Duvarın üzerindeki yazı akan bir sıcak su tabakasının
altındaymış gibi titrek görünüyordu. Eckels, bakarken göz kapaklarını
kırptığını hissetti ve yazı bu kısa süren karanlıkta alev gibi yandı:
TIME SAFARİ Şirketi
GEÇMİŞTEKİ HER YILA SAFARİ DÜZENLENİR
SİZ HAYVANIN İSMİNİ SÖYLEYİN
BİZ SİZİ ORAYA GÖTÜRELİM
ONU VURUN
Eckels'in boğazında sıcak bir balgam birikti, adam yutkunup
balgamı yuttu ve aşağıya gönderdi. Yavaşça ellerini dışarı çıkartırken, ağzının
kenarındaki kaslar gülümseme şeklini aldı. Elindeki çekteki onbin doları
masanın arkasındaki adama salladı.
" Bu safari sağsalim geri dönmemi garanti ediyor
mu?"
Görevli "dinazorlar hariç hiçbir şeyi garanti
etmiyoruz" dedi. Adam döndü "Bu bay Travis, sizin geçmişe
yolculuğunuzdaki safari rehberiniz. Size neyi ne zaman vuracağınızı o
söyleyecek. Ateş etmeyin derse ateş etmeyeceksiniz. Eğer kurallara itaatsizlik
ederseniz, fazladan onbin dolar cezası var, ayrıca dönüşte hükümet sizden
hesap sorabilir."
Eckels, karmançorman olmuş büyük ofise göz attı, bir an
turuncu, bir an gümüş rengi, bir an mavi olan kablolar, çelik kutular. Sanki
tüm Zamanlar, bütün yıllar, parşömen takvimler, tüm saatler üst üste yığdırılıp
devasa bir şenlik ateşi yakılmış gibi bir ses geliyordu.
Tersine bir dokunuşla, bu yangın güzel bir şekilde tersine
dönecekti. Eckels mektuptaki reklamlardaki ifadeleri hatırladı. Korların,
küllerin içinden, tozların, kömürlerin içinden, altın rengi semenderler gibi,
eski yıllar, yeşil yıllar sıçrayabilir, güller havayı mis gibi kokutabilir, ak
saçlar İrlanda karasına döner, kırışıklıklar kaybolur, her şey başlangıcına
döner, ölür, başlangıcına gitmek için koşturur, güneş gökyüzünün batısında
doğar ve doğusunda batar, geleneklerin tersine aylar birbirini yer ve her şey
içiçe geçen Matruşkalar gibi birbirininin içine geçer,her şey başlangıçtan
önceki zamana, yeşil ölüme, ölüm tohumlarına döner. Bir dokunuş bunu yapabilir,
tek bir el dokunuşu.
Eckels, “inanılır gibi değil” diyerek nefes aldı. Makinenin
ışığı ince yüzüne vuruyordu. “Gerçek bir zaman makinası” diyerek başını
salladı. “İnsanın dün seçim sonuçları kötü gitseydi, bugün sonuçtan kaçmak için
burada olabilirdim diyesi geliyor, çok şükür Keith kazandı, iyi bir Amerikan
başkanı olacak”
Masanın arkasındaki adam “evet, talihliyiz” dedi. “Eğer
Deutscher kazansaydı, berbat bir diktatörlük gelirdi. Senin için her şeye
muhalif bir adam var, bir militarist, bir İsa karşıtı, insanlık karşıtı, entel
karşıtı. Millet bize telefon ediyordu, şaka yapıyorlardı ama şaka değildi,
Deutscher kazanırsa 1492 yılına gitmek istiyorlardı. Tabii bizim işimiz
insanların kaçmasını ayarlamak değil safari düzenlemek. Her neyse şu anda Keith
başkan ve senin tüm düşünmen gereken şey..”
Eckels cümleyin adamın yerine bitirdi “ dinazorumu avlamak”
“ Bir tiranozarus Rex. Acımasız sürüngen, tarihin en
inanılmaz hayvandır, şurayı imzalayın, başınıza her şey gelebilir, sorumluluk
kabul etmiyoruz, bu dinazorlar açtır."
