Bayan Hoopington yeğenine “Binbaşı akşam yemeğine geliyor”
dedi. "Şimdi atıyla ahıra giriyordur, mümkün olduğu kadar canlı,
neşeli ol, zavallı adamın canı çok sıkkın”
Binbaşı Pallaby, kontrol edemediği olayların bir kurbanıydı,
sinirine de pek hakim olamıyordu. Yönetimle anlaşamayan, çok popüler bir
adamın yerine geçerek, Pexdale Hounds avcılar klübüne yönetici olmuştu, klübün
en azından yarısının düşmanlığını kazanmıştı, kalan kısmı da taktik eksikliği
ve dostcanlısı olmaması yüzünden adama soğuk bakıyordu.
Bu yüzden klübe üyelikler azalıyor, tilkiler çoğalıyor,
tuzaklar artan bir sıklıkla izinsiz kuruluyordu. Binbaşının canının sıkkın olması
için yeterince mazereti vardı.
Bayan Hoopington, binbaşının tarafını tutuyor ve en kısa
sürede adamla evlenmeyi umuyordu. Yıllık üç binlik geliri de kadına adamın
meşhur öfkesini unutturuyordu ve ileride büyük ihtimalle baronetliğe terfisinin
sözkonusu oluşu adamı seçmesinde etkendi.
Binbaşının evlilik hakkındaki planlarıysa şimdilik Bayan
Hoopington’unki kadar büyük değildi
Fakat bayan Hoopington’un malikanesine sıksık gidişi üzerine
çoktan dedikodular başlamıştı.
Bayan Hoopington “Dünkü av yine pek kalabalık değilmiş, şu
aptal Rus oğlan yerine niye yanında bir, iki avcı getirmedin? Anlayamıyorum!”
dedi.
Yeğeni kızarak “ Vladimir aptal biri değil, tanıdığım en
eğlenceli insanlardan biri, senin o iriyarı avcılarla bir kıyaslasana” dedi.
" Üstelik sevgili Norah, o ata binmeyi bilmez. "
" Ruslar bilmezler ama atıcılıktan anlıyor."
" Öyle mi? Ne avlamış ki? Dün eve çantasında bir
ağaçkakanla döndü. "
" Ama üç sülün ve birkaç tavşan da vurmuştu."
" Bu çantasında bir ağaçkakan olmasını haklı göstermez.
"
Yabancılar çantalarına bizden daha çok karışık şeyler
koyuyorlar. Biz nasıl ciddi ciddi toy kuşu avlıyorsak, Rus prensleri de
bir akbabayı öyle avlıyor. Ayrıca ben Vladimir’e bazı kuşların bir sporcu
olarak onun asaletine yakışmadığını izah ettim. Kendisi henüz ondokuz yaşında
olduğundan bunu önemseyecektir.
Bayan Hoopington burun kıvırdı. Vladimir’le tanışan pek çok
insan onun canlılığından, neşesinden etkileniyordu ama şu andaki ev sahibesi
onun bu niteliklerine karşı kesin aşılıydı.
Kadın binbaşı geliyor, ben gidip çay için hazırlanayım,
burada salonda içeceğiz, binbaşı ben aşağı inmeden gelirse onunla ilgilen ve en
önemlisi neşeli ol.
Norah, hayatı yaşamaya değer kılan pek çok küçük şey
konusunda halasına bağımlıydı ve yazlık köşklerindeki rutin hayata bir
değişiklik katması için getirdiği Rus arkadaşının iyi bir izlenim
bırakmamasından ötürü canı sıkıldı. Halbuki genç adamın bir kusuru yoktu ve
gürleyerek salona girdi, yorgundu ve her zamanki kadar şık giyinmemişti ama
neşeliydi ve av çantası tıkabasa doluydu.
“ Bilin bakalım ne avladım” diye sordu.
Norah, “sülün, üveyik, tavşan” diye tahmin etti.
