"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

27 Mayıs 2012 Pazar

PERİŞANIZ GECENİN KARANLIĞINDA-CEMİL KAVUKÇU

Bir ben miyim perişan gecenin karanlığında
Yosun tuttu gözlerim yalnızlar rıhtımında

Perişanız Gecenin Karanlığında Cemil Kavukçu'nun bugüne dek yazdığı en güzel metinlerden. 1996'da Sait Faik Hikâye Armağanı'na değer görülen Uzak Noktalara Doğru kitabında yer alan Perişanız Gecenin Karanlığında, neredeyse aynı kişiliklerin, aynı yerlerde yaşadığı dört öyküden oluşuyor.
"Raci'ye Selam"da Raci ile motosikletin sepetinde oturan anlatıcının sonunda hiçbir yere ve hiçbir şeye ulaşamayan serüvenleri, gidilen yeri serüvenin kendisine dönüştürüyor. "Yosun Tuttu Gözlerim"de yitirilenler, bulunamayanlar, özlemler var. "Cemse Ölüyor", değişen değerler karşısında yıkılıp eve kapanan, bir türlü ölemeyen şoför Cemse'yi anlatıyor. Bir çocuğun babasıyla kurduğu ilişki eksenindeki "Ormanın İçlerine Doğru", parçalı ve çok katmanlı kurgusu, düşle gerçek arasındaki olaylarıyla öykücülüğümüzün başyapıtlarından.
*
YALÇIN TOSUN

