"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

7 Mayıs 2012 Pazartesi

GÜNLERİN KÖPÜĞÜ-BORİS VİAN

Hayat böyle, dedi Chick · Hayır, dedi Colin “Yaşamda önemli olan, herşey için bir yargıya varabilmektir. Sonunda kitleler haksız, bireyler haklı çıkar. Yaşam kurallarının sayısını azaltmak gerekir, yaşamı sürdürmek için onları izlememize ihtiyaçları yoktur. Aslolan iki şey vardır: güzel kızlarla aşk, ve New Orleans’ın ya da Duke Ellington’un müziği, ikisi de aynı şey. Geri kalan yok olmalı, çünkü geri kalan çirkindir, ileride gelecek olan sayfalar tüm gücünü tamamen gerçek bir öyküden almıştır, çünkü başından sonuna kadar ben hayal ettim. Öykünün düz anlamıyla maddesel olarak ortaya çıkışı, temelde dolambaçlı ve ısıtılmış bir atmosferde bozulmalar ortaya koyarak gerçeğin, düzensiz kıvrılmış bir yüzey üstünde yansıtılmasıyla elde edilmiştir. Görüyorsunuz itiraf edilebilir bir yöntem, eğer bir yöntem varsa.”
Boris Vian, çağının popüler kültürünün önüne yığdığı fenomenlerden kalıcı bir edebiyat yaratmasını becerebilmiştir. Kısa süreceği hemen hemen başından beri belli olan hayatına dört yüzden fazla caz bestesi, onlarca roman ve oyun sığdırmış; ‘bunalım’la birlikte anılan varoluşçu edebiyatın tatlı bir yüzü olabileceğini kanıtlamıştır.
*
Colin ve Chick iki yakın arkadaştırlar. Colin son derece zengin ve elit bir yaşantı sürerken, Chick’in en büyük tutkusu Jean-Sol Partre (esasta Jean-Paul Sartre) ve onun eserlerini toplamaktır. Colin’in evinde Aşçı Nicolas’nın birbirinden lezzetli yemekleriyle süslü sofralarda buluşan iki arkadaş günlerini hoş bir başıboşluk içinde geçirmektedirler.

“- Bu yılanbalığı ezmesi gayet güzel olmuş, dedi Chick. Bunu yapma fikrini kim verdi sana?
 - Nicolas’nın aklına geldi, dedi Colin. Soğuk su borusundan her gün lavabosuna çıkan bir yılanbalığı var – daha doğrusu vardı.
 - Çok ilginç! dedi Chick. Niyeymiş peki?
 - Başını çıkararak diş macunu tüpünü dişleyerek boşaltıyordu. Nicolas sadece ananaslı Amerikan macununu kullanıyordu, ona geliyordu herhalde.
 - Nasıl yakaladı onu?
 - Tüpün yerine bütün bir ananas koydu….
 (Günlerin Köpüğü, Boris Vian, sf. 29)”

***
“Colin dengesini yeniden bulmak için diğer yöne bakmaya başladı. Gözlerini Chick’e indirerek yılanbalığı ezmesinin kazasız belasız sindirilip sindirilmediğini sordu.
- Hiç sorma, dedi Chick. Ben de bir tane bulabilir miyim diye bütün gece lavabomda balık avladım. Ama bize sadece alabalıklar geliyor.
(Günlerin Köpüğü, Boris Vian, sf.  34)”

Yukarıdaki satırlardan kolaylıkla anlaşılacağı gibi Vian’ın okuyucuya sunduğu dünya fantastik, büyülü ve masalımsı bir dünyadır. Zenginlik, onun verdiği cömertlik ve iyimserlik daha ilk satırlarda yakalar okuyucuyu. Colin’in etrafında konumlanan hayat, çevre ve insanlar olağanüstü özelliklere sahiptir. Daha ilk satırlarda jaz ve blues melodileri dolaşmaya başlar kelimeler arasında, zira Vian caz ve Duke Ellington hayranıdır. Sanki herkes ve her şey hikâyenin zengin çocuğuna zevk vermek üzere görevlendirilmiştir. Örneğin; Nicolas, yaşça biraz daha büyük, yarı filozof, tatlar konusunda usta bir aşçıdır. Tüm yaşam onun sunduğu lezzetle anlam kazanmakta gibidir. Ya da Colin’in evi onunla birlikte soluk almakta olup ışıklı, organik, ayrıca da ilerleyen sayfalarda anlaşılacağı üzere aşçı kadar da empatiktir.

