Hiç
kimse kendi aptallığını anlayacak kadar akıllı değildir.
Aptal
kimdir, ne yaparsak aptallık etmiş oluruz sorularının yanıtını hemen herkes
bilir. Çünkü bu soruların yöneltildiği kişi zaman zaman kendimizden başkası
değildir. Bir insanlık durumu olan aptallık aynı zaman da tarihsel bir konudur.
İnsanlığın en ortak noktalarından biridir.
Bir
İngilizin mizah anlayışı bir Japonu belki güldürmez ama aptallığına aynı Japon tepkisiz kalamaz.
Bu
kitap aptallığı öyle bir geniş yelpazede mercek altına alıyor ki aptallığı hem
akıllık halinde daha ilgiç kılıyor hem de ona bambaşka bir gözle bakmamızı sağlıyor.
Bir tarihsel dekor, bir felsefe sorunu, insanlığı birleştiren bir bağ gibi
onlarca küçük başlıklar altında yepyeni
yorumlar getiriyor. Politika, tarih, günlük yaşam gibi dünya üzerindeki hemen
her şey bu kitapla bir aptallık eseri olarak yeniden gözden geçiriliyor. Ve
tabii sonunda kitabın kendisi de bu paylamalardan nasibini alıyor.
Bu
kitabı sakın bir madde madde yazılmış, anekdotlarla aptallık manzaralarının sergilendiği
bir yapıt olarak düşünmeyin. En azından hergangi bir yerini açıp okumaya başlayın.
Böylece kamera şakası gibi olayları anlatan yavan bir kitap değil felsefi ve
edebi değeri oldukça yüksek özgün bir kitap olduğunu göreceksiniz. Hatta sonu
itibariyle sanki bir romana bile dönüşüyor kitap.
Yazarının
bütün yaşamı boyunca sadece bu konuda yazılar, kitaplar kaleme aldığını söylemekle
bir şeyler ima etmeye çalışmıyoruz.
*
Ahmakça hatalar, saçmalıklar, sakarlıklar, aptallıklar...
Bunlar uygarlığın temeli ya da insan davranışının belirleyici unsuru olabilir
mi? Tarih boyunca akla atfettiğimiz önem bir yanılsamadan mı ibaret?
Öyleyse aptallığın anlamı nedir?
Elinizdeki kitap Diderot’nun anladığı anlamda bir
ansiklopedi değil.
Kaynağını masallar, karikatürler, fıkralar, trafik kazaları,
bahçe tasarımı, bilimkurgu gibi örneklerin oluşturduğu gözlemlerden derlenmiş
eklektik bir kitap. XVIII. Yüzyıl akılcılığının ürünü olan ansiklopedi
geleneği, Van Boxsel’in girişimiyle tersine çevriliyor: Yazar, Nasreddin Hoca
fıkralarının yanı sıra, sanat ve edebiyattan örneklerle, aptallığın zekânın can
alıcı bir koşulu olduğunu, ahmakça hataların gelişmeyi tetiklediğini savunuyor.
Edebi ve anekdota dayalı bir aptallık kültürüyle ilgilenirken, kurbanla
celladın, aldatanla aldatılanın aynı kişi olduğu, iyilerin kötü olma olanağına
sahip olmadıkları için iyiliği seçtikleri insanlık durumlarından söz ediyor
bize.
Bu eğlenceli kitapta Robert Musil, John Milton, Slavoj
Z˘iz˘ek, Pascal gibi isimler; Prometheus, Kikloplar ve Sisyphos gibi
mitolojik karakterler bir araya geliyor. Saat farkı yüzünden amacına ulaşamayan
terör eylemleri, bilgisayar kullanımının kağıt tüketimini artırması, güneşin
zararlı etkilerinden korunmak için kullandığımız kremlerin kanserojen maddeler
içermesi, aptallığın yaygınlığını ve evrenselliğini kanıtlayan örneklerden
yalnızca birkaçı. Ancak örnekler sonsuz. Zira aptallık insanlığın olduğu her
yerde.
Van Boxsel çareyi aptallığın kendi diyalektiği içinde arıyor
ve şu reçeteyi öneriyor: “Aptalca bir harekete karşı en iyi çare, onu derhal
tekrarlamaktır. Tekrar, aptallığın zehrini akıtır ve onu şakaya dönüştürür.
Böylece aptallık bilinçli hale gelmiştir; herkes bizi komik bulur. Kültürümüzde
akıllılık böyle biçimlenir.”
Ölümsüz bir eserden söz edecek olursak, bu hiç kuşkusuz
Aptallık Ansiklopedisi olmalıdır. Aptallık her devirde var olmuştur ve var
olacaktır.
Vrij Nederland
Gerçek bir üniversitenin Van Boxsel’e kürsü vermesi gerekir.
De Volkskrant
*
"Kimse kendi aptallığını anlayacak kadar akıllı
değil"
Van Boxsel: Tehlikeli olan aptallığın zekâ ile kombinasyonu.
