Sözler yumuşak dokunuşlar gibiydi ve kızı uyandırdı:
"Hey merhaba! Orada mısın? "
Kız göz kapaklarının üzerindeki ışığı hisseti, gözlerini
açarsa acıyacağını biliyordu, eliyle gözünü kapatıp, ışığın parmaklarının
arasındaki aralıktan gelmesini sağlamalıydı.
Yumuşak sesli bir erkek “konuşabilecek halde misin?” dedi.
Sonra hafızası ne olduğunu merak edecek kadar aydınlandı,
annesi neredeydi? Hafızasını yokladı ama bir cevap alamadı. Bu mümkün değildi.
Annesini bir kez beynine aldıktan sonra onu tekrar atamazdı, bu annesini eve
çağırmak gibi değildi, annesi beynine girdikten sonra çıkışı yoktu çünkü
annesinin geri dönebileceği bir vücudu yoktu.
Öyleyse annesi neredeydi?
“Hah, artık uyandığını biliyorum. Hadi uyuyan güzel, konuş
benimle.” Son cümle bir fısıltı, bir aşığın sözleriydi ve Mira uyanmak ve
gözlerini açmak zorunda olduğunu hisseti. İç geçirmek istedi ama nefes alamadı.
Gözleri korkuyla sonuna kadar açıldı.
Yaşlı bir adam ona yaslanmış, gülümsüyordu. Ama Mira adamı
zarzor gördü çünkü nefes almak için ağzını açtığında, ağzından hava yerine
sanki kuş gibi bir ciyaklama çıkmıştı ve ellerini yüzünün iki yanına bastırmak
istedi ama yapamadı. Yüzünden başka hiçbir yerini oynatamıyordu.
“Merhaba, nasılsın?” Yaşlı adam sanki gülümsemeyi bırakırsa
Mira kaçacakmış gibi içten gülümsüyordu. Sonra adamın o kadar da yaşlı
olmadığını farketti, belki altmışındaydı. Alnındaki ve burnundaki çizgilerin o
kadar derin gözükmesinin sebebi adamın kendisine neredeyse öpüşecek kadar yakın
olmasındandı. “rahatsız mı oldun?” adam yakınlaştı ve saçlarını okşadı. Nefes
alabilmen için arka dişlerini sıkman gerek. Sana söylemediler mi?”
Hafif bir rüzgar- bir hava akımı gırtlağından ağız ve
burnuna ulaştı. Burun deliklerindeki minik kılları kımıldattı ve dişlerini
sıkınca hava göğsünü inip çıkartmaya yetecek bir ıslığa dönüştü ama öyle olmadı
ya da oldu ama kız bunu anlayamadı çünkü başını kaldırıp bakamıyordu.
Mira “Neredeyim - ?” dedi ama korkuyla inledi çünkü sesi
sanki bataklıktan çekip çıkartılmış biri gibi korkunç, boğuk, derin ve kof
çıktı.
“Alışması biraz zaman alır. Ben ilk miyim? Seni daha önce
kimse canlandırmadı mı? Alıştırmak için bile?" İlk olmakla ne
kasdediyorsa bu durum adamı memnun etmiş gibiydi. Mira adamı tanıyıp
tanımadığını düşündü. Sanki Mira'nın onun gelmesinden mutlu olacağını bekler
gibi bir hali olması dikkatini çekmişti. Yakışıklı biri değildi, burnu geniş ve
çıkıntılıydı, aristokrat burnu da değildi. Burun delikleri boğanınki gibi, alnı
mağara adamı alnıydı ama ağzı zarifti. Kız onu tanımadı.
“Kımıldayamıyorum. Niye kımıldayamıyorum?”Mira sonunda
elinden geldiği kadar etrafına bakınabildi.
“Her şey yolunda, sakin ol. Sadece yüzünü oynatabiliyorsun”
“Ne oldu?”
“Bir araba kazası geçirdin” Şimdi adamın alnı ilgiyle
kırışmıştı. Avucundaki bir yazıya baktı. “oldukça kötü durumda. Aort yırtılmış,
sağ bacak kopmuş”
“Sağ bacak kopmuş mu? Kendi bacağı mı? Üzerine eğilen adam
ve çok çok yüksekteki altın rengi tavandan başka bir şey göremiyordu.
“Burası hastane mi?”
“Hayır, hayır, bir evlilik bürosu”
“Hayır, hayır, bir evlilik bürosu”
“Ne?” İlk kez odada başka seslerin de olduğunu farketti,
alçak, içten ve güven verici şekilde konuşuyorlardı. Şuna benzer cümleler
yakaladı:
“.......doğal renkler. İnsan nasıl menekşe rengini seçer?”
“........ Day-Glows konserine en son gittiğimde onyedi
yaşındaydım.”
“Bunu söyleyen ben olmak istemezdim.” Adam omzunun üzerinde
dönüp ona baktı. “genellikle önceden alıştırırlar.” Sesini yükseltti. “Hey?”
Kıza doğru baktı, omuzlarını silkti, şaşkın gibiydi. “Galiba iş bana kaldı”
Mira'ya doğru uzandı, ellerini kenetledi. “Gerçek şu ki, gördüğün gibi o kazada
öldün”
Mira, adamın sonra söylediği birkaç şeyi duymadı. Kendini
havada uçuyor gibi hissediyordu. Birisi öldüğünü söylese de ölmüş olabileceğini
düşünmek saçmaydı. Ama bir şekilde bu ona doğru gibi geldi. Öldüğünü
hatırlamıyordu ama bugün ile dün arasında kesin bir sınır hissediyordu. Bu
fikir yüzünden artık ölü olan bedeninden çıkmak, kaçmak istedi. Dişleri bir
ölünün dişleriydi.
“.......sigortan derin dondurucuda saklanmanı karşıladı. Ama
tamamen canlandırmak özellikle kötü yaralanmalar varken müthiş pahalıdır. İşte
evlendirme büroları bu yüzden.....”
