Aylardan Nisan’dı, yer, tren yollarına çok uzakta, New Hampshire’da küçük bir
çiftçi kasabasıydı. Bayan Tempy Dent’in evinin yakınındaki irili ufaklı tüm
evlerin ışıkları birer birer söndü, fakat komşuları son bir kez kapılara
çıktılar ve gözleri içgüdüsel bir merakla bir lambanın sürekli yandığı eski eve
çevirdiler, biraz iç çektiler, sevdiği ahbaplarının çoğu “zavallı bayan Tempy!” dedi çünkü kadın
kuzeye bakan odasında, ölmüştü, yanan ışık da ölüyü bekleyenlerin yaktığı
ışıktı. Cenaze ertesi gün saat bir’de kaldırılacaktı.
Cenazeyi bekleyenler en yaşlı dostlarından ikisiydi, bayan
Crowe ve Sarah Ann Binson. Kullanılmayan en güzel odada beklemek yerine daha az
ürkütücü buldukları mutfakta bekliyorlardı ve uzun saatleri sadece konuşarak
geçirdiler. İnsan konuların da, fikirlerin de uzun ilkbahar akşamına
yetmeyeceğini düşünür fakat orada, o gün belli bir heyecan vardı ve iki
kadın da alışılmamış bir güven ve
anlatım seviyesine çıkmışlardı. Her biri de diğerine kadının sır
olarak kalmasını istediği birden fazla gerçeği çoktan anlatmıştı. Tekrar ,
tekrar, ikisi de gündüz olunca imkansız bulacakları şeyleri
söylemenin cazibesine kapılıyorlardı. Bayan Crowe kocasına mavi bir yün
çorap örüyordu, topuğu o kadar uzun olmuştu ki, zamanında daraltmayı unutmuş
gibiydi. Yine de bayan Crowe ne yaptığını biliyordu, beyhude yere bir şeyler
dikmeye çalışan ama sohbet koyulaşınca dikişini hemen kucağına bırakan bayan
Binson’dan daha soğukkanlı bir karakteri vardı.
Yüzleri ilgi çekiciydi, - sert, açık göz, akıllı New England
tipi, saçları arkada topuz yapılmıştı. Bayan Crowe dalgın ve müşfik
görünümlüydü, Bayan Binson ise - komşularının dediği gibi - biraz sert
mizaçlıydı fakat herkes biliyordu ki öyle olmak zorundaydı. Çünkü kendine
bakamayan dul bir kız kardeşi ve kafasının dikine giden, adam olmayacakları
belli, kız ve erkek yeğenlerinin sorumluluğunu üstlenmek gibi bir yük
taşıyordu.
Sonunda büyük oğlanı iş öğrensin diye iyi bir tüccarın
yanına vermişlerdi, tüm o sert, endişeli mizacına rağmen, kız kardeşi
mızmızlanıp, huysuzluk yaptığında alttan aldı, asla savunmaya geçmedi. Hayatı
boyunca her hafta babaları yaşasaydı zavallı çocukların parmaklarını bile
oynatmak zorunda kalmayacakları hikayesini dinlemişti. Şimdi sebatkar
bir biçimde küçük çiftliği idare ediyor ve sabırla gençlere faydalı bir
sürü şey öğretiyordu, öyle ki, herkesin söylediği üzere kadına teşekkür
etmeliydiler. Dışarıdan bakıldığında hayatı ne kadar keyifsiz gözükse de,
kendisi büyük zevk alıyordu.
Tersine, Bayan Crowe ise kocası zengin bir çiftçi ve
kalender bir adam olduğundan hali vakti yerindeydi. Nazik gözükmesine rağmen,
cimri bir kadındı ve birisine bir şey verdiğinde veya birisine yardım etmek
için parmağını kımıldattığında büyük bir lütufta bulunmuş veya kompliman yapmış
gibi kabul edilirdi ve yardımı alan kişi daha yoksul birinden gelen hediyeden
iki misli şükranla kabul ederdi. Sosyal olarak bayan Binson’dan çok daha üst
konumdaydı. İkisi de eski okul arkadaşı ve Temperance Dent’in dostuydular.