Bush belki aptal ama ona akıl verenler var. Bush sadece aptal olsaydı sorun
olmayacaktı. Ama zekâ ile birleştiğinde tehlike arz ediyor.
Ansiklopedi geleneğini 'Aptallık Ansiklopedisi' ile ters
çeviren Van Boxsel'e göre, aptallığa engel olamayız ama onu yönlendirip onunla
yaşayabiliriz
13/08/2004
GÜL ÖZLEN
Hollandalı yazar Matthijs van Boxsel, hayatının büyük bir
kısmını aptallığa vakfetmiş bir kişi. Yıllarını aptallık üzerine düşünerek ve
araştırmalar yaparak geçirmiş. 'Bu son derece insani durum'un 'uzmanı' olup
çıkmış. Daha üniversite öğrencisiyken Robert Musil ve Erasmus'un yapıtlarıyla
tanışması bu ilginç uzmanlığının temelini oluşturmuş. Van Boxsel giderek
aptallığın varoluşumuzun temelini oluşturduğunu ve Batı uygarlığını tehdit
ettiğini fark etmiş.
Bir süre önce yayımlanan 'Aptallık Ansiklopedisi' adlı kitabıyla Türk okurunun karşısına çıktı Van Boxsel. XVIII. yüzyıl akılcılığının ürünü olan ansiklopedi geleneğini bu yapıtıyla tersine çeviren yazar, daha çok edebi ve anekdota dayalı bir aptallık kültürüyle ilgilenirken, kurbanla celladın, aldatanla aldatılanın aynı kişi olduğu insanlık durumlarından söz ediyor bize bu kitabında.
Aptallığımızla kendimize zarar veren bizleri, çizgi film kahramanlarına benzetiyor. Büyük patlamalardan sağ kurtulan, yükseklerden düşen, dev kayaların altında kalan, ancak bir sonraki karede hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam eden o çizgi kahramanlara... Van Boxsel'e göre, insanlar da aynen bu şekilde, her türlü felaketten sonra kendilerini toparlamayı başarıyorlar.
Hollanda'nın çok satan gazetelerinden De Volkskrant, kitap yayınlandığında yazar için "Gerçek bir üniversitenin Van Boxsel'a kürsü vermesi gerekir. Aptallık, herkesin özgeçmiş dosyasının bir parçasını oluşturmalı," yorumunu yapmış. Zaten yazar da günün birinde bir 'Aptallık Akademisi'nin kurulacağına kesin gözüyle bakıyor.
Van Boxsel'le Amsterdam'daki çalışma mekânı olan çatı katında Aptallık Ansiklopedisi üzerine konuştuk...
Aptallık konusuna ne zamandan beri ilgi duyuyorsun?
1980 yılında Amsterdam Üniversitesi'nde Hollanda Dili ve Edebiyatı okuyordum. O yıllarda Robert Musil'in 'Toplu Eserleri'ni okurken kitabın sonunda 'Aptallık' bölümüne rastladım. 1937 yılında yazılan bu bölüm, o dönemde Viyana'da iktidarda olan Katolik faşistlere karşı yazılmıştı. O zaman aptallıkla ilgilenmenin bana ve çevreme komik geldiğinin farkına vardım. Aslında bugün bile aptallıkla ilgili konferans verdiğimde daha bir kelime bile etmeden salondan gülüşmelerin geldiğini duyuyorum. Kitabım yayınlanmadan önce de aptallık hakkında konuşmalar yapıyordum. Salonlar tıklım tıklımdı, oysa kimse beni tanımıyordu. Bence bunun nedeni herkesin aptallığa bulaşması. Üstelik 'aptal' söylenebilecek en ağır küfürlerden biri. Çünkü birine aptal dediğinde onu konuşmanın dışına atıyorsun ve her türlü diyalog olanaksızlaşıyor. Kendini haklı buluyor, 'aptal' dediğini zihinsel olarak küçümsüyor, dışlıyorsun. Dolayısıyla bana sorarsan bu insanlar arasında kullanılan en ayrımcı söz. Bu çok evrensel bir durum. Dünya üzerinde aptallığın en ağır küfürlerden biri sayılmadığı bir ülke yok.
İşin bir de ukalalık yanı var. Yani sen kim oluyorsun da aptallıkla ilgileniyorsun? Sen çok mu akıllısın ki? Beni dinleyenler genellikle onlara kişisel olarak saldıracağımdan korkarlar. İşte o noktada sihirli açıklamayı yapıyorum: "Aptallık son derece insani bir özelliktir. Bütün insanların başındadır. Ancak herkes kendi kendine zarar veren aptallığı ile başa çıkmak için farklı stratejiler geliştirir. İnsanlar arasındaki fark, kendilerine zarar veren aptallıkla başa çıkma yöntemlerindeki farklılıktır. Bu şekilde farklı kültürleri, gelenekleri ve onlara bağlı davranışları da anlayabilirsin".