Mira “annem nerede?” diye sözünü kesti.
Adam tekrar avucuna baktı. Başını salladı. “bir zihin yolcun
var, annen zihninde yaşıyor”
Adam tekrar etrafına baktı, sanki birine el sallarmış gibi
elini kaldırdı sonra indirdi.
Yolcu. Ne kadar uygun bir tanım. “Annem gitti mi?”. Mira
“annem öldü mü?” demek istedi ama bu sözcük ona çok belirsiz bir kavram gibi
göründü.
“Evet, bir zihin yolcunun olması için beyninin sürekli aktif
olması gerekir, sen ölünce yolcu da gider”
Mira bir telefon numarasını hatırlamaya çalışır gibi
düşündü. Akılda tutmaya çalışırsınız, bir kez unutursanız bir daha asla
hatırlayamazsınız. Mira bayağı bir rahatladı. Uyandığı andan itibaren annesinin
sesini duymayı beklemişti. Şimdi duymayacağını biliyordu ve rahatladı.
Annesinin ölmesinden dolayı rahatladığı için suçluluk hissetti ama kim ona
kabahat bulabilirdi? Kesinlikle annesini tanıyan hiç kimse. Asla Lynn değil.
Kız “ Bir kızkardeşim var” dedi. “Lynn” Çenesi kaskatıydı.
“Evet ikiz kızkardeşin. Artık bu iş ilginç oluyordu. Adam
sırıttı, kaşlarını kaldırdı.
“Hala hayatta mı?”
Adam aptal olduğunu ima eder bir ses tonuyla “hayır” dedi.
“sen öleli seksen yıl oldu uyuyan güzel.”
Tüm bunlar çok sıradanmış gibi bir el işareti yaptı.
“Ama biz bugüne odaklanalım. Şimdi bu iş şöyle oluyor,
tanışıyoruz, buluşuyoruz, eğer anlaşırsak”omuzlarını kulaklarına kadar
kaldırıp, nazikçe güldü. “ seni canlandırmaları için gerekli parayı ödüyorum ve
birlikte oluyoruz”
Buluşmak.
“ ve benim adım Red. Elimdeki bilgiden senin isminin Mira
olduğunu biliyorum. Tanıştığımıza memnun oldum Mira.”
Mira “memnun oldum” diye mırıldandı. Adam bir araba
kazasında öldüğünü söylemişti. Hatırlamaya çalıştı ama hiçbir şey aklına
gelmedi. Kaza hakkında hiçbir şey. Aklına gelen hatıralar annesiyle olan ağız
kavgaları, tartışmalardı. Bir alışveriş merkezinde tartışmışlardı. Annesi,
Mira'nın sevdiği her şeyden nefret ediyordu. Mira'yı yaşlı kadınların
giysilerinin olduğu reyona götürüp, ucuz, sıradan elbiseler alıyordu. Annesinin
Mira'nın vücudu üzerinde kontrolü yoktu(kadın sadece bir zihin yolcusuydu)ama
kontrolün de çeşitleri vardır.
Red ellerini çırptı. “e, Mira” dedi. “saçmalamaya devam
edecek miyiz yoksa daha samimi olalım mı?”
Kaşlarını kız ikizlerden söz ederken olduğu gibi yine
kaldırdı. Mira “anlamıyorum” dedi.
“Şeeey, mesela şöyle sorayım”. Kıza yaklaştı, nefesi
kulağını yaladı.“Seni canlandırırsam bana ne tür şeyler vaadediyorsun?”
Mira bu adamın isminin Red olmadığından emindi ve buraya
birisini canlandırmak için geldiğinden de kuşkuluydu. “Bilmiyorum. Bu çok özel
bir soru. Niye önce birbirimizi tanımıyoruz?” Düşünmek için zamana ihtiyacı
vardı. Bunları anlamak için hiçolmazsa birkaç dakikalık bir sessizlik.
Red, poz yapar gibi kaşlarını kaldırdı “hadi, birazcık azdır
beni”
Red'e eşcinsel olduğunu söylemeli miydi acaba? Kesinlikle hayır.
İlgisini kaybeder ve belki de burasının sahibi kimse ona rapor ederdi. Fakat
burasının sahibi kimse eşcinsel olduğunu neden bilmiyordu? Belki bilmediği o
alıştırmanın bir parçasıydı. Sebebi ne olursa olsun bu durumdan alınma, fişinin
çekilmesi ve gömülmesi riskini göze almak istiyor muydu?
En kötü şey bu muydu?
Bu düşünce unuttuğu bir şeyi çağrıştırdı. Hayatındaki her
şey uzun zaman önce, çoktan unutulmuştu. Bu süre zarfındaki bazı şeyleri
düşünmüştü ve hafızası olmadan bile bunlar ona acı veriyordu. Hafızasını
yoklamaya çalıştı ama ne zaman bir şey hatırlamaya çalışsa bir boşlukla
karşılaşıyordu. Hayattayken çaba harcamadan hafızasını yoklayabiliyor muydu
gerçekten yoksa hatırladığı bu muydu?
“Şeyy sadece havamda değilim” demek istedi. Fakat bu sadece
bir bahane değil, durumu çok hafife almaktı. Ölüydü. Yüzünden başka hiçbir
yerini oynatamıyordu ve bu yüzden kendisini havada uçuyor veya yüzüyor gibi
hissediyordu. Eller ve ayaklar seni yere bağlar. Mira bunu hiç farketmemişti. “Sadece
bu tür şeylerde pek iyi değilim”
“Şeyy”. Red ellerini beline koyup, trip yaptı.