Kadın ölmeden kısa bir süre önce, ikisine de öldükten sonra birlikte gelip, eve
göz kulak olmalarını ve gereken şeyleri düzenlemelerini rica etmişti. Bu süre
boyunca, ikisinin daha yakın arkadaş olacaklarını ve zengin kadının yoksulların
halini daha iyi anlayacağını ümit etmişti. Kadınlar eve bir önceki gün
gelmemişlerdi çünkü her şeyin bittiği son ana kadar yaşlı dostlarını bırakmamış
ve ona bakmaktan yorgun düşmüşlerdi.
Evin hemen yakınındaki tepeden bir dere akıyordu ve sesi her
zamankinden daha gür çıkıyordu, mutfak sessiz olduğunda, derenin asi sesinde
sanki ölüyü bekleyenlere geçmişten bir şeyleri anlatan tuhaf bir ısrar vardı.
Bayan Crowe, “Tempty için yas tutmaya başlamaya hazır
değilim, huzur bulduğu için memnunum” diye fısıldadı. “Burada onsuz oturmak
tuhaf fakat onun gittiğini kabul edemiyorum, sanki uyuyor ve onu uyandırmaya
korkuyorum.”
Sarah Ann “evet” dedi. “sanki öyle, değil mi? Fakat ne
diyorum biliyor musun, onu düşündüğümüzden daha çok özleyeceğiz. Bana pek çok
konuda yardım etmişti ve böyle söyleyen tek kişi ben değilim.”
Bu sözler sanki Bayan Crowe’un yanında üçüncü bir kişi daha
varmış da, dinliyormuş gibi söylenmişti. Bekleyenler, gözetlendikleri hissini
içlerinden atamıyorlardı. Bahar rüzgarı pencerenin kenarından ıslık çalıyor ve
küçük evin kapısını tanıdık biri gibi ara ara vuruyordu. Yine de sessiz bir
geceydi ve bekleyenler yarı fısıltıyla konuşuyorlardı.
Bayan Crowe kararlı bir şekilde “Tanıdığım en gönlübol
insanlardan biriydi” dedi. “ durumuna rağmen, herkesten çok vericiydi ki, ona
bunun doğru olmadığını söylerdim. Kendimize karşı da vazifelerimiz var."
Bayan Binson, bilinçsizce bir şekilde, yarı gülerek baktı, sonra kendisini toparladı.
Bayan Binson, bilinçsizce bir şekilde, yarı gülerek baktı, sonra kendisini toparladı.
Bayan Crowe onun bu bakışlarına ciddi bir bakışla karşılık
verdi ve basit ama durumun gerektirdiği bir çabayla “vermek benim için
başkaları kadar kolay bir şey değil” dedi. “ Tempy şu anda kendi evinde
yatarken, şunu söylemeliyim ki, her zaman ondan ders alırdım, yaptıklarım için
akrabalarım bana karşı çok nazik ve mahcup olurlardı, ben zavallı Tempy kadar
cömert bir kadın değilim, onun parayla hiç işi olmazdı denilebilir”
Sarah Binson bu itiraf karşısında çok duygulandı ve beklenmedik
tevazuyla “senin de pek çok iyi …..” Diye başladıysa da iltifatını yarım
bıraktı.
“ evet evet ama benim yeterince imkanım var, yaşlandıkça
verici olmak bana dert olmaya başladı, bu sabah bundan böyle bayan Tempy’nin
bana örnek olmasına karar verdim. Örgüsünü daha hızlı örmeye başladı.
Tempy hep 'maraz olmanın faydası yok' derdi, bir dakikalık
sessizlikten sonra “derdi” demek ne tuhaf değil mi? İnsanların onun hakkında
dedikodu yapmalarını duymaktan hiç hoşlanmazdı.
Bayan Crowe, mütevazi bir şekilde “ Çünkü buna
eğilimliydiler, böylece diğerleri öyle değildi diyecekler ve onları övecekler,
diye cevap verdi. Memnun etmek için bir şeyler yapmadığı tek çocuk yoktu, bir
seferinde Massachussets’den gelen erkek kardeşimin çocukları yazı burada
geçirmişlerdi, çocukların hepsi de küçüktü ve oyuncaklarını kırıp döküp,
giderken de öyle bırakıyorlardı. Onlar gittikten sonra Tempy evi düzeltmek için
bana yardıma gelmişti, ben yorgun argındım ve tam birkaç şeyi sobaya atıyordum
ki, Tempy “ah onları bana ver” dedi ve alıp
evine gitti, parçaları bir araya getirip, tamir etti ve bir başka çocuğu mutlu
etti. Gören ona büyük bir iyilik yaptığımı sanırdı, ben de “hayır bana teşekkür
etme az kalsın onları yakıyordum” dedim.
