"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

14 Mayıs 2012 Pazartesi

BÜYÜCÜ-JOHN FOWLES

Çağının yarı-entelektüel bunalımlarını geçirmekte olan, Oxford mezunu Nicholas Urfe, İngiltere’nin kasvetinden ve aşktan kaçmak için ücra bir Yunan adasına İngilizce öğretmeni olarak gider. Tek başına sıkıntılı günler geçirdiği, şair olduğuna dair hayallerinin de suya düştüğü bir sırada, gizemli milyoner Conchis ile tanışır... 
Büyücü insan zihninin labirentlerinde dolaşan metafizik bir eğlence trenidir adeta. Bu labirentlerde gerçeklikle sanrı arasındaki gri bölge kahramanımızca ihlal edilir. Birbiri ardına gelişen ürkütücü olayların, aşk ve ihanetin sonucunda Urfe başta kendi akıl sağlığı olmak üzere her şeyden şüphelenir bir duruma gelir.

Mitolojik öğelere ve Shakespeare’in ünlü oyunu Fırtına’ya çeşitli göndermelerin yapıldığı hikâyede John Fowles, savaşın acımasızlığını, bir Akdeniz adasının dinginliğini, insan zihninin karmaşık yapısını, kadın-erkek ilişkisinin doğasını, Tanrı ve özgürlük kavramlarını ustaca anlatımıyla irdeler. Gerçek özgürlüğün ancak kendini tanımakla mümkün olabileceği savından yola çıkılarak hayallerle gerçek deneyimler arasındaki ilişkiler, Fowles’un Prospero’su Conchis tarafından bir dizi yanılsama, maske ve gösteriyle çarpıcı bir biçimde sahneye konur.
Büyücü’de, insanlığın karşı karşıya bulunduğu tehdit, Batı kültürünün duvarları arasına olduğu kadar insanın kendi bilincinin duvarları arasına da gizlenmiştir. Urfe gibi, içinde doğdukları kültürün sosyal yapılarınca dayatılan davranış kalıplarından uzak durma özgürlüğüne sahip olduklarını keşfeden bireylerin çabalarıyla varılabilecek yeni bir bilinç düzeyine yolculuktur bu. 
Random House’un 20. yüzyılda İngiliz dilinde yazılmış en iyi yüz yapıt listesinde yer alan Büyücü, kişisel özgürlüğe ulaşmanın ve insanın kendini keşfetmesinin zorluklarına dair bir edebiyat şöleni...

“Ancak Marquis de Sade, Arthur Edward Waite, Sir James Frazer, Gurdjieff, Madam Blavatski, C. G. Jung, Aleister Crowlley ve Franz Kafka’dan oluşan bir ekibin tasarlayabileceği, ihtişamlı bir gerilimle örülmüş bir muammanın romanı.”
Financial Times

*
Nicholas'ın dertleri, kız arkadaşı Alison'u terk edip bir Yunan adasında İngilizce öğretmenliği görevini kabul etmesiyle başlar. Orada Büyücü'nün, Conchis'in ağına düşer. Böylece başlayan olağandışı tanrı oyunu, sorumsuz delikanlıya ahlaksız geçmişinin sonuçlarını öğretmek için hazırlanmıştır. Conchis öğrencisini bir gerçek yaşam oyununda düğümler ve duygularını çok çekici ikiz kardeşler June ve Julie aracılığıyla karıştırarak büyüsüne kaptırdığında, Büyücü onu yaşamını yeniden kurmaya zorlar. Oyun, insan bilinçaltına olağanüstü bir yolculuğa dönüşür. Nicholas'ın oyundan kurtulabilmesi için kendi taktığı maskeleri dış dünyaya yansıttığının bilincine varması, gerçekle kurguyu birbirlerinden ayırabilmesi, yanılsamalarını yıkıp gerçeği bulgulaması, aşkı ve cinselliği öğrenmesi, özgürlüğünü anlaması gerekmektedir. Bunun için de yolunu yitirmeli, yeniden, yeni bir dünyada bulmalıdır.