“bu iş oldukça pahalı ve her dakikası para demek. Bu yüzden
şimdilik sana Hoşça kal diyeceğim, ölmüş olmaya kaldığın yerden devam
edebileceksin”
Mira “devam etmek mi? Bekle!”dedi. Onu canlandırdıktan sonra
tekrar ölüme terk edebiliyorlar mıydı? Bedeninin bir yerlerde yıllarca belki
sonsuza kadar hapsolduğunu gözünün önüne getirdi. Bu düşünce onu korkuttu. Red,
durakladı, bekledi “peki, ben......”Kız bir şeyler düşünmeye çalıştı ama
aklından o kadar çok şey geçiyordu ki ama hiçbiri Red'in kendisine sapıkça
yaslanmasıyla ilgili değildi.
Tamamen “canlandırmanın” başka yolları da var mıydı? Temas
kurabileceği herhangi yaşayan bir akrabası var mıydı? Ya da geçen seksen yıl
boyunca tahakkuk eden bir para hesabı? Öldüğü zaman hiç birikmiş parası var
mıydı? Bir evi vardı – bunu hatırlıyordu, Lynn'e kalmış olmalıydı.
Red “iyi, konuşmayacaksan sana sadece Hoşça kal diyorum”
diye pat diye söyledi. “Fakat başka birisini bekleme, yaraların yüzünden
canlanman çok pahalıya çıkıyor ve burada daha binlerce kadın var. Artı,
erkekler burası açılmadan altmış yıl önce dondurulmuş kadınlarla
ilgilenmiyorlar çünkü bu tür kadınlarla pek ortak noktaları olmuyor”
Mira “lütfen” dedi.
Adam kızın başının üzerindeki bir şeye ulaştı, gözden
kayboldu.
Mira, rüyasında ormanda bir yolda koştuğunu gördü, yol
gittikçe dikleşiyor, dikleşiyor, sonra büyük basamaklara çıkıyordu. Sonra
çürük, tahtadan bir kuleye varıyor ve yukarı çıkıyordu. İçerisi karanlıktı ve
zarzor görüyordu ama koşmak iyi gelmişti, ne kadar dik olduğunun farkına
varmayalı uzun yıllar olmuştu, daha da yukarı çıktı, geri dönmeyi düşündü ama
bu kadar gelmişken en tepeye çıkmayı istedi. Sonunda tepeye ulaştı, büyük bir
nehre bakan bir pencere ve nehir boyunca güzel bir üniversite kampüsü vardı.
Daha iyi bakmak için pencereye yaklaştı, yaklaşırken kızın ağırlığının
değişmesiyle kule yan yattı ve aşağı düşmeye başladı. Kule hızla aşağıdaki
binaların üzerine düşüyordu. “işte bu” diye düşündü. Midesine kramplar
giriyordu. “bu benim ölüm anım”
Mira, yere değmeden önce uyandı.
Yetmiş yaşlarındaki bir adam gözlerini kısmış kıza
bakıyordu. Kızın başının üzerine doğru eğilerek “Tipim değilsin” diye
mırıldandı.
“Merhaba” sesi balgamlı çıktı. Adam boğazını temizledi.
“daha önce bunu yapmamıştım”.Şişman bir adamdı, belki de kırk yaşındaydı.
Mira hala uyku sersemi “ günlerden ne?” dedi.
Adam “3 ocak 2352” dedi. Neredeyse otuz yıl geçmişti. Adam
bileğinin tersiyle ağzını sildi. “burada olduğum için biraz rahatsızım kendimi
çocuk tacizcisi filan gibi hissediyorum”. Kaşlarını çattı. “Fakat bu
çekmecelerde gerçek aşkı bulan insanlarla ilgili öyle çok hikaye var ki,
kuzenim Ansel ikinci eşiyle bir canlandırma merkezinde tanışmış, hoş bir
kadın.”
Adam kıza yarımyamalak gülümsedi “bu arada adım Lycan”
“Ben de Mira, tanıştığımıza memnun oldum”
“Çok hoş bir gülüşün var, dürüst biri olduğunu
söyeyebilirim, canlanıp sonra boşanmak için beni kullanmazsın. Buna dikkat
etmelisin.” Lycan yan oturdu, belki daha zayıf gözükmeye çalışıyordu.
Mira “bunun nasıl bir şey olduğunu anlıyorum” dedi.
Lycan içini çekti “belki bir kadınla buzgelin merkezinde
tanışmak zavallılık ama şirket toplantılarında bir kadınla elele tutuşacak
yerde, ellerin ceplerinde gezmek kadar zavallıca değil ya da partiye çok kötü
gülen, kötü espriler yapan ve senden on yaş büyük ve pek güzel olmayan bir
kadınla gelmek asıl zavallılık. Boşver herkes genç, güzel karımın
canlandırıldığından şüphelensiler, yine de kıskanacaklar ve herkes karıma
bakarken, ben eli onun elinde, başım dik gezeceğim”
Lycan bir an sustu. “Büyükannem çok uzattığımı söylüyor,
kusura bakma”
Demek Lycan'ın da bir zihin yolcusu vardı. En azından bir
tane. Anlatması zor, insanzihninde bir yolcu taşıyorsan, aynı anda iki kişiyle
konuşmak konusunda çok iyi oluyor.
Mira “Hayır, hoşuma gitti” dedi. Bu kıza çok değerli olan
zamanını veriyordu. Hayattayken, Mira'nın çok az zamanı olan günleri olmuştu.
Ama düşünmek için her zaman zamanı olmuştu. İşe giderken, kuyrukta beklerken ve
aradaki bütün zamanlarda düşünebilmişti. Birdenbire düşünmek en değerli şeyi
olmuştu.
Lycan avuçlarını sildi. “ilk buluşmalarda pek iyi
değilimdir”
Mira elinden geldiği kadar iyi gülümseyerek ama
gülümsemesinin adama ulaşmadığını bilerek“çok iyi gidiyorsun” dedi. Buradan
çıkmalıydı, bu adamlardan birini kendisini canlandırması için ikna etmeliydi.
Bu adamlardan biri mi? Burası açıldığından beri elli yıl içinde kızı
canlandırmak için gelen üçüncü adamdı. Ve ilk gelen adam – o sapık- doğru söylediyse,
burada ne kadar çok kalırsa o kadar az talep edilecekti.
