"Nesnelere yaklaşmak gerektiğinde Giacometti'nin önce
gözü, sonra da kalemi, kölemsi nitelikte her çeşit kasıtlı hazırlıktan
arınıyor. Yüceltme, –ya da günümüz modası uyarınca, aşağılama– bahanesiyle
Giacometti nesnenin üzerine –ister incelikli, ister zalim, ister gergin olsun–
en ufak bir insani iz düşürmeyi reddediyor...
"Ne kadar saygı duyuyor nesnelere. Her nesnenin kendine
has bir güzelliği var; çünkü her nesne, kendisi olma edimi içinde, 'yalnız';
her nesnenin içinde, yeri doldurulamayacak bir şey var." – Jean Genet
*
Dünya ile tarihinin sürekli büyüyen, önüne geçilmez bir
devinim içinde nasıl dönendiği; bu devinimin hep daha kaba amaçlar için,
dünyanın yalnızca görünürdeki tezahürlerini değiştirebildiği gerçeğini –
diyemezsek de – hüznünü, her insan ola ki hissetmiştir. Şu görünürdeki dünya
neyse odur ve bizim dünyayı değiştirme edimimiz onu bütünüyle başka bir dünyaya
dönüştürmeye yetmeyecektir. Görünürdeki görünüşü şiddetle değiştireceği yerde,
insanın, bu görünüşten kurtulmaya uğraşacağı, yalnızca bu görünüşü değiştirme
ediminin her çeşidini reddetmek için değil, mümkün olduğunca arınarak içindeki
o gizli yerin sırrını çözmek için de, çaba göstereceği bir alemi ve ancak böyle
bir alemden başlayarak mümkün olabilecek insanî bir serüveni, demek ki özlemle
düşünüyoruz. Bu daha çok ahlaki bir serüven olurdu kuşkusuz. Ama her şey bir
yana, belki de şu insanlıkdışı duruma, şu önüne geçilmez düzene borçluyuz,
ölçülebilir olanın dışına çıkma cesaretini gösterebilecek bir uygarlığa
duyduğumuz özlemi. Benim için dünyayı daha da dayanılmaz kılan, Giacometti'nin
yapıtı: çünkü aldatıcı görünüşünden arındırılmış insandan geriye kalanın
sırrını çözmek için, gözünü rahatsız eden şeyi uzaklaştırmayı, o kadar iyi
biliyor ki bu sanatçı. Ama bizim katlanmak zorunda kaldığımız bu insanlıkdışı
durumu gereksemiştir belki Giacometti de, duyduğu özlem iyice çoğalsın da,
arayışını gerçekleştirme gücünü kendinde bulabilsin diye. Öyle ya da böyle,
bütün yapıtı, sadece insanı değil, en sıradan nesneyi bile kapsayabilen bu
arayış gibi geliyor bana. Ve, seçtiği nesne ya da insanı, aldatıcı yararsal
görünüşünden sıyırmayı başardığında, Giacometti'nin bu nesne ya da insandan
bize sunduğu görüntü, muhteşem. Hak edilmiş, ancak gelişi önceden kestirilebilen
bir karşılık bu.
Güzelliğe, tikel, herkeste farklı olan, görünür ya da gizli
yaradan, her insanın içinde taşıdığı, koruduğu ya da geçici fakat derin bir
yalnızlık için dünyayı terk etmek istediğinde kapandığı, çekildiği yarasından
başka kaynak aranmaz. Demek ki bu sanatla, sefalet düşkünlüğü arasında büyük
fark var. Giacometti'nin sanatı, her insanın, hatta her şeyin o gizli yarasını
bulmak istiyor gibi geliyor bana: yarası, insanı ya da şeyi ışıtsın diye.
Yeşil ışığın altında Osiris birden görünüverdiğinde, –çünkü
niş, duvara olduğu gibi, köşe yapmayacak şekilde yerleştirilmiş– korktum. Acaba
doğal olarak bunu ilk gözlerim mi fark etti? Hayır. Önce omuzlarım ve bir elin
abandığı enseköküm; ya da beni, Mısır'ın binlerce yıllık geçmişine dalmaya, zihinsel
olarak eğilmeye, hatta giderek, sert bakışlı, sert gülümseyişli o küçük heykel
karşısında yerle bir olmaya zorlayan kütlevi bir şey. Gerçekten de bir tanrıydı
gördüğüm. Amansızlığın tanrısı. (Belki çıkaramıyorsunuzdur, Louvre'un bodrum
katındaki, ayaktaki Osiris heykelinden söz ediyorum.) Korktum, çünkü, yanılmak
imkânsızdı, bir tanrıydı gördüğüm. Giacometti'nin bazı heykelleri karşısında bu
dehşet duygusuna yakın bir heyecana kapılır, neredeyse bir o kadar da
büyülenirim.
Bu heykellerin bende yarattığı tuhaf başka bir duygu daha:
tanıdıktırlar, sokakta yürürler. Oysa, zamanın derinliklerinde, her şeyin
başlangıcındadır bu heykeller; heybetli bir hareketsizlik içinde, hiç durmadan
yakınlaşıp uzaklaşırlar. Bakışım, bu heykelleri ehlileştirmeye, bu heykellere
yakınlaşmaya kalkışmayagörsün –fakat öyle şiddetle, gürültü patırtıyla değil,
yalnızca onlarla benim aramdaki, daha önceden farkına varamadığım, yakıncacık
dedirten bir uzaklık yüzünden – hemen, göz alabildiğine uzaklaşırlar: çünkü
onlarla aramdaki uzaklığın katları açılıvermiştir. Nereye gidiyorlar? İmgeleri
hâlâ görünür olduğu halde, neredeler? (Özellikle bu yaz Venedik' te sergilenen
sekiz büyük heykelden söz ediyorum.)