“ Hayır, büyük bir hayvan, İngilizce ne diyorsunuz
bilmiyorum. Kahverengi, kuyruğu siyahımsı.” Nora’nın yüzü değişti.
Kız, büyük sıfatının bir abartı olmasını umarak “ Bir ağaçta
yaşayıp, fındık yiyor mu?” diye sordu.
Vladimir güldü “Ah, hayır biyelka değil!”
Norah tüm kalbiyle bir su samuru olması için dua ederek “
yüzüyor ve balık avlıyor mu?” dedi.
Vladimir çantasının askılarıyla meşgulken “Hayır” dedi. “Ormanda
yaşar ve tavşanları, tavukları yer”
Norah birdenbire oturdu ve eliyle yüzünü kapattı.
“Aman Tanrı’m” diye inledi. “Bir tilki vurmuş”
Vladimir afallayarak kıza baktı. Kız telaşlı sözcüklerle
durumun vehametini izah etti, çocuk bir şey anlamamıştı ama paniğe kapıldı.
Norah henüz açılmamış olan av çantasını göstererek “
Sakla! Sakla! Çabuk !” dedi. “Halam ve binbaşı birazdan gelirler, şu dolabın
üzerine koy orada görmezler”
Vladimir iyice nişan alıp çantayı fırlattı ancak
çantanın sapı, duvardaki geyik boynuzuna takıldı ve çanta içindeki korkunç
yükle, çay servisinin yapılacağı yerin üzerinde asılı kaldı. Tam o anda bayan
Hoopington ve binbaşı içeri girdiler.
Hanımefendi memnun bir şekilde “ Binbaşı bize yarın
avlanacağımız yeri gösterecek, Smither e sorarsanız binbaşıya biraz şov
yapabileceğiz, bu hafta içinde ceviz ağaçlarının olduğu korulukta tam üç kez
bir tilki gördüğünü söyledi.
Binbaşı huysuz bir sesle “umarım, umarım, umarım” dedi.
“Şeytanın bacağını kırmalıyım, elim boş dönüyordu. İnsanlar hep bir tilkinin
belli bir yerde ömür boyu kiracı gibi gizlendiğini sonra tam onu bulacakken, iz
bırakmadan kaybolduğunu söylerler. Biz peşine düşmeden önce bir tilkinin Leydi
Widden’in arazisinde vurulduğundan ya da kapana yakalandığından eminim.”
Bayan Hoopington “ Birisi benim arazimde böyle bir şey
yaptıysa çoktan itiraf ederdi” dedi.
Norah otomatik bir şekilde çay servisinin yapıldığı masaya
gitti ve parmaklarıyla sandviç tabağındaki maydanozları düzeltti. Bir yanında
binbaşının huysuz yüzü, diğer yanında Vladimir’in korkmuş, perişan gözlerinin
olduğunu hissediyordu. Ve üstüne üstlük çanta da tepelerindeydi. Kızın masanın
yukarısına bakacak cesareti yoktu ve birazdan çantadan bir damla tilki kanının
akıp, beyaz masa örtüsünü lekelemesinden korkuyordu. Halası bakışlarıyla kıza
tekrar ‘neşeli ol’ mesajı gönderdiğinde, kız dişlerinin birbirine vurmasını
engellemekle meşguldü.
Bayan Hoopington, olağandışı bir şekilde sessiz olan
Vladimir’e “Bugün ne avladınız?” diye aniden sordu.
Çocuk “Hiiç, hiçbir şey, söz etmeye değmez” dedi.
Norah’ın kalbi az kalsın yerinden oynayacaktı.
Ev sahibesi “Keşke söz etmeye değer bir şey vursaydınız,
herkes dilini yutmuş gibi gözüküyor” dedi.
Binbaşı “Smithers tilkiyi en son ne zaman görmüş?” diye
sordu.
Bayan Hoopington, “ Dün sabah, siyah kuyruklu, güzel bir
erkek tilkiymiş” diye teyit etti.
