Bizden önceki Çin’de imparator Fai Huo ( yıldızlara ve düşlere düşkünlüğü herkesçe iyi bilinen ) bir gün düşünde “A …e..si..y…n…. iç… kö…. çat…… mekl..ini …in… ki….du ….mış … … d…ins..h… del…yi….a.a.g. ve…ken..bunbi….ins….ih..h…etr…..sı….her….kar….” görünce irkilerek uyandı. Bir an önce bunun anlamını öğrenmek istiyordu ama şimdi sabaha kadar beklemek zorundaydı. Gün ışığını görmeden düşler hakkında konuşmak uğursuzluk getirirdi çünkü.
Sabah olur olmaz sarayındaki bilginlerin, şairlerin,
kadrolu kadrosuz tüm düş yorumcularının huzuruna çıkarılmasını emretti. Fai
Huo’un emrindeki en genç düş yorumcularından Xiao daha imparator gördüğü düşü
anlatmadan onun hangi düşü gördüğünü anlamıştı. Ayağa kalkıp zi-yu* isteğini
iletince herkes bir anda şaşkın bakışlarla Xiao’ya döndü. Kısa bir süre sonra
İmparator ve Xiao baş başa kalmıştı. İmparatora gördüğü düşü tüm ayrıntıları
ile anlattı Xiao:
“Bu çok eski bir düştür, efendim.İzin verirseniz Kutsal
Tai’deki hocam Bilge Yul’a haber vermek istiyorum. Kendisi artık düş görme
yetisinden kurtulmuş biridir. Ne yapılması gerektiğini bir tek o bilir. Ve,
inanın yüce imparatorum, biz bunları konuşurken o çoktan yola çıkmıştır bile.”
dedi.
İmparator oturduğu yerden kalkıp sessiz bir şekilde tahtın
arkasındaki büyük, yıldız resimli perdenin arkasına geçti.
Bilge Yul’un Xiao’dan başka öğrencileri de vardı imparatorun
emri altında ama işte bir tek Xiao anlamıştı bu düşün göründüğünü. Demek
bir tek ona verilmişti bu sır. İçi hocasına daha çok sevgi ve saygıyla dolan
Xiao, kıskanç gözlerin altında bambuların arasındaki hasır yatağına döndü.
Gökte kırpışan yıldızları seyrederek gündüz uykusuna daldı.
Ertesi sabah Bilge Yul saraya varmıştı bile. Zu ağacından
yapılma bastonu yerlerdeki kuru yaprakların tam ortasına batıyordu
yürürken. Sarayın avlusuna girmek üzereyken ömründe ilk kez sendeledi Bilge Yul
**. Başını gökyüzüne kaldırdı. Hiç kimsenin öngörmediği bir yağmur başlamıştı
imparator Bilge Yul’u huzuruna aldığında. Kıskanç dudaklar hemen bunun bir
uğursuzluk olduğunu konuşmaya başladılar.
Bilge Yul ve imparator uzun bir zaman baş başa kaldı. Genç
Xiao bambuların arasında düşünceli bir şekilde bir ileri bir geri yürüyordu.
Derken, Büyük bilgin Gan-De’nin öğrencisi olan ünlü Hung-Li’ ile bazı
mühendislerin hızlı adımlarla avluyu bir uçtan bir uca kat ederek imparatorun
huzuruna gittiklerini gördü. Kısa bir süre sonra Hung-Li ve mühendisler
dışarı çıktığında herkes toplandı başlarına. Sabırsız kalabalıktan kurtulup bir
an önce emredilen işe başlamak isteyen Hung-Li:
“Bizden büyük bir Küp yapmamız istendi. Yapım bitene kadar
Yüce İmparator ve Bilge Yul sarayın Yıldız Odası′nda uykuya dalacakalar ve
biz Küp’ü tamamlayana kadar çıkmayacaklar.Tüm bildiğim bu,”
diye kısa bir konuşma yaptıktan sonra mühendisleriyle
birlikte ayrıldı.