Eckels öfkeyle kızardı "beni korkutmaya mı
çalışıyorsunuz?"
"doğrusu evet. İlk atışta panik olacak birisi olsun
istemeyiz, geçen yıl altı safari lideri ve bir düzine avcı öldü. Size gerçek
bir avcının isteyeceği en büyük heyecanı yaşatacağız. Sizi altı milyon yıl
önceye götürüp, zamanımızdaki en büyük oyunu oynatacağız, çekiniz hala burada,
yırtabilirisiniz" Bay Eckels çeke baktı, parmaklarını hızla çekti.
Masanın arkasındaki adam “bol şans, Bay Travis Bay Eckels
sizindir” dedi.
Silahlarını da alarak yavaşça odayı geçip, ışıklar saçan
gümüşi metal Makineye doğru gittiler.
Önce bir gün sonra bir gece, sonra bir gün, bir gece, sonra
gece – gündüz – gece – gündüz, bir hafta, bir ay, bir yıl, on yıl! M. S 2055,
M. S 2019, 1999, 1957 ! Gitti! Makine kükredi.
Oksijen başlıklarını takıp, telsizi denediler.
Eckels, koltuğun üzerinde sallandı, yüzü bembeyaz, çenesi
kilitlenmişti, kollarının titrediğini hissedip aşağı baktı ve ellerinin yeni
tüfeğini sımsıkı kavradığını gördü. Makinede başka dört adam daha vardı.
Safarinin lideri Travis, Lesperance ve başka iki avcı Billings ve Kramer.
Birbirlerine bakarak oturuyorlardı ve zaman yanlarından
hızla geçiyordu.
Eckels ağzından “bu silahlar dinazoru öldürür mü?” sözünün
çıktığını duydu.
Travis başlığındaki telsizden “doğru ateş edersen evet”
dedi. “Bazı dinazorların iki tane beyni vardır, biri kafasında, diğeri
omurgalarının aşağısında, bundan uzak duracağız, şansımızı şu arttırır, ilk iki
atışı gözlerine yapın, onları kör ederseniz, sıra beyinlerine gelir”
Makine uğuldadı. Zaman geriye akan bir film şeridiydi.
Güneşler ve peşinden milyonlarca ay battı.
Eckels “ Düşünsene” dedi. “ tüm avcılar bizi kıskanacak,
bunla kıyaslanınca Afrika bile Ilinois gibi olacak”
Makine yavaşladı, sesleri mırıltıya döndü. Makine durdu.
Güneş gökyüzünde durdu.
Makinayı kaplayan sis dağıldı ve üç avcı ile iki Safari
lideri, dizlerinin üzerindeki mavi metal silahlarıyla kendilerini eski çağda,
gerçekten çok eski bir çağda buldular.
Travis “İsa henüz doğmadı” dedi. “Musa tanrıyla konuşmak
için dağa çıkmadı, Piramitler hala yeryüzünde keşfedilmeyi bekliyor. Şunu
unutmayın, İskender, Sezar, Napolyon, Hitler hiçbiri hayatta değil. Adam başını
salladı.
Bay Travis işaret ederek “ bu orman Başkan Trevis'ten alti
milyon iki bin elli beş yıl önceki orman” dedi.
Kaynayan bataklıklar, kocaman palmiyeler, bitkilerle dolu
yemyeşil vahşi ormana çıkan metal yolu gösterdi.
“ Ve bu yolu Zaman Safarisi sizin kullanmanız için yaptı”
“ Yol toprağın onbeş santim yukarısında duruyor, bıçak gibi
otlar, çiçekler ya da ağaçlar gibi dokunmaz, yer çekimine karşı bir metaldir
amacı sizi geçmişin dünyasına dokunmanızı önlemek, hep yolda kalın, yoldan
ayrılmayın, tekrarlıyorum hiçbir nedenle yoldan ayrılmayın! Düşerseniz cezası
var ve biz olur demeden hiçbir hayvana ateş etmeyin.”
Eckels “Niye?” diye sordu.
Tarihi vahşiliklerde oturdular. Rüzgar uzaktaki kuşların
sesini, katran kokusunu, eski tuzlu denizlerin, nemli çimenlerin, kan rengi
çiçeklerin kokusunu getirdi.
