"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

17 Nisan 2012 Salı

ATATÜRK VE DEMOKRATİK TÜRKİYE-HALİL İNALCIK

Atatürk, Anadolu coğrafyasında, kültürel ve tarihsel değerler üzerinden, Türkiye toplumunu bir değişim, yenileşme, gelişim sürecine taşıyan büyük bir düşünür ve eşsiz bir yeniden yapılanmanın mimarıdır.
Çöken Osmanlı Devleti’nin yerine, Türkiye insanının katılımını ve bireysel inisiyatifini harekete geçirerek, yepyeni bir siyasal ve sosyal yapılanmayı, yeni bir yaşam biçimini hayata geçirmeyi amaçlamıştır. Bu açıdan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri, yeniden yapılanma ve değişim atılımlarına bakılınca Atatürk’ün dehası çarpıcı bir hal almaktadır.
Cumhuriyet Türkiyesi’nin hangi evrelerden geçerek, ne tür bir düşünsel birikimin üzerine kurgulandığı sorunu, bu kitabın ana eksenini oluşturuyor.
Ama “Atatürkçülüğü yorumlarken, günlük siyasi ve sosyal akımların etkisiyle onaylama veya bağnaz tepkilerle karşılaşmak olanaklıdır. Toplumumuzu, uzlaşmaz iki kitle halinde karşı karşıya getiren derin anlaşmazlığın, felaketli sonuçlar getirebileceğini daima hatırda tutarak, karşıtlığı çözmek, uzlaşma yollarını bulmak zorundayız. Yurdun geleceği için iki taraf da, bağnaz, uzlaşmaz tavrından kurtulmak zorundadır.
Kısacası demokrasi özgürlüğü, yok etmek özgürlüğü değildir. Demokrasi, toplumda barışı güvence altına almak için uzlaşma ve denge zeminidir.”
ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK”
30 Ekim 1918 Mondros Mürarekesi’nin imzalanmasıyla herkes, hiç olmazsa, Türk milli varlığının korunması ümidine bel bağlamıştı. Mütareke, bu amaca ulaşmak ve adil bir barış elde etmek umuduyla imzalanmıştı. Bu arada Anadolu’nun çeşitli bahanelerle itilaf” devletleri tarafından paylaşılıp bölge bölge işgal edilmesi ve nihayet Yunanlıların itilaf devletlerinin yardımıyla İzmir’e çıkması (15 Mayıs 1919) bütün yurtta bir galeyanın başlangıcı oldu.
Durum, 24 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM kürsüsünden verdiği söylevde şöyle anlatılmıştır: Mustafa Kemal, Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’un beyannâmesinde vaat edilen “Milliyetler esasına müstenid adilane bir sulha nail olmak” ümidiyle mütarekenin kabul edildiğini söylemiş ve kendisinin “Milli vicdanın yüksek ifadesine uyarak milleti, müstakil vatanı güvenlikte görünceye kadar çalışmak ödeviyle İstanbul’ dan ayrıldığını” vurgulamıştır. İtilaf devletlerinin Türkiye’yi parçalamak niyetlen, şimdi tamamen açığa çıkıyordu. Lloyd George, Türkleri savaştan başka bir şey bilmeyen Amerikan yerlilerine benzetiyor, onların Anadolu’yu tamamen boşaltmaları gerektiğini ilan ediyordu. Avrupa’da Maçtı zihniyetinin bir ifadesi olarak bütün yazılarda yer alan bu Türk imajı, sonradan Mustafa Kemal’in Türk tarihine verdiği önemin ne kadar yerinde olduğunu kanıtlamaktadır. İşgallere karşı bütün yurtta, batıda Yunanlılara, güneyde Fransızlara, doğuda Ermenilere karşı kendiliğinden başlayan direniş hareketi, Türk tarihinde yeni bir donemin başlangıcını göstermekteydi. 