Vardığım bu verimli sonucu Erasmus'a borçluydum. Onun 'Deliliğe Övgü' adlı eserinde, eleştiri ile başlayan ama ütopi olarak biten ve İncil'den bölümlerden söz edilen bölümünde "İnsanların bilgeliği Tanrı için aptallıktır" ifadesi kullanılıyordu. Peki insan bunu nasıl belirleyebilir? Yani insan kendi bilgeliğinin içine hapsolmuş durumda. Ben zekâmı, aklımı dışarıda bırakıyorum, ona dışarıdan bakıyorum diyemez ki!
'Aptallık Ansiklopedisi'nde günlük hayattaki aptallıkları çeşitli yöntemlerle gözler önüne seriyorsun. Bunlardan biri de çizgi filmler.
Evet, kitabımda çizgi film kahramanı Buggs Bunny'den örnek veriyorum. O, havada başarıyla yürür. Hatta bir macerasında havada bir kale inşa ediyordu ve bundan büyük mutluluk duyuyordu, ta ki dışarıdan birisi "Dikkat et havada asılısın" diyene kadar. O anda her şey yere yıkılıyordu. Kısacası bana göre insanlık ayağının altındaki toprakla ilişkisini, düşünmeye başladığı andan itibaren kaybetti ve sınırı geçerek havada asılı kaldı. Yanlış anlamayın, ben kötümser değilim. "Eyvah yere basmıyoruz" demiyorum. Sadece "Hep beraber oluşturduğumuz hayal dünyasında yaşamayı becerebilmemiz ne muhteşem" diyorum. Elbette felaketler oluyor ancak her şeye rağmen, tüm aptallığımıza rağmen bu hayatı sürdürebildiğimize şaşıyorum.
Kendi aptallığının insana zarar vermesinden söz ediyorsun...
Bu öylesine genel ki, her seferinde kendi çabanla balçıktan çıkabilmen gerekiyor. Çizgi film kahramanlarına bir bak, patlıyorlar, yüksekten düşüyorlar, başlarına kayalar düşüyor ama bir sonraki karede bir şey olmamış gibi devam ediyorlar. İnsanlar da her türlü felaketten sonra kendilerini bir şekilde tamir etmeyi başarıyorlar.
Bir taraftan Robert Musil, diğer taraftan "İnsanların bilgeliği Tanrı için aptallıktır" sözüyle Erasmus, benim aptallık konusuna ilgi duymamı sağladı. Sadece ermişler kendi benliklerinin dışına çıkarak insanlığın zekâsının aptallık olduğunu görebilirler. Ancak onlar kendi zekâlarının/benliklerinin içinde yaşayan insanlar tarafından ciddiye alınmaz, deli muamelesi görürler. İşte orada Erasmus'un aptalları, delileri, ermişleri, mistikleri koruyan söylemi önem kazanıyor. Bu tür kişilikler her kültürde her dinde var. İslam'da da var. Mesela Nasreddin Hoca. Bu tür kişilikler sınırlarda gezinir. Zekâmızın aptallıkla yakınlaştığı sınırlarda.
Üniversitelerin yanı sıra iş dünyasına da konferanslar veriyorsun. İş adamlarına neler anlatıyorsun?
Beni genellikle işleriyle ilgili bir kongrenin sonunda çağırıyorlar. Bunlar genellikle pek kitap okumayan insanlar. Sadece işlerine yoğunlaşmışlar ve bu tür konular onlara hoş gelebiliyor. Mesela bana "Aptallığı nerede aramalıyız?" diye soruyorlar. Mutlaka kendinizde, diye cevaplıyorum. Organize aptallık, kişisel aptallıktan daha beter bir şeydir. Dolayısıyla aptallığı organizasyonun başında ya da kalbinde aramalısın.
Sen balıklarla ilgili şu hikâyeyi duydun mu? Birçok balık türü arka arkaya yüzer. Muhtemelen bir arada olduklarında büyük bir balığa benzedikleri için, büyük balıklardan kendilerini korumak amacıyla... Balıklar genetik olarak önlerinde yüzen balığı takip etmeye programlanmışlar. Ancak balıklardan biri her zaman önünde balık olmadan, en önde yüzmek zorundadır. Bazı araştırmacılar en öndeki balığı sudan alıp araştırmışlar. Sonuç olarak bu balıklarda genetik bir bozukluk bulunmuş. İş dünyasındaki insanlara bu hikâyeyi anlatmaya bayılıyorum. Yani herhangi bir organizasyonun başında duran kişinin mutlaka genetik bir bozukluğu olduğunu. En öndeki balık alındığında aradan bir başka balık, genetik bozukluğu olan kendiliğinden en öne geçermiş. Bu araştırma doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama her türlü organizasyonun başındaki kişinin sembolik bir rolü olduğunu ortaya koyuyor. Bu kişinin başta olmanın dışında başka bir şey yapması gerekmez, sadece o rolü benimsemiş olması gerekir. Bu öylesine nankör bir görevdir ki bunu hep en yüksek maaşı vererek telafi etmeye çalışırlar.