Radikal Kitap / 18/09/2009

Bir hatırlayış sonucu hortlayarak geçmişten gelen gençler platonik aşklarından ya da dünyayı dolaşma sevdalarından arta kalan zamanlarında bir arada, ortak bir dil yaratmayı başarıyorlar. Cemil Kavukçu, zararı kendine bu ergen duyarlığını, gençlerin nasıl ince ve kırılgan bir buz tabakası üzerinde, nasıl acemice adımlarla hayata durduklarını kendine özgü dili ve anlatımıyla yansıtmayı bilmiş
Notos Kitap’ın daha önce Yaşar Kemal, Selim İleri ve Füruzan’u da konuk eden ‘Büyük Kitaplar’ dizisi dokuzuncu kitabında Perişanız Gecenin Karanlığında ile Cemil Kavukçu’yu selamlıyor. Notos Kitap böylece, evvelden yayımlanmış kimi önemli kitaplardan bazı bölümleri ya da bazen tek bir öyküyü seçerek yıllar sonra, yeni bir düzen ve sunuyla okuyucuyla buluşturmayı sürdürüyor.
Perişanız Gecenin Karanlığında, Kavukçu’nun 1996 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülen Uzak Noktalara Doğru adlı kitabından alınmış dört öyküden oluşmakta: Raci’ye Selam, Yosun Tuttu Gözlerim, Cemse Ölüyor ve Ormanın İçlerine Doğru.
Cemil Kavukçu adı öyküyle bütünleşmiş yazarlarımızdan. 1983 yılında yayımladığı ilk kitabı Pazar Güneşi’nden bu yana öykü, yazarın en çok eser verdiği alan olmuş. Semih Gümüş, Kavukçu öyküleri hakkında yıllar öncesinden “...Ondaki sıradan dünyaların çarpıcılığı, öykü dilinde yakaladığı apayrı ayrıksı dilin biricikliğiÖ” derken Perişanız Gecenin Karanlığında’daki öykülerin de yer aldığı Uzak Noktalara Doğru’yu bu görüşlerinin dayanaklarından biri olarak gösteriyor. Gerçekten de Uzak Noktalara Doğru yayımlandığı dönemde oldukça ses getirmiş, Kavukçu’nun o güne kadar getirdiği başarılı çizgisini biraz daha yukarı taşımayı bilmişti.
Ergen erkekler başrolde
Perişanız Gecenin Karanlığında’da dört öykü yer alıyor ve bu öyküler birbirinin peşi sıra okunduğunda aslında bir şekilde birbiriyle bağlantılı oldukları anlaşılıyor. Bu öykülerin hemen hepsi kırsalda geçiyor. Bu kırsal bir köy ya da bir ilçe olabileceği gibi sığınak haline gelmiş bir orman kuytusu da olabiliyor. Ama öyküler arasındaki bağlantıyı böylesi somut göstergelerden daha ötede, belirli bir duygu durumunda aramak daha doğru sanki. Diğer her şey, tüm ince detaylar bu duygunun oluşmasına katkıda bulunuyor. Belki bu yüzden mekânlar ve kişilerin benzerliğinden öte, okuyucuyu hep belirli bir yere kadar yaklaştıran, hesaplanmış bir mesafenin, söz ve hareketlerde belirli bir tutumluluk bilincinin öne çıktığı bir benzeşmeden söz edilebilir.
Kavukçu’nun birçok öyküsünde olduğu gibi -bazen yetişkin bazen ergen- erkekler başrolde yer alıyor. Erkek dilinden ve erkeklik durumlarından sıkça beslenen öyküler bunlar. Bu coğrafyadaki erkekler arasındaki, o kuralları muğlak ama sınırları mutlak ilişkiler kimileyin racon ağzından bazen de gizemli karakterlerin içe dönük jestlerinden beslenerek kitaptaki öykülere zemin oluşturuyor. Ancak tüm bunlar bir gerçeğin vurgulanmasını engellemeyecek yargılar: Cemil Kavukçu, kendine has bir öykü dili geliştirebilmiş nadir yazarlardan biri. Perişanız Gecenin Karanlığında’da yer alan öyküler de, Kavukçu’nun öykücülüğünün ve öykü dilinin olmazsa olmaz sayılan unsurlarını içermeleri açısından mercek altına alınmayı hak ediyorlar.
