Onu komşumuzun garajının arkasında buldum. Emekli olup
Florida'ya taşınıyorlardı ve güneye giderken nakil ücreti ödemektense
eşyalarının çoğunu satılığa çıkartmışlardı.
Onbir yaşındaydım ve bir Tarzan kitabı, Clarence Mulford'un
Hopalong Cassidy efsanesi veya(annem başka tarafa bakıyorsa) yasak olan Mickey
Spillane romanları arıyordum. Buldum da ama sonra gerçek dünyayla yüzleştim her
biri 50 Cent'ti (Kiss Me Deadly bir dolardı) ve bende sadece beş sent vardı.
Bu yüzden biraz daha araştırdım ve sonunda parama göre tek
bir kitap buldum. İsmi Kedilerimle Yolculuklar, yazarı da Bayan Priscilla
Wallace'dı. Priscilla değil bayan Priscilla. Yıllarca ilk adının bayan olduğunu
sandım.
İçinde en azından birkaç yarı çıplak yerli kız fotoğrafının
olması umuduyla sayfaları karıştırdım. Hiç resim yoktu sadece yazılar vardı.
Şaşırmamıştım ismi Bayan Priscilla olan bir yazarın kitabının çıplak kadın
resimleriyle dolu olmayacağını bir şekilde biliyordum.
Gün içinde Çocuk Ligine katılmayı uman bir oğlan için bu
kitabın fazla kadınsı ve süslüpüslü olduğunu düşünüyordum. Nasılsa harfler
kapağın yüzeyini kaplamıştı, kitap başındaki sayfalar şık satendendi, dışı
kadifemsi bir kumaşla kaplıydı ve cilde iliştirilmiş saten kurdeleli bir ayıracı
bile vardı. Kitabı tam geri koyuyordum ki düşürdüm ve açılan sayfada, 200
sınırlı sayıda baskının 121 incisi olduğunu gördüm.
Bu işleri değiştirmişti, beş sente sınırlı sayıda baskısı
olan bir kitapa nasıl hayır derdim? Kitabı garajın önüne getirdim, parasını
ödedim ve annemin bakmayı bitirmesini bekledim. (annem sadece bakar, bir şey
almazdı, satın almak para harcamak demekti, annem de babam da daha ucuza
kiralayabileceklerken veya daha iyisi bedava alabilecekken asla bir şeye para
ödemek istemeyen kıtlık görmüş kuşağın çocuklarıydı)
O gece büyük bir karar verdim. 'Bayan' denilen bir kadın
tarafından yazılmış Kedilerimle Yolculuklar isimli bir kitabı okumayacaktım
fakat son harçlığımı o kitaba vermiştim. Eee, gelecek haftaya kadar başka param
yoktu ve diğer tüm kitaplarımı okuyup bitirmiştim öyle ki neredeyse
sayfalarında göz izlerimi görebilirdiniz.
Böylece pek heveslenmeden kitabı aldım ve ilk sayfayı
okudum, sonra ikinci sayfayı ve sonra birdenbire kendimi sömürge Kenya'sında,
Siam'da ve Amazon'da buldum. Bayan Priscilla Wallace öyle bir tasvir ediyordu
ki, ah ben de orada olsam diyordum. Ve ilk bölümü bitirdiğimde orada olduğumu
hissettim.
Daha önce isimlerini hiç duymadığım şehirler, Marakaibo ve
Semerkant, Adis Ababa gibi egzotik isimli yerler ve haritada yerini bile
bulamayacağım Konstantinopol gibi isimler geçiyordu.
Kaşiflerin olduğu günlerde yazarın babası bir kaşifmiş. İlk
birkaç yolculuğunu babasıyla birlikte yapmış ve kuşkusuz uzak diyarlarla ilgili
bu üslubunu babasından almıştı. (Benim babam bir dizgiciydi nasıl kıskandım)
Afrika bölümlerinde sağa sola saldıran filleri, insan yiyen
aslanları okuyacağımı umuyordum, belki de vardı ama yazar onları o gözle
görmüyordu. Afrika baştan ayağa kana bulanmış olabilirdi ama kadın altın rengi
sabah güneşi ile korkuyla değil merakla dolu karanlık, esrarlı yerleri
anlatıyordu.
