"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

5 Haziran 2012 Salı

BAYAN TEMPY'Yİ BEKLEYENLER-SARAH ORNE JEWETT

Aylardan Nisan’dı, yer, tren yollarına çok uzakta, New Hampshire’da küçük bir çiftçi kasabasıydı. Bayan Tempy Dent’in evinin yakınındaki irili ufaklı tüm evlerin ışıkları birer birer söndü, fakat komşuları son bir kez kapılara çıktılar ve gözleri içgüdüsel bir merakla bir lambanın sürekli yandığı eski eve çevirdiler, biraz iç çektiler, sevdiği ahbaplarının çoğu  “zavallı bayan Tempy!” dedi çünkü kadın kuzeye bakan odasında, ölmüştü, yanan ışık da ölüyü bekleyenlerin yaktığı ışıktı. Cenaze ertesi gün saat bir’de kaldırılacaktı.
Cenazeyi bekleyenler en yaşlı dostlarından ikisiydi, bayan Crowe ve Sarah Ann Binson. Kullanılmayan en güzel odada beklemek yerine daha az ürkütücü buldukları mutfakta bekliyorlardı ve uzun saatleri sadece konuşarak geçirdiler. İnsan  konuların da, fikirlerin de uzun ilkbahar akşamına yetmeyeceğini  düşünür fakat orada, o gün belli bir heyecan vardı ve iki kadın da alışılmamış bir güven ve anlatım seviyesine çıkmışlardı. Her biri de diğerine kadının sır olarak kalmasını istediği birden fazla gerçeği çoktan anlatmıştı. Tekrar , tekrar, ikisi de gündüz olunca imkansız bulacakları şeyleri söylemenin cazibesine kapılıyorlardı. Bayan Crowe kocasına mavi bir yün çorap örüyordu, topuğu o kadar uzun olmuştu ki, zamanında daraltmayı unutmuş gibiydi. Yine de bayan Crowe ne yaptığını biliyordu, beyhude yere bir şeyler dikmeye çalışan ama sohbet koyulaşınca dikişini hemen kucağına bırakan bayan Binson’dan daha soğukkanlı bir karakteri vardı.
Yüzleri ilgi çekiciydi, - sert, açık göz, akıllı New England tipi, saçları arkada topuz yapılmıştı. Bayan Crowe dalgın ve müşfik görünümlüydü, Bayan Binson ise - komşularının dediği gibi - biraz sert mizaçlıydı fakat herkes biliyordu ki öyle olmak zorundaydı. Çünkü kendine bakamayan dul bir kız kardeşi ve kafasının dikine giden, adam olmayacakları belli, kız ve erkek yeğenlerinin sorumluluğunu üstlenmek gibi bir yük taşıyordu.
Sonunda büyük oğlanı iş öğrensin diye iyi bir tüccarın yanına vermişlerdi, tüm o sert, endişeli mizacına rağmen, kız kardeşi mızmızlanıp, huysuzluk yaptığında alttan aldı, asla savunmaya geçmedi. Hayatı boyunca her hafta babaları yaşasaydı zavallı çocukların parmaklarını bile oynatmak zorunda kalmayacakları hikayesini dinlemişti. Şimdi sebatkar bir biçimde küçük çiftliği idare ediyor ve sabırla gençlere faydalı bir sürü şey öğretiyordu, öyle ki, herkesin söylediği üzere kadına teşekkür etmeliydiler. Dışarıdan bakıldığında hayatı ne kadar keyifsiz gözükse de, kendisi büyük zevk alıyordu.
Tersine, Bayan Crowe ise kocası zengin bir çiftçi ve kalender bir adam olduğundan hali vakti yerindeydi. Nazik gözükmesine rağmen, cimri bir kadındı ve birisine bir şey verdiğinde veya birisine yardım etmek için parmağını kımıldattığında büyük bir lütufta bulunmuş veya kompliman yapmış gibi kabul edilirdi ve yardımı alan kişi daha yoksul birinden gelen hediyeden iki misli şükranla kabul ederdi. Sosyal olarak bayan Binson’dan çok daha üst konumdaydı. İkisi de eski okul arkadaşı ve Temperance Dent’in dostuydular. Kadın ölmeden kısa bir süre önce, ikisine de öldükten sonra birlikte gelip, eve göz kulak olmalarını ve gereken şeyleri düzenlemelerini rica etmişti. Bu süre boyunca, ikisinin daha yakın arkadaş olacaklarını ve zengin kadının yoksulların halini daha iyi anlayacağını ümit etmişti. Kadınlar eve bir önceki gün gelmemişlerdi çünkü her şeyin bittiği son ana kadar yaşlı dostlarını bırakmamış ve ona bakmaktan yorgun düşmüşlerdi.
