"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

5 Nisan 2012 Perşembe

ZEMHERİ KUYUSU-METİN SAVAŞ


“Üst-kurmaca, alt-kurmaca, bu-ne-biçim-bulmaca? Efendim, metinler-arasılık, çetinler-arasılık, ah-şu-kurgusallık. Pastiş-gülünç dönüştürüm-parodi. Bak bak bak, Fuat Çınaraltı neler de bilirmiş canım! Zekânı yesinler senin, büyümüş de post-modern adam olmuş! Ağucuk mugucuk. Modernizmin tekçi temeline tepkiymiş. Evrensel çoğulculukmuş. Hımmm… Evrensel olduğuna göre kesinkes uzaylılar da post-modern takılıyorlardır. Hımmm… Post-modern akıma öyküneceğim derken.. postu deldirmeyelim.. aman dikkat.. belli mi olur.. Marduklular ya da küresel güçler kancayı takar makar. Hımmm… Avrupa edebiyatının geleneği sonsuz bir şimdiki zamanda ve hiyerarşik bir düzlemde varlığını sürdürmekteymiş. Bak bak bak. Deme yahu! Yalanım varsa iki gözüm önüme aksın. Vallahi de billahi de tallahi de. Ülen köftehorlar.. siz zamandan ne anlarsınız.. sizi gidi binyılcı kökten-iblisçiler. Bak, dünya dillerine yeni bir sosyolojique ve teolojique bir terim kazandırdım. Türk abecesine Q harfini ekledim işte. Darısı W ve X harflerinin başına.” –s: 178 – 179.

“İmdi.. eli kalem tutan nevrozlu bir şahıs olarak.. ben Fuat Çınaraltı.. post-modern eğilimli böyle bir roman yazarım yazmasına da.. sırça köşklerinden yahut hakkettikleri mevkilerden ahkâm kesen münekkitler.. “zırvalamak sûretiyle dinî ve millî değerleri ayağa düşürmek” suçlamasıyla.. adımı deftere geçirirlerse ve çadırımı başıma yıkarlarsa ve yine bana Musul çeşmesinden su içirmeye yeltenirlerse ve dahi kırk satır mı yoksam kırk katır mı deyu sorarlarsa, hâlim nic’olur? Behemehal arzedeyim ki.. ironinin gücünden bilistifade, Türklüğü ve İslâmlığı savunmaya karınca kararınca gayret etmekteyim. Niyetim hâlis olup, yeni dünya düzeni fırkasının birdenbire şâha kalkıverdiği bir dönüşüm sürecinde –peygamber buyruğuyla- düşmana düşmanın silâhıyla kazan kaldırmak emelindeyim. Post-modern yaftalı yazarların piyasada rağbet görmeleri, millete balta olmaları, sağduyulu kelamşorlerin pabuçlarını dama atmaları, alicengiz oyunlarıyla ali kırıp baş kesmeleri ve durduk yerde Bulgurluya gelin gitmeleri nedeniyle.. bendeniz Fuat Çınaraltı naçizâne böyle bir roman kaleme almak mecburiyetini hissettim. Daha doğrusu böyle bir görevi –haddim olduğuna vehmederek- deruhte eyledim.” –s: 181 – 182.

“Şüphesiz ki.. bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir düsturunca.. tuzaklarla dolu olan post-modernlikte de.. inkâr edilemeyecek doğrular misliyle mevcuttur. Burada üstümüze düşen vazife.. “saf şiir”le birlikte anlatı sanatlarının en kapsamlısı ve en gelişmişi olan “roman” nimetini beşeriyetin hayrına yöneltecek ve hümanist riyâkarların küresel tekelinden kurtaracak irâdeye mâlik olabilimektir.” –s: 183.

*
Tuzla Belediyesi Roman yarışmasında “Efendi Dayı’nın Kozalakları” ile birinci olan yazarın ikinci kitabıdır. TYB Roman Ödülü sahibidir. Taşrada yaşayan fakat edebiyatımızın taşrasında olmayan yazar romanında birisi taşralı iki farklı aileyi bir hikâyede buluşturur. Bunu yaparken romanın hadiselerin etrafında toz bulutları gibi savrulduğu karanlık çekirdeği olan zemheri kuyusuna iki farklı mekânda hayat verir. Gizemini koruyan, derinlikleri araştırılması, üzerinde çokça durulması gereken bir romandır. Okuyanlar tarih felsefesinden arkeolojiye, popüler kültürden estetiğe, psikolojiden retoriğe uzanan pek çok alandaki ezberlerini gözden geçirmek ihtiyacı hissedeceklerdir. Zemheri Kuyusu, gürül gürül akan bir bilincin ve delilik kisvesi altından gülümseyen kolektif şuuraltının bir ifadesidir.  
Yorumlar:
Metin Savaş’ın bu romanı, daha önceki deneme ve başarılarının ötesinde, edebiyatımız için önemli bir kazanım ve ümit olarak görünüyor. Kahramanın ağzından ve yer yer serbest bilinç akımı ile yazılan roman, bu tekniğin kullanıldığı romanlarımız içinde hemen ön sıraya oturmuş gibidir.