Her şeyde bir güzellik bulabiliyordu. Paris'te bir pazar
sabahı, Sen nehri kıyısında dizilmiş iki yüz çiçekçiyi veya Gobi çölünün
ortasında açmış narin eşsiz bir çiçeği tasvir ediyor ve siz bunların anlattığı
kadar harika olduğunu düşünüyordunuz.
Çalar saat çalınca birden fırladım, hayatımda ilk kez bütün
gece uyumamıştım. Kitabı koydum, giyindim, acele okula gittim ve okul sonrası
kitabı bitirmek için eve koştum.
O sene kitabı altı veya yedi kez daha okudum. Öyle ki bazı
yerlerini neredeyse kelime kelime ezberlemiştim. Bu egzotik uzak diyarlara aşık
olmuştum ve belki birazcık yazara da aşıktım. Hatta “Bayan Priscilla Wallace
Herhangibir yer” diye bir hayran mektubu da gönderdim tabii geri geldi.
Sonra sonbaharda Robert A Heinlein ve Louis L'Amour'u
keşfettim ve Kedilerimle Yolculuklar'ı gören bir arkadaşım süslü kapağı ve bir
kadın tarafından yazıldığı için benimle dalga geçince kitabı rafa kaldırdım ve
yıllar sonra unuttum.
Yazdığı o esrarengiz, harika yerleri hiç görmedim. Hiç bir
şey yapamadım, bir isim yapmadım, asla ünlü ve zengin olmadım, hiç evlenmedim.
Kırk yaşına geldiğimde artık başıma beklenmedik veya heyecan
verici hiçbir şeyin gelmeyeceğine inanmaya başlamıştım. Bir türlü bitiremediğim
ve satamayacağım yarım kalmış bir roman yazmış ve yirmi yıl boşuboşuna
sevebileceğim birini aramıştım. (bu birinci adımdı ikinci adım beni sevebilecek
birini bulmaktı ki bu muhtemelen daha da zordu ki o aşamaya hiç gelemedtim)
Şehirden, mutsuz insanların omuzlarının çarpmasından nedense
bana uğramayan tahihten gına gelmişti. Midwestern'de doğup büyümüştüm ve
sonunda Wisconsin North Wood'a taşındım, en egzotik şehirleri Bayan Priscilla
Wallace'ın kitabındaki Marakeş, Macau ve diğer pırıltılı şehirlerle alakası
bile olmayan Manitowoc, Minnaqua Wausau gibi küçük şehirlerdi.
Haftalık mahalli gazetelerden birinde editör yardımcısı
olarak çalışmaya başladım, öyle ki lokanta ve emlak ilanlarını doğru yazmak
haberlerdeki isimleri düzgün yazmaktan daha önemliydi. Dünyanın en heyecanlı
işi değildi ama yeterince iyiydi ve ben de heyecan aramıyordum. Gençlik ateşi,
hayalleri, tutkuları gitmişti ve artık huzur arıyordum.
Şehrin onbeş mil dışında, isimsiz bir göl kıyısında küçük
bir ev kiraladım. Çirkin bir ev sayılmazdı, eski moda bir verandası ve
neredeyse ev kadar eski bir kanepe-salıncağı vardı. Olmayan teknem için gölün
üzerinde bir iskele, evin asıl sahibinin atları için yapılmış bir yalak bile
vardı. Klima yoktu ama ihtiyacım da yoktu kışın şöminenin yanına oturup son
çıkan polisiyeleri okuyordum.
Yazın son günleri bir geceydi, havada biraz Wisconsin ayazı
vardı. Boş şöminenin yanında oturmuş, Berlin, Prag ya da hiçbir zaman
göremeyeceğim bir başka şehirde geçen silahlı kaçıp-kovalamacalı bir polisiyeyi
okuyor ve hayatımın böyle mi geçeceğini düşünüyordum: Şömine yanında roman
okuyan, belki dizlerinde battaniye ve tek dostu tekir kedisi olan yalnız bir
adam...
Bilmem neden – belki de tekir düşüncesi yüzünden-
Kedilerimle Yolculuklar'ı hatırladım. Benim hiç kedim olmamıştı ama yazarın
vardı; ve kedileri onunla birlikte her yere gitmişlerdi.