Sanatta neye yenilikçi denir, pek anlamam. Bir yapıt gelecek
kuşaklarca anlaşılmalı, öyle mi? Ne diye? Ne anlama gelir ki bu? Bu kuşakların
o yapıtı kullanabilecekleri anlamına mı? Ne için kullanacaklar? Bilmem. Ama,
her sanat yapıtının, eğer daha büyük ölçeklere ulaşmak istiyorsa, oluşma
anlarından başlayarak, sonsuz sabır, özenle, binlerce yıl önceye dönmesi, bu
yapıtta kendilerini tanıyacak ölülerin doluştuğu bellekötesi geceyi yakalaması
gerektiğini –her ne kadar karışık bir biçimde olsa da– çok daha iyi anlıyorum.
Hayır, hayır, sanat yapıtı, çocuk kuşakların geleceğine adanmaz. Sanat yapıtı, sayısız ölüler alemine sunulur. Onu ister benimseyen, ister reddeden ölülere. Ama bahsettiğim bu ölüler, hiçbir zaman sağ olmamışlardır. Ya da unutuyorum. Bir zamanlar sağ olduklarının unutulması için yeterince sağ kalmışlardır; hayatları –bu diyardan– tanıdık bir işaret bekledikleri o sâkin kıyıyı aşmayı gerektirdiği için.
Burada oldukları halde, Giacometti'nin sözünü ettiğim şu figürleri ölümden başka nerede olabilir? Gözümüz çağırdıkça yanımıza gelmek için bırakıp kaçtıkları ölümden başka.
Hayır, hayır, sanat yapıtı, çocuk kuşakların geleceğine adanmaz. Sanat yapıtı, sayısız ölüler alemine sunulur. Onu ister benimseyen, ister reddeden ölülere. Ama bahsettiğim bu ölüler, hiçbir zaman sağ olmamışlardır. Ya da unutuyorum. Bir zamanlar sağ olduklarının unutulması için yeterince sağ kalmışlardır; hayatları –bu diyardan– tanıdık bir işaret bekledikleri o sâkin kıyıyı aşmayı gerektirdiği için.
Burada oldukları halde, Giacometti'nin sözünü ettiğim şu figürleri ölümden başka nerede olabilir? Gözümüz çağırdıkça yanımıza gelmek için bırakıp kaçtıkları ölümden başka.
*
Büyük yazarların, şairlerin, filozofların; büyük ressamlar,
heykeltıraşlar ve eserleri hakkında yazdıkları kitaplar, okumaktan çok keyif
aldığımız kitaplar arasındadır.
Fransa’nın ele avuca sığmaz, sıra dışı yazarı Jean
Genet′den, büyük heykeltıraş ve ressam Alberto Giacometti ile arkadaşlığı, onun
atölyesine yaptığı ziyaretleri sonucu bugün böyle bir kitabı okuyabiliyoruz.
Kitabın tek kusuru(!) hepitopu 80 sayfa olması. İnsan okurken keşke çok daha
kalın bir kitap olsaydı diyor.
Giacometti’nin heykellerinde hemen herkesin dikkatini çeken
ilk özellik; sanatçının her nesneyi incelterek betimlemesidir. Giacometti
nesnelerin, hayvanların, insanların sırrını, onları iyice inceltip adeta birer
çizgi haline getirerek arıyor. Genet’ye göre bunun nedeni; nesneleri kendi
yalnızlıkları içerisinde ortaya koymak istemesidir.
Sartre bu büyük sanatçı için şöyle der: “En büyük hayali,
yapıtının arkasından tamamen silinmektir.”
Çok etkileyici bir anekdot anlatır Genet: Giacometti ona bir
heykel yapıp onu toprağın altına gömmeyi düşündüğünü söyler.
Gerçekten de Giacometti asla istediği şeyi bulamayacağına
inanmış, yeteneksiz ve başarısız bir insan olduğunu söylemiştir hep. Belki de
bu takıntısı yüzünden, olgunlaştıkça eserleri de incelmeye adeta silikleşmeye
başlamıştır. Genet bu eserleri, yalnızlıklarını bulmak için çabalayanlar olarak
görür. Bu şekilde kendilerinin anlamlarına ve gerçek varlıklarına
ulaşacaktırlar. Yazara göre "Giacometti, elinden gelse, kendini un ufak
edip toza dönüşecek; kim bilir ne kadar mutlu olur o zaman!"
Yine Genet onun kadın heykellerinin sanki bir ölünün başında
bekler gibi durdukların söyler.
Ama ben şimdi düşünüyorum da, belki de başka bir nedeni
vardı incelerek varlıklarının son haddine ulaşan bu nesnelerin: İçine
hapsedildiğimiz bu yaşamın, bu dünyanın kalın duvarları arasında kim bilir
belki incecik bir çatlak, bir delik vardır da, oradan süzülerek kaçabilmek için
gerçekte böyle ipince olmaktan başka çaremiz yoktur. İncelmek aynı zamanda bizi
saran gereksiz her şeyden kurtulmak demek değil midir? Bu da bizi yalnızlığın
yani tamamen kendimiz olmaklığın en uç sınırına götürür. Ve biz böylece o kalın
duvarların arasından tüy gibi süzülerek geçip gideriz. Bu yüzden ışık en ince
ve hızlı varlığıdır tüm evrenin. Giacometti nesneleri ışık yapmak için
uğraşmıştır tüm ömrü boyunca.
Yürüyen Adam: En ünlü yapıtı. Yaklaşık 105 milyon dolara
satılarak en büyük rekorun sahibi şimdilik