“Geleceği değiştirmek istemiyoruz, biz bu Geçmişe ait
değiliz, hükümet de burada olmamızdan hoşlanmıyor, sermaye bulmak için çok
kişiye rüşvet vermek zorunda kaldık. Zaman Makinası alengirli bir iştir,
bilmeden önemli bir hayvanı, küçük bir kuşu, balığı, çiçeği bile öldürebiliriz,
böylece büyüyen türlerle ilgili bir bağlantıyı yok edebiliriz.”
Eckels “ pek açık anlatmadın” dedi.
Travis “pekala” diye devam etti. “ farzet ki burada bir fare
öldürdük, o zaman bu özel farenin tüm gelecekteki ailesini yok ettik demek olur
değil mi?”
“Doğru”
“Ve o farenin ailesinin, ailesinin, ailesinin ailesi! Bir
tekmede bir fareyi, sonra bir düzineyi, sonra bin tanesini, bir milyon, bir
milyarı fareyi yok edersin!”
Eckels “hepsi ölsün, ne olmuş?”
Travis hafifçe homurdanarak “ne olmuş mu?” dedi. “Evet,
yaşaması gereken o farelere ihtiyacı olan tilkilere ne olacak? On fare için bir
tilki ölür, on tilki için bir aslan açlıktan ölür, bir aslan için her çeşit
böcekler, akbabalar, sonsuz sayıda hayat türleri bir kaosun ve yokoluşun içine
düşerler. En sonunda şuraya gelir: Elli dokuz milyon yıl sonra dünyadaki bir
düzine mağara adamından bir tanesi yiyecek bulmak için bir domuz ya da ihtiyar
kaplan avlamaya çıkar fakat arkadaşım sen bir fareyi öldürerek o bölgedeki tüm
kaplanları yok ettin, bu yüzden mağara adım açlıktan ölür ve burayı lütfen not
et, bir mağara adamı feda edilemez, o tüm geleceğin bir ulusudur, dölünden on
tane oğlan doğar, ondan da yüz oğlan ve bir uygarlık. Bir adamı yok et, bir
ırkı, bir halkı, bir tarihi yok edersin. Bunu Adem'in çocuklarından birini
öldürmekle kıyaslayabilirsin, ayağını bir farenin üzerine basmakla dünyamızı ve
kaderlerimizi uzun yıllar boyunca sürecek temellerinden sarsacak bir deprem
yaratabilir. Bir mağara adamının ölmesiyle, daha doğmamış olan milyonlarcası
ana rahminde kalacak. Belki Roma asla yedi tepe üzerine kurulmayacak, belki
Avrupa hep karanlık bir orman olarak kalacak ve belki sadece Asya sağlıklı ve
zengin olacak, bir farenin üzerine basarak piramitleri ezebilirsin, bir farenin
üzerine basarak Sonsuzluğun üzerinde Büyük Kanyon gibi bir iz bırakabilirsin,
Kraliçe Elizabeth asla doğmayabilir, Washington Delawere'yi asla geçmeyebilir
ve Amerika Birleşik Devletleri diye bir yer hiç olmayabilir. O yüzden dikkatli
ol, yoldan asla ayrılma!”
Eckels “Anladım” dedi. “o halde çimlere bile dokunmamamız
gerekir”
“ Doğru. Belli bitkileri ezmek hesap edilemeyecek zarar
verebilir. Şuracıktaki küçük bir hata nispetsiz olarak katlanabilir. Elbette
teorimiz yanlış olabilir. Belki Zaman tarafımızdan değiştirelemez veya belki
sadece minik oranda değişebilir. Buradaki ölü bir fare böceklerdeki bir önce
dengesizliğe , sonra nüfusta bir oransızlığa, daha sonra kötü hasata,
depresyona, büyük açlığa ve son olarak uzak ülkelerde sosyal dengesinde
değişikliklere yol açar. Bazen bundan çok daha minik bir şey. Belki sadece
hafif bir nefes, bir fısıltı, bir saç, havadaki bir çiçek tozu, ancak dikkatli
bakmadan göremeyeceğin çok küçük, minicik bir değişiklik. Kim bilebilir? Kim
gerçekten bildiğini söyleyebilir? Biz bilmiyoruz. Tahmin ediyoruz. Fakat
zamanda karışıklık yapmamızın tarihte büyük veya küçük değişiklikler
yapmayacağından kesin emin olana kadar dikkatli olacağız. Yolculuğa çıkmadan
önce bildiğiniz gibi, bu Makine, bu Patika, giysileriniz ve vücudunuz sterilize
edildi. Bu oksijen başlıklarını takıyoruz çünkü geçmişin atmosferini bakterilerimizle
tanıştıramayız.