Bu örneği yöneticiler, devlet adamları için de kullanabilir miyiz?
Tamamen öyle. Mesela demokrasideki aptallığa bakmak istediğimizde onun kalbine bakmalıyız. Bu da seçim dönemidir. Seçmenlerin demokratik haklarını kullandıkları an. Seçim süreci çok uzun sürmemelidir yoksa düzen içinde her şey karışabilir. En kısa zamanda düzen kabuk değiştirmeli, yenilik yaşanmalıdır. Yoksa seçim çılgınlığı anarşiye dönüşebilir. Bu konuda en sevdiğim hikâye, belki kitabımın da özü, kendilerine kral isteyen kurbağaların hikâyesi. Bataklıkta yaşayan kurbağalar birbirlerinden rahatsız olmaya başlarlar ve Jüpiter'den kendilerine bir kral vermesini isterler. Jüpiter kurbağaların ortasına bir sopa atar ve "İşte kralınız" der. Kurbağalar "Biz gerçek bir kral istiyoruz" derler. Jüpiter suya bir yılan balığı atar; o da bütün kurbağaları yer. Bataklıkta yaşayan kurbağaların demokraside yaşadıklarını varsayalım ama birbirlerinin gürültüsünden rahatsızdırlar. Bu anarşiye dönüşebilir. Başlarına bir hükümdar geldiğinde bunun da diktatör olma olasılığı vardır. Oysa medeni bir dünyada orta yolu bulmak gerekir. Başka bir deyişle başa geçecek kişinin bir sopa olması ve varlığıyla bize düzenin geçici olduğunu hatırlatması gerekir. Esas tehlike yönetenin niteliğine inanmaya başladığımız zaman ortaya çıkar. O andan itibaren kendimizi onun otoritesine sokarız. Ve yerine bir başkasını koyamayız. Kısacası ben orta karar yöneticileri savunuyorum. Çok az da olsa daha iyi olduklarında, kendi üstünlüklerine inanabilirler ve tabii biz de onlara inanmaya başlayabiliriz.
Çalışmaların daha sonra nasıl devam etti?
90 yılında aptallıkla ilgili bulabildiğim bütün bilgileri, yazıları, kitapları toplamıştım ve bunları sistemleştirmeye başladım. Arkasından da yazdım. Ve yazdığım son bir sayfada dünyanın muammasının anahtarını bulduğumu sandığım bir noktaya geldim. O büyük zafer günüydü. Artık dünyadaki her şeyi açıklayabilirim noktası. Mutlak güç, anahtarı buldum!
Sonra bu açıklamaları nokta nokta makale olarak yazmaya başladım. 1992 yılında o son sayfaya geri dönüp baktığımda hiçbir şey anlamadığımı fark ettim. Beni o noktaya getiren zekâm, bir anda bana karşıydı. Aptallığın akla zarar vermesi. O nokta beni zihinsel olarak yıktı. Tekrar kendime gelmem iki yılımı aldı.
1995 yılında bugünkü yayınevim Querido o güne dek ürettiğim her şeyi basma önerisinde bulundu. Dergiler, kitaplar bir bütün oluşturmadan bütün yazdıklarım yayımlandı. İlk plana göre önce 'Aptallığın Topografisi' yayınlanacaktı ama işler düşündüğümüz gibi olmadı.
Üç yıl önce çıkması gereken ilk kitabım 'Aptallığın Topografisi'nin ana teması 'kimlik nedir?' sorusuydu. Bu sorunun cevabını şimdi bulmuş durumdayım ama o yıllarda henüz bilmiyordum. 'Aptallık Ansiklopedisi'ndeki birçok konu aslında bu kitaptan doğmuştur. Bu arada keyfi olarak topladığım birçok bilgiden Morosofi kitabı doğdu. Ben patafizik hayranıyım. Patafizik düşünsel çözümler bilimidir. 19. yy'da Fransız patafizikler tarafından kurulmuş bir dernek bile vardır. Ben de onların üyesiyim. Bu arada Hollanda şubesini de kurduk. Aslında dünyanın birçok ülkesinde bu kulübün şubesi bulunuyor. Kendi yayınları var. Ansiklopedide de yer verdiğim, toplama işlemlerinin rüzgârdan etkilenme şansları ya da balık kuyruklarının denizlerdeki dalgaları etkileme yüzdeleri gibi çözümlemeler var. Bunlarla ilgili bir cümle kullanıyoruz ama onlar ciddi ciddi bu konularda kitaplar yazıyorlar. Ciddi bir bilim dalı aslında. Kelime oyunları, muhteşem. Bu dünyayı anlama çabalarımızın göreceliği... 'Hiçbir şeyin coğrafyası!'. Bu başlıkla Sartre'nin benzer adlı kitabına atıfta bulunulduğu sanılabilir ama aslında 'Hiçbir şey' Fransa'da küçük bir nehirmiş. Araştırmacılar bu nehrin etrafında dolaşmış, coğrafyasını incelemiş ve bu konuda kitap yazmışlar. Bu mizahı çok seviyorum. Patafizik benim de kendimi çok ciddiye almamamı, kendime göreceli bakmamı sağlıyor. Benim işim teorilerdeki mizahla ilgili. Patafizik ile ilgilenenler öylesine orijinal konularla ilgileniyorlar ki sonuçta kimse onlara inanmıyor. Mesela biri var ki bütün dünyanın mor olduğuna inanıyor bunu ispat etmek için sayfalarca yazı yazmış.