Mira nasıl bir yerde olduğunu görmeyi çok istiyordu. Bir
tabutun içinde miydi? Bir yatak mı? Boynunu oynatabilmeyi isterdi. “Burası neye
benziyor?” diye sordu. “bir odada mıyız?”
“Görmek mi istiyorsun? İşte bak” diyerek avucunu kızın
yüzünün biraz yukarısında tuttu. Avucuna gömülü bir ekranda üç boyutlu
görüntüler ve yazılar bir aynaya dönüştü.
Mira ürperdi. Kendi ölü yüzü ona bakıyordu. Cildi gri,
dudakları morumsuydu. Yüzü pörsümüştü. Huzur içinde olmaktan ziyade biraz
dengesiz ya da zeka özürlü gibi gözüküyordu. Parlak, gümüş rengi bir şeyle
boynuna kadar örtülüydü.
Lycan aynanın açısını değiştirerek kıza odayı gösterdi.
Burası muazzam büyük bir alışveriş merkezinin girişi gibi, büyük, açık bir
yerdi. Girişin ortasında bir asansör aşağı iniyordu.
İnsanlar güzel tasarlanmış köprülerden çabucak geçerken
kristal mavisi sular; havada asılı duran büyük, seffaf tüplerin içinde, uçan
dereler intibası bırakarak kıvrımlı patikaları izliyordu. Yanında bir adam açık
çekmecenin başında duruyordu, ağzı oynuyor, başını sallıyor, sıkılgan bir
tavırla elleri kucağında duruyordu.
Lycan aynayı çekti. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Mira “ne oldu?” dedi.
Adam konuşmak üzere ağzını açtı sonra fikrini değiştirip başını
salladı. “Yok bir şey”
“lütfen söyle”
Uzun bir sessizlik oldu. Mira onun bir iç çatışma yaşadığını
tahmin etti. Sonunda Lycan cevap verdi. “Bu iş beni çok rahatsız ediyor: Ölü
biriyle konuşuyorum. Elini tutsam, parmakların soğuk ve katı olacak.”
Mira tavana baktı. Utandığını hissetti. Kendisini kaplayan
ölü bedeninden utanmıştı.
Adam sanki ayıp bir şeymiş gibi “nasıl bir şey?” diye
fısıldadı.
Mira cevap vermek istemedi ama tekrar ölmek de istemiyordu.
“Zor, hiçbir şey üzerinde kontrolünün olmaması, canlanabilecekken ya da
birisiyle konuşurken. Ve dürüst olmak gerekirse ürkütücü. Bu buluşma sona
erdiğinde ben gitmiş olacağım – ne düşünce, ne rüya, sadece hiçlik, bu beni
korkutuyor. Buluşmanın sona ermesinden önceki şu son dakikalarda çok
korkuyorum”
Lycan sorduğu için üzülmüştü. Mira, Lycan'ın zihin
yolcularını sorarak konuyu değiştirdi. Adamın iki yolcusu vardı: Babası ve
babaannesi.
Mira “anlamıyorum, madem insanları canlandırmayı biliyorlar
niye hala zihin yolcuları var?”dedi. Mira'nın zamanında tıp bilimi çok büyük
bir buluş beklenecek kadar ilerlemişti ve dondurma olağan bir işlemdi ama
ölüler hala ölüydü.
Lycan işin gerçeği olarak “bedenler yıpranıyor” dedi. “Eğer
doksandokuz yaşındaki bir hanfendiyi canlandırırsan, yaşlanmaya devam ediyor.
Bana kendinden bahsetsene, senin de bir yolcun olduğunu gördüm”
Mira, Lycan'a annesinden söz etti ve adamın ağzından
başsağlığı sözcükleri döküldü, kız da bu sözler makbule geçmiş gibi numara
yaptı. Annesine beyninde evsahipliği yapmaya nasıl razı olduğu hakkında bir
fikri yoktu. Bir bakıma bu tamamen bencilce bir sebepti, hayır derse suçluluk
duygusuyla yaşayamayacağını biliyordu. Annesinin yaptığı duygusal bir şantajdı
ama kusursuz bir şekilde yerine getirilmişti.
“Ama ben ölüyorum Mira, korkuyorum, lütfen” Seksen yıl ve
ölümden sonra bile Mira hala annesinin sürekli ızdırap içindeki sesini
duyabiliyordu.
Annesini düşününce korkunç bir karanlık içini sardı,
suçluluk ve utanç duyuyordu. Ama neden utanıyordu? Annenizin size yaptığı tek
iyilik sizi dünyaya getirmekten ibaretse ona ne borçlu olurdunuz? Beyninizde
onun için bir yer borçlu musunuz? “Yakışıklı bir adam” yerine bir kadını
seviyorsanız ve anneniz size küserse ne olur? Ruh eşiniz acı çekerek ölmüşse,
annenizin sizi teselli ederken “belki bir dahaki sefere bir erkeği denemelisin”
demesi nasıl oluyor? Sanki Jeanette'in ölümü annesini haklı çıkartmış gibi.
Lycan “gerçekten burada birini bulur, canlandırma
karşılığında benimle evlenmeye söz verirse ne olacak?” diyordu. “İnsanlar onun
benim için fazla güzel olduğunu farkedip, onunla bir buzgelin merkezinde
tanıştığımı tahmin ederlerse ne olur? Nerede ve nasıl tanıştığımıza dair ikna
edici bir hikaye bulmalıyız, uyduruk olduğu anlaşılmayacak bir şey olmalı”
“Buzgelin mi?”
“ Evet, bazıları bu tür yerlere böyle diyorlar”
Demek birisi onu canlandırsa bile, parya gibi bir şey
olacaktı. İnsanların onunla bir işi olmayacaktı. Annesinin sesi zihninde
yankılandı, neredeyse cümleyle uyumluydu.