Bayan Binson “biliyorum bazıları bizim eve gelmişti, bir
çocuğu mutlu etmek için kendini harap ederdi” dedi.
“ Şimdiye kadar verdiği en büyük hediyeyi anlatacağım ve
duymayan kalmasın, unutulsun istemiyorum. Sarah Binson devam etti, gecenin
nasıl gittiğini görmek için saate baktı,. “Corners okulundaki şu güzel
Trevors’lu kızdı, daha sonra evlenip, New York’a gitti, hatırladın mı?”
“Elbette”.
“Herkesin söylediğine göre harika bir öğrenciydi fakat
okulu bitirmek ve masrafları ödemek için bitkin düşmüştü ve ilkbaharda
sinirleri iflas etti, Tempy bir süre gelip, kendisinde kalması için onu yanına
aldı, hatırladın mı? Şey, Chicago’da bir dayısı vardı, annesinin erkek kardeşi
yani, zengin ve dost canlısıydı ve Lizzy Trevor’a mektup yazar ve sanırım
hediyeler gönderirdi ama seyahat eden tez canlı ve meşgul bir adamdı ve durup
akrabalarını ziyaret edecek, onları düşünecek vakti yoktu. Dayısı kızı
küçüklüğünden beri görmemişti, küçük Lizzyi öyle solgun, öyle zayıftı ki, dönem
sonunu ancak bitirdi, sanki birdenbire çökmüştü, Tempy bir süre ona baktı,
üzerine titredi, sonra bir de duyduk ki, bayan Trevor dayısını
görmeye gitmiş ve giderken yolunun üstündeki Niagara şelalesini gezmiş ve
bir gece orada kalmış, şimdi kızın buraya geldiğinde okulu yüzünden borç içinde
olduğunu uzun uzun anlatmayacağım, son ödemelerden sonra beş parasız kalmıştı,
sanırım okul alacağı yüzünden kızı sıkıştırmıştı, Tempy hepsini
ödedi ve ben, kız böyle bir seyahata çıktığı için Tempy’yi suçladım, sanki
bolluk içinde yüzüyormuş gibi kıza 60 dolar verip, onu dinlenmesi için tatile
göndermişti.
“60 dolar mı?
Tempy’nin hayatı boyunca eline geçen tüm
para 90 dolardı, bir yanı çamur, bir yanı kireç olan o küçük arsayı da
biriktirerek almıştı ve yıllar önce dünyadan ençok Niagara’yı görmek istediğini
söylemişti!
İki kadın sessizce birbirlerine baktılar, bu cömert
fedakarlığın büyüklüğü akıllarının alacağından çok daha fazlaydı.
Sonuda bayan Crowe, “bunu yapacak kadar yoksul ama
gönlü boldu!” dedi ve kendini duygularına bırakarak “Ne dersen de, kendimi çok
değersiz hissettim.” Deyince, arkadaşı bir şey söylemeye cesaret edemedi.
Hiçbir zaman bir seferde altmış dolar vermemişti çünkü hiçbir zaman o kadar
parası olmamıştı. “Tempy iyi bağış alıyordu“ diyecekti ama tam zamanında
kendini tuttu çünkü başkalarına muhtaç
olduğunu söyleyerek, güvenine sadakatsizlik etmeyecekti.
Bayan Crowe
sessizlik yüzünden biraz gergin bir halde “Herkes onun ne kadar
alicenap, yardım sever ve verici biri olduğunu söylüyor.” Dedi. “ben para
biriktirmesem nasıl üzülürsem, bazılarının da verici olmamaktan nasıl üzüntü
duyacaklarını başkalarına anlatması zor sanırım. Ben sanırım böyle yapmak
zorundaydım, niçin para biriktirdiğimi düşününce ah etmem gerekir, eğer bir
çocuğum olsaydı Sarah Ann” burada sesi boğuldu. “bir çocuğum olsaydı Sarah,
onun için para biriktiriyorum derdim, işte Crowe ve ben, ikimiz de parayla bir
şey yapamayız ve ikimiz de böyle gelmiş böyle gider diyoruz, geçenlerde
Priscilla Dance, makineli tüfek gibi konuşuyordu, neymiş, salonum için şu son
moda yaldızlı duvar kağıtları ve yeni mobilyaları ve üstü mermer bir sehpa
almalıymışım, dedim ki “Niye Priscilla? Bu kadife kağıtların ne zararı var, o
olmadan odamın güzel olduğunu söyleyemem, Daniel diyor ki, bebekken hatırladığı
ilk şey minik parmaklarıyla onlara dokunmak ve harika kırmızı güller olduğunu
düşünmesiymiş, millet saçma şeylere boşa para harcıyor, mesela kilisenin
oturacak yerlerini yeniliyorlar, bir zaman sonra yine eski haline getiriyorlar”
Bu kilise cemaati hakkında heyecanlı bir sohbet
başlattı, Bayan Binson ve Bayan Crowe farklı cemaatlere mensuptular ve vaktiyle
az kalsın araları açılacaktı ama bundan kaçındılar. İkisi de sağlam
dostluklarını bozmamak için başka şeylerden söz etmeye başladılar.
