Farzedin ki, on dakikalık bir sigara molasında Broadway'den
aşağı doğru yürürken, traji- komik bir oyunla, ciddi bir vodvil arasında seçim
yaparken, aniden bir el kolunuzu tutuyor. Dönüp güzel bir kadının korkmuş
gözlerine bakıyorsunuz, samur Rus kürkü ve pırlantalar içinde bir kadın.
Elinize çok sıcak bir poğaça bastırıyor, küçük bir makas parıldıyor, paltonuzun
ikinci düğmesi kopuyor, kadının tek kelime söylüyor "paralelogram!"
ve korkuyla omzunun üstünden bakarak, kesen sokağa doğru hızla koşuyor.
Bu tam bir macera olurdu. Siz alır mıydınız? Hayır. Utanarak
kızarır, sıkılarak poğaçayı yere atar ve kopan düğmenizi bulmak üzere yola
devam ederdiniz. Ama saf serüvenci ruhunuz hala ölmemişse, böyle yapmazdınız.
Gerçek maceraperestlerden asla çok sayıda bulunmaz. Bunlar
genellikle yeni icat edilmiş yöntemlerle çalışan iş adamlarıdır. İstedikleri
şeyin peşinden giderler, (1)altın post, (2)kutsal kase, leydilerin aşkları,
hazine, taç ve ün. Gerçek serüvenci bilinmeyen kaderiyle karşılaşmak üzere
amaçsızcasına ve hesap kitap yapmadan yola çıkar. Bunun iyi bir örneği evine
dönmeye karar veren (3)Prodigal Son'du.
Yarı serüvenciler ise cesur ve parlak kişilerdir ki
bunlardan çok sayıda bulunur. Tarih, romanlar ve tarihi romanları
zenginleştiren Haçlılardan, Palisades' e kadar. Fakat bunların hepsinin
kazanacak bir ödülü, bir amacı, bileyecek baltası, koşacak bir yarışı, hamle
yapacak bir kılıcı, ismini kazıyacak bir yer, halletmesi gereken bir sorunu,
takacak bir tacı vardı. O yüzden onlar gerçek maceraperest değillerdi.
İkiz kardeşler olan Aşk ve Macera, büyük şehirde sürekli
buna değecek talipleri ararlar. Bizler sokakları arşınlarken, onlar sinsi sinsi
bizi dikizlerler ve oniki farklı kılıkla bize meydan okurlar. Neden olduğunu
bilmeden hayalimizdeki resim galerisine ait bir portre bulmak üzere pencereden
bakarız, sessiz bir sokaktaki, kepenkli, boş bir evden gelen acı dolu bir
çığlık işitiriz, her zamanki kaldırım yerine, bir taksi şoförü bizi tuhaf bir
kapının önüne bırakır, gülümseyerek bizi içeri çağırır, üzeri yazılı bir kağıt
Talihin kafesinden ayaklarımızın dibine düşer, hızla gelip geçen kalabalıktaki
yabancılarla birbirimize nefret, sevgi ve korku dolu bakışlar atarız, ani bir
sağanak- şemsiyemiz bizi dolunayın kızkardeşiyle, yıldızların kuzeninden korur,
her köşede bir mendil yere düşer, parmaklar şaklatılır, bakışlar üşüşür ve
yitik, yalnız, çoşkulu, esrarengiz, tehlikeli serüvenin çeşit çeşit ipuçları
parmaklarımızdan kayar. Fakat pek azımız bunların peşine düşüp, kovalarız. Ağır
ol molla desinler diye sıkı sıkıya eğitilmişizdir. Geçer gideriz ve bir gün
sıkıcı bir hayatın sonunda aşk dediğimiz şeyin bir ya da iki evlilik ile bir
çekmecede saklanan saten bir rozet ve dırdır eden bir eşle hayat boyu süren bir
kan davası olduğunu anlarız.
Rudolf Steiner gerçek bir maceraperestti. Umulmadık ve
olağanüstü şeyler bulmak amacıyla yatak odasının dışına çıkmadığı akşamlar çok
nadirdi. Hayatındaki en ilginç şey bundan sonraki dönemeçte neyin beklediğiydi,
bazen kaderi zorlama isteği onu farklı yollara sürüklemişti. İki kez geceyi
istasyonda geçirmişti, defalarca esnaf kılıklı üçkağıtçıların oyununa gelmişti,
yağcılıklara kanmasının bedelini saati ve parasıyla ödemişti ama hiç azalmayan
bir şevkle, macera listesindeki her şeye uzanmıştı.