19 Mayıs 1919′da Samsun’a çıkar çıkmaz Mustafa Kemal’in gönderdiği beyannamede, milletin kendi iradesiyle kurtulacağı konusu üzerinde durması bu açıdan anlamlıdır. Milli ayaklanmayı örgütlemek için “müdâfa’a ve muha-faza -i hukuki millet ve memleket” adı altında örgütlenmeler başlamıştı. Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920 nutkunda durumu yorumlayarak, o zaman milli ayaklanmanın tam anlamıyla gündeme geldiğini, bu hareketin “milli vicdanın azim ve iradesinden doğmuş” olduğunu vurgulamıştır. Bu örgütlerden Mustafa Kemal’e gelen telgraflarda, kendisi, millet ve vatan hizmetine çağrılıyordu. “İşte!” diyordu Mustafa Kemal, “ben milletimizin bu haklı talebi üzerine Amasya Tamimi ile bu milli çağrıya yanıt verdim… Ve dedim ki, istiklâl -i millimiz uğrunda bütün mevcudiyetimle çalışacağımı temin ederim. Bu kutsal emel uğrunda milletle beraber nihayete kadar çalışacağıma mukaddesatım namına söz veririm.” İşte böylece, Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal’in kişiliğinde, Anadolu halkı bağımsızlık savaşının önderini bulmuş oluyordu. Anadolu’da başlayan bu hareketlenme karşısında İstanbul’da saray, başka bir planın peşindeydi. İngilizler, kendi vesayetlerini kabul eden halife-sultanın kişiliğinde Anadolu ile beraber Mekke- Medine ve Arabistan’ı içeren Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtarılabileceği umudunu veriyor..
… Damat Ferit Hükümeti’nin hilafeti, dolayısıyla Arabistan dahil İmparatorluğu kurtarmak hayali, İngiliz hükümetinin bu siyasetinden kaynaklanmaktaydı; buna karşı Mustafa Kemal, Anadolu’da milletin “Muhafaza ı İstîklaliyet i Milliye” için harekete geçtiğini, İngiliz himaye söylentilerinin asılsız olduğunu anlatmaya çalışıyordu, Kayda değer ki, sadrazama gönderdiği telgrafla Mustafa Kemal, imzasını “Üçüncü Ordu Müfettişi ve Fahri Yaver i Hazret i Şehriyârî M. Kemal” şeklinde almaktaydı. Başka deyimle, o bu zamanda sadrazam karasında, kendisinin de padişaha yakınlığını ve rütbesini vurgulamaktaydı. Bu karşı siyasetler daha başlangıçta, Halife Sultan ile Anadolu’da milli ayaklanmayı temsil görevini üzerine alan ve ilk TBMM’de kendisine “Milli Kahraman” unvanı verilen Mustafa Kemal arasında uzlaşmaz siyası ayrılığı ortaya koymaktadır, Türk milletini derinden sarsan olay, İzmir’e Yunan çıkartması olmuştur ve Mustafa Kemal bütün gücünü, bu saldırının ardında memlekette uyanan milli ayaklanmaya borçludur. İngiliz baskısıyla Mustafa Kemal’i İstanbul’a getirip milli ayaklanmayı bastırma girişimi üzerine, milli önder doğrudan doğruya sultana başvurdu. “Yaveri Hazret -i Şehriyârî” unvanıyla gönderdiği telgrafta, padişah başta olarak ancak Anadolu’da milli ayaklanma, “vatanı ve istiklâl ı devlet ve milleti ve hanedanı celilü’ş şanınızın altı buçuk asırlık mü-bectel târihini kurtarabilir” diyor, sarayı son ziyaretinde İzmir olayının padişahı ne kadar mahzun ettiğini ve kurtuluş üzerinde “ilhâmâtını” unutmadığını kendisine hatırlatıyordu.