İmparator ve Bilge Yul artık uykuya dalacakları odaya
çekilmişlerdi. Yul uzandığı yerden büyük tavanı süsleyen yıldız ve gezegenlere
bakıyordu. Hung-Li yapmıştı bunu. Dışarıda hava kararmaya başlayınca tavandaki
yıldızlar yavaş yavaş ışıldamaya başlıyordu. Ve gökte nasıl dizilmişler ise,
burda da öyleydiler. Gökte nasıl dönüyorlarsa burda da aynen dönüyorlardı.
Bulutlu, yağmurlu günlerde dahi ışıldıyorlardı. Çünkü, gerçekte hep ışıldar
yıldızlar, diye açıklamıştı bunu İmparator’a büyük bilgin Hung-Li. İmparator
elindeki pirinç tanelerine bakarak sordu:
“İn…. ken…do…bu…k…k…de…ba…ge….nli..ma?”
Yul, gözlerini Kral Yıldız’dan*** ayırmadan dinledikten
sonra sanki düşünde biriyle konuşuyormuş gibi mırıldanarak yanıt verdi: “E...de…r…hkl…gi….ba…an….s….mu…fla….z.a”.
İki damla yaş düştü gözlerinden imparatorun.
Bilge Yul çocuklarını toplayan bir anne gibi, çoktandır dağ
zirvelerinde, pınarbaşlarında gezinen bugüne dek gördüğü tüm düşleri dönmeleri
için çağırmaya hazırlanıyordu.İmparator kalkıp kendine ve Bilge Yul’a özel
şarabından koydu. Dışarda hava kararıyor yıldızlar yavaş yavaş ışımaya
başlıyordu.
Kendi özel yıldızlarının doğuşunu izleyerek, konuşmadan
şaraplarını içmeye devam ettiler. İmparator sessizce ağlamaya devam etti.
Bilgin Hung-Li ve adamları Küp’ü inşa etmeye başlamışlardı o
gün. İkindi zamanı duran yağmur akşam karanlığında tekrar başlamıştı.
Mühendisler ve işçiler bir an olsun ara vermeden çalışıyorlardı. Genç Xiao
nedenini bilmediği heyecanını yatıştırmak için etrafta dolaşıp duruyordu.
İşçilerin ve onlara emirler yağdıran mühendislerin sesleri yağmura
karışmaktaydı. Halk sarayın dışında hızla toplanıyordu.
Üçüncü gün bittikten sonra artık Küp yüz adımı
aşan bir boyuta ulaşmıştı. Mühendisler her türlü hesaplamayı titizlikle yapıp
Hung-Li’nin onayına sunuyorlardı. Yorulan işçiler yerlerini dinlenmiş olanlarla
değiştiriyor ve böylece yapıma hiç ara verilmiyordu. Eğer bugün de imparator
odasından çıkmazsa çalışmaya ara vermeyi düşünüyordu Hung-Li. Çünkü, diye
yazıyordu, günlüğüne, belki bizim değil ama Küp’ün kendisinin dinlenmeye
ihtiyacı var.
Bilge Yul’un geldiği andan itibaren konuşmaya başlayan
kötücül dudakların sahipleri sonunda bir araya geldiler. İmparator’un kız
kardeşi Prensens Xin’in karşısına çıkmaya karar verdiler. İçlerinden en
yetenekli olanlardan biri Prenses’in o gece düşüne girme görevini üstüne aldı.