İlk öykü ‘Raci’ye Selam’, kitapta yer alan diğer öykülerde de zaman zaman okurun karşısına çıkan Raci karakterinin merkezinde, onun kullandığı bir sepetli motosiklet ve sepette Raci’ye yarenlik eden anlatıcıyla tamamlanıyor. Kavukçu kitaptaki bu ilk öyküyü üç alt bölüme ayırmış. ‘Burt’, ‘Kuzu’ ve ‘Ercü’. Raci ve sepetteki anlatıcı arkadaşı, hep bir olamama, nihayete erememe döngüsünde tehlikesiz hatta masum- amaçlarının peşinde, sepetli motosikletin üzerinde yol alıyorlar. Bir süre sonra amaca ulaşmanın bir araç olduğunu hissetmeye başlıyor okuyucu. Sepetteki arkadaşın soruları ve Raci’nin cevapları belki de hiç var olmayan- kişiler hakkında alt öyküler hayal ettiriyor. Kavukçu’nun öykülerinde karşımıza çıkan bir durum bu: Öykülerin iç içeliği bir katman zenginliği doğuruyor ve okuyucuya gizil bir ileti gibi geçiyor bu zenginlik. Sepetteki anlatıcının da belirttiği gibi aslında her şey belirsiz; sadece Raci’nin genelde alkollü bir şekilde kullandığı motosikleti ve anlatıcının sonuca ilişkin gizli şüphelerine rağmen gönüllü olarak eşlik ettiği arayışlar var. Bir süre sonra okuyucu da önemsememeye başlıyor. Burt gerçekten var mı? Kuzu nerededir? Raci doğru mu söyler? Tüm bu sorular, öykü kişilerinin yansıtılmalarında ve inandırıcılıklarındaki başarı karşısında önemini yitiriyor.
Semih Gümüş’ün de haklı olarak belirttiği gibi “Cemil Kavukçu’nun öykülerindeki iç dünyalar kişilerinin iç dünyalarının dışavurulması biçiminde yer almıyor. Ondaki iç dünyalar, çok özel kişiliklerinin iç zenginlikleri olarak hep açığa vurulmuş, ortaya dökülmüştür; davranışlarda ve sözlerde ardı ardına patlar...” Bu özel kişiliklerden biri olan Raci gibi tüm öykü kişileri bazen bir hareket -bir baş eğiş, sigarayı dişlerinin arasında sıkıca tutuş gibi- bazen bir sözcük ya da bir gülüşle bir bütün oluşturarak bir geçmişleri ve şimdileri olduğuna inandırıyorlar okuyucuyu.
‘Yosun Tuttu Gözlerim’ kitapta yer alan ikinci öykü. Öykü, kişileri ortak üç alt kısım içermekte: ‘Kavaklaraltı Geceleri’, ‘ Yolcu Yolunda Gerek’ ve ‘Dört Örümcek’. Öykü kişileri Doni, Alibo, Eko ve gözlerinde insanca bakışlar yakaladıkları bir sokak köpeği olan Kiklop. Ergenlik ve yetişkinlik arasında bir yerlerde pek yakında kırılacak ümitleriyle ortalıkta dolanan bu kişiler, öykünün anlatıcısının geçmişe duyduğu özlemin sonucunda mı hatırlanıyor? Bu kitaptaki öykülerde inceden inceye hep hatırlatılan o geçmişin bir oyunu mu bu? Ne olursa olsun bir hatırlayış sonucu hortlayarak geçmişten gelen bu gençler platonik aşklarından ya da dünyayı dolaşma sevdalarından arta kalan zamanlarında bir arada, ortak bir dil yaratmayı başarıyorlar. Kavukçu, zararı kendine bu ergen duyarlığını, gençlerin nasıl ince ve kırılgan bir buz tabakası üzerinde, nasıl acemice adımlarla hayata durduklarını kendine özgü dili ve anlatımıyla yansıtmayı bilmiş.
Diğer iki öykü; ‘Cemse Ölüyor’ (Raci bu öyküde tekrar karşımıza çıkar) ve ‘Ormanın İçlerine Doğru’ için dil ve anlatım yetkinliği ile uçlar arasında gidip gelen duygu durumlarını aktarmaktaki olağandışı başarı konularında benzer şeyleri söylemek mümkün. Belki geçmişle olan hesaplaşmalar özlem bazen ağır bassa da- ve kişinin çevresiyle, doğayla kurduğu ilişki gibi konular biraz daha öne çıkıyor. Ancak öykü kişilerinin iç dünyalarıyla dışarısı arasındaki geçişlerin yumuşaklığı diğer öykülerde olduğu gibi burada da erkek dünyasının o öğretilmiş sertliği karşısında denge görevi görüyor.
Kitabın arka sayfa tanıtımında da belirtildiği gibi Perişanız Gecenin Karanlığında “neredeyse aynı kişiliklerin, aynı yerlerde yaşadığı” öykülerden oluşuyor. Okura geçmeyi başaran, öykü dili ve anlatımındaki incelikli bütünlükte, tasarruflu diyalogların sahiciliğinin de payı büyük. Bazen ergen bazen yetişkin, bazen baba-oğul ve çoğun arkadaş olan bu kişiler, bu kadar benzerken farklılaşabilmeyi de Kavukçu’nun yetkinliğine borçlanıyorlar.