Binbaşı espriyle “Aha, yarın o kuyruğun peşinde dörnala iyi
koşturacağız” dedi. Sonra yeniden kasvetli bir sessizlik çöktü.
Sessizliği sadece ağız şapırtıları ve sosluğun içindeki çay kaşığının sesi
bozuyordu. Sonunda Bayan Hoopington’un terier köpeği sayesinde eğlence çıktı,
köpek masanın üzerindeki lezzetli şeyleri daha iyi görebilmek için boş bir
sandalyenin üzerine sıçradı ve şimdi burnunu yukarıya kaldırmış ve kekten daha
ilginç bir şey kokluyordu.
Köpek aniden kısa, kızgın havlamalara başlayıp, koşturunc,
sahibi “Ne oldu da heyecanlandı?” diye sordu.
Kadın “A, senin av çantanmış, içinde ne var Vladimir?” diye
devam etti.
Ayağa kalkan binbaşı “ Tanrı’m çok taze bir koku var!” dedi.
Ve sonra hem binbaşının hem de Bayan Hoopington’un aynı anda
aklına bir fikir geldi, ikisinin de yüzü mosmor oldu ve suçlayarak aynı anda
“tilkiyi vurmuşsun!” diye bağırdılar.
Norah hemen Vladimir’in suçunu hafifletmeye çalıştı ama
fakat kızı duyup duymadıkları bile şüpheliydi.
Binbaşının öfke dolu sözleri o kadar çoğaldı ki, hani şehre
alışverişe gidip üst üste giysiler deneyen bir kadına benzedi. Feleğe ve her
şeye sövdü sövüştürdü. Kendine acımaya başladı, acısı o kadar keskindi ki
gözyaşı dökemiyordu. Vaktiyle sayısız ve anormal cezalar verdiği herkese
lanetler okudu. Öyle bir izlenim yarattı ki, sanki ölüm meleğini bir
haftalığına kiralasa, azraile yapacak çok az iş kalırdı. Adamın bağırış
çağırışlarına bayan Hoopington’un monoton mızmızlanması ve köpeğin havlamaları
karışıyordu. Ne söylendiğinin tek kelimesini anlamayan Vladimir ise sigarasını
içerken, arada sırada uzun zaman önce öğrendiği birkaç İngilizce sıfat
söylüyordu. Aklına çocukken Rusya’da dinlediği büyülü bir kuşu vuran adamın
acıklı sonunu anlatan masal gelmişti. Bu esnada binbaşı odaya hapsolmuş bir
kasırga gibi salonda esiyordu, telefonu gördü ve neşeyle ahizeye atıldı ve
vakit kaybetmeden av klübünün sekreterini aradı ve yöneticilikten istifa ettiğini
söyledi. Bu sırada uşak atını kapıya getirmişti ve birkaç saniye sonra bayan
Hoopington’un monoton çığlıkları ortalığı kapladı fakat binbaşıya kıyasla
kadının sesinin şiddeti etkisini kaybetti. Sanki bir Wagner operasından sonra
gerçek bir gökgürültüsünü duymak gibiydi. Tiradlarının belki ters bir etki
yapmasını fark eden bayan Hoopington, birdenbire gözyaşları dökerek, arkasında
az önceki fırtına kadar büyük bir etki bırakan bir sessizlikle odadan çıktı.
Sonunda Vladimir “ onu ne yapayım?” diye sordu.
Norah “Göm” dedi.
Vladimir rahatlayarak “öylece gömeyim mi?” dedi. Neredeyse
rahibin de gelip, mezarın başında selam atışları yapılacağını düşünür olmuştu.
Ve böylece, bir Kasım akşamında, Rus çocuk, kilisede
öğrendiği birkaç duayı ederek, koca sansarı Hoopington’un bahçesindeki leylak
ağacının altına uygun bir törenle gömdü.