Avukat Simon Lebrument ile matmazel Jeanne Cordier'in
evliliği kimse için sürpriz olmadı. Avukat Lebrument, avukat Papillon'un iş
yerini satın almıştı ve paraya ihtiyacı vardı, matmazelin de çeyiz parası
olarak üç yüz bin Fransız frankı ve hamiline yazılı çeki vardı.
Avukat Lebrument yakışıklı bir adamdı. Biraz kasabavari de
olsa tarz sahibi bir adamdı- tarz sahibi olmak da Boutigny Le Rebours'da nadir
bir şeydi.
Matmazel ise zarif, taze bir güzelliği olan, biraz saftirik
ama yine de güzel ve arzu edilen bir kızdı.
Düğün merasimi tüm Boutginy Rebours'ı altüst etti. Herkes
birkaç günlük kısa Paris tatilinden sonra, saadet yuvalarına dönen genç çifte
gıpta etti.
Bu başbaşa görüşme iyi geçmiş, Avukat Rebours tam gereken
hoş tavırları göstermişti. " sabreden derviş muradına ermiş" sözünün
karşılığını almıştı. Aynı anda hem sabırlı hem de enerjik olmayı biliyordu.
Başarısı hızlı ve tamdı.
Dört gün sonunda Madame Rebours kocasına hayran kalmıştı.
Onsuz yapamıyordu. Adamın kucağına oturup, kulaklarını tutarak " gözlerini
kapa, ağzını aç" diyordu. Adam gözlerini hafifçe kapatıp, ağzını açınca da
karısı dişlerinin arasına lezzetli bir şeyler tıkıştırırken o da kadının
parmaklarını ısırmaya çalışıyordu, sonra kadın adamın tüm vücudunu ürperten
uzun, tatlı bir öpücük konduruyor ve karşılık olarak adam da karısını sabahtan
akşama, akşamdan sabaha okşuyordu.
İlk hafta bittikten sonra adam genç eşine sordu:
"İstersen gelecek Salı Paris'e gidelim, genç aşıklar
gibi lokantalara, tiyatrolara, konserlere her yere gideriz"
Kadın dans etmeye dünden hazırdı.
"Ah evet evet bir an önce gidelim"
Adam devam etti:
" ve sonra hiçbir şeyi unutmamamız gerekiyor, babana çeyiz
parasını hazır etmesini söyle, bu yolculukta Avukat Papillon'un parasını
ödeyeceğim."
Kadın yanıtladı:
"tamam yarın sabah ona söylerim"
Sonra adam geçen hafta eşinin hoşlandığı tatlı aşk
oyunlarını tazelemek üzere karısını bir kez daha kollarına aldı.
Ertesi salı kayınpeder ve kayınvalide başkentten ayrılacak
olan kızları ve damatlarıyla birlikte istasyona gittiler.
Kayınpederi dedi ki:
"bu kadar büyük parayı çantada taşımanız hiç uygun
değil" deyince genç avukat gülümsedi.
"merak etmeyin, bu tür şeylere alışkınım, mesleğim
gereği bazen yanımda bir milyon bile taşıdım, böylece bir sürü bürokrasi ve
gecikmeden kurtulduk. Endişe etmeyin"
Kondöktör
"Paris yolcuları trene" diye bağırıyordu.
İki yaşlı hanımın olduğu bir kompartmana oturdular.
Lebrument karısının kulağına şöyle fısıldadı:
"Ne fena! Sigara içemeyeceğim"
Kadın alçak sesle cevapladı.
"Benim de canım sıkıldı ama sebebi sigara değil"
Düdük çaldı ve tren hareket etti. Yolculuk bir saat kadar
sürdü, iki yaşlı hanım uyumadıkları için karı koca birbirleriyle pek
konuşmadılar.
Saint-Lazare istasyonuna gelirken Avukat Lebrument eşine
"Hayatım önce Bulvara gidip, bir şeyler yiyelim, sonra
dönüp, bavulumuzu alıp otele gideriz"
Kadın hemen razı oldu.
"Ah evet, lokantada yiyelim, uzak mı?"
"evet oldukça uzakta ama atlı otobüse bineceğiz"
Kadın şaşırdı.
"niye bir fayton tutmuyoruz?"
Adam gülerek karısını payladı.
"Sen böyle mi tasarruf yapacaksın? Beş dakikalık yere
dakikası altı sente giderek! Hiç sıkıntıya gelmiyorsun"
Kadın biraz mahçup olarak "yani " dedi.
Üç kocaman atın çektiği iki katlı bir otobüs şakırdayarak
geliyordu. Lebrument
" biletçi, biletçi" diye bağırdı.
Koca araba durdu ve genç avukat eşini içeri iterken çabucak
"sen içeri gir ben üst kata çıkacağım böylece yemekten
evvel bir sigara içerim" dedi.
Kadının cevap verecek vakti bile yoktu. Biletçi kadına
yardım etmek için kolundan tuttu ve basamağa çıkartıp, içeri itti, kadın şaşkın
şaşkın bir koltuğa oturup arka pencereden aracın yukarısına çıkan eşinin
bacaklarına baktı.
Ve ucuz tütün kokan şişko bir adamla, sarımsak kokan bir
kadının arasında, sessiz oturdu.
Diğer yolcular da sessiz dizilmişlerdi, bakkalın çırağı,
genç bir kız, bir asker, büyük ipek şapkalı ve altın çerçeveli gözlüklü bir
bey, "atlı otobüse bindik ama binmeyebilirdik" der gibi kendinden
emin ve huysuz tipli iki hanım, iki rahibe ve bir müteahhit. Hepsi
karikatürlerdeki tiplere benziyorlardı.