Büyücü varolmak ve öğrenmek üzerine düşsel, erotik bir roman; mitlerin, aşkın, korkunun, yalanın, ölümün, umudun gizemlerini yapıp bozan ve sürekli özü hedef alan bir roman; her alanda bir "John Fowles" romanı.
(Arka Kapaktan)

*
Büyücü, insan zihninin labirentlerinde dolaşan metafizik bir eğlence trenidir adeta. Bu labirentlerde gerçeklikle sanrı arasındaki gri bölge kahramanımızca ihlal edilir. Birbiri ardına gelişen ürkütücü olayların, aşk ve ihanetin sonucunda Urfe başta kendi akıl sağlığı olmak üzere her şeyden şüphelenir duruma gelir.

Mitolojik öğelerle ve Shakespeare'in ünlü oyunu Fırtına'ya çeşitli göndermelerin yapıldığı (Conchis/Prospero alegorisi gibi) hikayede John Fowles, savaşın acımasızlığını, kadın-erkek ilişkisinin doğasını, Tanrı ve özgürlük kavramlarını ustaca anlatımıyla irdeler. Gerçek özgürlüğün ancak kendini tanımakla mümkün olabileceği savından yola çıkılarak hayallerle gerçek deneyimler arasındaki ilişkiler, Fowles'un Prospero'su Conchis tarafından bir dizi yanılsama, maske ve gösteriyle çarpıcı bir biçimde sahneye konur.

Büyücü'de, insanlığın karşı karşıya bulunduğu tehdit, Batı kültürünün duvarları arasına olduğu kadar insanın kendi bilincinin duvarları arasına da gizlenmiştir. Urfe gibi, içinde doğdukları kültürün sosyal yapılarınca dayatılan davranış kalıplarından uzak durma özgürlüğüne sahip olduklarını keşfeden bireylerin çabalarıyla varılabilecek yeni bir bilinç düzeyine yolculuktur bu.

Random House'un 20. yüzyılda İngiliz dilinde yazılmış en iyi yüz yapıt listesinde yer alan Büyücü, kişisel özgürlüğe ulaşmanın ve insanın kendini keşfetmesinin zorluklarına dair bir edebiyat şöleni...

"Yanında ben olmaksızın evden her çıkışında ölebileceğini düşünüyorum. Her gün ölümü düşünüyorum. Her sevişmemizden sonra, bunun ölümün pençesinden kopardığımız bir şey daha olduğunu düşünüyorum. Cebimizde çok paramız olup da dükkanların bir saat içinde kapanacağını bilmemiz gibi bir şey. Delilik bu, ama parayı da harcamak gerek."

"- Sen olmasaydın, bu gece çekip gitmiştim.
 - Sen olmasaydın, geri gelmemiştim."

"Bağışlamak unutmaktır."

"Onu yaralayacak bir tek şey varsa, sessizlikti; ve amacım onu yaralamaktı."

"Görev duygusu, genellikle uyduruk şeyleri önemli gibi göstermeye dayanır."

"İnsan zihninin kendi, evrenin kendinden daha çok evrendir."

"- İnsanlığın pek önemi yoktur. İhanet edilmemesi gereken insanın kendisidir.

- Hitler'in kendine ihanet etmediği de söylenebilir.

- Haklısın. İhanet etmedi. Ama milyonlaca Alman kendilerine ihanet ettiler. Trajedi, bir tek adamın kötü olma cesareti bulması değil, milyonların iyi olma cesareti bulamamasıydı."

"İnsan beş saniyede aşık olmaz; ama beş saniye insanın aşık olduğunu düşlemesi için yeterlidir."