Biraz da dünyadaki aptallıklardan söz edelim. Savaşlar ya da savaşları başlatanlar hakkında ne düşünüyorsun?
Irak savaşına bakacak olursak; Amerika kurtarıcılık rolüyle yola çıktı ama işgalci oldu. Aptallık, zekânın karşıtı değil. Tehlikeli olan aptallığın zekâ ile kombinasyonu. Özellikle savaşlarda bu kombinasyonun en canlı örneklerini görüyoruz. Bu ikisi bir araya geldiğinde öldürücü birleşim haline geliyor. Evet Bush belki aptal ama bir yanıyla da zeki ya da çevresinde ona akıl verenler var. Bush sadece aptal olsaydı sorun olmayacaktı. Ama zekâ ile birleştiğinde tehlike arz ediyor. Bu tür olaylar dünyanın her yerinde meydana geliyor, her savaşta görülüyor. Bunları da biz insanlar yaratıyoruz. Genellikle her şey olup bittikten sonra aklımız başımıza geliyor. Yıllar önce Saddam'la Amerika, İran'a karşı işbirliği yapıyordu. Saddam Amerika'nın askeri ve maddi destekleriyle güçlendi. Amerika bence bunu hep yapıyor, aptallıkları günün birinde kendilerine zarar vermeye başlıyor.
Sen aptallığı anladığını söyleyebilir misin?
Belki anlamaya yaklaştım diyebiliriz. Ancak ona engel olamam çünkü aptallık hep sonrasında fark edilir. Aptallığın mantığı oynaktır, zekânın mantığından çok farklı. Anlamaya çalışabilirsin ama aptallık hep senin önüne geçer. Aptallık içimizdedir, başkasına aptal demekle bu işten sıyrılamayız. Kendi yarattığımız canavarlara karşı mücadele ediyoruz. Amerika da kendi yarattığı canavarlara sonradan savaş ilan ediyor. Aptallığa engel olamayız ama belki onu yönlendirmeye çalışabiliriz, ona hayatımızda bir yer verip onunla yaşamayı öğrenebiliriz.
Bir süre önce yayımlanan 'Aptallık Ansiklopedisi' adlı kitabıyla Türk okurunun karşısına çıktı Van Boxsel. XVIII. yüzyıl akılcılığının ürünü olan ansiklopedi geleneğini bu yapıtıyla tersine çeviren yazar, daha çok edebi ve anekdota dayalı bir aptallık kültürüyle ilgilenirken, kurbanla celladın, aldatanla aldatılanın aynı kişi olduğu insanlık durumlarından söz ediyor bize bu kitabında.
Aptallığımızla kendimize zarar veren bizleri, çizgi film kahramanlarına benzetiyor. Büyük patlamalardan sağ kurtulan, yükseklerden düşen, dev kayaların altında kalan, ancak bir sonraki karede hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam eden o çizgi kahramanlara... Van Boxsel'e göre, insanlar da aynen bu şekilde, her türlü felaketten sonra kendilerini toparlamayı başarıyorlar.
Hollanda'nın çok satan gazetelerinden De Volkskrant, kitap yayınlandığında yazar için "Gerçek bir üniversitenin Van Boxsel'a kürsü vermesi gerekir. Aptallık, herkesin özgeçmiş dosyasının bir parçasını oluşturmalı," yorumunu yapmış. Zaten yazar da günün birinde bir 'Aptallık Akademisi'nin kurulacağına kesin gözüyle bakıyor.
Van Boxsel'le Amsterdam'daki çalışma mekânı olan çatı katında Aptallık Ansiklopedisi üzerine konuştuk...
Aptallık konusuna ne zamandan beri ilgi duyuyorsun?