15 Mayıs’ta padişah dahil, bütün Türkleri heyecanlandıran olay, Yunanlıların İzmir’e çıkıp Anadolu’yu istilaya başlamalarıdır. bu olay, Sultanı birtakım vaatlerle oyalayan İngiliz politikasının ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor ve Anadolu’da önüne geçilemez milli ayaklanmanın önemini gündeme getiriyordu. Mustafa Kemal, 1920′de milletvekilleri önündeki nutkunda -kayda değer ki henüz Sakarya zaferi kazanılmamıştır- milletin geleceğine yine milletin hâkim olma azmini özellikle belirtmekteydi. buu görüş, 1919′da Amasya Tamîmi’nde de vurgulanmıştır. Mustafa Kemal, sultanın “ilhâmâtını” bu nutkunda şöyle açı İdam aktadır: Padişah, Mustafa Kemal’i İstanbul’dan ayrılmadan önce saraya çağırmış ve “Boğaziçi’nde bulunan İngiliz zırhlılarının saraya müteveccih olan toplarını göstererek, görüyorsun demiş, ben artık memleket ve milleti nasıl kurtarmak lazım geleceğini tasavvurda tereddüde düçâr oluyorum. Ve ellerini kaldırarak, inşallah millet mütenebbih ve mutayyakkız olur, bu vaziyet-i elimden gerek beni ve gerekse kendisini tahlîs eder”. Padişaha telgrafında Mustafa Kemal, kendisine tevdi edilen vazifelerin yerine getirilmesine (vezâif- i mev-dû’anın ifâsı) karşı padişahtan, İstanbul’daki hükümet adamlarının iftiralarına kulak vermemesini rica ediyordu. Belli bir tarihe kadar Mustafa Kemal, Anadolu’daki harekatın daima “Mesned i Hilafeti” ve milleti kurtarma ödevine yönelik olduğunu vurgulayacaktır. Burada, belli bir tarihteki koşullara göre, Mustafa Kemal’in nasıl bir siyasi ustalıkla durumu idare ettiğini, 1920 Nisanında meşru hükümeti Ankara’da kendi kontrolü altına alıncaya kadar, sultanı nasıl kullandığını tespit etmek tarihçi için ilginçtir.
Atatürk, milli direnişi bütün yurt kapsamında birleştirme çabasıyla Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin yayılmasına yol veriyor; güneyde, doğuda ve batıda yerel silahlı çatışmaları bir yönetim altında toplayarak düzenli bir milli mücadele cephesi kurmaya çalışıyordu (Ankara’da XX. Kolordu Ali Fuad Cebesoy, doğuda XV. Kolordu Kâzım Karabekir kumandasında, itilaf devletleri kontrolü dışında kalmış ordu birlikleriydi). İstanbul’da toplanması öngörülen Meclis -i Mebusân seçimlerini Müdafaa i Hukuk kazandı. Bu, Mustafa Kemal İçin İstanbul hükümetine karşı kazanılmış bir zafer anlamına geliyordu. Başka deyişle, millet Anadolu’da milli direniş hareketini bütünüyle desteklemekteydi. Mustafa Kemal, meclisin İstanbul’da toplanmasına karşıydı. Muhalifleri ise, orada serbest hareket edebilecekleri ümidiyle Kemal’in bu İsteğim önlediler. Meclis- i Mebusân 12 Ocak 1920′de İstanbul’da toplandı. Kemal’e bağlı genç mebuslar grubu, Sivas Kongresi’nde alınan kararlan onaylattılar ve meclis Türk vatanının sınırlarını ve bağımsızlığını tespit eden Misâk -i Milli’ye and içti. Meclisin bu tutumu, açıkça itilaf devletlerine karşı bir meydan okuma anlamına geliyordu. İşte bunun üzerine bazı mebuslar tutuklandı ve 16 Mart 1920′de İstanbul’un işgaline resmiyet verildi.