Bir akşam Rudolf, şehrin eski mahallelerinden birindeki
caddede geziniyordu, kaldırımlar iki tür kalabalıkla doluydu, evlerine gitmek
için acele edenler ile binlerce aldatıcı mum ışığı altında tabldot yemek için
dışarı gidenler.
Hoş görünümlü genç maceraperest, sakin ve dikkatle
yürüyordu, gündüzleri piyano satan bir mağazada satıcıydı. Kravatı kravat
iğnesi yerine topaz bir halkaya tutturulmuştu ve bir keresinde bir derginin
editörüne hayatını ençok etkileyen kitabın Miss Libbey'in “Junie'nin Aşk Testi”
olduğunu yazmıştı.
Yürüyüşü sırasında kaldırımdaki cam kutudan gelen bir diş takırtısı
sesi önce (şüpheyle) dikkatini çekti. Kutu bir lokantanın önüne konmuştu fakat
tekrar bakınca bitişik kapının üzerindeki ışıklı dişçi tabelası ortaya çıktı.
Kırmızı işlemeli fantastik bir ceket, sarı pantolon, asker şapkası takmış dev
gibi bir zenci, gelip geçenlere el ilanı dağıtıyordu.
Bu tür dişçi reklamları Rudolf için sıradandı, genellikle
ilan dağıtıcısından ilan almadan yanından geçerdi fakat bu sefer Afrikalı
elindeki kartı öyle ustalıkla bıraktı ki, kart başarılı bir uçuşla Rudolf'un
eline kondu ve zenci gülümsedi.
Adam birkaç metre yürüdükten sonra karta ilgisiz ilgisiz
baktı. Şaşırarak kartı ters çevirdi ve bu sefer ilgiyle baktı. Kartın bir yüzü
boştu, diğer yüzündeyse mürekkeple “Yeşil Kapı” yazıyordu. Sonra Rudolf önünde
üç basamak gördü, adamın biri geçerken zencinin verdiği kartı yere attı, Rudolf
kartı aldı. Kartta dişçinin adı, adresi ve “porselen kaplama”, “köprü” gibi
olağan işlemlerle, “ağrısız” operasyon sözü verilmişti.
Maceraperest piyano satıcısı köşede durdu ve düşündü. Sonra
karşıya geçti, bir blok yürüdü, tekrar karşıya geçti ve tekrar yukarı giden
kalabalığa karıştı. Zencinin yanından ikinci kez geçtiğinin farkına varmadan
verdiği kartı aldı. On adım sonra kartı inceledi. İlk karttaki aynı el
yazısıyla “Yeşil Kapı” yazıyordu. Gelen geçenler tarafından üç, beş kart yere
atılmıştı. Yere düşen kartların yazısız tarafları üste gelmişti. Rudolf
kartların öbür tarafını çevirdi. Hepsinde efsanevi diş muayenehanesinin adresi
yazıyordu.
Periler Rudolf Steiner'i bir maceraya sürüklemek için
nadiren iki kez dürterlerdi fakat iki kez dürtmüşlerdi ve arayış başlamıştı.
Rudolf yavaşça tıkırdayan diş kutusunun yanında duran
iriyarı zencinin yanına gitti. Bu seferki geçişinde hiç kart almadı. Komik ve
süslüpüslü kılığına rağmen, Etopyalı, doğal, vahşice bir asalet sergiledi,
kartları kibarca birilerine uzattı, diğerlerinin kart almaları için taciz
etmeden geçip gitmelerine izin verdi. Her yarım dakikada bir dolmuş kahyaları
ya da operacılarınkine benzer, tiz, anlaşılmaz bir şeyler söylüyordu ve bu
sefer elinde sadece kart tutmuyordu, Rudolf'a öyle geldi ki, kocaman, parlak
siyah yüzü sanki soğuk bir küçümseme, aşağılama doluydu.
Bakışlar maceraperestimizi çekti, sessiz bir suçlamayla o
bakışlarda kendisinin arandığını okudu. Karttaki yazılardaki esrar ne olursa
olsun, zenci iki kez kendisini seçmişti ve şimdi macerayı, gizemi çözecek akıl
ve cesaretten yoksun olduğu için onu lanetliyordu.
Rudolf, kalabalıktan sıyrılarak, onu bekleyen maceranın
olduğu binayı incelemeye koyuldu, beş katlı bir apartmandı. Zemin katta bir
lokanta vardı.
