"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

8 Haziran 2012 Cuma

ELEŞTİRMEN OLMAYA NASIL KARAR VERDİM-TAHSİN SAMİ

Geçenlerde doktor bir arkadaşımı ziyaret ettim. Arkadaşım, hastalarının önemlice bir kısmı intihar ettiği için gözden düşmüş bir psikiyatr… Uzun zamandır müşteri gelmediğinden olsa gerek divana yatırıp beni muayene etmek istedi.
Hal hatır sorduktan sonra esas meseleye geçti: “Eskisi gibi halüsinasyon görüyor musun?” Lafa bak lafa! Duyan da beni bilmem kaçıncı seansa gelen bir ruh hastası zanneder. Her görüşmemizde verdiğim cevabı tekrarladım: “Valla, birçok şey görüyorum ama hangisi halüsinasyon hangisi değil anlayamıyorum.” Pişkin pişkin sırıttı: “Güzeeeel! Demek ki hastalığın ilerliyor.” Yumruklarımı sıkıp yerimden fırladım. “Ulan” dedim. “Dua et gençken seninle aynı kızı sevdik. Yoksa seni şuracıkta bir güzel pataklardım.”
Efendim! Aslında arkadaşımız tamamen haksız da değil. Sinirlenmemin gerçek sebebi de bunu biliyor olmam. Onun hastalık diye beni yaftaladığı şey, evet, bir yakıştırmadan ibaret ama tamamen mesnedsiz değil. Bendeniz takıntılı biriyim. Kimsenin aklına gelmeyecek işler yapar, kimsenin uğraşmaya değer bulmadığı ayrıntılarla ilgilenirim. Kendim başta olmak üzere kimseye güvenmem. Mütemadiyen kandırıldığımı ve arkamdan bir takım dolapların çevrildiğini düşünürüm. Ne kadar tanıdık değil mi?
Yine de civanımın bana koyduğu tanının tababet ilminde bir yeri yok. O buna ‘kıstırılmış hayvan sendromu’ diyor ve kavramın kendi icadı olduğunu söyleyerek övünüyor. Nihayet canıma tak etti ve ‘delisin, delisin’ diyerek beni delirten bu bunağın önereceği tedaviye uymaya karar verdim. “Orası kolay” dedi bilmiş bir tavırla, “Kavga edeceksin.” Haydaaa! Nerden çıktı şimdi bu. “Anlamayacak ne var,” dedi. “İnsanların senin zekanla dalga geçtiklerini, değerlerini hiçe saydıklarını, seni ve senin gibileri göz göre göre kandırdıklarını düşünüyorsun. Üstelik onlarla hesaplaşacak gücü bulamadığın için kendini aşağılanmış ve hakaret uğramış hissediyorsun. Bunu kendine bile itiraf edemediğin için de her geçen gün daha çok kıstırılmış bir hayvana dönüşüyorsun. Artık pençelerini bileme vakti gelmedi mi koca aslan.”
Efendim, iğneleyici ve bir o kadar da okşayıcı bu sözleri duyunca birden o meşhur, sol yumruğunu sıkıp havaya kaldırmış hippi genç afişini hatırladım. Önce yadırgadığım bu düşünceyi bilahare çok beğendim. “Ehhh!” dedim. “Dostumuz haklı. Şunun şurasında ne kalmış tası tarağı toplamamıza. Yaşarken ölmektense vuruşarak çekilmek daha iyi değil mi? Hiç değilse birkaç düşman kafasını yarmış oluruz.”

Siz bilmezsiniz, ben bu yarı aydın entel bozuntularından çok çektim. Bir türlü hak ettiğim saygıyı göstermediler bana. Mademki haydutluk yeniden moda, Bauman üstadımız sağ olsun, öyleyse ben de girerim moda. Duvar üstünde taş, omuz üstünde baş komam.
Tam bunu nasıl yapacağımı düşünürken Kitap Gurusu sitesinin yöneticileriyle bir yemekte yanyana düştüm. Bana dediler ki: “Abi, yıllardır bu piyasada dolaşır, yayınevlerinin düzenlediği bütün kahvaltılara ve gecelere katılırsın. Karnını doyurup göbeğini kaşımayı biliyorsun ama hatırda kalır bir satır karaladığını görmedik. Kendi kendimize ‘Yahu, bu adamın bizim aramızda ne işi var, hâlâ ne demeye buralarda dolaşıyor’ diye soruyor fakat cevabını bulamıyoruz. Al sana adını temize çıkarmak için bir şans. Ya bizim sitede dişe dokunur yazılar yazarsın ya da bütün yayıncıları tek tek arayıp senin diş doldurmaktan başka derdi olmayan boş beleş bir adam olduğunu anlatırız.”
Endişelendim haliyle. Foyam ortaya çıkacak diye korktum. Öte yandan da “İyi olacak hastanın, doktor ayağına gelirmiş” dedikleri bu olsa gerek. Yazarın istediği bir kalem, Allah vermiş bir köşe. “Gözünüz seveyim, yapmayın gençler” dedim. “Bunca yıldır o yayınevine danışman, bu kitaba editör, falanca etkinliğe organizatör; takılıp gidiyoruz. Her zaman bir yolunu bulup sahneye en yakın sandalyeye oturuyoruz. Yayınlanmış, yani asistanlarım tarafından kaleme alınmış, makalelerin sayısı kırkı geçmediği halde, yaşı kırkı bulmamış genç eleştirmenler ‘Efendim, biz sizin yazılarınızı okuyarak yetiştik’ filan diyorlar. Bizim de bütün eğlencemiz bu. Fiyakamızı bozmayın. Karalarız iki satır n’olacak.”
“Kabul baba” dedi adı Ebab –kimbilir neyin kısaltmasıdır- olan genç. “Yalnız bir şartımız var. Kalemini kılıç gibi kullanacaksın. Filanca darılırmış, falanca alınırmış diye yan basmayacaksın. Gözünü budaktan sözünü odaktan sakınmayacaksın. Vurduğun yerden ses, ti’ye aldığın kişiden pes getireceksin.”
“Ondan kolay ne var” dedim. “Siz hele bu ihtiyara bir şans verin. Dökülecek çok kurt var bizde.”
Evet, sevgili okurlar. İşte bütün macera böyle başladı. Bundan sonra haftada bir burada olacağız. Yayın piyasasının kirli dosyalarını dilimize dolayacak, herkesi kör âlemi sersem sanan geri kalmış ülke aydınlarının ve reklamcılarının ayaklarına dolanacağız. Her yazımızda memleket neşriyatının irin ve cerahatle dolu bir yarasına neşter vuracağız. Sabırsızlıkla bekleyin.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9