Bayan Binson “sana katılıyorum” dedi. “ Pek azımız paramızla
günlük masrafların dışında ne yapacağımızı biliyoruz, sen benden daha çok
görmüş geçirmiş birisin, bu tür konularda başkalarına uyarım” Ve bu mütevazi
itirafla, münasebetsiz bir şey olmadan kritik sohbet sona erdi.
Akabindeki sessizlikte, iki kadının ölü evindeki
varlıkları daha da net belli oldu. Yakınlardaki ahşap bir dolapta döşemeyi
kemiren farenin sesi sinirleri bozuyordu. İki kadın da endişeyle saate
baktılar, neredeyse gece yarısı olmuştu ve sanki bütün dünya o ikisini bu
kutsal görevlerinde yapayalnız bırakmışlardı. Sadece dere uyanıktı.
Bayan Crowe, ölünün odasına gitmek için sanki bir sebep
duymak istiyormuş gibi fısıltıyla “Gidip bir yukarı baksak iyi olacak” dedi.
Bayan Binson da ciddi ama ikna olmuş bir şekilde ayağa kalktı ve masanın üzerindeki
minik gaz lambasını aldı. Ölü beklemeye Bayan Crowe’a nazaran daha alışıktı ve
daha az etkileniyordu. Kapıyı açarak dik merdivenlerin olduğu koridora
çıktılar, gıcırdayan basamakları parmak uçlarına basarak çıkıp, üst kattaki
soğuk odaya girdiler. Lambayı yüksek bir komodinin üzerine koyarken,
duvarların üzerinde uzun gölgeler oluşurken, Bayan Crowe’un kalbi çok hızlı
atmaya başladı. Beyaz örtünün altındaki saygın şekle doğru tereddütle gitti ve
Sarah Ann, nazik ama vazifesiymiş gibi bir örtüyü çekince buna karşı çıkma
duygusu hisseti.
Sarah Ann Binson, içgüdüsel bir şekilde beyaz ve
harika gülüşlü kadına bakarken “ bana öyle geliyor ki, gittikçe daha da
güzelleşiyor” dedi. “ yarın her şey bitecek, öldükten bir ya da iki gün sonra
canlandıklarına inanıyorum sonra da gidiyorlar”. İnce örtüyü tekrar örttü ve
ikisi de çabucak gittiler, üst kattaki bu odada soğuk bir hava vardı.
Bayan Crowe, parmak uçlarına basarak merdivenlerden
inerken, “Bunun üstesinden gelmek herkes için büyük bir şey değil mi?” Aşağıda,
mutfaktan gelen sıcak hava onları buyur eden bir sığınak gibi geldi.
Bayan Binson, “ neden bilmiyorum ama Tempy’ye burada
ne kadar yakınsam, yukarıda da o kadar yakın hissettim, sanki her yerde
varlığını hissettim, sanki bazen bazı şeyleri hissederim diyor, ruhlarla
muhlarla ilgilenen biri hiçbir zaman
olmadım ama sanki az önce bana şömineye birkaç odun daha at der gibi
geldi.”
Bayan Crowe kasvetli bir sessizlik içindeydi,
arkadaşının kendisinden daha zayıf ve saf biri olduğundan daha önce şüphelenmişti,
son söylenen şeyleri tamamen görmezden gelerek “ bunun üstesinden gelmek büyük
bir şey” diye tekrarladı. “ Sanırım benim kadar sen de Tempy’nin her zaman
ölümden korktuğunu biliyordun, artık hepsini geride bıraktı, şimdi bunun ne
demek olduğunu biliyor”. Bayan Crowe hafifçe içini çekti ve bayan Binson bu
büyük değişimden korkan diğer eski arkadaşına karşı bir sempati duydu.