Evin hemen yakınındaki tepeden bir dere akıyordu ve sesi her zamankinden daha gür çıkıyordu, mutfak sessiz olduğunda, derenin asi sesinde sanki ölüyü bekleyenlere geçmişten bir şeyleri anlatan tuhaf bir ısrar vardı.
Bayan Crowe, “Tempty için yas tutmaya başlamaya hazır değilim, huzur bulduğu için memnunum” diye fısıldadı. “Burada onsuz oturmak tuhaf fakat onun gittiğini kabul edemiyorum, sanki uyuyor ve onu uyandırmaya korkuyorum.” 
Sarah Ann “evet” dedi. “sanki öyle, değil mi? Fakat ne diyorum biliyor musun, onu düşündüğümüzden daha çok özleyeceğiz. Bana pek çok konuda yardım etmişti ve böyle söyleyen tek kişi ben değilim.”
Bu sözler sanki Bayan Crowe’un yanında üçüncü bir kişi daha varmış da, dinliyormuş gibi söylenmişti. Bekleyenler, gözetlendikleri hissini içlerinden atamıyorlardı. Bahar rüzgarı pencerenin kenarından ıslık çalıyor ve küçük evin kapısını tanıdık biri gibi ara ara vuruyordu. Yine de sessiz bir geceydi ve bekleyenler yarı fısıltıyla konuşuyorlardı.
Bayan Crowe kararlı bir şekilde “Tanıdığım en gönlübol insanlardan biriydi” dedi. “ durumuna rağmen, herkesten çok vericiydi ki, ona bunun doğru olmadığını söylerdim. Kendimize karşı da vazifelerimiz var."

 Bayan Binson, bilinçsizce bir şekilde, yarı gülerek baktı, sonra kendisini toparladı.
Bayan Crowe onun bu bakışlarına ciddi bir bakışla karşılık verdi ve basit ama durumun gerektirdiği bir çabayla “vermek benim için başkaları kadar kolay bir şey değil” dedi. “ Tempy şu anda kendi evinde yatarken, şunu söylemeliyim ki, her zaman ondan ders alırdım, yaptıklarım için akrabalarım bana karşı çok nazik ve mahcup olurlardı, ben zavallı Tempy kadar cömert bir kadın değilim, onun parayla hiç işi olmazdı denilebilir”
Sarah Binson bu itiraf karşısında çok duygulandı ve beklenmedik tevazuyla “senin de pek çok iyi …..” Diye başladıysa da iltifatını yarım bıraktı.
“ evet evet ama benim yeterince imkanım var, yaşlandıkça verici olmak bana dert olmaya başladı, bu sabah bundan böyle bayan Tempy’nin bana örnek olmasına karar verdim. Örgüsünü daha hızlı örmeye başladı.
Tempy hep 'maraz olmanın faydası yok' derdi, bir dakikalık sessizlikten sonra “derdi” demek ne tuhaf değil mi? İnsanların onun hakkında dedikodu yapmalarını duymaktan hiç hoşlanmazdı.
Bayan Crowe, mütevazi bir şekilde “ Çünkü buna eğilimliydiler, böylece diğerleri öyle değildi diyecekler ve onları övecekler, diye cevap verdi. Memnun etmek için bir şeyler yapmadığı tek çocuk yoktu, bir seferinde Massachussets’den gelen erkek kardeşimin çocukları yazı burada geçirmişlerdi, çocukların hepsi de küçüktü ve oyuncaklarını kırıp döküp, giderken de öyle bırakıyorlardı. Onlar gittikten sonra Tempy evi düzeltmek için bana yardıma gelmişti, ben yorgun argındım ve tam birkaç şeyi sobaya atıyordum ki, Tempy  “ah onları bana ver” dedi ve alıp evine gitti, parçaları bir araya getirip, tamir etti ve bir başka çocuğu mutlu etti. Gören ona büyük bir iyilik yaptığımı sanırdı, ben de “hayır bana teşekkür etme az kalsın onları yakıyordum” dedim.
