"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

4 Nisan 2012 Çarşamba

YALAN-TAHSİN YÜCEL


Gülünç ile acıklının iç içe geçtiği anlatımıyla, yaşadığımız dönemin çelişkilerine tanıklık eden ilginç kişileriyle Yalan, günümüz toplumunun hastalıklı yanlarından birine parmak basıyor. Romanın odak kişisi, şaşırtıcı bilgisini ansiklopedilere ve olağanüstü belleğine borçlu olan, yapayalnız, silik, beceriksiz, ama benzerine güç rastlanır bir adam: Yusuf Aksu. Saçma bir aşk yüzünden on yedi yaşında kendini öldüren bir sınıf arkadaşının anısı, Yusuf'un yaşamına bambaşka bir yön verir. Arkadaşının kuramı kendisine mal edilince de çok geniş bir hayran kitlesinin gözdesi olur. Çevresinin kendisine dayattığı kimliği üstlenir. Ancak mutsuz bir aşkın ardından, yalnızca yanıldığını görmekle kalmaz, başta kendi kimliği olmak üzere, her şeyin yalan üzerine kurulduğunu anlar. Edebiyat dünyamızda büyük ses getiren Peygamberin Son Beş Günü adlı romanından tam on yıl sonra usta yazar Tahsin Yücel, çağımızda toplumsal bir alışkanlığa dönüşen, ama evrensel boyutlara uzanan Yalanı ele alıyor. İzdüşümlerini pek çok kesimde bulabileceğimiz, aynalarda yansımışçasına çoğaltabileceğimiz Yalan, çok katmanlı, derinlikli bir roman.


*

Yitik dilin izinde

Tahsin Yücel'e göre her şeyi yıkıp yeniden yapma hastalığı bizi bir tür toplumsal yalana sürüklüyor.

'Kendi yarattığımız bir yalanın içinde yaşıyoruz' diyen Tahsin Yücel geçmişimizden koparak yapay bir dünyaya doğru sürüklenişimizi sorguluyor
14/06/2002