Seninle bir işim olmaz, ne seninle ne de kız arkadaşınla.
Lycan “Korkarım gitme zamanı geldi, biraz bakınacağım. Ama
belki yine görüşürüz” dedi.
Kız tekrar ölmek, yine o boşluğa fırlatılmak istemiyordu.
Düşüneceği, hatırlayacağı çok şey vardı. Tüm söylediği “memnun olurum” oldu. Bu
adama kendisini öldürmemesi için yalvarma, bağırma isteğine direndi. Eğer Mira
böyle yaparsa adam bir daha asla gelmezdi. Adam kızı kapatmak üzere eğilince,
Mira son birkaç saniyesini kazayı hatırlamak için kullandı.
Lycan tekrar geldi. İlk ziyaretinden bu yana bir hafta
geçtiğini söyledi. Mira'nın ne kadar zaman geçtiğine dair hiçbir fikri yoktu,
uyuyormuş gibiydi, kız için bir hafta da, otuz yıl da aynıydı.
“onbir kadınla konuştum hiçbiri senin yarın kadar bile
ilginç değildi. Özellikle yakın zamanda ölen kadınlar. Çağdaş kadınlar ortak
bir noktada buluşma konusunda çok isteksiz, çok boş oluyorlar. Didişmeyle dolu
bir ilişki istemiyorum- karımın ihtiyaçlarıyla ilgilenmek istiyorum, “hayır
hayatım, senin istediğin filme gidelim” demek ve onun “yok, tamam, diğer filmi
görmeyi ne kadar istediğini biliyorum” demesini duymak ve bazen onun istediği,
bazen de benim istediğim filme gitmeyi istiyorum.”
Mira sesinin tonunun samimi olmasını umarak “ne demek
istediğini anlıyorum” dedi. Mezarlıktan gelen ses ne kadar samimi olacaksa
tabii.
“Ben de bu yüzden 125 yıl önce ölmüş kadınların olduğu kata
geldim. Dedim ki; Neden daha masum çağlardan bir kadın olmasın? Büyük ihtimalle
daha minnetar olacaktır. Alıştırma bölümündeki görevli, yaşayan bir kadın
yerine, bir buzgelin seçmemin iyilik olacağını söylemişti– birine mahrum
kaldığı şeyi, hayatını veriyorsun - Yine de kendimi kandırmıyorum, bunu
asaletimden yapmıyorum ama birisi için iyi bir şey yaptığını düşünmek güzel.
Ayrıca alt kattaki kadınlar üst kattakilerden daha yardıma muhtaçlar, sen uzun
süredir sıradasın.
Mira uzun süredir sıradaydı buna rağmen ona öyle gelmemişti,
öldüğünden beri sanki sadece -ne kadar? bir ay mı geçmişti? Tahmin etmek güçtü
çünkü öldüğünü hatırlamıyordu. Mira geçmişi düşünmeye başladı. Arabasıyla şehir
içinde mi karayolunda mı kaza yapmıştı? Hata kendisinde miydi? Aklına kazadan
muhtemelen haftalar önce annesinin onu nasıl deli ettiğiyle ilgili anılardan
başka hiçbir şey gelmedi.
Artık annesini zihnine aldığına göre kimseye aşık olamazdı?
Annesi gözetlerken birisiyle nasıl sevişecekti? Bir erkek bile söz konusu
olamazdı ki, zaten bir erkeğin olması söz konusu değildi.
Lycan, “yine de tuhaf, birine onunla ilgilenmediğini
söylemenin kibar bir yolu yok” diyordu. “Hanımları reddetmek huyum değildir,
tam tersi, eğer bu çekmecede olmasaydın muhtemelen bana dönüp bakmazdın.”
Mira adamın kendisinden yanıldığını, dönüp ona bakacağını
söylemesini beklediğini anlıyordu. Bu zordu- hissetmediği bir şeyi
hissediyormuş gibi yapmak tabiatında yoktu. Fakat tabiatını şereflendirme
lüksüne sahip değildi.
“Elbette bakardım. Sen yakışıklı ve harika bir adamsın”
Lycan'ın gözlerinin içi ışıldadı. Mira bize ne olacak diye
düşündü, ne kadar tuhaf olsa da her yalana inanacak mıyız?
Lycan “bilirsin bazı insanlar senin içini tutuşturur,
nefesini hızlandırır, diğerleri yapamaz. Söylemesi zor ama biriyle
karşılaştığın ilk üçbeş saniyede bunu anlarsın” dedi. Bir an bakışları dondu bu
kesinlikle onun alışık olmadığı bir şeydi. Sonra kızararak önüne baktı.
Mira “ne demek istediğini anlıyorum” dedi. Biliyormuş gibi
içten gülümsemeye çalıştı, kendini bok gibi hissediyordu.
Bu sefer arkadan bazı mırıltılar geldi.
“.....hayatta ve canlanınca, sevip koruyacağıma....”
Mira “bu duyduğum şey de nesi? Bir evlilik andı mı?” dedi.
Omzundan bakan Lycan, başını salladı. “burada hep olur, aksi
halde birisini canlandırmak risklidir”
Mira “tabii” dedi. Yüzyıllardır buradaydı ama burası
hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
Buluşmalarının altıncı veya yedinci günüydü, Lycan “sana
söylemem gereken bir şey var” dedi. Mira Lycan'dan hoşlanmaya başlamıştı ki, bu
iyi bir şeydi. Çünkü gördüğü tek şey Lycan'ın hamura benzeyen gıdısı ile onları
dürten çenesinin küçük çıkıntısıydı. Adam onun hayatıydı. Daha ne olsun.
Mira “Ne oldu?”dedi.
Odaya bakıp, içini çekti. “hiçbir kadından senin kadar çok
hoşlanmamıştım, sana karşı dürüst olacağım fakat korkarım seni kaybedeceğim.”