Bayan Binson “biliyorum bazıları bizim eve gelmişti, bir çocuğu mutlu etmek için kendini harap ederdi” dedi.
“ Şimdiye kadar verdiği en büyük hediyeyi anlatacağım ve duymayan kalmasın, unutulsun istemiyorum. Sarah Binson devam etti, gecenin nasıl gittiğini görmek için saate baktı,. “Corners okulundaki şu güzel Trevors’lu kızdı, daha sonra evlenip, New York’a gitti, hatırladın mı?”
 “Elbette”.
 “Herkesin söylediğine göre harika bir öğrenciydi fakat okulu bitirmek ve masrafları ödemek için bitkin düşmüştü ve ilkbaharda sinirleri iflas etti, Tempy bir süre gelip, kendisinde kalması için onu yanına aldı, hatırladın mı? Şey, Chicago’da bir dayısı vardı, annesinin erkek kardeşi yani, zengin ve dost canlısıydı ve Lizzy Trevor’a mektup yazar ve sanırım hediyeler gönderirdi ama seyahat eden tez canlı ve meşgul bir adamdı ve durup akrabalarını ziyaret edecek, onları düşünecek vakti yoktu. Dayısı kızı küçüklüğünden beri görmemişti, küçük Lizzyi öyle solgun, öyle zayıftı ki, dönem sonunu ancak bitirdi, sanki birdenbire çökmüştü, Tempy bir süre ona baktı, üzerine titredi, sonra bir de duyduk ki, bayan Trevor dayısını görmeye gitmiş ve giderken yolunun üstündeki Niagara şelalesini gezmiş ve bir gece orada kalmış, şimdi kızın buraya geldiğinde okulu yüzünden borç içinde olduğunu uzun uzun anlatmayacağım, son ödemelerden sonra beş parasız kalmıştı, sanırım okul alacağı yüzünden kızı sıkıştırmıştı, Tempy hepsini ödedi ve ben, kız böyle bir seyahata çıktığı için Tempy’yi suçladım, sanki bolluk içinde yüzüyormuş gibi kıza 60 dolar verip, onu dinlenmesi için tatile göndermişti.
 “60 dolar mı? Tempy’nin hayatı boyunca eline geçen  tüm para 90 dolardı, bir yanı çamur, bir yanı kireç olan o küçük arsayı da biriktirerek almıştı ve yıllar önce dünyadan ençok Niagara’yı görmek istediğini söylemişti!
 İki kadın sessizce birbirlerine baktılar, bu cömert fedakarlığın büyüklüğü akıllarının alacağından çok daha fazlaydı.

 Sonuda bayan Crowe, “bunu yapacak kadar yoksul ama gönlü boldu!” dedi ve kendini duygularına bırakarak “Ne dersen de, kendimi çok değersiz hissettim.” Deyince, arkadaşı bir şey söylemeye cesaret edemedi. Hiçbir zaman bir seferde altmış dolar vermemişti çünkü hiçbir zaman o kadar parası olmamıştı. “Tempy iyi bağış alıyordu“ diyecekti ama tam zamanında kendini tuttu çünkü  başkalarına muhtaç olduğunu söyleyerek, güvenine sadakatsizlik etmeyecekti.
 Bayan Crowe  sessizlik yüzünden biraz gergin bir halde “Herkes onun ne kadar alicenap, yardım sever ve verici biri olduğunu söylüyor.” Dedi. “ben para biriktirmesem nasıl üzülürsem, bazılarının da verici olmamaktan nasıl üzüntü duyacaklarını başkalarına anlatması zor sanırım. Ben sanırım böyle yapmak zorundaydım, niçin para biriktirdiğimi düşününce ah etmem gerekir, eğer bir çocuğum olsaydı Sarah Ann” burada sesi boğuldu. “bir çocuğum olsaydı Sarah, onun için para biriktiriyorum derdim, işte Crowe ve ben, ikimiz de parayla bir şey yapamayız ve ikimiz de böyle gelmiş böyle gider diyoruz, geçenlerde Priscilla Dance, makineli tüfek gibi konuşuyordu, neymiş, salonum için şu son moda yaldızlı duvar kağıtları ve yeni mobilyaları ve üstü mermer bir sehpa almalıymışım, dedim ki “Niye Priscilla? Bu kadife kağıtların ne zararı var, o olmadan odamın güzel olduğunu söyleyemem, Daniel diyor ki, bebekken hatırladığı ilk şey minik parmaklarıyla onlara dokunmak ve harika kırmızı güller olduğunu düşünmesiymiş, millet saçma şeylere boşa para harcıyor, mesela kilisenin oturacak yerlerini yeniliyorlar, bir zaman sonra yine eski haline getiriyorlar”
 Bu kilise cemaati hakkında heyecanlı bir sohbet başlattı, Bayan Binson ve Bayan Crowe farklı cemaatlere mensuptular ve vaktiyle az kalsın araları açılacaktı ama bundan kaçındılar. İkisi de sağlam dostluklarını bozmamak için başka şeylerden söz etmeye başladılar.
