“Her zaman içinde ağlayan insanların olduğu uzun bir tren ve
gülen insanların olduğu kısa bir tren vardır. Gelgelelim, bir üçüncü tren daha
vardır: içinde artık ne ağlayan ne de gülen insanların olduğu. En hüzünlüsü de
bu üçüncüsüdür. İşte bu üçüncüsü hakkında konuşmak istiyorum.”
Bulgaristan’ın en özgün yazarlarından olan Gospodinov’un
romanı böyle başlıyor.
Postmodern roman tekniklerinin ustalıkla kullanıldığı bu
roman aynı zamanda kentli modern bir erkeğin kafa karışıklığını, biten
evliliğini, sözü oradan oraya dolaştırarak, komik ve hüzünlü bir bir biçimde
anlatıyor. Kitap hiç sıkmıyor okuyucuyu.
Bazı postmodern yapıtlarda öyle bölümler var ki; okur onları atlayıp ana öykünün peşinden gitmek istiyor. Oysa Gospodinov’un romanında ana öyküyle çok da ilgili görünmeyen kısımlar bile (tuvalet tarihi, sinekler, vb) keyifle okunuyor.
Kitabın adı ise “Doğal Roman”. Anlatılan her şey oldukça doğal çünkü. Erkek ile kadın, erkek ile yaşam, yaşam ile yazı ve yazı ile her şey.
Bazı postmodern yapıtlarda öyle bölümler var ki; okur onları atlayıp ana öykünün peşinden gitmek istiyor. Oysa Gospodinov’un romanında ana öyküyle çok da ilgili görünmeyen kısımlar bile (tuvalet tarihi, sinekler, vb) keyifle okunuyor.
Kitabın adı ise “Doğal Roman”. Anlatılan her şey oldukça doğal çünkü. Erkek ile kadın, erkek ile yaşam, yaşam ile yazı ve yazı ile her şey.
Aynı zamanda roman sanatının da sorgulayan bir üstmetin bu
kitap. Yaşamı ve yazıyı birbirine ilgisiz gibi görünen bağlarla eklemleyip
neyin ne olduğunu iyice anlaşılmaz hale getiriyor. Tüm bu biçimsel denemelerin
yanında, komikliği, ironik tavrı ve derin hüznü ile okurun elinden bitmeden
düşmeyen bir kitap “Doğal Roman”.
Romanda bir yerde şöyle bir cümle geçer:
“Hiçbir zaman bir daha çocukken sevildiğimiz kadar
sevilmeyeceğiz. Bu yüzden çocukluk öyle bir zalimliktir ki: Zalimliği
çocukluğun arkasından gelende gizlidir. Tüm o sevgi nereye gitmiştir?”