzursuzluğun Kitabı, hayatın anlamını sorgulamak açısından sarsıcı bir etkiye sahip...

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9