PERİŞANIZ GECENİN KARANLIĞINDA
Cemil Kavukçu
Notos Kitap
2009
108 sayfa

*
Yol, gitmek içindir...

16.09.2009

Öykünün ustası Cemil Kavukçu'nun Notos Kitap'tan bir kez daha okurla buluşan Perişanız Gecenin Karanlığında'sı ruhun derinliklerine bir yolculuk çağrısı
Büyük ustaların öykü dünyaları biraz da Matruşka bebeklerin düzeninde ilerleler: Temel izlekler, kimi kişilikler sarmal bir düzende yinelenir, okuru hakiki edebiyatın girdabına sürükler. Öykücülüğün böylesi ustalarından Cemil Kavukçu'nun Perişanız Gecenin Karanlığında kitabını elime aldığımda, bu Matruşka imgesi bir kez daha canlandı gözümde. 1996'da Sait Faik Hikâye Armağanı'na değer görülen ve o dönem Can Yayınları tarafından basılan Uzak Noktalara Doğru kitabının ilk yarısını oluşturan Perişanız Gecenin Karanlığında öyküsü, şimdi bir başına tadına varılmayı bekliyor. Notos Yayınları'nın özenli tasarımıyla okurla buluşan bu öykü, bir kitap bütünlüğü taşımanın kudretli gururu ile gülümsüyor bize. Kendi içinde dört bölüme ayrılan ve kahramanlarla mekânların birbirini her seferinde uzaktan selamladığı Perişanız Gecenin Karanlığında, olay örgüsü yerine atmosfer taratmaya öncelik veren bir kitap. Tıpkı hayatın kendisi gibi, siz bir şeyler için çabalarken başınıza gelenlerle belirlenen bir akış söz konusu. Teslim olmak dışında seçeneğiniz yok. Burası emektar minibüs şoförlerinin, tedavülden kalkmış araçların ve anılarla düşlerin birbirine geçtiği bir dünya. Kazanmaktan çok kaybetmeye yakın duranların tevekkül vahası. O bilinmez dünyaya nüfuz edebilmemiz için yazar, dilin tüm olanaklarından yararlanıyor. Öyle ki hayatını kaza mahallerinden mal toplamakla kazanan Ercü'ye kulak verirken onu tanıdığımıza yemin edebiliriz: "Hava ufunetli, ölüm kokuyor. Paltoları çekmiş, bela haberi bekliyoruz. Pat, Topal! Haberi kulağımıza miyavlıyor. Sanki zelzele var, ne biçim fırlıyoruz kahveden. Topal'ın Murat'a atladığımız gibi uçuyoruz. İki hususi birbirine girmiş. Birinde dört kişi varmış, ikisi kaymış, öbüründe tek şoför, o da gitmiş. Hususide sağ kalan iki kişi de kafayı oynatmış zaten. Sonuç: Üç ölü, iki deli. Trafik durmuş, herkes şaşkın. Ne jandarma var ortalıkta, ne polis. Biz hemen elleri cebe atıyor, ufak ufak eşelenmeye başlıyoruz... Soranlara bilgi veren de Oran; parmaklarıyla konuşuyor. Üç ölü, diyor, sonra da iki parmağını tavşan kulağı gibi oynatarak, iki de deli..." Perişanız Gecenin Karanlığında, gitmek hissini duyumsatan bir kitap; amaçsızca gitmek ya da sadece gitmeyi amaçlayarak gitmek. Varılacak noktanın önemsizleştiği an, ölümle gelen bağımsızlığa ulaşıyor sanki insan. Zaman ve mekânın tüm bağlayıcılığından sıyrılıp, kendi hayat masalının kahramanı oluyor bir anlığına. Anılardan çıkarılan mekânlar, kimi zaman da hayal gücümüzün diyarlarına dönüşür. Hatırlamak ve düşlemek birbirine göz kırpar. Kitabın esaslı mekânlarından Kavaklaraltı Parkı, sadece hatırlanan olayların değil, düşlenmiş hayat olasılıkların da sahnesi. Yolculuk da hep bir döngüde sonlanıyor; başladığın yere varıyorsun ya da vardığın yerden başlıyorsun. Ve Doni yolculuğa çıkmayı iyi bilenlerden: "Yakup'un kahvesinde, cebinde taşıdığı katlanmış dünya haritasını masaya yayar, eliyle kat yerlerini düzeltip tükenmez kalemini çıkarıp yeni rotalar çizerdi. Bir gemiye kaçak binerdik, dördümüz; Akdeniz'i hiçbir limana uğramadan geçerdik. İlk durak Kazablanka, Kanarya Adaları'nın açıklarından geçerdik. Dakar, sonra Sierra Leone. Ver elini Liberya, Gabon, Luanda... Kap'ta gemiden inerdik. Kalahari Çölü'nü yürüyerek aşacaktık ve Doni'nin akıl almaz planları vardı. Ya da Kavaklaraltı Parkı'na, Doni şarap şişesini yarıladığında, elini havuza sokup suyu karıştırır, sonra da din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin bütün ilçe halkına bir çağrı çıkarırdı: En değerli eşyalarınız alın ve bu gemiye gelin; Afrika'ya gidiyoruz..." Şehir hayataının tüketiciliğine karşı doğaya övgü halinde seyreden kitabın son bölümünde ise 'Ormanın İçlerine Doğru' yol alan bir kahramanla başbaşayız. Görünüşte o da ana kişiliklere eklemlenebilecek biri; efsanevi şoförlerden Yıkıntı Seyfi'nin oğlu. Ve onu ormanın derinliklerine götüren Recep, önceki öykülerden tanış olduğumuz Ercü karakteri eşliğinde asıl meselelerden birine getirir sözü: "Baktım, Ercü, köşedeki masaya kaykılmış, peygamber gibi oturuyor. Ne gam, ne kasavet. O durumu benden çok daha kötü. O da şoför. Ama ne araba var, ne ev, ne karı ne de çocuk. Bir Ercü bir de ehliyeti. Ehliyet var, ama iş yok. Hap, esrar, içki, her yol onda; yaptığı kazaların sayısını o da bilmiyor. Bunca kötü şöhretten sonra kime malını teslim etmek istemiyor tabii. Ama kahvede bir oturuşu var, dersin ki dünyalar onun... Kalkıp yanına gittim. Şu işin sırrını bana da öğret, yoksa kafayı yiyeceğim, dedim. Tek yolu var, dedi, vitesten atacaksın! Nasıl? Dedim. Eliyle vitesi boşa alıyormuş gibi bir hareket yaptı; işte böyle, dedi." Ve anlatıcımız düşünür: "Ne demekti bu? Düşük vitesle inilen bir yokuşta birden boşlamak mı? O zaman ne olur, dişlilerin denetiminden çıkmış bir mekanizma kendi başına buyruk olur, araç sürekli hız kazanır ve sen, artık hiçbir şey yapamaz duruma gelirsin..." Perişanız Gecenin Karanlığında, edebiyatın yabanıl dünyasına, ruhun derinliklerindeki el değmemiş ormana gitmemiz için bir çağrı. Hayatta vitesten atmak ve olacakları göze almak için...

