Tarık Buğra bu romanında Türkiye’nin tek parti egemenliğindeki cumhuriyetten çok partili rejime, “demokrasi”ye geçiş
aşamasını, Cumhuriyet döneminin kavşaklarını ele alan öteki romanlarında olduğu
gibi, yine Anadolu taşrasından, oraya özgü insanların dünyasından ele alıyor.
Ancak bu kez, daha önce mağduriyet hallerinde, hırpalanan, bastırılan yanları
ile tipleştirilen bu insanların, DP’nin harekete geçirdiği bireysel kâr,
kazanç, girişim, hırs ve saikleri ile sarmalanmış portreleri ön plandadır.
Tarık Buğra, bu eserinde hem bu ortamın demokrasinin yüce siyasal değerleri ve
amaçları ile muhataralı ilişkisini sorguluyor, hem de bu ortam ve insan
ilişkileri bağlamında bir aşk hikâyesini aşk kavramının labirentlerinde
dolaştırarak anlatıyor.
“Dünya’yı kenefe çeviren sempatilerle antipatilerimizdir.”
Tarık Buğra; Kemal Tahir, Yakup Kadri, Peyami Safa, Attila
İlhan gibi ülkenin değişimini roman ve öykülerinin merkezine oturtan
yazarlardan. Köy veya kent değil de kasaba, ilçe açısından anlatır. Bunun
tabii bazı faydaları olmuştur. Çünkü kasaba ne tam kenttir, ama ne de köydür.
Ama ülke de bir bakıma öyledir. İşte bu da Buğra’ya daha rahat hareket edebilme
fırsatı vermiştir.
Tarık Buğra romanında 1950’li yıllardan bir avuç insanın
yaşamlarını göz önüne seriyor. Milli Şef Yılları, DP’nin alt kesimlerde bir
ışık gibi doğuşu, tipik taşra memur-aydın kesiminin bunalımları biraz da
dolambaçlı ve karışık bir şekilde anlatılır. Benim dikkatimi çeken bir başka
şey romanın adı oldu: Neden Dönemeçte? Buğra birçok başka yazarın tersine çok
partili yılların toplumu bir yol ayrımına değil hep beraber bir dönemece
soktuğuna inanır. Chp-Dp ayrımı bir bakıma da Kemalist-Anti Kemalist,
devletçi-liberal, katı laik- muhafazakar ayrımını simgeler. İşte Buğra bu
ayrımın aslında toplumda o dönemeci alırken meydana geldiğini ve dönemeç
atlatılınca yine birbirine karışıp sentezleneceğine inanır.
Hayretle gördüğüm bir diğer şey de, romanın sonralarına
doğru birkaç sayfada yoğun bir şekilde meslek ve mesleğini iyi, evrensel
boyutta yapmaya, bunun tüm parti ve ideolojilerden daha üstün olmasına yapılan
vurgu. Çetin Altan’ın son yirmi yıldır diline pelesenk ettiğini Buğra bu
romanında önceden belirtmiş.
Roman tabii bir de hüzünlü bir aşkın öyküsü. Sonlara doğru
okuduğumuz mektup oldukça etkileyicidir. Ülkenin durumu, insanların hırsı
ve tuhaflıkları ne olursa olsun sonunda bir noktada bitiyor ve aşk kalıyor
sayfaların arasında. Her şey değişiyor ama o asla değişmiyor. Bu kitapta da
olduğu gibi…