Yıllardır kitap aklıma gelmemişti, hala bende olup
olmadığını bile bilmiyordum, fakat niyeyse içimden kitabı bulup okumak
gelmişti.
Hala içlerini boşaltmadığım kutuları koyduğum odaya gittim,
belki iki düzine kitap kutusu vardı. Önce birini sonra diğerini açtım Bradbury,
Asimov, Chandler, Hammet'leri karıştırdım, en dipte Ludlum, Amblers ve bir çift
antika Zane-Grays'in altında birden onu buldum. Her zamanki gibi şıktı. Benim
sınırlı sayıda basılmış tek kitabım.
Otuz yıldan sonra belki ilk kez kitabı açıp okumaya
başladım. Ve tıpkı ilk okuduğumdaki kadar kendimi kaptırdım, her şey
hatırladığım kadar harikaydı ve otuz yıl önce yaptığım gibi zaman kavramını
yitirdim, bitirdiğimde güneş doğuyordu.
O sabah yapacak pek işim yoktu. Yapabileceğim tek şey artık
var olmayan dünyaların, egzotik yerleri, betimlemelerini düşünmekti ve
Priscilla Wallace'ın hala yaşayıp yaşamadığını merak ettim. İhtimal çok yaşlı
bir kadındı ama o hayran mektubumu güncelleyip yeniden gönderebilirdim.
Öğle yemeği saatinde şehir kütüphanesinin önünde durdum
kadının yazdığı tüm kitapları almaya kararlıydım. Raflarda ve kartoteklerde
hiçbir şey yoktu. (burası sevimli, eski moda bir kasaba kütüphanesiydi,
kitapları bilgisayara aktarmak için daha yıllar vardı)
Ofisime geri döndüm ve kadınla ilgili olarak internette
araştırma yaptım. Otuz yedi farklı Priscilla Wallace vardı. Bir tanesi düşük
bütçeli filmlerde oynayan bir artistti, biri Georgetown Üniversitesinde
hocaydı, diğeri Bratislava'da bir diplomat, bir diğeri başarılı bir şov köpeği
eğiticisi, bir başkası Güney Kaliforniya'da altız çocuk annesi, biri de pazar
mizah dergisinde karikatüristti.
Ve tam bilgisayarın bir şey bulamayacağını düşünüyordum ki,
ekranıma alttaki yazı geldi:
“ Wallace, Priscilla doğum: 1892, ölüm 1926. Bir kitap
yazmış: Kedilerimle Yolculuklar”
1926. Hayran mektubu göndermek için o zaman da şimdi de çok
geçti, kadın ben doğmadan yıllar önce ölmüştü. Birden bir yitirme duygusu
hissettim ve de bir gücenme, bir insanın bu kadar genç yaşta ölmesinden ötürü
gücenmiştim. Yaşanmamış tüm yılları, gittiği her yerde bulduğu güzellikleri
asla görmeyecek insanlar tarafından elinden alınmıştı.
Benim gibi insanlar.
Bir fotoğraf da vardı. Eski kahverengi fotoğrafların kopyası
gibiydi, kumral, iri, koyu renk gözlü, ince ve bana üzgünmüş gibi gelen bir
kadın resmiydi bu. Belki de kendim üzüldüğümden öyle gelmişti çünkü otuz dört
yaşında öldüğünü ve tüm tutkusunun da onunla birlikte öldüğünü biliyordum.
Resmin bir kopyasını bastırdım, çekmeceme koydum ve günün sonunda eve götürdüm.
Neden bilmiyorum, üzerinde sadece iki cümle vardı. Bir hayat – her hayat-
bundan fazlasını hak ediyordu. Bilhassa öldükten sonra bile beni duygulandırabilen,
bana dokunan -en azından kitabını okurken- , dünyanın belki bana göründüğü
kadar sıkıcı ve rutin olmadığını hissettiren biriyse.
O akşam dondurulmuş yemeğimi ısıttıktan sonra şöminenin
yanına oturdum ve yine Kedilerimle Yolculuklar'ı aldım ve en sevdiğim bölümleri
okumaya başladım. Karlarla kaplı Klimanjaro'nun eteklerinde görkemli fil
kafilesi, bir Mayıs sabahı Versay'daki bahçelerde yürürken çiçeklerden yayılan
parfümler ve sonlara doğru en sevdiğim bölüm geliyordu:
“Daha görecek o kadar çok yer, yapacak o kadar çok şey var
ki, böyle günlerde keşke hiç ölmesem diyorum. Öldükten sonra bile yaşayacağıma
canı gönülden inanmak beni rahatlatıyor, birisi kitabımı alıp okuyunca ben de
yaşıyor olacağım.”
