O, onların dünyasından değildi…
O’nunla sadece iki kez karşılaştım. Oldukça az. Fakat,
olağanüstülük zaman kavramıyla ölçülemez. Anında O’nun, o namevcut havası
ve şaşkınlığı, fısıltıları (konuşmazdı) belirsiz hareketleri, bir kimseye veya
bir şeye takılmayan bakışları ve tapılası bir hayali varlığı beni
fethetmişti.
“Kimsin? Nerelisin?” soruları O’na hemen sormak istediğiniz
sorulardı. Yanıt vermeye muktedir değildi, gizemiyle o kadar tanınırdı ki, bu gizeme
ihanet etmeye hiç niyeti yoktu. Nasıl nefes aldığını bile hiç kimse
öğrenemeyecek, aramızda ne aradığını da. Kesin olan tek şey buralardan biri
olmadığıdır ve ki eğer bizim bu düşmüşlüğümüzü paylaşdıysa, bu sadece nezaketinden
ya da biraz hastalıklı bir merakından dolayıdır. Sadece melekler ve şifa
bulmazlar O’nun huzurunda hissettiğinize eş duyguları esinleyebilir. Büyülenme
ve büyük bir iç sıkıntısı.
O’nu ilk gördüğüm an, ürkekliğine, o akıldan çıkmayan,
benzersiz; O’na sanki gizli bir Tanrı’ya hizmet ede ede bitap düşmüş rahibe
görünümü veren ya da özlemin harap ettiği gizemli, bir daha yaşamın görünümüne
uymayacak kadar kötüye kullanılmış esrikliğinin ürkekliğine aşık olmuştum.
Dünya nimetlerine boğulmuş olsa da, ki dünyaya kalırsa bu
bir talih, O, buna rağmen ülküsel yoksulluğun eşiğinde; Algılanamazlar’ın
kalbindeki kendi yoksulluğunu mırıldanmanın alınyazısına sahipmiş gibi
görünüyordu. Dahası, sessizlik ruhunun, şaşkınlık evrenin yerine geçince neye
sahip olabilir ve neyi dile getirebilirdi ki? Ve Rozanov’un sözünü ettiği Ay
Işığı Yaratıklarını önermedi mi? O’nu ne kadar çok düşünürseniz, zamanın görüş
ve zevklerine göre o kadar az saygı gösterirdiniz O’na. Gerçek dışı bir
ilençti üzerine yığılan. Şükürler olsun ki, nazarlığı geçmişin içine
kazınmıştı. Başka bir yerde doğmuş olabilirdi, başka bir çağda, Haworth
kırlarının sis ve yıkıntılarının içinde; Bronte kızkardeşlerin yanında…
Yüzler hakkında bir şeyler biliyorsanız, yılların kabusu ona
verilmiş olsa da, kaderinin katlanmak olmadığını O’nun yüzünde kolayca
görebilirdiniz. Yaşarken, yaşamın o kadar küçük bir parçası gibi duruyordu ki,
bir daha O’nu hiç görmeyeceğinizi düşünmeden bakmazdınız O’na. Adieu; O’nun
doğasının bir işareti ve kanunu, alınyazsının parıltısı, yeryüzünden geçişinin
iziydi; bu yüzden onu bilinçsizce değil, Görünmezlerle dayanışma içinde bir
yağmur bulutu gibi taşıdı.