Nobel Ödüllü yazar Necib Mahfuzun en bilinen ve sevilen romanlarından Miramar, farklı ekonomik ve politik görüşlere sahip bir grup insanın yaşamları ve ilişkileri üzerinden 1960lı yılların Mısırını çarpıcı bir şekilde anlatıyor.
Her biri farklı sebepler yüzünden sürgün hayatına mahkûm altı karakter, İskenderiyede, eski görkemini yitirmiş Miramar Pansiyonda bir araya gelirler. Hikâyenin ana kahramanı, köyünden kaçıp pansiyona sığınan ve okuma yazma öğrenip kendisini özgürleştirmeye kararlı bir genç kadın olan Zühredir. Pansiyon sakinlerinin ayrı ayrı onunla kurdukları ilişki dönemin sosyal ve siyasi gerçeklerini yansıtır. Miramar, çeşitlilikle çatışmanın iç içe geçtiği büyük bir ev, bir ülke metaforu olarak akıllarda yer edecek, güçlü bir roman.
Tüm saygın romanlar gibi, Miramar gazetelerdeki binlerce yazının ya da televizyondaki belgesellerin yapamadığını başararak bize bir ulusun psikolojisini yakından tanıma ayrıcalığını bahşediyor.
John Fowle
*
BEHERİ’Yİ KİM ÖLDÜRDÜ?-İBRAHİM ALTAY
Necib Mahfuz bir şarlatan değildi. Bütün gerçek sanatçılar gibi ideolojik kalıpların, vaz edilmiş kategorilerin dışındaydı. Eserlerini, edebiyat çevrelerinin ya da politikacıların beğenisini kazanmak için yazmamıştı. Bu yüzden, pek çok büyük sanatçıyla aynı kaderi paylaşmış; yaşarken yanlış anlaşılmıştı.
1988'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık bulunan ilk Arap yazar olduğunda, bunu ülkesine ve halkına ihanet etmesine borçlu olduğunu söyleyenler çıkmıştı. Oysa, eserlerini okuyanların Mahfuz'un, Mısır'a ve insanlarına duyduğu yürekten sevgiyi hissetmemesi mümkün değildir. Hatta, gençliğinde Mısır'ın bağımsızlığını savunan, İngiltere karşıtı, milliyetçi Vafd Partisi'nin ateşli sayılabilecek bir sempatizanıydı.
Mahfuz, yalnızca Arap milliyetçileri tarafından değil sosyalistler tarafından da yanlış anlaşıldı. Kimi eserlerinde Mısır toplumunu anlamlandırmaya çalışırken sosyalist teorilerden yararlandı ama hiçbir zaman Marksist olmadı. Sosyalizmin, sosyalist ülkelerdeki pratiğinde hep onu rahatsız eden bir yan oldu. Özellikle yaşlılık dönemi eserlerinde bu ideolojik pragmatizmle arasına koyduğu mesafenin açıldığı hissedilir.
Mahfuz dini kaynaklardan, ayet ve hadislerden, en estetik biçimde yararlanan bir yazar olmasına rağmen siyasi İslamcılıkla da arasına mesafe koymuştu. Mahfuz'un yazarlık yeteneğine ilk dikkat çeken ve onu abartılı bir şekilde öven kişilerin başında Müslüman Kardeşler grubunun liderlerinden Seyyid Kutub geliyordu. Mahfuz ile Kutub, arkadaşlıklarını uzun süre sürdürdüler. Öyle ki idam edilmeden önce Kutub'u hapishanede ziyaret eden sınırlı sayıda insandan biri de Mahfuz idi. Fakat bu dostluk, ne bir dava arkadaşlığına ne de bir ideolojik düşmanlığa dönüştü. Birbirini anlayan ve takdir eden iki yetişkinin arkadaşlığı olarak kaldı.
Geçtiğimiz günlerde Mahfuz'un Miramar romanını yeniden okudum. Miramar, Mısır'ın İskenderiye şehrinde bir eski pansiyondur. Kahire'ye âşık ve ömrü boyunca Kahire dışına nadiren adım atmış olan yazar için bu seçim bir ironi değildir; bilakis romandaki sembolizmin ilk merhalesidir. İskenderiye, Mısır'ın görüp geçirdiği bütün eski medeniyetlerin solgun bir halitasıdır. Ve Mısır Krallığı'nın da yıkılmasının hemen akabinde, tarihinin en mahzun günlerini yaşamaktadır.
Mısır'ın eski-yeni yüzleri
Eski İskenderiye'de eski bir pansiyon: Miramar... Ve onun kendisi kadar eski pansiyon sahibesi: Mariana... Ki parlak günleri olmuştur ikisinin de.
Romanda hepsi farklı heyulalardan kaçarken bu pansiyonda bir araya gelen, birbirlerinden tamamen farklı yedi ana karakterin ve pansiyon çevresinde gelişen olayların hikâyesi anlatılır. Emir Vecdi, yaşamının son demlerini huzur içerisinde geçirmek üzere bu pansiyona sığınmış bir emekli gazetecidir.