Bu rahatlatıcı bir duyguydu kuşkusuz benim arzuladığımdan
daha iyi bir ölümsüzlüktü. Ben geriye hiçbir şey, hiçbir iz bırakmayacaktım,
yaşadığımı kimse bilmeyecekti. Ölümümden yirmi yıl belki otuz yıl sonra kimse
yaşadığım bilmeyecekti, Ethan Owens – bu benim adım daha önce hiç duymadınız
muhtemelen bir daha asla duymayacaksınız - adında biri yaşadı, çalıştı ve
burada öldü, kimseye bir zararı dokunmadan yaşamaya çalıştı, başardığı tek şey
de buydu.
O yazar gibi değildi belki de ona çok benziyordu. Kadın
politikacı ya da savaşçı bir kraliçe değildi. Heykeli dikilmemişti, unutulmuş
küçük bir gezi kitabı yazmış ve bir ikincisini yazamadan ölmüştü. Çeyrek asır
önce göçüp gitmişti, Priscilla Wallace'ı kim hatırlıyordu ki?
Bir bira doldurup tekrar okumaya koyuldum. Nasıl oluyorsa
her egzotik şehri ve vahşi ormanı ne kadar tasvir ederse, o kadar az egzotik ve
vahşi oluyor, insan kendini evindeymiş gibi hissediyordu. Kaç kez okursam
okuyayım bunu nasıl becerdiğini anlayamadım.
Verandadan gelen bir tıkırtı dikkatimi dağıttı. Kahrolası
rakumlar gittikçe daha şımarıyorlar diye düşündüm ama sonra çok değişik bir
miyavlama duydum. En yakın komşum bir mil ötedeydi ve bu gezintiye çıkan bir
kedi için oldukça büyük mesafeydi. Ama gidip bakmam ve tasmasında adres varsa
sahibine telefon etmem gerektiğini düşündüm. Ya da buranın rakumlarıyla başı
derde girmemesi için kışt kıştlayacaktım.
Kapıyı açıp verandaya çıktım, gerçekten de orada bir kedi
vardı. Başında ve gövdesinde sarı-kahve benekleri olan küçük, beyaz bir
kediydi. Almak için uzanınca birkaç adım geriye kaçtı.
Yavaşça “sana bir şey yapmayacağım” dedim.
Kadınsı bir ses “bunu biliyor sadece biraz utangaç” dedi.
Döndüm- kadın verandadaki salıncakta oturuyordu. Bir
hareketiyle kedi verandayı geçip kadının kucağına atladı.
Bu yüzü daha önce görmüştüm. Bu sabah kahverengi eski
fotoğrafta bana bakıyordu. Tüm çizgilerini ezberleyene dek saatlerce
incelemiştim.
Bu o'ydu.
Ben kadına bakarken “güzel bir gece değil mi?” dedi. “sessiz
de, kuşlar bile uykuda”. Durdu “Sadece ağustos böcekleri uyanık, şarkılarıyla
bize serenat yapıyorlar”
Ne diyeceğimi bilemiyordum sadece onu seyrediyor ve
kaybolmasını bekliyordum.
Bir an sonra “solgun görünüyorsun” dedi.
Nihayet konuşmayı başardım “Gerçek gibi görünüyorsun”
Gülümseyerek cevap verdi “elbette öyle, gerçeğim”
“Siz bayan Priscilla Wallace'sınız, sizi o kadar çok
düşündüm ki, hallüsinasyon görmeye başladım”
“Hallüsinasyona benziyor muyum?”
“Bilmiyorum” diye itiraf ettim. “Daha önce hallüsinasyon
gördüğümü sanmıyorum o yüzden nasıl olur bilmiyorum, duraksadım, “kötü
olabilirler, güzel bir yüzün var”
Kadın buna güldü. Kedi sıçradı, irkildi ve kadın kediyi
nazikçe okşamaya başladı. “utanıp yüzümü kızartmak istediğine inanacağım” dedi.