“Hangi hayvanlara ateş edeceğimizi nasıl bileceğiz?”
Travis “onlar kırmızı boyayla işaretlendi” dedi. “Bugün
seyahatimizden önce Lesperance'ı Makineyle buraya gönderdik. Bu özel bölgeye
geldi ve bazı hayvanları takip etti. “
“Onları inceledi mi?”
Lesperance “evet” dedi. “ tüm hayatlarını takip ediyor
hangisinin daha uzun yaşadığını not ediyorum, çok az , kaç kez çiftleşiyorlar?
Çok sık değil, hayat kısa, üzerine bir ağaç düşünce veya katran çukuruna
düşerek ölecek olan bir tanesini bulunca, tam saatini, dakikasını, saniyesini
not ediyorum. Boya püskürtüyorum, üzerinde farkedeceğimiz kırmızı bir leke
bırakıyor. Sonra Geçmişe yolculuğumuzu hayvanın ölmesinden iki dakikadan fazla
olmayacak şekilde onunla karşılaşacak şekilde ayarlıyorum. Böylece sadece bir
geleceği olmayan, çiftleşmeyecek olan hayvanları öldürmüş oluyoruz. Ne kadar
dikkatli olduğumuzu anladın mı?”
Eckel “ama bu sabah Zamanında gelseydin Safari'de bize denk
gelmen gerekirdi! Nasıl gitti? Başarılı mıydı? Hepimiz sağsalim döndük mü?
Travis ve Lesperance birbirlerine baktılar.
İkinci, “bu bir paradoks yaratırdı” dedi. “Zaman, bir
insanın geçmişte kendi kendisiyle karşılaşması gibi karışıklıklara izin vermez.
Bu tür bir tehdit oluşursa, Zaman tıpkı hava boşluğuna düşen bir uçak gibi yol
verir. Biz durmadan az önce makinenin sıçradığını hissettin mi? O tekrar
Geleceğe giden bizlerin geçişiydi. Hiçbir şey görmedik. Bu keşifin başarılı
olup olmadığını, dinazoru vurduğumuzu, hepimizin sağsalim döndüğünü - sizi
kasdediyorum Bay Eckels - söyleyebilmemizin bir yolu yok.”
Eckels solgun bir yüzle gülümsedi.
Travis sertçe “kes şunu” dedi. “herkes ayağa kalksın!”
Makineden çıkmaya hazırdılar.
Orman yüksek, orman büyük ve dünya ebediyen tamamen ormandı.
Müziğe benzeyen ve uçan çadırlara benzeyen sesler gökyüzünü kapladı, bunlar
kocaman, gri kanatlarla yükselen piterodaktilsler, çoşku ve hezeyanın devasa
yarasalarıydı.
Eckels, dar yolda dengesini sağlayıp, tüfeğiyle şakacıktan
nişan aldı.
Travis “bırak şunu!” dedi. “ Şakadan bile nişan alma! Lanet
olsun! Bir ateş alırsa..”
Eckels kızardı “dinazorumuz nerede?”
Lesperance kol saatine baktı, “biraz ileride, altı saniye
içinde kuyruğunu ikiye böleceğiz. Kırmızı lekeye dikkat edin! Biz söylemeden
ateş etmeyin. Yoldan ayrılmayın, yoldan ayrılmayın!”
Sabah rüzgarında ileri doğru gittiler.
Eckels “tuhaf” diye mırıldandı. “altı milyon yıl sonra
seçimler bitmiş olacak, Keith başkan oldu, herkes kutlama yapıyor. Ve biz
burada altı milyon yıl yitirdik ve onlar hayatta değiller. Aylardır hatta ömür
boyu düşündüğümüz şeyler daha dünyaya gelmediler ya da düşünülmeye
başlamadılar.”