Şu anda kapalı olan birinci kat kürk ve şapkacıya
benziyordu, yanıp sönün ampulleriyle ikinci kat dişçiydi, daha yukarı
katlardaysa falcı, terziler, müzisyenler ve doktorların olduğunu söyleyen
tabelalar vardı, daha üst katlarda ise perdeli pencerelerde duran beyaz süt
şişelerinden ailelerin oturduğu belliydi.
İncelemesini bitiren Rudolf, evin taş basamaklarına
tırmandı. Halı kaplı merdivenlerde iki kat çıktı, devam etti ve en üstte durdu.
Koridor bir tanesi sağında ve uzakta, diğeri yakınında ve solda olmak üzere iki
gaz lambasıyla loş bir şekilde aydınlatılmıştı ve loş ışıkta yeşil kapıyı
gördü. Bir an tereddüt etti. Sonra kart dağıtan Afrikalının alaycı bakışları
gözünün önüne geldi ve dosdoğru yeşil kapıya gidip, kapıyı vurdu.
Kapıyı tıklamadan önceki anlar gerçek maceranın nefes nefese
soluğuyla geçmişti. Bu yeşil kapının ardına neler olmazdı ki? Kumar oynayan
kumarbazlar, tuzaklar kuran kurnaz, usta serseriler, cesarete aşık güzellik,
tehlike, ölüm, aşk, hayal kırıklığı, küçük düşme, bu cesur tıklayışın ardında
hepsi olabilirdi.
İçeriden hafif bir ses geldi ve kapı yavaşça açıldı. Henüz
yirmisinde bile olmayan bir kız kapıda duruyordu, yüzü bembeyazdı ve
titriyordu. Eli kapının tokmağından kaydı ve geriye kaykıldı, Rudolf kızı tuttu
ve duvara yaslanan bir kanepeye yatırdı. Kapıyı kapattı ve gaz lambasının
ışığında odaya bir göz attı. Gördüğü tam bir yoksulluktu.
Kız baygın gibi yatıyordu. Rudolf kızın karnının altına
koymak için fıçı gibi bir şey aradı ama yok, yok bu yöntem suda boğulanlar
içindi. Şapkasıyla kıza yelpaze yaptı. İşe yaradı, şapkanın kenarı burnuna
çarpınca kız gözlerini açtı. Ve genç adam hayalinde aradığı kızın resmiyle
karşı karşıya geldi. Dürüst, yeşil gözler, küçük burun, sarmaşık yaprakları gibi
büklüm büklüm kestane rengi saçlarla doğru yere ve harika serüvenlerinin
ödülünü almaya geldiğini anladı.
Kız ona baktı ve gülümsedi.
Halsizce “bayıldım değil mi?” diye sordu. “Şeyy kim olsa
bayılırdı,üç gündür yemek yemiyorum! Ve işte..”
Rudolf sıçrayarak ayağa kalktı ve “Himmel!” diye bağırdı.
“Ben gelene kadar bekle”
Koşarak yeşil kapıdan çıktı ve merdivenlerden aşağı indi.
Yirmi dakika sonra geri geldi. Kızın kapıyı açması için baş parmağıyla kapıyı
vuruyordu, elleri, kolları marketten ve lokantadan aldığı yiyecek,içeceklerle
doluydu. Hepsini masaya koydu, ekmek, tereyağı, soğuk et, kekler, tartlar,
turşular, istiridye, kızarmış tavuk, bir şişe süt ve sıcak çay.
Rudolf “yemek yemeden durmak gülünç!” diye kızı payladı. “Bu
tür iddiaların hepsini kafandan atmalısın,yemek hazır.” Kızın sandalyeye
oturmasına yardım etti ve sordu: Çay fincanın var mı? Kız “Pencerenin yanındaki
rafta” diye cevap verdi. Fincanla geri geldiğinde kızın kadınsı içgüdülerle ve
parlayan gözleriyle kağıt paketleri açıp kocaman bir hıyar turşusuyla
başladığını gördü. Gülerek turşuyu kızın elinden aldı ve süt doldurdu. “ önce
bunu iç” diye emretti. “sonra biraz çay iç ve bir tavuk kanadı ye, eğer iyi
olursan turşuyu yarın yersin, ve şimdi müsaade edersen ben de misafirin olayım,
akşam yemeğimizi yiyelim”
Adam öteki sandalyeyi de aldı. Çay kızın gözlerinin
parlamasını ve renginin yerine gelmesine yaradı. Kıtlıktan çıkmış vahşi bir
hayvan gibi sevimli bir oburlukla yiyordu. Genç adamın varlığını ve yardımını
gayet doğal buluyormuş gibiydi.Olanları küçümsüyor gibi değildi sadece büyük
gerginlik altındaki biri olarak, suni nezaketi bırakıp, insani ve doğal
davranıyordu. Yavaş yavaş gücü gelip, rahatlayınca, küçük hikayesini anlatmaya
başladı. Binlerce benzer hikayeden biriydi. Azıcık bir ücretle çalışan bir
tezgahtarken, dükkanın karını arttırmak için ücretlerde kesinti yapılmış,
hastalanınca işi aksatmış, sonra işten çıkartılmış, umudunu kaybetmiş ve
maceraperestimiz yeşil kapıyı çalmıştı.