Ve o gece Prenses terler içinde uyandı. Sabah olduğunda Prenses’i ikna etmek
artık çok kolaydı. Efsunlu bir halde kendisine söylenenleri dinledi Prenses: Bu
saçmalığa artık bir son verilmeliydi. Halk neler olup bittiği konusunda artık
ikna edilemiyordu; sınırlarda ufak ufak çatışmalar başlamış, Sarı Irmak’ın
balıkları ölü halde karaya vuruyor, Yunnan ormanlarında maymunların cinayet
işledikleri haberleri geliyordu. Tüm bu uğursuzluklar o yaşlı düş yorumcusu ve
çömezinin yüzünden oluyordu. Prenses ikna olmuştu. Yorumcularla birlikte
komutanlar da onunla birlikteydi üstelik.
Gece olup ay çıktığında Genç Xiao bilgin Hung Li’nin
yanından ayrılıp bambuların arasındaki kulübesine döndü. Bir an durup solgun
yüzlü bir yetim gibi dolaşan ayın yansıttığı ışığın sahibine hiçbir zaman
kavuşamıyacağını ürpererek anladı. Yatağına yatıp gözlerini kapattı ve bir daha
hiç açmadı. Karnına zehirli bir bambu saplandığında daha önce hiç görmediği bir
düşün kapısından çoktan içeri girmişti bile.
“Nerden gelir böyle insanlar?” diyerek sordu hocası Yul’a.
“Ayın görünmeyen yüzünden.”
“Peki ama bilge Yul, diye tekrar sordu öğrenci Xiao: “Bir
düş mü bütün bunları bize yaptıran?”
Bilge Yul derin bir nefes aldı. “Bildiğim tek şey hiçbir
düşün yorumu kadar tehlikeli olmadığı. Tüm söyleyebileceğim bu kadar.” dedi.
Prensens Xin Küp’ün yapımını durdurttu hemen. Bilgin
Hung Li’yi ülkenin başka bir ucuna sürgün etti. İmparator ve Bilge Yul’un
bulunduğu odanın duvarını yandan yıkarak odayı saraydan ayırdılar ve etrafına
duvar örmeye başladılar. Kısa bir süre sonra örülen duvar odayı yutmuştu
artık.Üçü sonsuza kadar orada kalacaklardı.
----
“Neden bitmiyor bu Küp?” diye sordu imparator.
“Bilmeni isterim ki sevgili imparatorum, biz burda bir Küp
yapmıyoruz. Biz bir Boşluk’u sınırlar içine almaya,onu inşa etmeye
çalışıyoruz.İçini neyle ve ne kadar doldurmak istediğini hiçbir zaman
bilemediğin için bitmeyecektir bu Küp.”
İmparator Fai Huo Yaşlı Yul’a dönerek:
“ h..k.z.l…. ..?” dedi.
Yul “d…k….” diye yanıtladı.
Bunun üzerine imparator biraz düşünüp, “…k..” dedi.
Daha sonra “.. ..” diyen imparatora Yaşlı Yul “ . ”
yanıtını verdi.
Artık Prenses hüküm sürüyordu. Bilgin Hung-Li sürgünde
hastalanacak ve kısa bir süre sonrada ölecekti. Küp dışarı taşınıp yerle bir
edilmişti. Küçük bir tepecik gibi duran yıkıntılarının üzerinde çocuklar
oynuyordu.
İmparator sordu: “ ? ”
Öğrenci Xiao gülümseyerek yanıtladı: “ ”
Bilge Yul ise ….
Çeviren: Behlül Dündar
----------------
*İmparatordan aracısız ve kimsenin duymayacağı bir görüşme
isteği. Bu istekte bulunan eğer imparatoru bu görüşmenin gerekliliğine
inandıramazsa idama çarptırılırmış. Kişi eli kolu bağlandıktan, soluğuyla
zehirlemesin diye ağzına bir maske, bakışlarıyla büyülemesin diye gözlerine bir
bağ konularak çıkarılırmış huzura.
**Zu ağacından yapılma baston yerdeki bir Zu yaprağına
dokunursa yürüyeni tökezletirmiş.
*** Çince’de Uranüs’e verilen ad. Büyük olasılıkla
etrafındaki halkayı bir taca benzettikleri için.