Bu üç adamın hayatı, tanıştıkları kadınlarla değişmeye başlar. Önce Chick Alise’le tanışır, daha sonra da Colin Chloé ile.
           
İlk ikisi arasında filizlenen aşkta, fedakâr ve en âşık olan Alise’dir. Zira erkeğin gözü dünyevi tutkularından başka bir şeyi görmemektedir, onun egosantrik dünyasında bu kadın hoş, tapılası bir dekor gibidir.
           
İkinci çift ise daha birbirlerini görür görmez âşık olurlar. Hem tensel hem de ruhsal açıdan eşlerini bulmuş gibidirler. Pembe bulut etraflarını sarar, tüm dünya acı çekerken, yine de onların aşkını kutsuyor gibidir. Bu mutlu başlangıç, evlilikle devam eder. Ama tabii ki hiçbir mutluluk baki değildir, olsa zaten böyle bir şaheser veya başyapıt ortaya çıkmaz.
           
Chloé balayından üşütmüş döner ve çok kısa bir süre sonra da ciddi bir şekilde rahatsızlanır. Bir tarafta aşkın dünyevi bir sınavı sürerken, âşık-evli çift kadere karşı çoktan kaybetmiştir bile. Kadın hastadır.     

“- Nilüferi mi var? Diye sordu Nicolas inanmaz bir havayla
- Sağ ciğerinde, dedi Colin. Profesör başta sadece bir hayvan diye düşünmüştü. Ama buymuş. Ekranda onu gördük. Şimdiden çok büyük…
(Günlerin Köpüğü, Boris Vian, sf. 153)”
           
İşte bundan sonra çöküş başlar. Ciğerindeki nilüferin ölmesi ve Chloé’nin iyileşmesi için, dağ havası alması ve etrafının sürekli çiçeklerle çevrili olması gerekmektedir. Ama çiçekler çok pahalıdır. Colin’in ömür boyu yeteceğini sandığı serveti giderek erimeye başlar. Kısa süreli bir iyileşme olsa da, kader bir kez daha sözünü söyler; genç kadının sağlam kalan diğer ciğerinde de bir nilüfer ortaya çıkar. Kurtuluş olmadığını bilse de Colin umutsuz bir mücadeleye girişir, zira elinden başka türlüsü gelmemektedir. Servetini tükettiği için çalışmak zorunda kalır, karısı onu hasta yatağında beklerken, o acımasız bir dünya ile tek başına yüzleşmektedir. Pembe bulut kaybolmuş, aşçı yaşlanmış, ev küçülmüştür. Evin vazgeçilmez sakini “siyah bıyıklı gri fare” küçülen ve kararan camları temizlemekten ve hasta odasına ışık taşımaya çalışmaktan bi’tap düşmüştür. Son yaklaşmaktadır.

Bir diğer son da Alise ve Chick cephesinde yaşanmaktadır. Genç adamın Jean-Sol tutkusu gözünü o kadar kör etmiştir ki, zenginlik günlerinde Colin’in kendisiyle paylaştığı servetten hiçbir kuruş kalmamıştır, vergi memurları yakasına yapışmak üzeredir. Acı çeken ve mücadeleden yılmayan iki âşık arkadaş son kez buluşurlar.