Ama Rudolf için bu hikaye İlyada destanı ya da “Junior'un
Aşk Testi” kadar büyüktü.
“Bunca şeye katlandığını düşünmek” diye bağırdı.
Kız vakur bir tavırla “ berbattı” dedi.
“Peki şehirde hiç akraban veya dostun yok mu?”
“Kimsem yok”
Bir an duraksadıktan sonra Rudolf “Ben de koca dünyada tek
başımayım” dedi.
Kız “buna sevindim” deyince genç adam kızın kendi
mahrumiyetini onaylamasından hoşnutluk hissetti.
Birden kızın göz kapakları ağırlaştı ve derin bir iç çekti.
“felaket uykum geldi ve çok iyiyim” dedi.
O zaman Rudolf ayağa kalktı, şapkasını giydi “size iyi
geceler diliyorum, iyi bir uyku size iyi gelecektir”
Elini kıza uzattı, kız elini sıktı ve “iyi geceler” dedi.
Ama gözleriyle dobra dobra, şiirsellikle ve zarifçe bir şey soruyordu. Adam da
evap verdi.
“Ah, yarın nasıl olduğunuzu görmek için geleceğim, benden bu
kadar kolay kurtulamazsınız”
Sonra o kapıdayken, kız sanki kapısını çalması, gelmesinden
daha önemsizmiş gibi sordu “nasıl oldu da kapımı çaldın?”
Adam bir an kıza baktı, kartları hatırladı ve sonra ani bir
kıskançlık sızısı hissetti. Ya kartları kendisi gibi maceraperest başkaları da
aldıysa? Çabucak kızın gerçeği bilmemesi gerektiğine karar verdi. Kızın bu
büyük acısıyla ilgili garip macerayı kız asla bilmemeliydi.
“Piyano akortçularımızdan biri bu apartmanda oturuyor, onun
yerine yanlışlıkla senin kapını çaldım”
Yeşil kapı kapanmadan önce odada gördüğü son şey kızın
gülümseyişiydi.
Merdivenlerin başında duraksadı ve şüpheyle baktı. Sonra
koridorun sonuna kadar gitti, geri döndü, bir alt kata indi ve şaşırtıcı
keşfine devam etti. Tüm kapılar yeşil boyalıydı.
Merak içinde kaldırıma geldi. Fantastik Afrikalı hala
oradaydı. Rudolf elinde iki kartla adamla yüzleşti.
“Bu kartları bana niye verdin? Ne anlama geliyorlar?” diye
sordu.
Kocaman, terbiyeli bir gülümsemeyle zenci, patronunun
mesleğinin harika bir reklamını yaptı.
Sokağın aşağısını işaret ederek “ tiyatro aşağıda patron,
fakat siz ilk perde için çok geç kalmak”
Adamın işaret ettiği yöne bakan Rudolf, tiyatronun parlak
ışıklarını ve oyunun adını gördü: “Yeşil Kapı”
Zenci “ tiyatro şirketinin söylediğine göre birinci sınıf
bir oyunmuş, dişçinin kartıyla birlikte onların da ilanını dağıtırsam bana bir
dolar verecekler size dişçinin kartından vereyim mi?”
Oturduğu apartmanın köşesinde Rudolf bir bardak bira ve puro
almak için durdu. Çıkışta düğmelerini ilikledi, şapkasını düzeltti ve elektrik
lambasının altında şöyle dedi:
“yine de o kızla karşılaşmamın kaderin bir oyunu olduğuna
inanıyorum”
Bu koşullar altında sonuç ne olursa olsun, Rudolf Steiner,
Aşk ve Maceranın peşinden koşan gerçek bir maceraperestti.
(1) Altın Post: Yunan mitolojisinde zenginlik ve ihtişamı
temsil eden altından yapılmış koç postu.
(2) Kutsal Kase: Hz. İsa'nın ölmeden su içtiği kase.
(3) Prodigal Son: Hz. İsa'nın “İki Oğul veya Kayıp Oğul”
olarak da bilinen dini hikayelerinden biri.