“yüzün kızarabilir mi?” diye sordum ama sorduğuma pişman
oldum.
“Tabii ki, ama Tahiti'den döndükten sonra pek emin değilim,
orada yaptıkları şeylerden! Kedilerimle Yolculuk'u okuyordun değil mi?”
“Evet, çocukluğumdan beri en sevdiğim şeydir”
“Hediye miydi?”diye sordu.
“Hayır kendim aldım”
“Çok gurur duydum”
Kendimi aptal bir çocuk gibi hissederek “Bu kadar sevdiğim
bir romanın yazarını sonunda tanıdığım için asıl ben gurur duyuyorum” dedim.
Bir soru soracakmış gibi şaşırmış görünüyordu. Sonra fikrini
değiştirdi ve yine gülümsedi. Hoş bir gülümsemeydi.
“Burası çok güzel bir ev, göle kadar olan her yer senin mi?”
“Evet”
“Burada başka kimse yaşıyor mu?”
“Sadece ben”
“Mahremiyeti seviyorsun” bu bir soru değil bir tespitti.
“Tam değil, işler öyle gelişti, insanlar beni pek
sevmiyorlar” diye cevap verdim.
Kahretsin şimdi sana niye bunu söyledim?diye düşündüm. Bunu
kendime bile itiraf etmemiştim.
“Çok hoş birine benziyorsun insanların seni sevmediğine
inanmak bana güç geliyor”
“Belki biraz abarttım, genellikle beni farketmezler”.
Sıkılarak konuyu değiştirdim. “İçimi döküp seni sıkmak istemedim”
“Yalnız başınasın, birine içini dökmen lazım.bence sadece
biraz kendine güvenmen gerekiyor”
“Belki”
Uzun bir süre bana baktı, “ Sanki kötü bir şey olacağını
bekliyor gibi bakıyorsun”
“Senin ortadan kaybolmanı bekliyorum”
“Bu çok mu kötü olurdu?”
“Evet, çok kötü olurdu”
“O zaman neden burada olduğumu kabullenmiyorsun?
Yanılıyorsan birazdan anlarsın”
“Evet tamam sen Priscilla Wallace'sın, bu tam onun vereceği
cevap” diye başımı salladım.
“ Kim olduğumu biliyorsun belki sen de bana kim olduğunu söylersin”
“Adım Ethan Owens”
“Ethan” diye tekrar etti. “Güzel bir isim”
“Öyle mi diyorsun?”
“Öyle düşünmesem söylemezdim. Sana Ethan mı yoksa Bay Owens
mı diyeyim?”
“Elbette Ethan de, seni yıllardır tanıyor gibiyim”, yine bir
utanç dalgasının geldiğini hissettim. “çocukken sana bir hayran mektubu
yolladım ama geri geldi”
“Gelse sevinirdim hiç hayran mektubu almadım, kimseden”
“Eminim yüzlerce insan yazmak istemiş ama adresini
bulamamıştır”
Şüpheyle “Belki” dedi.
“Aslında tam da bugün tekrar yollamak istemiştim”
“Bana söylemek istediklerini şahsen söyleyebilirsin” Kedi
atlayıp verandaya gitti. “ O çitin üzerinde tünemiş çok rahatsız gözüküyorsun
Ethan, niye gelip yanıma oturmuyorsun?”
Ayağa kalkarak “sevinirim” dedim sonra tekrar düşünüp “yok
oturmasam daha iyi” dedim.
Hoş bir ses tonuyla “otuz iki yaşındayım, refakatçiye
ihtiyacım yok” dedi.
Onu temin ederek “bana ihtiyacın yok” dedim. “ Hem ikimizin
de ihtiyacı yok”
“O zaman sorun ne?”
“Doğrusunu istersen, eğer yanına oturursam bir şekilde kalçam
sana değebilir veya kazara eline dokunabilirim ve...”
“Ve ne?”
“Ve senin gerçekten burada olmadığını görmek istemiyorum”
“Ama buradayım.”
“Umarım öylesindir ama olduğum yerden buna inanmak daha
kolay”
Omzunu silkti “Nasıl istersen”
“Bu gece dileğim kabul oldu” dedim.
“O halde niye oturup sadece meltemin ve Wisconsin gecesinin
kokularının tadını çıkartmıyoruz?”