16 Mart 1920′de İstanbul’un resmen işgali, bir yıl önce 1919′da Yunanlıların İzmir’e çıkması üzerine kendini gösteren milli ayaklanma gibi bütün yurtta derin yankılar uyandırdı. Ve Anadolu’da Mustafa Kemal önderliğinde başlayan milli bağımsızlık hareketini güçlendirdi. İstanbul’da Meclis- i Mebusân ve sultan hükümeti işgal güçlerinin kontrolü altındaydı. Kaçabilen milletvekilleri Ankara’ya sığındılar. Bundan sonra, seçilen yeni milletvekilleri İstanbul’dan gelenlerle beraber Ankara’da TBMM’ye vücut verdiler (23 Nisan 1920). Bundan sonra devlerin yeni merkezi Ankara’ydı.
Mustafa Kemal, bu meclis tarafından başkanlığa ve hükümetin başına getirildi. Kayda değer ki, yeni meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adını aldı. Böylece, fiilen milli iradeye dayanan yeni milli devlet doğmuş oluyordu. TBMM üstünde başka bir güç olmadığı vurgulanarak bu gerçek belirtiliyordu. “Sultan -Halife baskıdan kurtulduğu zaman Meclis’in düzenleyeceği esaslar içinde durumunu alır” ifadesiyle, fiilen milli egemenlik esası da ilan ediliyordu. Bundan sonra meclisin ve hükümetin meşru başkanı Mustafa Kemal, fiilen bir devler başkanı
olarak göreve başlamış bulunuyor, gelen elçiler kendisine bir devlet başkanı gibi muamele ediyorlardı. TBMM’ yi oluşturan 390 üyeden 233′ü asker ve memur; 47′sı din adamı; kalanlar çiftçi, tüccar ve aşiret reisiydi. Mustafa Kemal’i destekleyen çoğunluk, aydınlardan oluşmaktaydı. Bunların 54′ü de asken bürokratlardandı.
Bu metlisin önemli işlen arasında, anayasanın tadıl edilerek 2(1 Ocak 1(J21 Anayasası’nın yayımlanması olmuştur. Anayasanın ilk tasarısını, 13 Ağustos 1920′de Mustafa Kemal hazırlayıp meclise sunmuştu. “Egemenlik Kayıtsız Şansı/ Milletindir” maddesi en başa temel prensip olarak konuyor, kurtuluş mücadelesini sağlıklı hır şekilde yürütmek üzere yasama ve yürütme güçlen meclisin kendisinde toplanıyor, milletvekillerini meclis seçiyordu. Yedinci maddede, “Ahkâm- ı Şer’iyyenin tenfîzi” meclise ait bir prensip olarak tespit edilmişti. Bu maddeyle, bir anlamda hilafet yetkileri meclise aktarılmış sayılabilir. Bununla beraber Meclis, “hilafet ve vatan ve milletin istihlâsı ve istiklâlinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar… in’ıkâd eder” denmekteydi. Mustafa Kemal’in yeni mecliste, hâlâ makam-ı hilafeti kurtarma politikasını sürdürmesi, Anadolu halkını ve Hindistan’da Müslüman hilafet liderlerini yanında tutmak için zorunlu gördüğü bir taktikten ibaretti. Bununla beraber, şimdi Damad Ferid’e karşı meşru gücünü TBMM “ye dayandıran Mustafa Kemal, sert önlemler almaya haşladı. Evvela, Şeyhülislâm Dürrizâde’nin milli hareketi halifeye karşı isyan olarak niteleyen fetvasına (11 Nisan 1920) karşı 5 Mayıs’ta Ankara Müftüsü Kıfat, bir fetva çıkararak Anadolu Milli hareketi’ni İslam adına onayladı. Bu gelişmeler karşısında Damat Ferid Hükümeti, gerçek gücünü kaybediyordu. Ankara hükümetini açıkça hır isyan biçiminde yorumlayarak, Dürrizâde’nin fetvasına pire “hainlerin devlete karşı ayaklandığı ve katilleri meşru olduğu” ilan ediliyor ve hu fetva, İngiliz-Yunan uçakları tarafından Anadolu’da halkın üzerine atılıyor, TBMM hükümetine karşı halk açıkça isyana kışkırtılıyordu.