"Kendimi kabulleniyordum, erdemleriyle, kusurlarıyla bu zihin ve bu gövde olmam gerektiği, başka şans ve seçimimin olmadığı duygusu. Daha önce bildiğim, tutkuların yanılsamaları üzerine kurulu inancımdan çok daha farklı bir yeterliliğin bilincine varıyordum. Yaşamımın karışıklılığı, bencilliği, dolambaçları ve ihanetleri, bunların hepsi yerli yerine oturabilirdi, başka seçeneğim olmadığından, kaosun kaynağı olmak yerine, bir yapının temel taşına dönüşebilirdi. Ayrıca büyük ahlaki kararlar anı da değildi. Kendimizi olduğu gibi kabul etmenin, olmamız gerekene engel olduğu şüphe götürmez; her şeye karşın ileri doğru bir adım atıyordum- ve de daha yukarı."

"- Duygularla konuşurlar.
 - Pek kesin bir dil değil bu.
 - Tam tersi. En kesin dil. İnsan öğrenebilirse tabi."

"Her önüne gelen, on dakikada, beş dakikada daha mantıklı bir dünyanın tasarımını yapabilir, ama insanların mantıklı bir hayat sürmelerini beklemek, onladan imkansızı istemekten başka bir şey değildir."

"Bir erkekle bir kadın arasındaki her oyun içten içe cinseldir."

"İnsanın gerçek anlayışı yerçekimi gibidir. Uzun süre dayanılmaz."

"Yıllardır satranç oynamamıştım; ama anımsadığım, insan ilerledikçe taktik gereği feda edilen piyon sayısının da arttığıydı."

"Üç çeşit zeki insan vardır: ilki, akıllı denmesinin doğal ve normal geldiğ çok akıllı olanlar, ikincisi tanımlamak için değil, pohpohlamak için akıllı dendiğini düşünen yeteri kadar akıllı olanlar, üçüncüsü de söylenen her şeye inanacak cinsten çok az akıllı olanlar."

"Yüzeysel bağımsızlığına karşın, temel gereksinimi tutunabileceği sabit bir noktaydı. Bütün yaşamı tersini kanıtlama uğraşıyla geçmişti, ama sonunda tüm başardığı aslını kanıtlamak olmuştu. Deniz lalesi gibiydi, biri değdi mi, değene yapışıveriyordu."

"- İnsan bilinmeyen üzerine düşünemez.
 - Yarın üzerine düşünmüyor musun? Ya da gelecek yıl üzerine?

"İğrenç suçum Adem'inkiydi, erkek bencilliğinin en eskisi ve en ahlaksızıydı: Alison'u kendi olmak yerine, gereksinim duyduğum kişi rolüne bürünmeye zorlamıştım... Sigara verdikten sonra katırcı hakkında ne söylemişti? 'Ben adamdan iki paketlik hoşlandım.'

Ve bana bir ölümlük aşıktı..."

Come live with mee, and be my love,
And we will all the pleasure prove,
That Vallies, groves, hills and fieldes,
Woods or steepie mountaine yeeldes.

And wee will sit upon Rocks,
Seeing the sheepheards feede theyr flocks,
By shallow Rivers, to whose falls
Melodious byrds sing Madrigalls.

And I will make thee beds of Roses,
And a thousand fragrant poesies,
A cap of flowers, and a kirtle,
Imbroydered all with leaves of Mirtle...

Marlowe


"Erkek harbi sever, çünkü bu ciddi görünmesini sağlar. Çünkü kadınların onunla alay etmesine mani olan tek şey olduğunu düşünür. Harp sırasında, kadını obje durumuna indirirler. İki cinsiyet arasındaki büyük fark budur. Erkekler objeleri görürler, kadınlar objeler arasındaki münasebeti: Objelerin birbirlerine ihtiyaç duymalarını, sevgi göstermelerini, uygun düşmelerini. Biz erkeklerde tamamen eksik olan hisler boyutunda, her gerçek kadın savaşı iğrenç ve manasız bulur. Sana harbin ne olduğunu söyleyeceğim. Harp, münasebetleri, biz insanları birbirlerimizle münasebetlerini, ekonomik ve tarihi durumumuz arasındaki münasebetleri, her şeyden çok da hiçlikle, ölümle münasebetimizi görememenin sebep olduğu bir psikozdur."