“Tempy’nin son sözlerini asla unutamayacağım, o son
öğleden sonra Bayan Owen’i evine gönderdi ve bana bir, iki kez baktı, ona “seni
rahatlatmak için yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordum ve gözüme yaşlar
dolduğu için ne dediğini göremedim, “hayır Sarah Ann, yok hayatım” dedi. Tekrar
nefes aldı ve “sadece gittikçe daha çok uykum geliyor” deyip, hasretle
gülümsedi ve gözlerini kapattı, ne
kastettiğini anlamıştım, bana söyleyeceği anı bekliyordu ve daha sonra pek bir
şey söyleyip söylemedi mi bilmiyorum.”
Bayan Crowe örgü örmüyor can kulağıyla dinliyordu,
“evet bunu düşünmek insanı rahatlatıyor”
dedi.
“Bir akşam toplantısında yaşlı dr. Prince, ölüm
döşeğindeki pek çok kişiyi gördüğünü
söyleyerek, ki gördüğünü biliyoruz- dostlarının çoğunun hayatları
boyunca ölümden korkmalarına rağmen, son ana gelince, hazır ve mutlu olmayan
tek kişi bile görmediğini söylemişti, “ bu da doğmak ve yaşamak kadar doğal”
demişti, o akşam konuşma yapması için onu neyin motive ettiğini bilmiyorum,
bilirsin böyle alışkanlıkları yoktur ve misyonerler için aylık ayindi ama onun
tecrübelerini dinlemek akıldan çıkmayacak kadar önemliydi.
Bayan Crowe, gerçekten neşeli bir ses tonuyla“Onun kadar iyi
bir adam yoktu” diye cevapladı. Korku dolu gergin halinden kurtulmuştu, mutfak
şömine ateşi ve lambanın ışığıyla çok konforluydu, tam o sırada büyük saatin
oniki olduğunu söyleyen sesleri duyuldu.
Bayan Binson elindeki işi yanına koyup ayağa kalktı ve
dolaba gitti, “azıcık bir şeyler yesek iyi olacak” dedi. “ Artık gece daha
çabuk geçer, bugün evdeyken o güzel keklerinden yaptın mı diye merak ediyorum
diye sevimli bir sesle sordu ve Bayan Crowe, kendisine her türlü lüksü mahrum
eden bu mütevazi dostunun düşünceliliğine minnet duydu. Sarah Ann güzel bir çay
demledi ve cenazeyi bekleyenler sandalyelerini çekerek masaya geçip, iştahla
açlıklarını bastırdılar. Bayan Binson eski moda bir konservedeki ayva reçelinin
içine minik bir kaşık koyarak, arkadaşına uzattı, evi daha iyi biliyordu ve ev
sahipliğini o üstlendi, “ tereyağlı ekmeğinin üzerine sür biraz, Tempy bir, iki
kez bana söylemişti ama yapmamıştım ama şimdi olsaydı eminim bizim rahat
etmemizi ve güzelce yemek yememiz için ısrar ederdi, zavallıcık”
Bayan Crowe, matemle “ne mükemmel konserveler yapardı”
dedi. “eli çok hamarat ve lezzetliydi, hiçbirimiz onun kadar becerikli
değildik, şimdi sadece şu köşedeki eski ayva ağacı kaldı ama bahar gelince
gidip, dikenlerin çiçek açmasını bekleyen şefkatli bakışlarla ağaca bakardı.
Sarah Ann “tıpkı diğer komşular gibiydi” dedi. “ bir
önlük dolusu ayvadan fazlasını almazdı ama zerresini ziyan etmez ve en güzel
büfesine kavanozlarla reçellerini dizerdi, çok değil bir hafta önce ona bir
kaşık reçel vermiştim, tadına baktı ve endişeli bir sesle bana “ ah, bunu yemek
istemiyorum, bunu hasta olduğum günlerde yerdim” deyince “ sen de hasta
değilsen, kim hasta acaba, merak ediyorum?” dedim ve gülmeden duramadı, ah, bu
konuşmalarını nasıl özleyeceğim! Sezgisi her zaman güçlüyü ve leb demeden
leblebiyi anlardı.”