Travis “emniyet mandallarını açın!” diye emretti. “Eckels
ilk sen ateş ediyorsun, sonra Billings, sonra Kramer”
Eckels “ben kaplan, yaban öküzü, bufalo, fil avladım ama
şimdi çocuk gibi korkuyorum” dedi.
Travis “ah” dedi.
Herkes durdu.
Travis elini kaldırdı. Adam “önümüzde” diye fısıldadı.
“sislerin içinde, işte haşmetmaap oradalar”
Orman büyüktü ve cıvıltılar, hışırtılar, mırıltılar ve iç
çekişleriyle doluydu.
Birden sanki birisi kapıyı kapatmış gibi tüm sesler kesildi.
Sessizlik.
Sislerin içinden, bir metre öteden Tayranozarus Rex geldi.
Eckels “bu” diye fısıldadı “bu....”
“Şştt!”
Dinazor, kocaman, yağlı, esnek, uzun adımlar atan bacaklarla
geldi. Ağaçların yarısının otuz metre yükseğindeydi, büyük, şeytani bir tanrı,
pençelerini yağlı sürüngen vücuduna yakın tutuyordu, her bacağı kalın kas
iplerin içine batmış, binlerce kiloluk beyaz kemiğin, korkunç bir savaşçının
postu gibi parlak, pürtüklü bir deriyle kaplanmış bir pistondu. Her uyluğu
tonlarca et, fildişi ve çelik yığınıydı. Ve vücudunun üst kısmının koca göğüs
kafesinden, yılansı başını kıvırarak, insanları oyuncak gibi eline alıp,
inceleyebilecek elleri olan iki hassas kol sarkıyordu. Ve başın bizzat kendisi
tonlarca taştan yontulmuştu, kolayca gökyüzüne uzatıyordu. Ağzı aralanınca
bıçaktan bir çite benzer dişleri gözüktü. Devekuşu yumurtasına benzeyen gözleri
yuvarlandı, bu gözlerde açlıktan başka hiçbir ifade yoktu. Sırıtan bir ölü gibi
ağzını kapattı. Koştu. Kalça kemikleri ağaçları ve çalıları eziyor, pençeli
kuyruğu geçtiği her yere, nemli toprakları onbeş santim kadar kazarak iz
bırakıyordu.
Onlarca tonluk vücuduna göre çok dengeli, bale adımlarıyla
koştu. Güzel sürüngen elleri havayı hissederek, temkinlice güneşli bir alana
geldi.
Eckels ağzını seğirterek “vay, vay! Boyu neredeyse Ay'a
değecek!” dedi.
Travis öfkeyle “ Şşt! Henüz bizi görmedi” dedi.
Eckels ağzından çıkan söz sanki hiç tartışılamazmış gibi
sessizce “ bu öldürülemez” dedi. Kanıtları tartmış, dikkate almıştı ve görüşü
buydu. Elindeki tüfek ona su tabancası gibi geliyordu. “gelmekle aptallık
ettik, bu imkansız”
Travis “kapa çeneni” diye tısladı.
“ Bu bir kabus”
Travis “dön” dedi. “yavaşça makineye git, ücretinin yarısını
iade ederiz”
Eckels “bu kadar büyük olacağını düşünmemiştim, yanlış
hesaplamışım, hepsi bu ve şimdi gitmek istiyorum”
“Bizi gördü!”
“İşte göğsündeki kırmızı leke!”
Gaddar kertenkele kabardı, zırhlı derisi binlerce yeşil
madeni para gibi parıldadı, bozuk paralar yapış yapış, çamur, mukoza gibi bir
şeyle kaplıydı ve içindeki minik böcekler kıpraştıkça, tüm vücudu titreşip,
dalgalanıyordu. Hayvanın kendisini hareket etmese bile öyleydi, soluk verdi,
taze etin rüzgarı aşağıdaki yabaniliklere doğru esti.