"Ümidini kaybetmek hastalıktır."

"Doyurulmayan arzuları beslemektense, beşiğinde bir çocuğu öldürmek yeğdir."

"İnsan özgürlüğü ne kadar anlarsa, o kadar yitirir."

"Uzun zamandır yürüdüğünüz bir yolda, bir araba yanınızda durup sizi alırsa, bu varış saatini etkileyebilir, ama neden bu yöne saptığınızın açıklaması değildir."

"Sensiz asla yarı insan olamayacak birinden, gerçekte diz çökmüş birinden asla nefret edemezsin."
 
*
Ölümü göze alma arzusu son büyük sapkınlığımız. Karanlıktan gelip karanlığa gidiyoruz. Niye karanlıkta yaşayalım ki?" (s.129)
"Toplumun şansı kontrol altına almak için kullandığı yollardan biri de-kölelerinin seçme özgürlüğünü önlemek adına-geçmişin şimdiden daha asil olduğunu söylemektir." (s.130)
"İnsan zihni, evrenin kendisinden çok daha fazla evrendir." (s.134)
"İnsan soyu önemsizdir. İhanet edilmemesi gereken insanın kendisidir." (s.135)
"Esas trajedi buydu. Bir adamın kötü olmaya cesaret etmesi değil, milyonlarca insanın iyi olmaya cesaret edememesiydi." (s.135)
"Ayrıcalıklı bilgi sahiplerinin yüzlerine yerleşen o dramatik alaycılığın gülümsemesi." (s.151)
"Kendimizi olduğumuz gibi kabullenmek, daima ne olmamız gerektiğinin önüne geçmelidir; işte bu yüzden, bu bir adım öne gitmek demekti - ve de yukarı." (s.168)
"Yaşamak, sonu gelmez bir biçimde daha fazlasını istemektir, en kaba saba bakkalından en yüce mistiğine kadar böyleydi bu." (s.319)
"Bazı deneyimler seni öyle ele geçirir ki, tek katlanamadığın şey bunların sonsuza dek var olamayacağı düşüncesidir." (s.319)
"Erkekler savaşı sever çünkü bu onlara ciddi görünme imkanı verir. Çünkü bunun, kadınların kendilerine gülmesini engelleyen tek şey olduğunu sanırlar. Böyle bir durumda kadınları nesne konumuna indirgeyebilirler. İki cins arasındaki büyük fark da budur. Erkekler nesneleri, kadınlar nesneler arasındaki ilişkiyi görür." (s.425)
"Savaş, ilişkileri görmedeki bozukluktan kaynaklanan bir psikozdur. Birbirimizle kurduğumuz ilişkileri . Ekonomik ve tarihi durumumuzla ilişkilerimizi. Ve en çok da hiçlikle ilişkimizi. Ölümle." (s.425)
"Tüm korkuların, tüm dehşetin, asıl kötülüğün sonsuz kaynağı, insanın bizzat kendisidir." (s.512)
"Aşk aslında, diğer insanın içinde var olan bir şeyi sevmekten çok, kendi içimizde yer alan sevme kapasitesidir." (s.616)
"Güzel olmak bir ekstradır yalnızca. Hediyeyi saran bir kağıt gibi. Hediyenin kendisi değildir." (s.658)
"Özgürlük bir seçim yapıp o yolda devam etmekti; insanın içgüdü ve iradesinin, kendini tek başına yeni bir duruma fırlatıp atmasına izin vermesiydi. Şansımı denemem gerekiyordu. İçinde bulunduğum bu bekleme odasından kurtulmalıydım." (s.659)


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9