 Bayan Binson “sana katılıyorum” dedi. “ Pek azımız paramızla günlük masrafların dışında ne yapacağımızı biliyoruz, sen benden daha çok görmüş geçirmiş birisin, bu tür konularda başkalarına uyarım” Ve bu mütevazi itirafla, münasebetsiz bir şey olmadan kritik sohbet sona erdi.
 Akabindeki sessizlikte, iki kadının ölü evindeki varlıkları daha da net belli oldu. Yakınlardaki ahşap bir dolapta döşemeyi kemiren farenin sesi sinirleri bozuyordu. İki kadın da endişeyle saate baktılar, neredeyse gece yarısı olmuştu ve sanki bütün dünya o ikisini bu kutsal görevlerinde yapayalnız bırakmışlardı. Sadece dere uyanıktı.
Bayan Crowe, ölünün odasına gitmek için sanki bir sebep duymak istiyormuş gibi fısıltıyla “Gidip bir yukarı baksak iyi olacak” dedi. Bayan Binson da ciddi ama ikna olmuş bir şekilde ayağa kalktı ve masanın üzerindeki minik gaz lambasını aldı. Ölü beklemeye Bayan Crowe’a nazaran daha alışıktı ve daha az etkileniyordu. Kapıyı açarak dik merdivenlerin olduğu koridora çıktılar, gıcırdayan basamakları parmak uçlarına basarak çıkıp, üst kattaki soğuk odaya girdiler.  Lambayı yüksek bir komodinin üzerine koyarken, duvarların üzerinde uzun gölgeler oluşurken, Bayan Crowe’un kalbi çok hızlı atmaya başladı. Beyaz örtünün altındaki saygın şekle doğru tereddütle gitti ve Sarah Ann, nazik ama vazifesiymiş gibi bir örtüyü çekince buna karşı çıkma duygusu hisseti.
 Sarah Ann Binson, içgüdüsel bir şekilde beyaz ve harika gülüşlü kadına bakarken “ bana öyle geliyor ki, gittikçe daha da güzelleşiyor” dedi. “ yarın her şey bitecek, öldükten bir ya da iki gün sonra canlandıklarına inanıyorum sonra da gidiyorlar”. İnce örtüyü tekrar örttü ve ikisi de çabucak gittiler, üst kattaki bu odada soğuk bir hava vardı.
 Bayan Crowe, parmak uçlarına basarak merdivenlerden inerken, “Bunun üstesinden gelmek herkes için büyük bir şey değil mi?” Aşağıda, mutfaktan gelen sıcak hava onları buyur eden bir sığınak gibi geldi.
 Bayan Binson, “ neden bilmiyorum ama Tempy’ye burada ne kadar yakınsam, yukarıda da o kadar yakın hissettim, sanki her yerde varlığını hissettim, sanki bazen bazı şeyleri hissederim diyor, ruhlarla muhlarla ilgilenen biri hiçbir zaman  olmadım ama sanki az önce bana şömineye birkaç odun daha at der gibi geldi.”
 Bayan Crowe kasvetli bir sessizlik içindeydi, arkadaşının kendisinden daha zayıf ve saf biri olduğundan daha önce şüphelenmişti, son söylenen şeyleri tamamen görmezden gelerek “ bunun üstesinden gelmek büyük bir şey” diye tekrarladı. “ Sanırım benim kadar sen de Tempy’nin her zaman ölümden korktuğunu biliyordun, artık hepsini geride bıraktı, şimdi bunun ne demek olduğunu biliyor”. Bayan Crowe hafifçe içini çekti ve bayan Binson bu büyük değişimden korkan diğer eski arkadaşına karşı bir sempati duydu.