“Seni mutlu edecekse”
“Burada olmak beni mutlu ediyor. Kitabımın hala okunduğunu
bilmek beni mutlu ediyor” bir saniye durdu, karanlığa doğru baktı. “Bugün
günlerden ne Ethan?”
“17 Nisan”
“Yılı kasdetmiştim”
“2004”
Şaşırmış görünüyordu. “O kadar oldu mu?”
“ şeyden beri........” tereddüt ettim.
“Öldüğümden beri” dedi. “Ah, uzun zaman önce ölmüş olmam
gerektiğini biliyordum, yarınlarım yok ve dünlerim de o kadar geride kaldı ki,
fakat yeni milenyum çok şey görünüyor- doğru sözcüğü bulmak için duraksadı-
müthiş”
“ 1892'de doğdun, bir asırdan daha önce” dedim.
“Nereden biliyorsun?”
“Hakkında bilgisayarda araştırma yaptım”
“Bilgisayar nedir bilmiyorum.” dedi. Sonra birdenbire “Ne
zaman ve nasıl öldüğümü de biliyor musun?”
“Ne zaman evet ama nasıl bilmiyorum”
“Lütfen söyleme” dedi. “Otuz iki yaşındayım, kitabımın son
sayfasını yeni yazdım ve sonra ne olacak bilmiyorum. Söylemen doğru olmaz”
“Pekala nasıl istersen”
“Söz ver”
“Söz”
Birden küçük beyaz kedi gerildi ve avluya baktı.
Priscilla “erkek kardeşini gördü” dedi.
“Muhtemelen rakumlardır, insanın başına dert olabiliyorlar”
“Hayır” diye ısrar etti. “Onun vücut dilini bilirim, dışarıdaki
kardeşi.”
Gerçekten de farklı bir miyavlama geldi. Beyaz kedi
verandadan atladı ve o yöne gitti.
Priscilla “kaybolmadan önce onların yanına gitsem iyi olur,
bir keresinde Brezilya'dayken kayboldular ve iki gün bulamadım” dedi.
“Bir el feneri alıp seninle geliyorum” dedim.
“Hayır onları korkutabilirsin ve bu yabancı yerde
kaçmalarını engellemez” Durdu ve bana baktı “ Sen iyi bir adama benziyorsun
Ethan Owens, sonunda tanıştığımıza memnun oldum.” Üzgünce gülümsedi “Keşke bu
kadar yalnız olmasan”
Ona dolu dolu bir hayatım olduğu ve hiç de yalnız olmadığım
yalanını söyleyemeden yoldan aşağı doğru inmeye başladı ve karanlıklar içinde
kayboldu. Birden geri gelmeyeceği içime doğdu, gözden kaybolurken “tekrar
görüşecek miyiz?” dedim.
Karanlıktan sesi geldi “Bu sana bağlı öyle değil mi?”
Salıncağa oturup onun kedileriyle birlikte yine gelmesini
bekledim. Sonunda soğuk havaya rağmen uyuya kaldım, sabah güneş salıcağa
vururken uyandım.
Tek başımaydım.
Bir gece önce olanların bir düş olduğuna kendimi inandırmam
neredeyse yarım günümü aldı. Daha önce gördüğüm hiçbir rüyaya benzemiyordu
çünkü her ayrıntısını, söylediği her cümleyi, yaptığı her hareketi
hatırlıyordum, elbette gerçekten beni ziyarete gelmemişti yine de Priscilla
Wallace'ı kafamdan atamıyordum. Sonunda çalışmayı bıraktım ve onun hakkında
daha çok şey öğrenmek amacıyla bilgisayarımı açtım.
Hakkında o kısa cümle haricinde başka hiçbir şey yoktu.
Kedilerimle Yolculuklar yazıp aradım bir şey çıkmadı. Babasının keşifleri
hakkında kitap yazıp yazmadığına baktım yazmamıştı, tek başınayken veya
babasıyla birlikte kaldığı otellerden birkaçıyla bile temas kurdum. Ama hiçbiri
o kadar eski kayıtları tutmuyordu.
Peşpeşe bir sürü şey yazıp aradım ama hiç sonuç vermedi.