Eckels “beni buradan götürün, daha önce başıma böylesi
gelmemişti, hepsinde sağsalim döneceğimden emindim, iyi rehberlerim, iyi
safarilerim ve güvenliğim vardı. Bu sefer hata yaptım, itiraf ediyorum bu sefer
sağlam kayaya tosladım, bu benim için çok fazla”
Lesperance “Koşma, geri dön ve makineye saklan” dedi.
“evet” Eckels uyuşmuş gibiydi. Hareket ettirmek ister gibi
ayaklarına baktı. Çaresizlikle homurdandı.
“Eckels!”
Adam birkaç adım attı,
“O taraftan değil”
Hayvan önce korkunç bir çığlık atarak saldırdı. Yüz metreyi
altı saniyede geçti, tüfeklerin tetiği çekildi ve ateş edildi. Hayvanın
ağzından çıkan pis kokulu sıvı ve kanlar adamların üstünü başını kapladı.
Hayvan kükredi, dişleri güneşte parlıyordu.
Tüfekler tekrar ateş etti, ateş sesleri kertenkelenin çığlık
ve gök gürültüsünde kayboldu. Sürüngenin kuyruğunun büyük düzeyi, sağı solu
kırbaçlayarak, sallandı. Ağaçlar yaprak ve kütükler halinde patladı. Hayvan,
adamları ikiye bölmek, üzüm gibi ezmek, dişlerinin arasına ve çığlık atan
boğazına atmak için usta ellerini büktü. Taşa benzeyen gözleri adamlarla aynı
hizadaydı. Adamlar hayvanın gözlerinin aynasında kendilerini gördüler.
Metalimsi gözlere ve parlak, siyah irise ateş ettiler.
Taş bir put, dağdaki bir çığ gibi dinazor düştü.
Gökgürlemesi gibi gürleyerek ağaçları kavradı ve onları da
yanında sürükledi. Metal patikayı bozup, yıktı. Adamlar geriye kaçtılar.
Onlarca tonluk et ve taş vücut çarptı. Tüfekler ateş açtı. Hayvan zırhlı
kuyruğunu salladı, yılanımsı çenesini seğirtti ve sessiz uzandı. Boğazından
oluk oluk kan akıyordu. İçinde bir yerlerde bir çuval sıvı patlamıştı, insanı
tiksindiren sıvı adamları sırılsıklam etti. Kıpkırmızı ve parlak olarak
duruyorlardı.
Gökgürlemesi durdu.
Orman sessizdi. Çığdan sonra yemyeşil bir sükunet. Kabustan
sonra sabah.
Billings ve Kramer yolun kenarına oturup kustular, Travis ve
Lesperance tüfeklerinden duman çıkarken ayakta duruyorlar ve sürekli lanet
okuyorlardı. Zaman Makinesinin içinde Eckels titriyordu. Yolu bulmuş ve
makineye girmişti.
Travis yürüyerek geldi, Eckels'e göz attı metal bir kutudan
bir gazlı bez alıp yolda oturan ötekilere de verdi.
“Temizlenin”
Adamlar başlıklarındaki kanı temizlediler, onlar da lanet
okumaya başladılar. Hayvan etten bir tepe gibi yatıyordu. Hayvanın içindeki en
uzak organların ölmesinin iç çekiş ve mırıltılarını duyabiliyordunuz, işi biten
organlar, dalağından vs. akan sıvılar, hepsi son kez açılıp kapanıyorlardı,
sanki devrilmiş bir lokomotif ya da bir ekskavatörün tüm vanaları açılmıştı.
Kendi etinin tonlarca ağırlığıyla, dengesiz kalınca, kemikleri çatırdadı,
güzelim kolları koptu, altında kaldı. Et titredi, sabitleşti.
Başka bir çatırdama sesi geldi. Başlarının üstünde devasa
bir ağaç parçası koparak, ölmüş hayvanın üstüne düştü.
Lesperance, saatine baktı, “işte bu, tam vaktinde, hayvanın
üzerine düşüp öldürecek olan ağaç buydu.” İki avcıya baktı. “ hatıra resmi
çektirmek istiyor musunuz?”
“Ne?”
“Geleceğe bir anı götüremeyiz. Cesedin burada orijinal
olarak öldüğü yerde kalması lazım, böylece böcekler, kuşlar, bakteriler olması
gerektiği gibi onu yemeliler. Her şeyin bir dengesi var. Ceset kalacak ama
yanında resim çektirebilirsiniz.”