Arabanın birleşme yerleri oynadıkça kafaları sallanıyor,
tekerlekler sarsıldıkça sersemliyorlardı, hepsi de uyur gibiydiler.
Genç kadın sessiz duruyordu.
Kendi kendisine "niye benimle birlikte gelmedi?"
diye soruyordu. Her yanını anlaşılmaz bir keder kaplamıştı, adam böyle
davranmak zorunda değildi.
Rahibeler biletçiye inmek istediklerini işaret ettiler ve
arkalarında keskin bir nane ruhu kokusu bırakarak teker teker indiler. Atlı
otobüs hareket etti ve az sonra yine durdu. Nefes nefese kırmızı suratlı bir
ahçı bindi. Oturdu ve yiyecek sepetini dizlerinin üzerine koydu. Aracın içini
bulaşık suyu kokusu kapladı.
Jeanne "tahminimden daha beter" diye düşündü.
Müteahhit indi ve onun yerini ahır kokan bir faytoncu aldı.
Genç kızın yerine bir postacı oturmuştu ayaklarının kokusu sürekli yayan
yürüdüğünü belli ediyordu.
Avukatın karısının midesi kalktı, kusmak üzereydi, neden
olduğunu bilmeden ağlayacaktı.
Birileri inip, birileri bindiler. Otobüs o durak senin, bu
durak benim cadde cadde dolaştı.
Jeanne "daha ne kadar uzakta?" diye düşündü
"umarım uyuyakalmamıştır, kaç gündür çok yorgundu"
Yavaş yavaş tüm yolcular indi. Otobüste tek başınaydı.
Biletçi
"Vaugirard" diye bağırdı.
Kadının kımıldamadığını görünce
"Vaugirard" diye tekrarladı.
O zaman kadın sordu:
"Neredeyiz?"
"Vaugirard'ta tabii ki, yarım saattir
bağırıyorum!"
Kadın " Bulvar çok uzak mı?"
"Hangi bulvar?"
"İtalyan Bulvarı"
"Orayı çoktan geçtik!"
"Eşime haber verir misiniz?"
"Eşiniz mi? Nerede?"
"Üst katta"
"Üst katta mı? Orası çoktan boşaldı"
"Ne? Bu imkansız! Beraber bindik, iyi bakın, orada
olmalı!"
Biletçi kabalaşmaya başlıyordu.
"Hadi küçük hanım, yeterince lafladın, kaybettiğin her
adam için on tane yenisini bulabilirsin, şimdi in aşağı, bir başka yerde başka
birini bul"
Kadının gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Israr etti.
"Fakat Mösyö yanılıyorsunuz, sizi temin ederim ki
yanılıyorsunuz, eşimin kolunun altında büyük bir çanta vardı"
"Büyük bir çanta mı? ! Ah evet, o adam Madeleine'de
indi, sizden kurtuldu! Hahahaha"
Otobüs durdu, kadın indi, içgüdüsel olarak üst kata baktı,
bomboştu.
Sonra ağlamaya ve kimin görüp, kimin duyacağına aldırmadan
söylenmeye başladı.
"Ne olacak bana?"
Otobüs durağının idari amiri yaklaştı.
"Mesele nedir?"
Biletçi alaycı bir tonla
" Yolculuk esnasında kocasının terkettiği bir
hanım"
Öteki devam etti.
"Ah bir şey değil, sen kendi işine bak"
Adam topuklarının üstünde dönüp gitti.
Kadın dümdüz yürümeye başladı, çok şaşkın, çok afallamıştı,
kendisine ne olduğunu bile anlayacak halde değildi. Nereye gidecekti? Ne
yapabilirdi? Kocasına ne olmuştu? Nasıl böyle bir hata yapabilir? Nasıl bu
kadar unutkan olabilirdi?
Cebinde iki Frank vardı, kime gidebilirdi? Birden kuzeni
Barral'ı hatırladı, denizcilik bakanlığında asistanlık yapıyordu.
Bir faytona parası anca yetti, adamın evine gitti, tam adam
ofise giderken ona rastladı, adam da kocası gibi kolunun altında büyük bir
çanta taşıyordu.
Kadın faytondan atladı.
"Henry" diye bağırdı.
Adam şaşırarak durdu.
"Jeanne, sen burada - tek başına ne yapıyorsun? Nereden
çıktın böyle?"
Kadının gözleri doldu, kekeledi.
"Eşim kayboldu"
"Kayboldu mu, nerede?"
"Atlı otobüste"
"Atlı otobüste mi?"
Kadın ağlayarak tüm hikayeyi anlattı.
Adam düşünceli düşünceli dinledi ve sonra sordu:
"Bu sabah aklı başında mıydı?"
"Evet"
"İyi, yanında çok para var mıydı?"
"Evet, benim çeyiz paramı taşıyordu"
"Çeyiz paran mı? Hepsi mi?"
"Hepsi, satın aldığı yerin borcunu ödeyecekti"
"Şeyy kuzen, kocan çoktan Belçika'nın yolunu
tutmuştur"
Kadın anlayamadı, tekrar etti.
" Kocam..sen diyorsun ki.."
"Diyorum ki, kocan senin paranla tüydü hepsi bu"
Kadın karmakarışık duygularla ağlayarak duruyordu.
" O zaman o, o, o alçağın teki!"
Ve heyecandan bayılma reddesine gelerek başını kuzeninin
omzuna yaslayıp ağlamaya başladı.
Gelip geçenler durup onlara bakarken, kuzen kadını yavaşça
evinin girişine doğru götürdü, bir kolunu beline sarmış kadına destek oluyordu,
kadını merdivenlere yöneltti ve kapıyı açan hizmetçinin şaşkın bakışları
arasında emir verdi.
"Sophie lokantaya git ve iki kişilik yemek getir, bugün
ofise gitmiyorum"