Mahfuz bu kitabı yazdığında henüz 58 yaşındadır fakat Emir Vecdi karakterinde sanki kendisinin 80'li yaşlardaki halini resmetmiştir. Kalp olarak yeni fakat kalıp olarak eski olmanın acıklı çelişkisi nasıl da ortaya çıkar şu yakınışta: "Lütfen bitmek bilmeyen ağdalı cümleler olmasın, diyor bugünlerde benzerlerini her yerde görebileceğiniz editör bozuntusu. Bize jet çağı yolcusunun okuyabileceği şeyler ver. Jet çağı yolcusuymuş! Yazmak düşünüp hissedebilen insanların harcıdır, gece kulüpleri ve barlardan çıkmayan zevk düşkünlerinin değil. Fakat kötü zamanlardayız. Eğitimlerini şüphesiz bir sirkte alan ve numaralarını sergileyecek en uygun saha olarak gazeteciliği seçen türedilerle, palyaçolarla çalışmaya mahkûmuz."
Gazeteci Emir Vecdi, pansiyonun ilk konuğudur. Onun hemen ardından, devrim nedeniyle bütün zenginliğini ve gücünü kaybetmiş bir eski devletlû gelir: Tolba Bey Marzuk. Romanın ilk bölümünde kapının hemen her çalınışında yeni bir roman kahramanıyla tanışırız. Zühre, pansiyon sahibi madamın eski bir müşterisi olan babası öldükten sonra ailenin kalan fertlerinden yani eski Mısır'dan kaçıp oraya sığınan taşralı bir genç kızdır. Madam, babasının hatırına ona kucak açıp yer ve iş verir. Eleştirmenler, Zühre'nin güzel ama eğitimsiz olması, inkişaf arzusuyla dolu ve öğrenmeye aç olması dolayısıyla Mısır Devrimi'ni simgelediğini iddia etmişlerdir ve bu iddia haksız değildir. Romandaki genç erkeklerden, yeni dönemin pragmatizmini temsil eden, yakışıklı Serhan el-Beheri tekstil fabrikasında muhasebe müdür yardımcısıdır. Hüsnü Allam, şehre yerleşip iş kurmak iddiasında olan havai bir köy ağasıdır. Mansur Bahi ise ağabeyinin tavassutuyla radyoda spiker olmuş parlak ama içine kapanık bir entelektüel...
Bütün bu birbirine zıt gibi görünen karakterler romanın atmosferinde birbirini tamamlayan dişliler gibi iç içe geçer. Mahfuz, eserinin ölümcül zıtlıklarını bu karakterler arasında kurar. Bir adım geriye çekilip baktığınızda Mısır Devrimi'nin bir portresidir aslında gördüğünüz. O portreyi seyrederken Mahfuz'un gerçekçiliğine hayranlık duymamak elde değil.
Hem gerçekçi, hem sembolist
Miramar'ı etkileyici yapan hususların başında gerçekçilikle sembolizmi en güzel şekilde birleştirebilmiş olması geliyor. Romandaki bütün karakterler devrim sonrasının farklı yüzlerini temsil ediyor. Kişiler arasındaki çatışmalar ele alınırken toplumsal katmanlar arasındaki ilişki bütün berraklığıyla ortaya çıkıyor. Bu yüzden olsa gerek ünlü deneme yazarı ve eleştirmen John Fowles kitapla ilgili olarak: "Tüm saygın romanlar gibi, Miramar gazetelerdeki binlerce yazının ya da televizyondaki belgesellerin yapamadığını başararak bize bir ulusun psikolojisini yakından tanıma ayrıcalığını bahşediyor," diyor. Fowles bir dereceye kadar haklı. Mısır tarihini bilmek okumayı daha zevkli ve yararlı hale getiriyor. Fakat şunu da söylemekte yarar var. Bütün saygın romanlar gibi Miramar, kurgusu ve yazım tekniğiyle Mısır'ı hiç tanımayan insanların dâhi zevkine varabilecekleri bir kitap.
Mahfuz, Kahire Üçlemesi'nin son kitabı Şeker Sokağı' nı 1957'de yayımlamıştı. Miramar'ı ondan tam on yıl sonra yayımlıyor.On yıl, 1952'de yaşanan devrimin pratikteki neticelerini görebilmek bakımından yeterli. Bu yüzden olmalı, Miramar'da Şeker Sokağı' na hâkim olan romantizm ve iyimserlikten eser yok.
Devrimin prensipleri ne kadar kesin ve keskin olursa olsun toplumun kendine has şartları onu yumuşatıp muğlaklaştırıyor. Yazarı, 'prensipte evet fakat pratikte hayır' düşüncesine ulaştıran zaman dilimidir bu.
Anlattıklarımızdan Miramar'ın bir tarihi drama ya da politik roman olduğu sonucu çıkarılmasın. Temelde bir polisiyedir. Aynı zamanda bir aşk romanıdır. Pansiyondaki bütün karakterler kaçtıkları geçmişleriyle öyle ya da böyle yüzleşmek zorunda kalır. Pansiyondaki bütün erkekler güzel köylü kızı Zühre'yi kendi yöntemleriyle sever ve genç olanları onun için birbirleriyle kavga bile eder. Hatta bir cinayet işlenir ve esrarı romanın son sayfasına kadar kendisini korur. Aşk, kıskançlık, bencillik, ihtiras, ölüm ve bilgelik...
Mahfuz Miramar'da Japon yönetmen Kurosawa'nın Rashomon filminde kullandığı yöntem dolayısıyla aynı adla anılan tekniği ustalıkla uygular. Roman dört farklı anlatıcının ağzından anlatılır. Bu anlatımlarda hiçbir şekilde tekrara düşülmeden hikayenin farklı katmanları açılır. Bu katmanlarda yalnızca Mısır'ın değil ve insanlığın da trajikomik halleri ortaya çıkar.