Mira adamın arkadaşlığı yerine ölmesini tercih etmesine
neyin sebep olabileceğini merak etti. “ bu her neyse olmayacak eminim, bana güvenebilirsin”
Lycan elini kendi gözünün üzerine koydu. Göğsü inip kalktı.
Mira hafif sesler çıkarttı, Jeanette öldüğünde annesinin hiç çıkartmadığı
sesler.
Mira “tamam pekala, her neyse tamam” dedi.
Lycan sonunda kızın gözlerine baktı, gözleri kıpkırmızıydı.
“senden gerçekten hoşlandım Mira, hatta sanırım seni seviyorum ama ben zengin
bir adam değilim. Senin canlandırmaya gücüm yetmez, sahip olduğum her şeyi
satsam bile. Bunu yapamam”
Kız hayalleri yıkılana kadar ne kadar çok ümitlendiğini
tasavvur edemiyordu. İçinde simsiyah bir boşluk varken neşeli görünmeye
çalışarak “şey sanırım bu senin suçun değil” dedi.
Lycan “Sana yalan söylediğim için özür dilerim” dedi.
Mira adamın kimseyi canlandırmaya parası yetmediği halde
buraya bir eş bakmak için gelme numarası yapmasının sebebini sormadı. Buradaki
tüm kadınlar kuşkusuz ona iyi davranıp, kendilerini seçip bu uzun uykusundan
uyandırcağını ummuş ve söylediği her söze inanmıştılar. Adam başka nerede bu
kadar ilgi bulabilirdi?
Lycan süt dökmüş kedi gibi duruyordu “Beni affedebilecek
misin? Seni yine de ziyarete gelebilir miyim?”
“Elbette, gelmesen çok özlerim”. Gerçek şu ki Lycan gelmezse
Mira herhangi birini özleyemeyecekti. Bu sonsuz mozelede, omuz omuza yatan
buzgelinler ordusu arasında kimse onun ziyaretine gelmeyecek veya tesadüfen
rastlamayacaktı.
Hepsi bu kadardı. Lycan konuyu değişitirip klasik oyun
kodlarına getirdi, Mira dinliyor, arada “hmmm”diyor ama kişisel şeylerini
düşünüyordu.
Kendisini Jeanette'ten çok annesini düşünürken buldu. Bunu
sebebi belki de Jeanette'in gitmiş olmasıydı. Jeanette gitmişti ve annesinin
ölümü Jeanette'inki kadar canını acıtmasa da daha tazeydi. Jeanette öldükten
sonra Mira düşünebileceği başka hiçbir şey kalmayana dek onun ölümünü düşünüp
durmuştu. Sonunda nihayet Jeanette'in huzura kavuştuğunu kabullenmişti.
Aklına çok şaşırtıcı bir şey gelmişti. Şu ana kadar akıl
edememesine inanamıyordu. Jeanette de tıpkı Mira gibi Capitol Lifekey için
çalışıyordu. Dondurma işlemi Mira gibi onun da sigorta kapsamında yer alıyor
olmalıydı.
“Lyncan benim için bir iyilik yapar mısın?” Soracağı soru
için sanki sonsuza kadar beklemişti.
“Tabii, ne olursa”
“Ölmüş bir dostumu araştırır mısın?”
“Adı nedir?”
“Adı nedir?”
“Jeanette Zierk. Doğumu ikibin ikiyüz yirmidört.”
Lyncan kontrol ederken, Mira olmayı beklediği kadar gergin
değildi. Büyük ihtimalle kalbi atmadığı ve avuçlarının içi terlemediğindendi.
Zihin yerine bedenin içinde ne kadar duygu yüklü olduğu şaşırtıcıydı.
Lycan kontrol etti“Evet burada”
“Burada mı, bu yerde?”
“Evet”. Adam avucunu burnuna doğru götürüp bilgisayar
çıktısını okudu. Sonra büyük girişteki bir yeri işaret etti, onların bulunduğu
yerin daha aşağısını. “İşte orada. Burada olmasına niye şaşırdın anlamıyorum,
dondurma sözleşmesine uymamak suçtur.”
Mira başını kaldırıp, adamın gösterdiği yere bakabilmeyi
istedi. Hayatının son birkaç yılını Jeanette'in gittiğini ve asla dönmeyeceğini
kabullenmekle geçirmişti.
“Onu uyandırıp benden bir mesaj götürebilir misin? ”
Lycan bir an ne diyeceğini bilemedi.
Mira “Lütfen, bu benim için çok önemli” dedi.
“Pekala, sanırım, tamam, bekle.” Lycan bir an şaşırdı sonra
yola çıktı ama bir an sonra geri döndü.
“Ona ne söyleyeyim?”
Mira Lycan'a onu sevdiğini söylemesini isteyecekti ama bu
kötü bir fikir olurdu. “Ona sadece burada olduğumu söyle, çok teşekkür ederim.”
Belki bir başkası, belki de Mira'nın hayal gücüydü ama
uzaklarda bir sevinç çığlığı duyduğuna emindi. Jeanette habere tepki vermişti.
Az sonra Lycan'ın gülümseyen yüzü başının tepesindeydi.
“haber onu çok heyecanlandırdı, sevindirdi hani az kalsın kutusundan kalkıp,
beni kucaklayacaktı”
Mira sakin olmaya çalışarak “ne dedi?” diye sordu. Jeanette
buradaydı, birdenbire her şey değişmişti. Mira'nın yaşamak için bir nedeni
vardı. Oraya nasıl gideceğini düşündü.
“Seni sevdiğini söylememi istedi.”
Mira hıçkırdı. Gerçekten Jeanette'le konuşmuştu. Ne tuhaf,
ne inanılmaz ve ne kadar anlaşılmaz bir şeydi.
“Bir de umarım kazada çok canı yanmamıştır dedi”
Mira “kaza değildi” dedi.
Öylesine ağzından çıkmıştı. Düşünmeden konuşmuştu ki, bu
tuhaftı, sanki birisi ölü ağzının kontrolünü eline geçirmişti ve boğazından
gelen ıslık sesine o sözleri söyletmişti.