“- Sanmam, dedi Alise. Eski Chick değil artık.
 - Hayır, dedi Colin. İnsanlar değişmez. Sadece eşyalar değişir.
 (Günlerin Köpüğü, Boris Vian, sf. 205)”

 Bu ne kadar felsefi veya duygusal bir tespittir bilinmez. Ama bundan sonra her şey baş döndürücü bir hız kazanır. Chick, evinde baskına uğrar ve sonunda acımasızca katledilir. Onun katledilişi, aslında dışarıda hüküm süren acımasızlığın ve vahşetin kahramanlara nüfuz etmiş halidir. Alise ise Jean-Sol’ün peşine düşer. Sevdiği adamın çöküşünden sorumlu tuttuğu ünlü filozof ve yazarı yüreğini sökerek öldürür. Arkasından da onun eserlerini satan kitapçıların peşine düşer. En sonunda da kendisi de yangın çıkarttığı bir kitapçıda kül olur.

“Çantasını açtı ve içinden birkaç gün önce masasının gözünden aldığı Chick’in yürek sökücüsünü çıkardı.
 - Yakanızı sökebilir misiniz? Diye sordu.
 - Dinleyin, dedi Jean-Sol gözlüklerini çıkararak, bu masalı çok saçma buluyorum.
Yakasının düğmesini açtı. Alise gücünü topladı ve kararlı bir hareketle yürek sökücüsünü Partre’ın göğsüne sapladı. Partre ona baktı, çok hızlı ölüyordu, kalbinin dört yüzlü piramide benzediğini görünce son bir şaşkın bakış attı. (Günlerin Köpüğü, Boris Vian, sf. 214)”

Dünya Alise ve Chick’in aşkının külleri üstünde dans ederken, kader de Chloé ve Colin’in aşkını mezara göndermektedir. Genç kadın büyük acılar içinde ölür, ev yıkılır ve düğün ne kadar zenginlik ve ihtişam içinde olduysa, cenaze de o kadar sefillik ve dehşet içinde gerçekleşir.

Bu acı ve dehşet yüklü öyküde Nicolas ve sevgilisi Isis maddi ve manevi dünyanın zevk ve acı arasında gidip gelen olaylarının empatik tanıkları gibidirler. Yine de bir şekilde bu girdaba kapılmaz ve kendilerini kurtarırlar.  Colin ise hayatta kalsa da artık canlı bir cenaze gibidir ve kitabın son satırları onun intiharını haber verir, oldukça farklı bir üslupla.

“Fare kedinin ağzını açtı, başını sivri dişleri arasına soktu. Sonra hemen çekti.
- Baksana, köpekbalığı mı yedin sen bu sabah?
- Dinle, dedi kedi, istemiyorsan, çekip gidebilirsin. Bu şey zaten canımı sıktı. Kendi başına halledersin.
Sinirlenmiş görünüyordu.
Küçük siyah gözlerini kapadı ve başını yerleştirdi. Kedi sivri dişlerini dikkatlice ince, yumuşak gri boynunun üstüne indirdi. Tüylü kuyruğunu açtı ve kaldırımın üstüne uzattı.
(Günlerin Köpüğü, Boris Vian, sf. 240)”

*
En güzel isimli kitaplardan biri olan Günlerin Köpüğü (L′Ecume des Jours) bir başka büyük Fransız yazar Queneau’ya göre “en hüzünlü, yüreksöken modern aşk romanı”.

Okuduktan yıllar sonra bir kitapevinin rafları arasında gezerken genç bir adamın genç bir kıza bu kitaptan bahsettiğini duyduğunuzda, içinizde tuhaf bir dalgalanma olacak, göğsünüze hafif bir ağrı iğne gibi batacak, bir kutu gözyaşı dökecek, uzaklarda birkaç tüfek patlayacak ama kimse duymayacak, en sevdiğiniz şarkı içinizde çalmaya başlayacak, çocukken arkadaşınız olan sokak köpeği yattığı yerden kalkıp topal  bacağıyla size doğru koşacak, Tanrı gökten yeryüzüne inip boş sokaklarda yüreyecek, gözlerinizin önünden nilüferler döne döne akan suyun içinde uzaklaşacak…..

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9