"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

9 Haziran 2012 Cumartesi

ESKİ ASKERLER NEDEN KONUŞMAZ?-JOHN STEİNBECK

Eski Savaşçılar Neden Konuşmaz?

Geçen savaşla bu savaş arasındaki yıllarda karşılaştığım eski savaşçıların, savaştan söz açılınca hemen susmaları çok şaşırtırdı beni.

Her zaman susan, pek az konuşan kişiler olsalardı, şaşmazdım ama, konuşkan kimselerdi, övünmeyi sevenler de vardı aralarında. Savaş öncesi yıllarla ilgili anılarını uzun uzun anlatırlar savaşa gelince fazla bir şey söylemez, susuverirlerdi.

Bu davranışları bir kahramanlık belirtisi olarak yorumlanırdı çoğu zaman. Herkes, savaşta görüp geçirdikleri şeylerin anlatılamayacak ölçüde korkunç olduğunu, anlatmakla hem kendilerini, hem de başkalarını üzmekten çekindiklerini sanırdı.

Ama bu adamların çoğu başka konularda hiç de böyle düşünceli davranmazlardı, kafama takılan da buydu.

Son zamanlarda bu durum için usa yatkın bir açıklama buldum. Onları anlamak hiç de güç değildi. Anımsamıyorlardı, anımsayamıyorlardı çünkü, - katıldıkları savaşların çetinliği ölçüsünde anımsadıkları da azalıyordu.

Kavganın her türlüsünde, bütün gövde heyecanla sarsılır. İç salgı bezleri sıvılarını gövdenin her yanına salgılarlar, yüklendiği ağır işi kaldırabilsin diye. Korku ile taşkınlık da bu salgıların etkisidir. Biriken salgılarla kan zehirlenir. Besinlerin hızla yakılıp tüketilmesinden doğan açlık, salgıların etkisi altında bocalayan yorgun kan düzenini altüst eder. Gövde de kafa da sarsılır dengelerini yitirirler, ateş yükselir. Kişinin olağanüstü bir yükü taşıyabilmesi için ortaya çıkan bu iç düzensizlikler yanında daha başka değişiklikler de görülür.

Ardı arkası kesilmeyen karşılıklı atışların gürültüsü içinde sinir uçları iyice körelir. Kulak zarları patlamaların basıncı altında ezilir, gözler ağrıyla zonklar.

Birkaç gün süren aralıksız atışlardan sonra durumunuz budur. Keçeleşmiş derinizde duyarlık diye bir şey kalmaz. Ağzınızda tuzlu bir tat duyarsınız. Yedikleriniz midenizde kaskatı düğümlenir. Gözleriniz ayrıntıların pek azını seçer, nesnelerin dış çizgilerini bulanık görürsünüz. Her şey biraz gerçekten uzak gelir size. Yürürken ayağınız yerden kesiliyormuş gibi olur, bütün gövdeniz yüzer gibidir. Zaman duyunuz bile değişir. Gerçekte ortalama bir hızla yürüyen kişiler hep belli bir noktada kalıyorlarmış gibi görünürler. Her zamankinden daha hızlı yürürken bile yerinizde saydığınızı sanırsınız.

Gözleriniz yeri göğü titrer görmeğe başlar. Kulaklarınız önce ağrır, sonra sağırlaşır, arkadan bütün öbür duyularınız sağırlaşır. Bu durumun dışında kalan kişiler de vardır. Böyleleri yükün ağırlığına katlanamaz dengelerini temelli yitirirler, belki de sonradan hasta kalanlar bunlardır.

Duyuların bu körlüğü içinde her şey değişir. Kendini koruma içgüdüsü bile. Öylesine körelir ki, kişi kahramanlık dediğimiz eylemler girişir. Gerçekte bu eylemler, ondaki tepki düzeninin değişmesinden doğan bir sonuçtur. Bütün dünya düş olur. Hiç de gülünç olmayan şeyler güler, havadan suda şeylere öfkelenirsiniz. Böyle anlarda yufka yürekli bir kimsenin kıyasıya işlere girişmesi, çok korkak bir kimsenin de arslan kesilmesi olağan şeylerdir. Böyle bir durumda, hemen hemen herkeste yeterliliğini aşan bir karşı koyma görülür.

Sonra birden uykunuz gelebilir.Yavaş yavaş bütün gövdenizi pamuklara sarılı sanırsınız. Bütün belli başlı sinirleriniz ölmüştür, garip görüntüler, düşünceler başlar. Çoğu kimseler, bu anlarda gündüz düşleri görürler. Gözler bir buluta takılır, yorgun beyin o buluttan bir yüz, bir melek, bir cin çıkarır. Tokmaklanan beyinde garip anılar belirir, derinlerde birikmiş, unutulmuş görüntüler, sözler, kişiler sarsıntı ile uyanırlar. Bunlar önemli şeyler değildir belki, ama şaşırtıcı bir seçiklikle ortaya çıkışları, gerçekten uzaklaşmış olmanın bir belirtisidir. Çoğunlukla bu anılar düşten başka bir şey değildirler.

Sonra bütün bunlar biter. İşitemezsiniz, ama kulaklarınızda uğuldayan bir ses vardır. En çok istediğiniz şey uyumaktır ama, uyuyunca düşler yakanızı bırakmaz, kafanız tedirgin, türlü görüntülerle kazan gibidir. Gövdenizin, sizi korumak için uyuşturucu etkisini yitirmek üzeredir, her uyuşturucudan sonra olduğu gibi bu bitişte de biraz acı duyulur.

Uyandığınızda olup bitenleri düşünürsünüz, hepsi birer düş olmuştur şimdi. Korkup hastalanmanız boşuna değildir. Geçenleri anımsamaya çalışırsınız, bir türlü başaramazsınız. Belleğinizde kalan çizgiler pek siliktir. Ertesi gün belleğiniz daha da ölür, bir düş, ardından pek az şey kalıncaya dek durmadan tükenir. Çocuğunu nasıl doğurduğunu anımsamağa çalışan bir kadının da aynı şeyleri duyduğunu söylerler. Yüksek ateş onun kafasında da benzer sonuçlar doğurur belki. Dayanma gücümüzü aşan bütün yaşantılarda bu durumla karşılaşabiliriz. Gövde bir koruma eylemine girişir, belleğin çalışmasına engel olur, böylece kadın bir çocuk daha doğurabilecek, erkek bir daha savaşa gidecektir.

Her şey büyük bir hızla geçer. Olup bitenleri hemen o an yazmazsanız, duyduklarınızı, gördüklerinizi bir daha anımsayamazsınız. Uzun süren bir çarpışmada kişiler, kendilerini yitirirler. Sonradan hep susmaları, belki her şeyin silinmiş, unutulmuş olmasındandır.

Çeviri: Akşit Göktürk

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9