OYLUM YILMAZ

"Belki yalan da onların tozları içinde yaşarken, yazgımızı onların yazgısından soyutlamamızdan kaynaklanmaktaydı..." diyor Yusuf Aksu, yaşamının son günlerinde gerçeği ümitsizce ararken. Kuşların seslerinde insanlığın yitik dilini bulan, en yakın arkadaşı ikiz kardeşine, öteki benliğine dönüşen, yalnız ve silik bir karakter Tahsin Yücel'in son romanı 'Yalan'ın baş kahramanı Yusuf Aksu. Usta yazar bu defa, kendine ait olmayan bir dil kuramı ile ünlenip olağanüstü hafızası, ansiklopedik bilgisi ve rastlantıların yardımıyla hiç yalan söylemeden tüm hayatı bir yalana dönen Yusuf Aksu aracılığıyla geçmişimizden koparak yapay bir dünyaya doğru sürüklenişimizi sorguluyor.
Yaşamında ve romanlarında çocukluğunun dilini aradığını, özlediğini söyleyen Tahsin Yücel'den toplum olarak içine düştüğümüz yalana, dilin kökenine ve modern zamanların idollerine dair bir roman var önümüzde. Şehrin gürültüsü içinde kuşların söylediklerini önemseyenler için.
Romanınızın bir tane gibi görünse de aslında iki tane baş karakteri var; romanda her şey Yusuf Aksu üzerine kuruluyor ama Yusuf Aksu'nun tüm hayatı da Yunus Aksu üzerine kurulu. Kendinize neden bir çift karakter seçtiniz?
Bu durumun romanın yapısıyla açıklanabilecek bir ilgisi olduğunu sanıyorum. Kitaptaki baş karakterlere baktığımızda böyle bir ilişki ağı görürüz. Yusuf Aksu Yunus Aksu'nun, Bayram Beyaz da Yusuf Aksu'nun arkadaşı, hayranı ve çömezidir. Örneğin, Yusuf Aksu'nun bilinçli yaşamı Yunus Aksu'nun yatağında onunla tamamen özdeşim kurduğu noktada biter. Romanın ana izleklerinden biri karakterler arasındaki bu özdeşleşme duygusudur.
Yusuf Aksu ve Bayram Beyaz'ı başka bir insanla birebir özdeşim kurmaya götüren, onları hayatlarını tamamen kaplayacak böyle bir ilişkiye sürükleyen şey nedir?
Kendi kişiliğini bulamayan, gerçeğin tam anlamıyla farkına varamayan ama buna özlem duyan karakterler bunlar ve ikisi de bu durumlarının az çok farkındalar. İkisinin de sorunu kendi kendisi olamamamaktır diyebilirim kısaca.
Romanınız bir önöykü ve üç bölümden oluşuyor. Önöyküde Yusuf Aksu'nun Uluslararası Dilbilim günlerine kadar olan hayatı ve Yunus'la kurduğu farklı dostluk var. Bu noktada Yusuf Aksu'nun karşısına bir rastlantı sonucu Bayram Beyaz çıkıyor ve hayatı değişiyor.
Yusuf Aksu toplumsal yaşamdan hep kaçmış, hayattan herhangi beklentisi, bir tutkusu olmayan bir kişi. Ama nerdeyse hayatına girecek birini beklemeye başladığı dönemde Bayram Beyaz geliyor. Düşünce biçimi, yaşam deneyimi bakımından Bayram Beyaz Yusuf Aksu'ya hiç benzemeyen biri ve kültürel bakımdan da nerdeyse bir ebleh olduğu söylenebilir. Birden bire olmasa da kendisine hayran olan Bayram Beyaz'la topluma açılıyor Yusuf Aksu ve böylelikle uluslararası dilbilim günlerinde başlayan ünü, dil kuramı kendini devam ettiriyor. Hayatı da bu bağlamda değişiyor.
Yusuf Aksu gelişmemiş bir kişilik yapısına sahip. Hayatını yönlendirme yetisinden mahrum. Ancak bir tek Yunus'a olan değişmez bağlılığı var. Bu bağlılığı nasıl açıklıyorsunuz?
Yunus Aksu son derece çekici, güçlü bir kişilik ve bir karşıtlık ilişkisi içinde olsa da, sonradan Bayram Beyaz'ın yaptığı gibi, Yusuf Aksu'yu toplumsal hayata sokan ilk insan. Üstelik birtakım ortak yönleri de var. Örneğin Yusuf Aksu'nun hayatındaki en önemli ilgi alanı olan ansiklopedi tutkusu Yunus'ta da var. Bu ve buna benzer örnekler Yusuf'u Yunus'a hızla bağlıyor. Bütün bunlara sonradan ortaya çıkacak bir kan bağı da eklenince Yusuf Aksu'nun Yunus'a olan sonsuz bağlılığı meydana çıkıyor. Bir de Yunus'un insanların konuşmayla, dille anlaşamayacağını, insanlar arasındaki iletişimsizliğin dilin suçu olduğunu iddia eden dil kuramı, çevresiyle hatta annesiyle bile tam olarak anlaşamayan, kendini ifade edemeyen Yusuf Aksu'yu ister istemez etkiliyor.
Roman boyunca Yusuf ile Yunus'un aslında tek bir kişi olduğu, Yunus karakterinin Yusuf'un öteki benliği olduğu sanısında gidip geliyoruz. Yusuf'la Yunus tek kişi mi?
