Camilo José Cela, yazın tarihinde benzeri olamayan Arı
Kovanı adlı bu başyapıtında, 1943 Madrid'inden yirmi dört saatlik bir bilim
sunar size. Ellisi gerçek, tam üç yüz kırk altı kişinin doldurduğu bu kovanın
altını üstüne getiren Cela, bir yandan, bir zamanlar uğrunda savaştığı Franco
faşizmine -Franco'nun sağlığında ve İspanya'da!- tokatı patlatırken, bir yandan
da, insanoğlunun tüm kirli çamaşırlarını acımasızca, ama ufacık sevgi ve umut
pırıltılarıyla ortaya döker.
O dönemde, İspanya'da basılması olanaksız olduğu için, ilk baskısı 1951 yılında Arjantin'de yapılan bu roman, filme de alınmış ve Cela'nın küçük ama önemli bir rol de aldığı bu film, 1983 yılında, 33. Berlin Şenliği'nde, Altın Ayı Ödülünü kazanmıştır. Daha önce Pascual Duarte ve Ailesi adlı romanını yayımladığımız Camilo José Cela, 1989 Nobel Ödülü'nü de kazanmıştı. Bu kitabı da İspanyolca aslından yine Alev GüçlüTürkçeye çevirdi.
O dönemde, İspanya'da basılması olanaksız olduğu için, ilk baskısı 1951 yılında Arjantin'de yapılan bu roman, filme de alınmış ve Cela'nın küçük ama önemli bir rol de aldığı bu film, 1983 yılında, 33. Berlin Şenliği'nde, Altın Ayı Ödülünü kazanmıştır. Daha önce Pascual Duarte ve Ailesi adlı romanını yayımladığımız Camilo José Cela, 1989 Nobel Ödülü'nü de kazanmıştı. Bu kitabı da İspanyolca aslından yine Alev GüçlüTürkçeye çevirdi.
*
Roberto Bolano, kısa öykü yazmak isteyenlere öğütler verdiği
bir yazısında şöyle diyor: “İşine saygı duyan bir kısa öykü yazarı asla Cela ve
Umbral okumaz. Bu ikisinden, bir vebadan kaçar gibi uzak durun.”
Tâbii bunu yergi olarak mı söylüyor yoksa övgü olarak mı, o
ayrı. Bolano’nun diğer yazdıklarına bakılırsa ikincisi sanırım.
Arı Kovanı, gerçekten de arı kovanı gibi bir kitap. İçinde
üç yüz elliye yakın karakter vardır. Yazıldığı faşizm yıllarında İspanya’da
basılamadığı için Arjantin’de basılmış kitap.
Kovanın merkezi Dona Rosa’nın kahvehanesi. İkinci Dünya
Savaşı yıllarında Madrid’de geçer tüm anlatılanlar. Bu kadar insanı bir arada
tutan ve onların dünyalarına dalan Cela, bu kişilerin birbirleri ile
ilişkilerini anlatırken bir yandan da onları bize küçük öykülerle, tanımlarla,
sahnelerle tanıtıyor. Bir örnek: “… Don Jaime feleğin kendisine ettiği
oyunu düşünmez; doğrusunu isterseniz hiçbir zaman hiçbir şey düşünmez.
Aynalara bakar ve: ‘Acaba aynayı kim icat etti?’ diye sorar kendi kendine…”
Sonra başka bir kişiye, konuya geçer Cela ve bir yerlerde
Don Jaime yine karşımıza çıkar. Bu, tâbii tek bir örnek. Hemen her şey var bu
romanda. Kimi devamlı kovanda durur, kimi de şöyle bir girip çıkar.
Yazar kahvehanenin tüm insanlarını ve o gün geçen olayları
anlatır. Roman tek bir kahramana veya merkez bir öyküye dayanmaz. Bir günlük
bir zaman diliminde geçen olayları okuruz. Geride gördüğümüz ise, dünya savaşı,
Franco faşizmi, parasızlık, umutsuzluk, yıkıntılar, güven ve ihanet ve tüm
bunlara rağmen hala bir fincan kahve, puro, neşe ve umutlar…
Bu roman 1983 yılında filme çekilmiş, Berlin Altın Ayı
ödülünü kazanmış.