1980 yılında Amsterdam Üniversitesi'nde Hollanda Dili ve Edebiyatı okuyordum. O yıllarda Robert Musil'in 'Toplu Eserleri'ni okurken kitabın sonunda 'Aptallık' bölümüne rastladım. 1937 yılında yazılan bu bölüm, o dönemde Viyana'da iktidarda olan Katolik faşistlere karşı yazılmıştı. O zaman aptallıkla ilgilenmenin bana ve çevreme komik geldiğinin farkına vardım. Aslında bugün bile aptallıkla ilgili konferans verdiğimde daha bir kelime bile etmeden salondan gülüşmelerin geldiğini duyuyorum. Kitabım yayınlanmadan önce de aptallık hakkında konuşmalar yapıyordum. Salonlar tıklım tıklımdı, oysa kimse beni tanımıyordu. Bence bunun nedeni herkesin aptallığa bulaşması. Üstelik 'aptal' söylenebilecek en ağır küfürlerden biri. Çünkü birine aptal dediğinde onu konuşmanın dışına atıyorsun ve her türlü diyalog olanaksızlaşıyor. Kendini haklı buluyor, 'aptal' dediğini zihinsel olarak küçümsüyor, dışlıyorsun. Dolayısıyla bana sorarsan bu insanlar arasında kullanılan en ayrımcı söz. Bu çok evrensel bir durum. Dünya üzerinde aptallığın en ağır küfürlerden biri sayılmadığı bir ülke yok.
İşin bir de ukalalık yanı var. Yani sen kim oluyorsun da aptallıkla ilgileniyorsun? Sen çok mu akıllısın ki? Beni dinleyenler genellikle onlara kişisel olarak saldıracağımdan korkarlar. İşte o noktada sihirli açıklamayı yapıyorum: "Aptallık son derece insani bir özelliktir. Bütün insanların başındadır. Ancak herkes kendi kendine zarar veren aptallığı ile başa çıkmak için farklı stratejiler geliştirir. İnsanlar arasındaki fark, kendilerine zarar veren aptallıkla başa çıkma yöntemlerindeki farklılıktır. Bu şekilde farklı kültürleri, gelenekleri ve onlara bağlı davranışları da anlayabilirsin".
Vardığım bu verimli sonucu Erasmus'a borçluydum. Onun 'Deliliğe Övgü' adlı eserinde, eleştiri ile başlayan ama ütopi olarak biten ve İncil'den bölümlerden söz edilen bölümünde "İnsanların bilgeliği Tanrı için aptallıktır" ifadesi kullanılıyordu. Peki insan bunu nasıl belirleyebilir? Yani insan kendi bilgeliğinin içine hapsolmuş durumda. Ben zekâmı, aklımı dışarıda bırakıyorum, ona dışarıdan bakıyorum diyemez ki!
'Aptallık Ansiklopedisi'nde günlük hayattaki aptallıkları çeşitli yöntemlerle gözler önüne seriyorsun. Bunlardan biri de çizgi filmler.
Evet, kitabımda çizgi film kahramanı Buggs Bunny'den örnek veriyorum. O, havada başarıyla yürür. Hatta bir macerasında havada bir kale inşa ediyordu ve bundan büyük mutluluk duyuyordu, ta ki dışarıdan birisi "Dikkat et havada asılısın" diyene kadar. O anda her şey yere yıkılıyordu. Kısacası bana göre insanlık ayağının altındaki toprakla ilişkisini, düşünmeye başladığı andan itibaren kaybetti ve sınırı geçerek havada asılı kaldı. Yanlış anlamayın, ben kötümser değilim. "Eyvah yere basmıyoruz" demiyorum. Sadece "Hep beraber oluşturduğumuz hayal dünyasında yaşamayı becerebilmemiz ne muhteşem" diyorum. Elbette felaketler oluyor ancak her şeye rağmen, tüm aptallığımıza rağmen bu hayatı sürdürebildiğimize şaşıyorum.
Kendi aptallığının insana zarar vermesinden söz ediyorsun...
Bu öylesine genel ki, her seferinde kendi çabanla balçıktan çıkabilmen gerekiyor. Çizgi film kahramanlarına bir bak, patlıyorlar, yüksekten düşüyorlar, başlarına kayalar düşüyor ama bir sonraki karede bir şey olmamış gibi devam ediyorlar. İnsanlar da her türlü felaketten sonra kendilerini bir şekilde tamir etmeyi başarıyorlar.
Bir taraftan Robert Musil, diğer taraftan "İnsanların bilgeliği Tanrı için aptallıktır" sözüyle Erasmus, benim aptallık konusuna ilgi duymamı sağladı. Sadece ermişler kendi benliklerinin dışına çıkarak insanlığın zekâsının aptallık olduğunu görebilirler. Ancak onlar kendi zekâlarının/benliklerinin içinde yaşayan insanlar tarafından ciddiye alınmaz, deli muamelesi görürler. İşte orada Erasmus'un aptalları, delileri, ermişleri, mistikleri koruyan söylemi önem kazanıyor. Bu tür kişilikler her kültürde her dinde var. İslam'da da var. Mesela Nasreddin Hoca. Bu tür kişilikler sınırlarda gezinir. Zekâmızın aptallıkla yakınlaştığı sınırlarda.
