Eski Savaşçılar Neden Konuşmaz?
Geçen savaşla bu savaş arasındaki yıllarda karşılaştığım
eski savaşçıların, savaştan söz açılınca hemen susmaları çok şaşırtırdı beni.
Her zaman susan, pek az konuşan kişiler olsalardı, şaşmazdım ama, konuşkan kimselerdi, övünmeyi sevenler de vardı aralarında. Savaş öncesi yıllarla ilgili anılarını uzun uzun anlatırlar savaşa gelince fazla bir şey söylemez, susuverirlerdi.
Bu davranışları bir kahramanlık belirtisi olarak yorumlanırdı çoğu zaman. Herkes, savaşta görüp geçirdikleri şeylerin anlatılamayacak ölçüde korkunç olduğunu, anlatmakla hem kendilerini, hem de başkalarını üzmekten çekindiklerini sanırdı.
Ama bu adamların çoğu başka konularda hiç de böyle düşünceli davranmazlardı, kafama takılan da buydu.
Her zaman susan, pek az konuşan kişiler olsalardı, şaşmazdım ama, konuşkan kimselerdi, övünmeyi sevenler de vardı aralarında. Savaş öncesi yıllarla ilgili anılarını uzun uzun anlatırlar savaşa gelince fazla bir şey söylemez, susuverirlerdi.
Bu davranışları bir kahramanlık belirtisi olarak yorumlanırdı çoğu zaman. Herkes, savaşta görüp geçirdikleri şeylerin anlatılamayacak ölçüde korkunç olduğunu, anlatmakla hem kendilerini, hem de başkalarını üzmekten çekindiklerini sanırdı.
Ama bu adamların çoğu başka konularda hiç de böyle düşünceli davranmazlardı, kafama takılan da buydu.
Son zamanlarda bu durum için usa yatkın bir açıklama buldum.
Onları anlamak hiç de güç değildi. Anımsamıyorlardı, anımsayamıyorlardı çünkü,
- katıldıkları savaşların çetinliği ölçüsünde anımsadıkları da azalıyordu.
Kavganın her türlüsünde, bütün gövde heyecanla sarsılır. İç
salgı bezleri sıvılarını gövdenin her yanına salgılarlar, yüklendiği ağır işi
kaldırabilsin diye. Korku ile taşkınlık da bu salgıların etkisidir. Biriken
salgılarla kan zehirlenir. Besinlerin hızla yakılıp tüketilmesinden doğan
açlık, salgıların etkisi altında bocalayan yorgun kan düzenini altüst eder.
Gövde de kafa da sarsılır dengelerini yitirirler, ateş yükselir. Kişinin
olağanüstü bir yükü taşıyabilmesi için ortaya çıkan bu iç düzensizlikler
yanında daha başka değişiklikler de görülür.
Ardı arkası kesilmeyen karşılıklı atışların gürültüsü içinde
sinir uçları iyice körelir. Kulak zarları patlamaların basıncı altında ezilir,
gözler ağrıyla zonklar.
Birkaç gün süren aralıksız atışlardan sonra durumunuz budur.
Keçeleşmiş derinizde duyarlık diye bir şey kalmaz. Ağzınızda tuzlu bir tat
duyarsınız. Yedikleriniz midenizde kaskatı düğümlenir. Gözleriniz ayrıntıların
pek azını seçer, nesnelerin dış çizgilerini bulanık görürsünüz. Her şey biraz
gerçekten uzak gelir size. Yürürken ayağınız yerden kesiliyormuş gibi olur,
bütün gövdeniz yüzer gibidir. Zaman duyunuz bile değişir. Gerçekte ortalama bir
hızla yürüyen kişiler hep belli bir noktada kalıyorlarmış gibi görünürler. Her
zamankinden daha hızlı yürürken bile yerinizde saydığınızı sanırsınız.
Gözleriniz yeri göğü titrer görmeğe başlar. Kulaklarınız
önce ağrır, sonra sağırlaşır, arkadan bütün öbür duyularınız sağırlaşır. Bu
durumun dışında kalan kişiler de vardır. Böyleleri yükün ağırlığına katlanamaz
dengelerini temelli yitirirler, belki de sonradan hasta kalanlar bunlardır.
Duyuların bu körlüğü içinde her şey değişir. Kendini koruma
içgüdüsü bile. Öylesine körelir ki, kişi kahramanlık dediğimiz eylemler
girişir. Gerçekte bu eylemler, ondaki tepki düzeninin değişmesinden doğan bir
sonuçtur. Bütün dünya düş olur. Hiç de gülünç olmayan şeyler güler, havadan
suda şeylere öfkelenirsiniz. Böyle anlarda yufka yürekli bir kimsenin kıyasıya
işlere girişmesi, çok korkak bir kimsenin de arslan kesilmesi olağan şeylerdir.
Böyle bir durumda, hemen hemen herkeste yeterliliğini aşan bir karşı koyma
görülür.
Sonra birden uykunuz gelebilir.Yavaş yavaş bütün gövdenizi
pamuklara sarılı sanırsınız. Bütün belli başlı sinirleriniz ölmüştür, garip
görüntüler, düşünceler başlar. Çoğu kimseler, bu anlarda gündüz düşleri görürler.
Gözler bir buluta takılır, yorgun beyin o buluttan bir yüz, bir melek, bir cin
çıkarır. Tokmaklanan beyinde garip anılar belirir, derinlerde birikmiş,
unutulmuş görüntüler, sözler, kişiler sarsıntı ile uyanırlar. Bunlar önemli
şeyler değildir belki, ama şaşırtıcı bir seçiklikle ortaya çıkışları, gerçekten
uzaklaşmış olmanın bir belirtisidir. Çoğunlukla bu anılar düşten başka bir şey
değildirler.
Sonra bütün bunlar biter. İşitemezsiniz, ama kulaklarınızda
uğuldayan bir ses vardır. En çok istediğiniz şey uyumaktır ama, uyuyunca düşler
yakanızı bırakmaz, kafanız tedirgin, türlü görüntülerle kazan gibidir.
Gövdenizin, sizi korumak için uyuşturucu etkisini yitirmek üzeredir, her
uyuşturucudan sonra olduğu gibi bu bitişte de biraz acı duyulur.
Uyandığınızda olup bitenleri düşünürsünüz, hepsi birer düş
olmuştur şimdi. Korkup hastalanmanız boşuna değildir. Geçenleri anımsamaya
çalışırsınız, bir türlü başaramazsınız. Belleğinizde kalan çizgiler pek
siliktir. Ertesi gün belleğiniz daha da ölür, bir düş, ardından pek az şey
kalıncaya dek durmadan tükenir. Çocuğunu nasıl doğurduğunu anımsamağa çalışan
bir kadının da aynı şeyleri duyduğunu söylerler. Yüksek ateş onun kafasında da
benzer sonuçlar doğurur belki. Dayanma gücümüzü aşan bütün yaşantılarda bu durumla
karşılaşabiliriz. Gövde bir koruma eylemine girişir, belleğin çalışmasına engel
olur, böylece kadın bir çocuk daha doğurabilecek, erkek bir daha savaşa
gidecektir.
Her şey büyük bir hızla geçer. Olup bitenleri hemen o an
yazmazsanız, duyduklarınızı, gördüklerinizi bir daha anımsayamazsınız. Uzun
süren bir çarpışmada kişiler, kendilerini yitirirler. Sonradan hep susmaları,
belki her şeyin silinmiş, unutulmuş olmasındandır.
Çeviri: Akşit Göktürk