FRANZ SCHUBERT: BİR BASIN TOPLANTISI
Evet, yaşamım kısaydı, evet, sevdim,
Bir ışığın yükselişini hissettim; evet, parmaklarımın
altında doğdu kıvılcımlar.
Zamanım azdı, doğru, ne kadar olduğunu bilmiyordum,
Gretchen’e acıdım, genç öldü, karşılık görmeden.
Hayır, alev boşuna değildi, evet, dondurucu ormanlarda
koştum
karın, sarı yıldızların kovaladığı ve de biçimin kendi
tuhaflığı
vardı; hayır, polis değildi, bir şeytan olup olmadığını
bilmiyorum.
Belli bir çağ yoktu, sadece yeşil otlar, dişbudak ağaçları,
Sakin nesneler, su birikintilerinde yusufçuklar vardı, ama,
belli
bir çağ yoktu. Ahşap bir zemin, ketum sandalyeler, evet,
Viyana,
kahvenin tadı, şu an ki gibi, pencerelerde güvercinler.
Hayır,
ulusların yükselişini tahmin edemedim, bilmiyorum, hatırlamıyorum,
bu soru çok kişisel. Hayır, Wagner’in müziğini bilmiyorum.
İletişim kurabilir miyiz? Pişmanlık, hatta gıpta, bunun
kader olup
olmadığını bilmiyorum, bir eldiven, nasıl da zarif kar
taneleri, ama
bir de tipiye dönmeseler. O kızın yeşil gözleri. Benim
kaderim
çok büyüktü, bir saray gibi, o büyük odalarda kalbim
acemice çarpardı,
evet, yetenek; dişlerim acı kahve tanelerini kırardı. Hayır,
korkuyordum,
her taraftan sarılmıştım, paralı askerler ordusu tam üstüme
hedef aldı,
ah, beyler, beni nasıl Amiral Nelson’la kıyaslarsınız,
hayır, gölgeler bağırdı,
fısıltılar katedral çanları gibiydi, görüntüler uluyordu,
evet, bazen hatalı olduğumu itiraf ediyorum, Schubert
olduğumu nasıl
bilebilirdim ki? Var olmanın elindeydim,bir yol
arıyordum, bir renk,
beni bilemezsiniz, sadece bir yankıyım.
Evet,acıların şarkıya dönüştüğü o darboğazdaydım,
evet, hep yeşil ormanlar, karşılıksız aşklar, umursamaz
olmanın neşesi,
özellikle söylemek istediğim; anlatmanın mutluluğu,
yaşamla ölüm arasındaki o yolun yarısı, tamtamına yarısı
yani, evet,
burada bile dans eden insanların neşesi geliyor bize, ama
bellekten
pıhtılaşarak. Geriye dönmeyin, yanlış yola sapmayın, ama
tabiî ki
yaşamı bir Lied’e dönüştüremezsiniz, biliyorsunuz,
o sadece Nuh’un küçük bir gemisi beyler,
insanlar yok türler var , çiçekler değil; benzerleri,
kokular değil ama tarifleri var.
Yaylaların görkeminde deli gibi koştuğumuzda, otların
içinde, rüzgarla,
dağlaleleri arasında, büyük sesler ve renkler içinde,
tutkulu ve konuşmaksızın,
nefes nefese kalmış ulakların isteğine boyun eğen, zafer
kutlamalarında,
günahta, duada, sabah ve akşam, cansıkıntısında ve
kahkahada,
o sonsuz dans sürdü, Mayıs, Haziran, o kadar çok şey
oluyordu ki,
korku ve oyunlar, kesilmiş parmaklar, hayretten açık
ağızlar,
gerçek öpüşler ve yalnızca gündüz görülen düşlerdeki
öpüşler,
saç örgüleri, buğday başakları, sizin bakışlarınız,
bir veranda, sessizlik ve hiçbir şey, düşüşün kızıllığı,
evet, her şeyi hatırlıyorum,
uzun teller üzerindeki tarla kuşları, gelincikler, fındık
korusu,
kentin sıcak kiremitleri, akşam karanlığında eriyip giden
sesler
ve gece; içinde çocukların hazinelerini sakladıkları
bir kutu, uyku ve uyanıklık, solgun gökyüzünde soğuktan titreyen
Venüs.
Evet, artık böyle daha iyi, yalnızca iki dudak şarkı
söyleyerek
birbiriyle konuşuyor,
ve biraz ileride gözkamaştırıcı bir piyano.
Doğru, artık yorgunum, ama, yok, hayır, şikayet
etmiyorum .
Çeviri: Behlül Dündar