Uzun, tuhaf bir sessizlik oldu.
Lycan kaşlarını çatarak “Ne demek istiyorsun?” dedi.
Mira şimdi hatırlıyordu. Tam o anın kendisini değil ama planladığını,
tasarladığını. Üzerine en güzel beyaz pantolon-ceket takımını giymişti.
Annesini nereye davetli olduğunu sorup duruyordu. Mira'nın sadece Pan Pietro'da
akşam yemeği yemek konusunda bu kadar dırdır etmesini anlamıyordu. Mira'ya
artık eskisi kadar güzel olmadığını ve bulutların üstünden inmesi gerektiğini
söyledi. Mira doğru dürüst dinlemiyordu, ilk kez annesinin sözlerini dert
etmiyordu.
Kız “ yani bir kaza olmadığını söylüyorum” dedi. “Bana
dürüst davrandın, ben de sana dürüst davranacağım.” Adama karşı dürüst
davranmak istemiyordu ama laf bir kez ağzından çıkmıştı artık geri dönecek
cesareti yoktu.
Lycan, parmağıyla kafasını kaşıyor, merak ediyordu. “A, iyi,
teşekkür ederim”. Mira anlatacağı şeyi adamın anlayıp anlamayacağından bile
emin değildi. Tüm konuşmalarına rağmen Lycan'ın zeki olup olmadığını
bilmiyordu. “Biliyorsun eğer seni canlandıracak bir yol bulursam, şirketimizin
geleneksel yıllık pikniğine gelebilirsin. Geçen sefer masadaki arkadaşlara
piyango çekilişini ben kazanacağım demiştim ve kazandım!”
Lycan şirketin pikniğini anlatmaya devam ederken, Mira her
ikisi de öldüğü halde az önce kendisine onu sevdiğini söyleyen Jeanette'i
düşünüyordu.
Biraz sonra Lycan Hoşça kal dedi. Mira'ya salı onu ziyarete
geleceğini ve öldüreceğini söyledi.
Tepesinde ona bakan adam takım elbise, kravat takmıştı ama
elbise kolsuzdu ve kravat yuvarlaktı. Ve adamın rengi açık turuncuydu.
Mira “hangi yıldayız?” dedi.
Adam kabaca “ikibin dörtyüz yetmişyedi” dedi.
Mira Lycan'ın enson ne zaman geldiğini hatırlayamıyordu.
Yirmi dört müydü? Yirmi üç gibi bir şeydi. Aradan yüz yıl geçmişti. Lycan asla
geri gelmemişti. Gitmişti- ölmüştü ya da bir akrabasının zihninde yolculuk
yapıyordu.
Turuncu adamın ismi Neas'dı. Mira adama neden turuncu
olduğunu sormanın ayıp kaçacağını düşündü ve bu yüzden ne iş yaptığını sordu.
Adam avukattı. Kız, hayatta olduğu zamandan beri dünyanın pek de değişmemiş
olduğunu düşündü, turuncu derili de olsalar hala avukatlar vardı.
Neas “büyükbabam Lycan sana merhaba dememi söylüyor” dedi.
Mira sırıttı. Katı dudaklarıyla sırıtmak zordu ama kendini
iyi hissetti. Nihayetinde Lycan geri gelmişti. “Ona geç kaldığını ama önemli
olmadığını söyle”
“Seninle konuşmakta ısrar ediyor”
Neas, Lycan hakkında dostane bir şekilde konuşuyordu. Lycan
bir zayıflama merkezinin toplantısında bir kadınla tanışmıştı ve karısı Mira'yı
ziyarete gitmesinin münasip olmayacağını söylemişti. Yirmi yıl sonra
boşanmışlardı. Lycan altmış altı yaşındayken kalp krizinden ölmüş,
canlandırılmış ve doksanlı yaşlarına gelince oğlunun zihnine yerleştirilmişti.
Lycan'ın oğlu birkaç yıl önceye kadar Lycan'ı da alarak, Neas ile yolculuk
yapmıştı.
Neas anlattıktan sonra Mira “Lycan'ın iyi olmasına sevindim”
dedi. “Ondan çok hoşlanmıştım”
Neas bacak bacak üstüne atıp, boğazını temizleyip “o da
senden” dedi. “Şimdi söyle bana Mira hayattayken çocuğunun olmasını ister
misin?” Ses tonu değişti sanki bir iş görüşmesindeki adayı gözlemleyen
birininkine benzedi.
Soru Mira'yı hazırlıksız yakalamıştı. Neas, Lycan'ın kızı
ziyaret etmekte ısrarlı olduğunu söylediğinden dolayı bunun sosyal bir soru
olduğunu varsaydı.
“Evet aslında isterdim. İşler her zaman insanın planladığı
gibi gitmiyor.” Mira, bir taş atımlık mesafede bir kutu içinde duran Jeanette'i
düşündü. Neas'ın sorusu bir umut ışığı yakmıştı. “O halde bu bir buluşma
teklifi mi?” diye sordu.
Adam “Hayır” diyerek belki de zihin yolcularından birinin
teklifine başını salladı. “Aslında bir çocuk doğuracak ve büyümesine yardımcı
olacak birine bakıyoruz. Eşim, tedavisi olmayan bir hastalık olan Dietz
sendromünden öldü ve bu yüzden onu zihnime aldım. Bir çocuk istiyoruz, çocuk
için bir taşıyıcı ve bakıcıya ihiyacımız var”
“Anladım”. Mira'nın başı dönüyordu. Jeanette ile çocuklarını
büyütmekten hoşlanacağını ağzından kaçırmalı mıydı yoksa bu meseleyi hafife
aldığını mı gösterirdi? Meselenin ciddiyetini kavradığını gösteren düşünceli
bir şey söylemeyi düşünmeye başladı.