İki adam düşünmeye çalıştılar ama kafalarını sallayarak
vazgeçtiler.
Gitmek üzere kendilerini metal yola bıraktılar, bitkin bir
şekilde Makine'nin yastıklarına uzandılar. Arkalarından yıkılmış hayvana,
hareketsiz tepeye baktılar, şimdiden tuhaf sürüngen kuşlar, altın rengi
böcekler kaynayan zırha üşüşmüşlerdi. Zaman Makinesinin döşemesindeki bir ses
adamları gerdi, Eckels titreyerek oturdu.
En sonunda “Üzgünüm” dedi.
Travis “kalk ayağa!” diye bağırdı.
Eckels ayağa kalktı.
Travis “tek başına o yola git” diyerek tüfeğiyle nişan
aldı.”sen Makineye binmiyorsun,seni burada bırakıyoruz!”
Lesperance Travis'in kolunu tuttu. “bekle..”
Travis adamın elini iterek “sen karışma!” dedi. “Bu salak
yüzünden neredeyse geberiyorduk! Fakat hepsi bu değil. Ayakkabılarına bakın!
Yoldan ayrılmış! Mahvolduk! Ceza alacağız! Binlerce dolarlık sigorta! Kimsenin
yoldan ayrılmayacağını garanti etmiştik ama bu ayrılmış, ah Salak! Hükümete
rapor etmem lazım! Seyahat ruhsatımızı iptal edebilirler. Zamana ve tarihe ne
yaptığını kim bilebilir?”
“Sakin ol, sadece biraz çamurlanmış”
Travis “Ne biliyoruz?” diye bağırdı. “Hiçbir şey bilmiyoruz!
Hepsi muamma! Defol buradan Eckels!”
Eckels gömleğini karıştırdı “ben öderim, yüz bin doları
öderim!”
Travis Eckels'in çek defterine bakıp tükürdü. “Çık dışarı,
Hayvan yolun yanında, elini dirseğine kadar hayvanın ağzına sokacaksın, o zaman
bizimle gelebilirsin”
“Bu çok saçma!”
“Hayvan öldü seni aptal! Mermiler! Mermileri geride
bırakamayız. Onlar geçmişe ait değil. Her şeyi değiştirebilirler. İşte bıçağım,
mermileri geri al.”
Orman tekrar canlanmıştı, yine kuş çığlıkları ve
titremelerle doluydu. Eckels yavaşça kabusların ve korkuların tepesi olan ilkel
çöplüğe döndü. Uzun bir süre sonra, bir uyurgezer gibi ayaklarını sürüye sürüye
yola çıktı.
Beş dakika sonra, titreyerek geri döndü. Kolları dirseğine
kadar kıpkırmızıydı. Ellerini açtı, ikisinde de bir sürü çelik mermi vardı.
Sonra yere düştü. Düştüğü yere uzandı, kıpırdamadı.
Lesperance “ona bunu yapmak zorunda değildin” dedi.
“Yapmamalıydım? Bunu söylemek için erken.” Travis adamın
hareketsiz vücudu dürttü. “Yaşayacak. Bir daha da böyle av oyunları
oynamayacak.” Baş parmağıyla Lesperance'a işaret etti “düğmeye bas da, eve
gidelim”
1492, 1776, 1812
Ellerini, yüzlerini temizlediler. Islak gömlek ve
pantolonlarını değiştirdiler. Eckels, tekrar kalktı, hiç konuşmadı. Travis, tam
on dakika boyunca onun suratına baktı.
Eckels “bana bakıp durma, ben bir şey yapmadım”
“Kim bilebilir?”
“Sadece yoldan ayrıldım, ayakkabılarım azıcık çamurlandı, ne
yapmamı istiyorsun? Diz çöküp dua mı edeyim?”
“Buna ihtiyacımız olabilir. Seni uyarıyorum Eckels, seni
hala öldürebilirim, tüfeğim hazır”
“Ben masumum, ben bir şey yapmadım!”
1999, 2000, 2055
Makine durdu.