Bayan Crowe “ iki ya da üç sene öncesine kadar yaşlı
bile gözükmüyordu değil mi?” diye sordu. “ Onun kadar güzelliğini koruyan
kimseyi görmedim, ben kendimi yaşlı bir kadın olarak hissetmeye başladığımda
bile o genç gözüküyordu, doktorlar kalbinin genç olduğunu söylüyorlardı ve
haklıydılar, hep başkalarına bir şeyler yapardı, bazen onbeş gün evine
uğramadığı dönemler olurdu, kendi patatesini kendisi ekerdi, kasabanın gençleri
o olmadan evlenemezdi, yaşlılar da hastalandıklarında ve ölmek üzereyken
yanlarında onu bulamazlarsa hayal kırıklığına uğrarlardı, çocuklara giysi
diker, halı dokur, haftada yirmi kez “iş yapmayı seviyorum” dediğini duyardın
değil mi?”
Sarah Ann Binson, evet anlamında başını salladı ve boş
tabakları temizlemeye koyuldu, “sabahleyin lezzetli bir şeyler yapabiliriz,
dolapta epey şey var, cenaze için uzak yerlerden gelenler olursa da, eve
gittikten sonra küçük bir yemek sofrası çıkartabiliriz.”
“Evet, sabahtan beri mutfaktaydım, yemekler yaptım,
Tempy için yapabileceğim son şeyin bu olduğunu düşündüm.”
Sandalyelerini sobanın yanına çekerek yine örgülerine başladılar, Bayan Binson’un
sallanan koltuğu sallandıkça gıcırdıyordu, dere her zamankinden daha sesli
akıyordu, kimse konuşmayınca ortalık daha ıssızdı ve bayan Crowe yaşlılık
konusuna döndü.
“Evet, Tempy birdenbire yaşlandı, bir gün ona
kendisini iyi hissedip hissetmediğini sorduğumu hatırlıyorum, bana bayağı
gülmüştü, Daniel yaşlanmaya başlayınca, onu bir şeylerin rahatsız ettiğini
düşünmekten kendimi alamamıştım.”
Uzun süren bir sessizlikten sonra bayan Binson “
Tempy’ye sormak istediğimiz ne çok şey vardı” diye bağırdı. “Onsuz nasıl karar
vereceğimi bilmiyorum, keşke gidenler bir kereliğine geri dönseler ve
gittikleri yerin nasıl olduğunu anlatsalar, o zaman onlarsız daha kolay
yapabiliriz.”
Dere şırıldamaya devam ediyor, rüzgar esiyordu ve evin
içi çok sessiz olmuştu, akşam yemeği, sıcak şömine ateşi ve konuşacak yeni konu
bulamayınca kadınların uykusu geldi. Önce bayan Binson’un bir an dinlenmek için
gözlerini kapattı ve bayan Crow sevecenlikle ve sempatiyle bu çalışkan küçük
kadına baktı, Sarah Ann’ ın iyice dinlenmesini ve Tempy’yi tek başına beklemeye
karar verdi. Fakat birkaç dakika içinde örgüsü elinden düştü ve o da uykuya
daldı. Üst katta beyaz giysisi içinde,
soluk yüzlü, alicenap ve iyi kalpli Tempy Dent de uyuyordu, belki de Tempy
yanlarında durmuş kendi hayatını ve çevresini yeni bir bakışla seyrediyordu,
belki de asıl o bekliyordu.
Birkaç saat sonra Sarah Ann Binson uyandı, küçük
pencerelerin ardında şafağın hafif ışığı vardı, mutfağın içinde gaz lambasının
alevi cılızdı, bayan Crowe de uyandı.
Suçluluk duygusu hissetmeden “ Tempy olsa ikimiz de
iyi dinlendik derdi” dedi.
Arkadaşı dış kapıya gitti ve ardına kadar açtı, hava
gece karanlığında olduğu kadar soğuk değil ve derenin şırıltısı o kadar
gürültülü değildi. Tepeler ve köyün üzerindeki gölgeler seçiliyordu, doğu yönü
hızla aydınlanmaktaydı.
Kadın “tören için güzel bir gün olacak” deyip iç
geçirerek döndü ve merdivenleri çıkan bayan Binson’u takip etti, zarif yüzlü ve
yardımsever bayan Tempy olmadan bu dünya çok çok daha ıssız, yalnız bir yer
olacaktı.