“Tabii ki yasal sebeplerden dolayı evleneceğiz ama
evliliğimiz tamamen platonik olacak”
“evet tabii ki”
Neas iç geçirdi, birden bir şeye sıkılmıştı. “Üzgünüm Mira,
karım senin uygun olmadığını söylüyor.” Mira'nın başında ayakta durdu. “kırk,
elli kadar kadınla konuştuk ama hiçbiri yeterince iyi değildi” diye ekledi.
Mira “Hayır bekle!” dedi.
Neas sustu.
Mira hızla düşündü. Kadının aniden vazgeçmesi için ne
yapmıştı? Mutlaka evin içinde bir kadının olacağı, çocuğunu onun büyüteceği,
kocasını baştan çıkartacağı fikrinden korkmuş olmalıydı. Eğer Mira kadının
korkularını giderebilirse......
“Ben lezbiyenim” dedi.
Neas şaşırmanın da ötesindeydi. Belli ki Lycan, aşk mesajını
ilettiği zaman Jeanette'in kim olduğunu anlamamıştı. Arkadaşlar da birbirlerini
sevdiklerini söyleyebilirdi. Neas bir şey söylemedi ve Mira ikisinin meseleyi
görüştüklerini biliyordu. Meseleyi doğru anlaması için dua ediyordu.
Sonunda Neas “öyleyse bana aşık olamazsın?” diye sordu. Bu
öyle tuhaf bir soruydu ki, Neas sadece bir erkek değil, turuncu bir erkekti
üstelik yakışıklı da değildi.
“Hayır, ben Jeanette adında bir kıza aşığım, Lycan biliyor,
onunla tanıştı”
Uzun bir sessizlik daha oldu.
“Bir de senin şu araba kazasının kaza olmaması olayı var”
Myra bunu unutmuştu. Hem kendisini, hem de annesini öldürmüş
olmasını nasıl bu kadar kolay unutabilmişti? Belki aradan çok sene geçtiğinden.
Onun ölümünden önceki her şey kıza çok uzak geliyordu.
Mira “çok uzun zaman önceydi ama doğru” diye mırıldandı.
“Annenin canını mı aldın?”
“Hayır, niyetim bu değildi.” Öyle değildi. Mira annesinin ölmesini istememişti sadece annesinden kaçmak istemişti. “Ondan kaçmak istiyordum birisinin anneniz olması onunla birlikte yaşamanın imkansız olmamasını sağlamaz”
“Hayır, niyetim bu değildi.” Öyle değildi. Mira annesinin ölmesini istememişti sadece annesinden kaçmak istemişti. “Ondan kaçmak istiyordum birisinin anneniz olması onunla birlikte yaşamanın imkansız olmamasını sağlamaz”
Neas yavaşça başını salladı. “bunu anlamak bizim için biraz
zor, zihin yolculuğu bizim için çok güçlü bir tecrübe, Oona ve ben hiç bu kadar
yakın olacağımızı düşünemezdik ve babamın, büyükannemin ve büyükbabamın da
bizimle olmasından çok mutluyuz. Bunu hiçbir şeye değişmem.”
Mira “ne kadar güzel olduğunu anlayabiliyorum, galiba
evlilik gibi ama daha başka. İlişkiyi güçlendiriyor, iyi olanlar daha
yakınlaşırken, kötü olanlar katlanılmaz oluyor.”
Neas'ın gözleri parladı “Lycan sana güvenebileceğimizi
söylüyor, güveneceğimiz birine ihtiyacımız var”. Bir an başını sallamaya devam
etti, düşüncelere daldı. Sonra elini salladı, havada uzun bir yazılı metin
belirdi. İlk cümleyi okurken “çocuklara dayak atılması gerektiğine inanıyor
musun?”
Mira hayatının vereceği cevaplara bağlı olduğunu
bilerek“Kesinlikle hayır” dedi.
Mira'nın kalbi öyle çarpıyordu ki, sanki göğsünün olduğu
yerde kanatlar var gibiydi. Lucia uyuyordu, minik, başı Mira'nın çarpan kalbine
dayanmıştı. Asansör ikisini yukarı taşıdı. Aşağıdaki insanlar topluiğne gibi
küçülürken, devasa giriş açıldı.
Koşmak istedi ama hızını yavaşlattı, şeffaf ayakkabıları
mermer döşemede çınlıyordu.
Jeanette gözlerini açınca bir çığlık attı. Mira
parmaklarıyla Jeanette'in mavimsi beyaz kulağına ve mavimsi dudaklarına hafifçe
dokundu.
Jeanette inledi. Kıza göre Lyncan'la konuşmasının üzerinden
daha birkaç saniye geçmişti.
Jeanette o korkunç, ölü sesiyle “başarmışsın” dedi. Bebeği
gördü, gülüsedi. “Senin için sevindim” dedi. Jeanette, hiçbir şey istemedi,
hayat bile. Eğer Jeanette, Mira'nın yattığı yere canlı ve bütün olarak
gelseydi, Mira'nın katı ağzından ilk çıkacak kelime “götür beni buradan”
olurdu.
Yukarı katlardan evlilik yeminleri işitildi, kocanın sesi
güçlü ve kendinden emin, kadınınki detone ve çatlaktı.
Mira “seni hayata döndürmeye gücüm yetmiyor ama seni zihnime
yükleyebilecek kadar para biriktirdim. Bu yeterli mi? Hayatlarımızın sonuna
kadar benimle kalacak mısın”
Ölüyken ağlayamazsınız ama Jeanette çabaladı, tek eksik
gözyaşlarıydı. “Evet, bu yüz bin kere daha iyi” dedi.
Mira sırıtarak, başını salladı. “her şeyi ayarlamak bir,iki
gün alacak”. Jeanette'in soğuk yanağına dokundu. “Göz açıp kapayana kadar
geleceğim. Bugün son kez ölmek zorunda kalacaksın”
“Söz mü?”
“Söz.”
“Söz.”
Mira yukarı uzandı ve Jeanette son kez öldü.