Konu şöyle: 1999 Körfez depreminin sonrasıdır. Depresyon geçirdiğini düşünen gazeteci Fuat, amcasının oğlu Tolga’nın yönlendirmesiyle psikiyatrist Dr. Hayrünnisa hanıma gider. Psikiyatrist onun geçmişini eşelemeye çalışırken beklenmedik olaylar gelişir; ikisinin geçmişiyle ilgili bazı şeyler bilinmeye başlar. Derken, Fuat kendisini Dr. Hayrünnisa’nın dedesi Hisarlı Ahmet bey’in konağında bulur; bir zaman yarılması olmuş, Fuat yüz yıl önceki büyük İstanbul depremi zamanına düşmüştür. Çarpıcı bir roman örgüsü başlar; mistik olaylar hurafelerle karışır. Zemheri kuyusu romana girer; iyilikle kötülüğün ezeli kavgası. Bir meczup dünya üstündeki iyiliğin sorumluluğunu kendi üstünde hisseder. Fuat bütün bu olaylar içinde, yazmayı düşündüğü, ama bir türlü başlayamadığı romanını yaşadığını hisseder. Hayrünnisa hanıma olan ilgisi giderek derinleşmeye başlar. Hayrünnisa’nın kardeşi Aydın’la tanışır , Takunyalı Evliya ve Zemheri Kuyusu’nun sırrını birlikte çözmeye karar verirler. İşaret edilmesi gereken ilk nokta, romanın yüzde yüz yerli olduğudur. Bakış açısından, roman kahramanlarına, olaylardan, işlenen temalara, kullanılan imajlardan, kahramanların tutum ve davranışlarına, her türlü roman malzemesine kadar her şey millî ve o kadar sıcak... Öyle ki, İtalya’daki pansiyon sahibi madam bile, İzmir’i özleyen ve türküler söyleyen bir Anadolu kadını gibi... Fuat’ın şuuraltından iki de bir açığa çıkan Bilge Kağan’ın bin üç yüz yıl önceki “ Türk milleti öldün!....Türk milleti öleceksin!...” haykırışı, ne kadar Türk olunduğunun çarpıcı göstergesi.

Kahramanların , en az işlenenleri bile iz bırakıyor. Aslında Tolga ile nişanlısı, kendi başlarına , kendi sevgi ve ilişkileriyle hiç ele alınmamışlar gibi; Fuat ve Hayrünnisa ilişkisinin fonu olarak görünüyorlar. Fakat, o kadar canlı, sıcak ve etkileyici verilmişler ki, en az öndekiler kadar romanı doldurmuşlar. Olay örgüsü, romanın kuruluşu son derece başarılı ve okuyucunun heyecanını hiç eksiltmiyor. Romancının, Ahmet Hamdi ve Peyami Safa’dan dersini iyi aldığı anlaşılıyor. Bunu yani kendi edebiyat büyüklerimizden kaynaklanan yeni atılımlara girişmeyi de ayrıca övgüye değer buluyorum.

Edebiyatın her türlüsü sonuçta dile dayalı sanat yaratışlarıdır. Bu bakımdan özel bir roman dilinden söz edilmese bile, dil sağlamlığı ve güzelliği roman sanatının da temelidir. Metin Savaş’ın zengin, duru ve oturmuş, romana yaraşır bir dili var. Ayrıca romanın akışı içinde ana dil ve temiz Türkçe bilincini romanın bir parçası olarak sürekli vurgulaması da pek hoş. Akıcı bir üslup içinde, başta işaret ettiğimiz serbest bilinç akımının kullanılması üslubu aksatmamış. Gerek bizdeki gerek batıdaki örneklerinde, yoğun kullanılması halinde bilinç akımı ile yazılanlar okuyucudan özel bir dikkat ister ve yorucu olurlar. Metin Savaş’ın bilinç akımı uygulamasında, çağrışımlara kapılıp giden , sıkmayan, yormayan bir anlatım başarısı var. Zaman zaman Ahmet Mitat Efendi yahut Gogol tarzı, okuyucu ile roman arasına girdiği de olmuş; ama bu tarzı mübalağa etmemiş; zarif bir çeşni katmanın ötesine geçmemiş. Üzerinde çok konuşulacağını sandığım romancıya ve romanına hoş geldiniz diyor, Zemheri Kuyusu’nu okuyucularımıza hararetle tavsiye ediyorum. Nevzat KÖSOĞLU

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9