Üniversitelerin yanı sıra iş dünyasına da konferanslar veriyorsun. İş adamlarına neler anlatıyorsun?
Beni genellikle işleriyle ilgili bir kongrenin sonunda çağırıyorlar. Bunlar genellikle pek kitap okumayan insanlar. Sadece işlerine yoğunlaşmışlar ve bu tür konular onlara hoş gelebiliyor. Mesela bana "Aptallığı nerede aramalıyız?" diye soruyorlar. Mutlaka kendinizde, diye cevaplıyorum. Organize aptallık, kişisel aptallıktan daha beter bir şeydir. Dolayısıyla aptallığı organizasyonun başında ya da kalbinde aramalısın.
Sen balıklarla ilgili şu hikâyeyi duydun mu? Birçok balık türü arka arkaya yüzer. Muhtemelen bir arada olduklarında büyük bir balığa benzedikleri için, büyük balıklardan kendilerini korumak amacıyla... Balıklar genetik olarak önlerinde yüzen balığı takip etmeye programlanmışlar. Ancak balıklardan biri her zaman önünde balık olmadan, en önde yüzmek zorundadır. Bazı araştırmacılar en öndeki balığı sudan alıp araştırmışlar. Sonuç olarak bu balıklarda genetik bir bozukluk bulunmuş. İş dünyasındaki insanlara bu hikâyeyi anlatmaya bayılıyorum. Yani herhangi bir organizasyonun başında duran kişinin mutlaka genetik bir bozukluğu olduğunu. En öndeki balık alındığında aradan bir başka balık, genetik bozukluğu olan kendiliğinden en öne geçermiş. Bu araştırma doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama her türlü organizasyonun başındaki kişinin sembolik bir rolü olduğunu ortaya koyuyor. Bu kişinin başta olmanın dışında başka bir şey yapması gerekmez, sadece o rolü benimsemiş olması gerekir. Bu öylesine nankör bir görevdir ki bunu hep en yüksek maaşı vererek telafi etmeye çalışırlar.
Bu örneği yöneticiler, devlet adamları için de kullanabilir miyiz?
Tamamen öyle. Mesela demokrasideki aptallığa bakmak istediğimizde onun kalbine bakmalıyız. Bu da seçim dönemidir. Seçmenlerin demokratik haklarını kullandıkları an. Seçim süreci çok uzun sürmemelidir yoksa düzen içinde her şey karışabilir. En kısa zamanda düzen kabuk değiştirmeli, yenilik yaşanmalıdır. Yoksa seçim çılgınlığı anarşiye dönüşebilir. Bu konuda en sevdiğim hikâye, belki kitabımın da özü, kendilerine kral isteyen kurbağaların hikâyesi. Bataklıkta yaşayan kurbağalar birbirlerinden rahatsız olmaya başlarlar ve Jüpiter'den kendilerine bir kral vermesini isterler. Jüpiter kurbağaların ortasına bir sopa atar ve "İşte kralınız" der. Kurbağalar "Biz gerçek bir kral istiyoruz" derler. Jüpiter suya bir yılan balığı atar; o da bütün kurbağaları yer. Bataklıkta yaşayan kurbağaların demokraside yaşadıklarını varsayalım ama birbirlerinin gürültüsünden rahatsızdırlar. Bu anarşiye dönüşebilir. Başlarına bir hükümdar geldiğinde bunun da diktatör olma olasılığı vardır. Oysa medeni bir dünyada orta yolu bulmak gerekir. Başka bir deyişle başa geçecek kişinin bir sopa olması ve varlığıyla bize düzenin geçici olduğunu hatırlatması gerekir. Esas tehlike yönetenin niteliğine inanmaya başladığımız zaman ortaya çıkar. O andan itibaren kendimizi onun otoritesine sokarız. Ve yerine bir başkasını koyamayız. Kısacası ben orta karar yöneticileri savunuyorum. Çok az da olsa daha iyi olduklarında, kendi üstünlüklerine inanabilirler ve tabii biz de onlara inanmaya başlayabiliriz.
Çalışmaların daha sonra nasıl devam etti?
90 yılında aptallıkla ilgili bulabildiğim bütün bilgileri, yazıları, kitapları toplamıştım ve bunları sistemleştirmeye başladım. Arkasından da yazdım. Ve yazdığım son bir sayfada dünyanın muammasının anahtarını bulduğumu sandığım bir noktaya geldim. O büyük zafer günüydü. Artık dünyadaki her şeyi açıklayabilirim noktası. Mutlak güç, anahtarı buldum!
Sonra bu açıklamaları nokta nokta makale olarak yazmaya başladım. 1992 yılında o son sayfaya geri dönüp baktığımda hiçbir şey anlamadığımı fark ettim. Beni o noktaya getiren zekâm, bir anda bana karşıydı. Aptallığın akla zarar vermesi. O nokta beni zihinsel olarak yıktı. Tekrar kendime gelmem iki yılımı aldı.