 “Tempy’nin son sözlerini asla unutamayacağım, o son öğleden sonra Bayan Owen’i evine gönderdi ve bana bir, iki kez baktı, ona “seni rahatlatmak için yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordum ve gözüme yaşlar dolduğu için ne dediğini göremedim, “hayır Sarah Ann, yok hayatım” dedi. Tekrar nefes aldı ve “sadece gittikçe daha çok uykum geliyor” deyip, hasretle gülümsedi  ve gözlerini kapattı, ne kastettiğini anlamıştım, bana söyleyeceği anı bekliyordu ve daha sonra pek bir şey söyleyip söylemedi mi bilmiyorum.”
 Bayan Crowe örgü örmüyor can kulağıyla dinliyordu, “evet bunu düşünmek insanı rahatlatıyor”  dedi.
 “Bir akşam toplantısında yaşlı dr. Prince, ölüm döşeğindeki pek çok kişiyi gördüğünü  söyleyerek, ki gördüğünü biliyoruz- dostlarının çoğunun hayatları boyunca ölümden korkmalarına rağmen, son ana gelince, hazır ve mutlu olmayan tek kişi bile görmediğini söylemişti, “ bu da doğmak ve yaşamak kadar doğal” demişti, o akşam konuşma yapması için onu neyin motive ettiğini bilmiyorum, bilirsin böyle alışkanlıkları yoktur ve misyonerler için aylık ayindi ama onun tecrübelerini dinlemek akıldan çıkmayacak kadar önemliydi.
Bayan Crowe, gerçekten neşeli bir ses tonuyla“Onun kadar iyi bir adam yoktu” diye cevapladı. Korku dolu gergin halinden kurtulmuştu, mutfak şömine ateşi ve lambanın ışığıyla çok konforluydu, tam o sırada büyük saatin oniki olduğunu söyleyen sesleri duyuldu.
Bayan Binson elindeki işi yanına koyup ayağa kalktı ve dolaba gitti, “azıcık bir şeyler yesek iyi olacak” dedi. “ Artık gece daha çabuk geçer, bugün evdeyken o güzel keklerinden yaptın mı diye merak ediyorum diye sevimli bir sesle sordu ve Bayan Crowe, kendisine her türlü lüksü mahrum eden bu mütevazi dostunun düşünceliliğine minnet duydu. Sarah Ann güzel bir çay demledi ve cenazeyi bekleyenler sandalyelerini çekerek masaya geçip, iştahla açlıklarını bastırdılar. Bayan Binson eski moda bir konservedeki ayva reçelinin içine minik bir kaşık koyarak, arkadaşına uzattı, evi daha iyi biliyordu ve ev sahipliğini o üstlendi, “ tereyağlı ekmeğinin üzerine sür biraz, Tempy bir, iki kez bana söylemişti ama yapmamıştım ama şimdi olsaydı eminim bizim rahat etmemizi ve güzelce yemek yememiz için ısrar ederdi, zavallıcık”
 Bayan Crowe, matemle “ne mükemmel konserveler yapardı” dedi. “eli çok hamarat ve lezzetliydi, hiçbirimiz onun kadar becerikli değildik, şimdi sadece şu köşedeki eski ayva ağacı kaldı ama bahar gelince gidip, dikenlerin çiçek açmasını bekleyen şefkatli bakışlarla ağaca bakardı.
 Sarah Ann “tıpkı diğer komşular gibiydi” dedi. “ bir önlük dolusu ayvadan fazlasını almazdı ama zerresini ziyan etmez ve en güzel büfesine kavanozlarla reçellerini dizerdi, çok değil bir hafta önce ona bir kaşık reçel vermiştim, tadına baktı ve endişeli bir sesle bana “ ah, bunu yemek istemiyorum, bunu hasta olduğum günlerde yerdim” deyince “ sen de hasta değilsen, kim hasta acaba, merak ediyorum?” dedim ve gülmeden duramadı, ah, bu konuşmalarını nasıl özleyeceğim! Sezgisi her zaman güçlüyü ve leb demeden leblebiyi anlardı.”