*
Özdemir İNCE

Halil İnalcık, 'Atatürk ve Demokratik Türkiye'

KİTABINA "Atatürk ve Demokratik Türkiye" adını verdiği, Atatürk ile Demokratik Türkiye'yi birlikte kullanmaya cesaret ettiği için Halil İnalcık'a (1918) teşekkür etmek istiyorum.

Kırmızı Yayınları'na da böyle bir kitabı yayınladığı için. Çünkü AKP'yi destekleyen Cihangirligillere, "butik" solcularına ve başıbozuk goşistlere, neoliberallere ve elbette İslamcılara göre Atatürk ile demokrasi sözcüklerini yan yana kullanmak mümkün değildir; Atatürk ve dönemine diktatörlük ve faşizm sıfatları yaraşır.

Kafalarının içini ve takıyyelerini çok iyi bildiğim için 1980'den bu yana bu güruh ile mücadele etmekteyim. "Güruh" sözcüğü için okurlarımdan özür dilerim ama 1923-1950 arası Cumhuriyet dönemini faşist sıfatıyla tanımlamak için birbiriyle yarışan insanları başka bir sözcükle ödüllendiremem.

PANKÜRDİSTLER

Cumhuriyet kendisiyle birlikle kanlı ve yeminli düşmanlarını ve muhaliflerini birlikte getirdi. Atatürk en yakın arkadaşlarının muhalefetiyle mücadele etmek zorunda kaldı. Cumhuriyet de kurucu kadroda yer alan bazı çapsızın ihanetine uğradı.

1923'ten bu yana Cumhuriyet'in iki düşmanı vardı: Pantürkistler ile panislamistler. Bu ikisi Osmanlı İmparatorluğu'nu kurtarmak için "muasır medeniyetçiler" ile birlikte yola çıkmış olan rakiplerdi. Pantürkistler düşmanlığı fazla sürdürmediler ama onların yerini pankürdistler aldı 1925'ten itibaren.

1980'den, özellikle de 28 Şubat'tan sonra İslamcılar, Kürtçüler ve uzaktan kumandalı neoliberaller, Cumhuriyet ve TSK'ya karşı görülmemiş bir karalama kampanyası başlattılar. Başta Atatürk'ün Söylev'i olmak üzere yazılmış bütün tarih kitaplarını "resmi ideoloji"nin borazanı "resmi tarih" olmakla suçladılar. Ardından Ermeni ve Kürtçü tezlerini savunan kendi alternatif tarihlerini ileri sürdüler. Ve özellikle ABD ve Avrupa Birliği çevrelerinde kabul ve destek gördüler. "Destek" diyorsam desteğin türlü çeşitlisi.

OKU, ADAMOL

"Tarihçilerin Kutbu", "Tarihçilerin Everest'i" Halil İnalcık Hoca'yı da resmi tarihçiler sınıfına sokar mı bu fantirifitton tarihçiler? Bilemem. Ama Cumhuriyet'in payandaları birer birer altından çekilirken, Anayasa'nın 2, 3 ve 4. maddelerinin değiştirilerek Cumhuriyet'in niteliklerinin yeniden tanımlanmasını isteyen gençlerin Halil İnalcık Hoca'nın kitabını okuması gerektiğini düşünüyorum. Adam olmak için!

Çin'de Atatürk üzerine araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hu Zhenhua, Çin halkına önderlik yapan Sun Yatsen gibi Atatürk'ü de çocukluğundan bu yana çok iyi bildiğini söylüyor: "Çünkü bizim ülkemizde yıllardan beri lisede mecburi ders kitabı olarak okutulan Yakınçağ ve Çağdaş Dünya Tarihi kitabı, Mustafa Kemal ve onun önderliğindeki Türk devrimini de içermektedir. Hatta kitabın ilk sayfasında Lenin ve Gandi'yle birlikte Atatürk'ün de portresi bulunmaktadır" (Cumhuriyet, 27.07.07).

HEPSİNESIFIR!

Çinlilerden daha iyisi beklenemezdi zaten. Küllisi toplum mühendisliği ürünü kalas, küllisi ezberci, hamısı faşist ve Kemalist. Cumhuriyet devrimlerinin tepeden inme yapıldığını ileri süren tarihçi Mete Tunçay, hepsine sıfır verip sınıfta çaktırır billahi!


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9