Travis “defol” dedi.
Oda yine oradaydı ama bıraktıkları gibi değildi. Aynı
masanın arkasında aynı adam oturuyordu ama aynı adam aslında aynı adam değildi.
Travis etrafa bakındı. “ her şey yolunda mı?”
“Yolunda, eve hoşgeldiniz!”
Travis sakinleşmemişti. Yüksek pencereden dışarı bakıyor
gibiydi.
“Pekala Eckels, çık dışarı, bir daha da gelme sakın” Eckels
kımıldayamıyordu.
Travis “beni duymadın mı? Ne bakıp duruyorsun?” dedi.
Eckels havayı koklayarak ayakta duruyordu. Havada bir şeyler
vardı, çok az, çok hafif, çok belirsiz kimyasal bir koku o kadar hafif ki ancak
bilinçaltı duyumları onu bu konuda uyarıyordu. Duvardaki, mobilyalardaki,
pencerenin dışındaki gökyüzündeki beyaz, gri, mavi, turuncu renkler
şeydiler...şey...ve bir his vardı. Elleri, vücudu seğirdi. Bedeninin tüm
hücreleri bu tuhaflığı seziyordu. Bir yerlerde, birisi ancak bir köpeğin
duyabileceği ıslıklardan duyuyordu. Vücudu sessiz bir çığlık attı. Bu odanın
ötesinde, bu duvarın ötesinde, bu adamın ki, aynı masa ve aynı adam değildi -
ötesinde bir dünya, caddeler, insanlar vardı. Ne tür bir dünyaydı söylemesi
zordu. Onların hareket ettiklerini hissedebiliyordu, duvarların ötesinde,
rüzgarda sürüklenen bir sürü satranç taşı gibi...
Ama asıl önemlisi duvardaki tabelaydı, buraya ilk
geldiğindeki aynı tabelaydı ama yazı değişmişti:
TAYM SAFARİ şrk.
GEÇMİŞTE HR YEEERE SAAFARİ DÜZENLENR
SİZ HYVANIN ADINI SÖÖLEİN
BİZ SİZİ ORAYA GÖTÜRELİM
ONU VUURUN
Eckels kendini sandalyeye attı. Aptal aptal botlarındaki
çamur tabakasına baktı, titreyerek bir çamur parçası aldı. “Hayır olamaz, bu
kadar küçük bir şeyden olamaz, hayır!”
Çamurun içinde yeşil, altın sarısı ve siyah güzel, çok güzel
ve ölü bir kelebek vardı.
Eckels “Bu kadar küçük bir şeyden olamaz! Bir kelebekten
olamaz!” diye bağırdı.
Kelebek yere düştü. Egzotik, minicik bir şey dengeleri
altüst edip, zamanın içindeki küçük domino taşlarını yerinden oynatıp, sonra
daha büyük domino taşlarını oynatıp, sonra devasa domino taşlarını
oynatabilirdi. Eckels'in zihni allakbullak oldu. İşleri değiştiremezdi. Bir
kelebeği öldürmek bu kadar önemli olamaz! Olabilir mi?
Yüzü buz gibiydi, ağzı titriyordu. “Dün seçimleri kim
kazandı?” diye sordu.
Masanın arkasındaki adam güldü. “Şaka mı yapıyorsun? Gayet
iyi biliyorsun ki, Deutscher aldı! Başka kim alacak? Şu salak, güçsüz Keith mi?
Artık cesur, demir yumruklu bir başkanımız var. “ Memur durdu. “Bir şey mi
oldu?”
Eckels inledi. Dizlerinin bağı çözüldü, yere çöktü. Titreyen
ellerle kelebeği aldı. Kendi kendine, memurlara, dünyaya, Makineye yalvararak “
Tekrar geri götüremez miyiz? Tekrar canlandıramaz mıyız? Olamaz mı? Yeniden
başlatamaz mıyız?..”
Kımıldayamadı, gözleri kapalı bir halde titreyerek bekledi.
Travis'in yüksek sesle nefes aldığını duydu, Travis'in tüfeğinin emniyet
kilidini açtığını duydu ve Travis tüfeğini kaldırdı.
Gök gürlemesi gibi bir ses duyuldu.