 Bayan Crowe “ iki ya da üç sene öncesine kadar yaşlı bile gözükmüyordu değil mi?” diye sordu. “ Onun kadar güzelliğini koruyan kimseyi görmedim, ben kendimi yaşlı bir kadın olarak hissetmeye başladığımda bile o genç gözüküyordu, doktorlar kalbinin genç olduğunu söylüyorlardı ve haklıydılar, hep başkalarına bir şeyler yapardı, bazen onbeş gün evine uğramadığı dönemler olurdu, kendi patatesini kendisi ekerdi, kasabanın gençleri o olmadan evlenemezdi, yaşlılar da hastalandıklarında ve ölmek üzereyken yanlarında onu bulamazlarsa hayal kırıklığına uğrarlardı, çocuklara giysi diker, halı dokur, haftada yirmi kez “iş yapmayı seviyorum” dediğini duyardın değil mi?”

Sarah Ann Binson, evet anlamında başını salladı ve boş tabakları temizlemeye koyuldu, “sabahleyin lezzetli bir şeyler yapabiliriz, dolapta epey şey var, cenaze için uzak yerlerden gelenler olursa da, eve gittikten sonra küçük bir yemek sofrası çıkartabiliriz.”
 “Evet, sabahtan beri mutfaktaydım, yemekler yaptım, Tempy için yapabileceğim son şeyin bu olduğunu düşündüm.”
 Sandalyelerini sobanın yanına çekerek yine  örgülerine başladılar, Bayan Binson’un sallanan koltuğu sallandıkça gıcırdıyordu, dere her zamankinden daha sesli akıyordu, kimse konuşmayınca ortalık daha ıssızdı ve bayan Crowe yaşlılık konusuna döndü.
 “Evet, Tempy birdenbire yaşlandı, bir gün ona kendisini iyi hissedip hissetmediğini sorduğumu hatırlıyorum, bana bayağı gülmüştü, Daniel yaşlanmaya başlayınca, onu bir şeylerin rahatsız ettiğini düşünmekten kendimi alamamıştım.”
 Uzun süren bir sessizlikten sonra bayan Binson “ Tempy’ye sormak istediğimiz ne çok şey vardı” diye bağırdı. “Onsuz nasıl karar vereceğimi bilmiyorum, keşke gidenler bir kereliğine geri dönseler ve gittikleri yerin nasıl olduğunu anlatsalar, o zaman onlarsız daha kolay yapabiliriz.”
 Dere şırıldamaya devam ediyor, rüzgar esiyordu ve evin içi çok sessiz olmuştu, akşam yemeği, sıcak şömine ateşi ve konuşacak yeni konu bulamayınca kadınların uykusu geldi. Önce bayan Binson’un bir an dinlenmek için gözlerini kapattı ve bayan Crow sevecenlikle ve sempatiyle bu çalışkan küçük kadına baktı, Sarah Ann’ ın iyice dinlenmesini ve Tempy’yi tek başına beklemeye karar verdi. Fakat birkaç dakika içinde örgüsü elinden düştü ve o da uykuya daldı. Üst katta  beyaz giysisi içinde, soluk yüzlü, alicenap ve iyi kalpli Tempy Dent de uyuyordu, belki de Tempy yanlarında durmuş kendi hayatını ve çevresini yeni bir bakışla seyrediyordu, belki de asıl o bekliyordu.
 Birkaç saat sonra Sarah Ann Binson uyandı, küçük pencerelerin ardında şafağın hafif ışığı vardı, mutfağın içinde gaz lambasının alevi cılızdı, bayan Crowe de uyandı.
  Suçluluk duygusu hissetmeden “ Tempy olsa ikimiz de iyi dinlendik derdi” dedi.
 Arkadaşı dış kapıya gitti ve ardına kadar açtı, hava gece karanlığında olduğu kadar soğuk değil ve derenin şırıltısı o kadar gürültülü değildi. Tepeler ve köyün üzerindeki gölgeler seçiliyordu, doğu yönü hızla aydınlanmaktaydı.
 Kadın “tören için güzel bir gün olacak” deyip iç geçirerek döndü ve merdivenleri çıkan bayan Binson’u takip etti, zarif yüzlü ve yardımsever bayan Tempy olmadan bu dünya çok çok daha ıssız, yalnız bir yer olacaktı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9