Perişanız Gecenin Karanlığında Cemil Kavukçu Notos Kitap 108 s.

*

“Buraları bırakamam ben. Kavaklaraltı benim gemim, buradan her yere gidebiliyorum.”

Fethi Naci, Cemil Kavukçu için “Elini neye değdirse öykü oluyor.”der.

Perişanız Gecenin Karanlığında bunalımlı, bohem kentli roman ve öykülerinin daha bir popüler olduğu yıllarda taşradan bahsetmeyi seçmiş bir yazarın kitabı.

Kuru bir bunalımlı taşra öyküsü değildir okuduğumuz. Büyük şeylerden söz etmiyor görünsede aslında çok derinlikli bir kitap. Taşra olarak adlandırılan bu dünyanın “kuru, sıkıcı” bilinen yaşamından şaşırtıcı, hüzünlü ve alabildiğine neşeli öyküleri birbirine bağlayarak anlatıyor  usta yazar.

Ayrıca kentli roman ve öykülerinde artık hemen hemen ortadan kalkmış bir şeyi gözümüze seriyor: Arkadaşlık. Öyle iki kişi arasındaki, ya da bir insanla köpeği arasındaki arkadaşlık değil bahsettiğimiz. Şöyle canlandırın gözünüzde: Mahallenin parkında bir araya gelen feleğin çemberinden geçmiş koca koca adamlar; biri birasından yudumluyor, diğeri ağzında çiğnediği bir parça tütünü yere tükürüyor, bir diğeri gözleri uzaklara dalmış, öteki yanlarına sokulan kediyi seviyor, başını elleri arasına gömmüş olanı ise ha ağladı ağlayacak.

Konuşmalarına bakılırsa hepsi de bir yerlere gitmek istiyor, hepsinin de bir planı var. Ama yapamazlar. Çünkü burayı seviyorlar, birbirlerini seviyorlar. Bir arada olunca her şeyi yapmasalarda yapmış gibi hayalleyip sevincini yaşıyorlar, hiçbir yere gitmeden gitmiş gibi oluyorlar. Söylemiyorlar ama kızsalar da, dalga geçseler de birbirlerini çok seviyorlar. Yaşamın türlü oyunları karşısında ellerindeki tek şey bu. Bu yüzden arkadaşına inanmadığı halde yağmur altında motorsikletin ardında çamur içinde ordan oraya sürüklenir, ölünce yapılacaklar listeleri düzenlenir ve bu isteklerin bir bir yerine getirileceğine çocuklar gibi inanırlar. Böyle bir yaşamdır işte. Ve bunun bir gün bitecek olması mı yoksa yaşamın acımasızlığı mı onları perişan ediyor, bilemiyoruz. Kimi soğukta bırakıyor bedenini kimi eve kapatıp kafayı yiyor, kimi de olmayan şeylerin varlığına inandırıyor kendini.

Kendilerini gelip bulmadan kendileri atılıyor gecenin perişan karanlığına; hem de vitesten atarak

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9