Temelde böyle düşünebiliriz. Ancak burada daha çok bir ikiz izleği sözkonusu diyebilirim. Romanın başlarında vurgulanmasa da aralarındaki karakter farklılıklarına karşın fiziksel olarak birbirlerine çok benziyorlar ve yıllar sonra ortak arkadaşlarının onları tamamen birbirine karıştırması da bunu gösteriyor. Üstelik Yusuf'un kurduğu özdeşimin ne kadar kuvvetli olduğu da bu nokta da ortaya çıkıyor diyebilirim.
Gelelim sonradan Yusuf Aksu'ya mal edilen dilbilim kuramına. Yunus kendi gerçekliğinden yola çıkarak, dilin yazıdan doğduğunu, insanların başlangıçta tek bir evrensel dili konuştuğunu ileri sürüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
19. yüzyılın ortalarında dünyanın ileri gelen bütün dilbilimcileri toplanırlar ve dilin kökeni konusunda bir anlaşmaya varırlar. Bu ortak karara göre dilin kökeni hakkında bundan sonra hiçbir bildiri kabul edilmeyecektir. Çünkü; dilin kökeninin eldeki veriler bağlamında bu konuda yetkin olan herkesi aştığını, bu konuda ne denilirse densin tutarlı olamayacağını söylerler. Ama elbette ne olursa olsun dilin kökeni insanların her zaman ilgisini çekmiştir. Dilin yazıdan doğduğu savı ise dilin kökeni hakkında ortaya atılan en ilginç görüşlerden biri olmuştur. Bu savı ileri sürenler dil ile yazının doğuşu arasına yüzyıllar hatta binyıllar koyarlar. 17. yüzyıldan 20. yüzyıla gelen bu sav bugün kesinlikle kabul edilmiyor. İnsanların önce konuşup sonra yazıya geçtikleri düşünülüyor bildiğiniz gibi. Burada Yusuf ve Yunus her şeye rağmen yazının dilden önce çıktığını iddia ediyorlar. Onlara göre yazı yapay bir sistemdir ve dilde yapay bir sistemden doğmuştur. Dolayısıyla da bu yapaylık dilin özünde vardır ve yalana elverişlidir, duygularımızı, düşüncelerimizi tüm derinliği ve gerçekliğiyle anlatmaya uygun değildir. Ve insanlar yaratılıştan itibaren tek bir evrensel dil konuştukları için der Yunus Aksu hep bunun özleminin derinden derine duyarlar, kekemeliğin sebebi de budur. Bu ikincil, sonradan olma dili benimseyemeyenler kekelerler.
Yunus'a göre adıllar adlardan daha önemlidir. Bir yerde bana öyle geliyor ki bu savunulabilir bir düşüncedir aslında, bence de özel adlar dilin dışındadır. Yunus'un kuramı belki çok özgün değildir ama kendine göre bir bütünlüğü, bir iç tutarlılığı ve şiirselliği vardır. Ne de olsa o, kuşların oğludur.
Sizce insanlar gerçekten de yitik dillerini mi arıyorlar?
Yitik dili olmasa bile, bir ilk dili hep ararız kanımca. Örneğin ben kendi adıma; deyimleriyle, söz oyunlarıyla çocukluğumun dilini, benim için en güzel olan dili arıyorum diyebilirim.
Yusuf Aksu hem kendine ait olmayan hem de bilimsel olarak geçerliliği kabul edilmeyen bir kuramla ünleniyor ve bir dahi olarak kabul ediliyor. Bu noktada modern zamanların idollerine de bir gönderme yapıyorsunuz.
Evet, böyle bir gönderme sözkonusu. Diğer toplumlarda da görüldüğü gibi bizim toplumumuzda çok fazla olan idolleştirme eğilimi vurgulamak istedim burada.
Yusuf Aksu bir kez ilgi çekip idolleşmeye başladığında onun tüm özellikleri bilgisinin ve dehasının bir ürünü gibi görülüyor. Zenginliği, apartmanının büyüklüğü ve içindeki sanat eserleri, bütün bunlara karşın alçakgönüllülüğü ve pejmurde giyimi insanların başını döndürüyor. Ona ait tüm özellikler bir dehanın yansıması olarak kabul ediliyor ve Yusuf Aksu neden sonra kuramının yanlış olduğunu anlayıp bunu açıkladığında hiç kimse ona inanmıyor. İnsanlar tam olarak bilmedikleri, anlamadıkları ama bağlandıkları bu kuramı ve yaratıcısını, yani yalanı, kendilerinden çok sahipleniyorlar.
Romanın sonlarına doğru yazgılarımızı bizden öncekilerin yazgılarından soyutlayarak yaşamamızın bizi yalana sürüklediğini söylüyor Yusuf Aksu.
Yalan, gerçeklikten kopma, süreklilikte bir kesinti olarak düşünülürse; gerçeğe ve içinde yaşadığımız topluma, bu topraklara bağlılık eğiliminin azalması, her şeyi yıkıp yeniden yapma hastalığı bizi bir tür toplumsal yalana sürüklemektedir. Geçmişe çok bağlı birisi değilim ancak bu kopuşla birlikte artık yapay bir dünyanın, kendi yarattığımız bir yalanın içinde yaşamaya çalıştığımızı söyleyebilirim.
* * *
YALAN
Tahsin Yücel, Can Yayınları, 2002, 576 sayfa

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9