1995 yılında bugünkü yayınevim Querido o güne dek ürettiğim her şeyi basma önerisinde bulundu. Dergiler, kitaplar bir bütün oluşturmadan bütün yazdıklarım yayımlandı. İlk plana göre önce 'Aptallığın Topografisi' yayınlanacaktı ama işler düşündüğümüz gibi olmadı.
Üç yıl önce çıkması gereken ilk kitabım 'Aptallığın Topografisi'nin ana teması 'kimlik nedir?' sorusuydu. Bu sorunun cevabını şimdi bulmuş durumdayım ama o yıllarda henüz bilmiyordum. 'Aptallık Ansiklopedisi'ndeki birçok konu aslında bu kitaptan doğmuştur. Bu arada keyfi olarak topladığım birçok bilgiden Morosofi kitabı doğdu. Ben patafizik hayranıyım. Patafizik düşünsel çözümler bilimidir. 19. yy'da Fransız patafizikler tarafından kurulmuş bir dernek bile vardır. Ben de onların üyesiyim. Bu arada Hollanda şubesini de kurduk. Aslında dünyanın birçok ülkesinde bu kulübün şubesi bulunuyor. Kendi yayınları var. Ansiklopedide de yer verdiğim, toplama işlemlerinin rüzgârdan etkilenme şansları ya da balık kuyruklarının denizlerdeki dalgaları etkileme yüzdeleri gibi çözümlemeler var. Bunlarla ilgili bir cümle kullanıyoruz ama onlar ciddi ciddi bu konularda kitaplar yazıyorlar. Ciddi bir bilim dalı aslında. Kelime oyunları, muhteşem. Bu dünyayı anlama çabalarımızın göreceliği... 'Hiçbir şeyin coğrafyası!'. Bu başlıkla Sartre'nin benzer adlı kitabına atıfta bulunulduğu sanılabilir ama aslında 'Hiçbir şey' Fransa'da küçük bir nehirmiş. Araştırmacılar bu nehrin etrafında dolaşmış, coğrafyasını incelemiş ve bu konuda kitap yazmışlar. Bu mizahı çok seviyorum. Patafizik benim de kendimi çok ciddiye almamamı, kendime göreceli bakmamı sağlıyor. Benim işim teorilerdeki mizahla ilgili. Patafizik ile ilgilenenler öylesine orijinal konularla ilgileniyorlar ki sonuçta kimse onlara inanmıyor. Mesela biri var ki bütün dünyanın mor olduğuna inanıyor bunu ispat etmek için sayfalarca yazı yazmış.
Biraz da dünyadaki aptallıklardan söz edelim. Savaşlar ya da savaşları başlatanlar hakkında ne düşünüyorsun?
Irak savaşına bakacak olursak; Amerika kurtarıcılık rolüyle yola çıktı ama işgalci oldu. Aptallık, zekânın karşıtı değil. Tehlikeli olan aptallığın zekâ ile kombinasyonu. Özellikle savaşlarda bu kombinasyonun en canlı örneklerini görüyoruz. Bu ikisi bir araya geldiğinde öldürücü birleşim haline geliyor. Evet Bush belki aptal ama bir yanıyla da zeki ya da çevresinde ona akıl verenler var. Bush sadece aptal olsaydı sorun olmayacaktı. Ama zekâ ile birleştiğinde tehlike arz ediyor. Bu tür olaylar dünyanın her yerinde meydana geliyor, her savaşta görülüyor. Bunları da biz insanlar yaratıyoruz. Genellikle her şey olup bittikten sonra aklımız başımıza geliyor. Yıllar önce Saddam'la Amerika, İran'a karşı işbirliği yapıyordu. Saddam Amerika'nın askeri ve maddi destekleriyle güçlendi. Amerika bence bunu hep yapıyor, aptallıkları günün birinde kendilerine zarar vermeye başlıyor.
Sen aptallığı anladığını söyleyebilir misin?
Belki anlamaya yaklaştım diyebiliriz. Ancak ona engel olamam çünkü aptallık hep sonrasında fark edilir. Aptallığın mantığı oynaktır, zekânın mantığından çok farklı. Anlamaya çalışabilirsin ama aptallık hep senin önüne geçer. Aptallık içimizdedir, başkasına aptal demekle bu işten sıyrılamayız. Kendi yarattığımız canavarlara karşı mücadele ediyoruz. Amerika da kendi yarattığı canavarlara sonradan savaş ilan ediyor. Aptallığa engel olamayız ama belki onu yönlendirmeye çalışabiliriz, ona hayatımızda bir yer verip onunla yaşamayı öğrenebiliriz.
APTALLIK ANSİKLOPEDİSİ
Matthijs van Boxsel, çeviren: Gül Özlen, Ayrıntı Yayınları, 2004, 223 sayfa
Matthijs van Boxsel, çeviren: Gül Özlen, Ayrıntı Yayınları, 2004, 223 sayfa