"Hatta, böyle zamanlarda yastığın hizasından eşyalara
doğru bakarken, çoğu kez, insan herhalde uykudan kalkınca hemen uyanamıyor da,
bir şeyleri gördükçe, o gördüğü şeyler kadar parça parça uyanıyor, diye
düşünüyordum. Masayı görmüşse masa, kitapları görmüşse kitaplar, giysileri
görmüşse giysiler, duvarları görmüşse duvarlar kadar uyanıyor, diyordum
sözgelimi. Bir bakıma, insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği
şeylerin sonsuzluğu kadar uykuda oluyor, diyordum. Ardından da, olaya bu açıdan
bakıldığından, var olan her şeyi asla aynı anda göremeyeceğimize göre, demek ki
uyanmanın hiç, ama hiç mi hiç sonu yok, diyordum."
"Yalnız bir adam Hasan Ali Toptaş... büyük şehirlerin gürültüsünden ve baştan çıkarıcılığından uzakta roman yazıyor." -Doğan Hızlan-
"Sıradışı bir yazarla karşı karşıyadır Türk edebiyatı. Hasan Ali Toptaş olağanüstü yetenekte bir dil ve kurgu ustasıdır; Türk edebiyatının en güçlü romantik kalemidir. O, geleceğin Türk edebiyatına damgasını vuracak birkaç yazardan biridir." -Yıldız Ecevit-
"Yalnız bir adam Hasan Ali Toptaş... büyük şehirlerin gürültüsünden ve baştan çıkarıcılığından uzakta roman yazıyor." -Doğan Hızlan-
"Sıradışı bir yazarla karşı karşıyadır Türk edebiyatı. Hasan Ali Toptaş olağanüstü yetenekte bir dil ve kurgu ustasıdır; Türk edebiyatının en güçlü romantik kalemidir. O, geleceğin Türk edebiyatına damgasını vuracak birkaç yazardan biridir." -Yıldız Ecevit-
*
Sonra, biliyor musun, aslında zihin denen fahişe de bir
hikâye anlatıcısıdır, derdi. Sonra, görünmeyeni anlatmak hüner değildir, tam
tersine bir çeşit kabalıktır ve ayıptır, görünmeyeni sadece görünür kılacaksın
Hasanım Ali, derdi. Sonra, akıl insanın en büyük yarasıdır, kalemi eline
aldığında aman ha ondan uzak dur, fazla sokulma, derdi. Sonra, Haydar’ın nasıl
büyük bir iştahla başını salladığına bakarak, hikâye anlatırken kelimeleri
habire kusmayacaksın Hasanım Ali, birçoğunu yutacak ve kâğıdın üzerine de
yuttuğun kelimelerin boşluğunu bırakacaksın, derdi.
*
... Herkesin içini ferahlatan güneşli bir
günün, kimi zaman burnundan kıl aldırmayan ceberut bir bölüm şefi kılığında
gelip elindeki çantayla birlikte kolidorun sonuna doğru yürüdüğü, oradaki
odalardan birine girdiği, kapıyı çat diye kapatıp anlaşılmaz bir öfkeyle masaya
oturduğu ve bir daha da hiç dışarı çıkmadığı olmuş bu yüzden. Her yanı mavi
pırıltılarla kaplı geniş bir haftanın, uzaklığı insanın içine dokunan karanlık
bir çınar halinde, bahçedeki çınarların içinde aylarca uğuldadığı olmuş. Günler
arasından gelen bambaşka bir günün, bu çınarın dallarına tüneyerek yaralı bir
kuş gibi haftalarca sessiz sedasız baktığı olmuş sonra. Koskoca bir ayın, eski
kışla binasının yakınlarından bir kaç çocuk suretinde gülüşe gülüşe geçip
gittiği olmuş. Bu kargaşa böylece devam ederken bazı günlerin hiç olmadığı
olmuş hatta, bazı haftaların hiç gözükmediği, bazı ayların da ne kadar büyük
bir umutla beklenirse beklensin oralara hiç gelmediği olmuş. ... s.12
*
“göze yakın akla uzak bir köşeye çekilip
*
ve birbirlerine örümcek ağlarıyla bağlanan ne idüğü belirsiz
eşyaların arasında
*
işte böyle her şeye benzeye benzeye tıpkı bir mıknatıs gibi
her şeyin ruhunu ruhunda toplarmış da, zaman zaman hiçbir şeye benzemezmiş
tabii
*
işte hikayenin burasında adam şıp diye susmuş da onun yerine
derdi konuşmaya başlamış artık
*
gövde dediğimiz şu gövde aynı zamanda zamandır, bunu asla
unutma derdi. Ben de onu taklit eder gibi, aynı zamanda mekandır, derdim o sırada. O
bu sefer, aynı zamanda uğultulu bir tesadüftür, derdi. Sonra ben bu oyunu sürdürür ve
hayıflanırcasına, aynı zamanda başkasıdır, derdim. İşte o zaman, dayım da
gözlerimin içine buruk bir ifadeyle bakarak, sadece başkası olsa amenna Hasanım
Ali, aynı zamanda başkalarıdır, derdi
*
bir hikaye sonsuzmuş gibi göründüğünde, kendine ulaşmış
demektir çünkü”