Tarih, kadını bir gün beni de yutacağı gibi tamamen yutmuştu. Kitabın haricinde
yaşadığına dair tek kanıt bilgisayarımdaki iki tarih ile dokuz kelimeydi.
Aranılan suçlular bile isteseler kanundan onun kadar iyi kaçamazlardı.
Sonunda pencereden baktım, gece olmuş ve benden başka herkes
evine gitmişti. (mahalli bir gazetede gece nöbeti yoktur) bir yere çekip
jambonlu bir sandviçle, bir kahve kapıp göle doğru yol aldım.
Televizyonda on haberlerini izledim sonra sırf onun bir
zamanlar gerçekten varolduğunu kendime kanıtlamak için oturup yine onun
kitabını aldım. Birkaç dakika sonra daha fazla duramadım kitabı masanın üzerine
koydum ve temiz hava almaya çıktım.
Tıpkı geçen geceki gibi yine verandadaki salıncakta
oturuyordu. Yanında başka bir kedi vardı. beyaz ve gözlerinin etrafında beyaz
halkalar olan kara bir kediydi.
Kediye baktığımı anladı, “Adı gözlük” dedi. “Bence ismi çok
yakışmış değil mi?”
“Galiba öyle” dedim.
“Şu beyaz olanı Giggle çünkü yaramazlıklar yapmayı çok
seviyor.” Bir şey demedim. Sonunda gülümsedi. “Dilini hangisini kaptı?”
Sonunda “Geri geldin” dedim.
“Elbette”
“Kitabını okuyordum hayatı bu kadar çok seven bir başkasıyla
karşılaşmadığımı düşündüm”
“Sevecek çok şey var!”
“Bazıları için”
“Her şey senin etrafında Ethan”
“Ben bunları senin gözlerinden görmeyi yeğliyorum, her sabah
yeni bir dünyaya uyanmak gibi. Sanırım kitabını bu yüzden sakladım ve o yüzden
yeniden okuyorum senin görüp hissettiklerini paylaşmak için”
“Bunları kendi başına da hissedebilirsin”
Başımı salladım “Senin hislerini paylaşmayı tercih ederim”
İçtenlikle “Zavallı Ethan” dedi. “Hiçbir şeyi sevmedin,
değil mi?”
“Denedim,”
“Bunu demek istemedim”. Merakla bana baktı “Hiç evlendin
mi?”
“Hayır”
“Neden?”
“Bilmiyorum” Ona dürüst bir cevap versem iyi olacak dedim “
Belki hiçbiri senin standartlarına uymadığındandır”
“Ben o kadar özel biri değilim”
“ Benim için öylesin, hep öyleydin”
Kaşlarını çattı “Kitabımın hayatını zenginleştirmesini
isterim Ethan, yıkmasını değil”
“Yıkmadın, hayatı biraz daha katlanılır hale getirdin”
“Merak ediyorum....”diye düşündü.
“Neyi?”
“Burada oluşumu. Bilmece gibi”
“Bilmece kelimesi hafif kalır, inanılmaz demek daha doğru”
Telaşla başını salladı. “Anlamıyorsun. Dün geceyi
hatırlıyorum”
“Ben de. Her saniyesini”
“Bunu demek istemedim” Dalgın dalgın kediyi okşadı. “Geçen
geceden önce hiç geri getirilmedim, o zaman emin değildim, belki her bölümden
sonra unuttum dedim ama bugün dün geceyi hatırladım”
“Ne dediğini anladığıma emin değilim”
“Ben öldüğüme göre kitabımı okuyan tek kişi sen olamazsın,
olsan bile daha önce hiç geri çağırılmadım, senin tarafından bile” Uzunca bir
an bana baktı. “Belki yanılıyorumdur”
“Ne hakkında?”
“Belki beni buraya geri getiren şey okunmaya olan ihtiyacım
değildir. Belki sen fena halde birisine ihtiyaç duyduğun içindir.”
“Her yanımı ateş bastı sonra geçti, bir an tüm dünya benimle
birlikte durdu sandım sonra ay bulutların arkasından çıktı ve bir baykuş öttü”
“Bu neydi?”
“Sana o kadar da yalnız olmadığımı söyleyecektim ama bu
yalan olur” dedim.
“Bu utanılacak bir şey değil ki Ethan”
“Övünülecek bir şey de değil” Onda kimselere, kendime dahi
söyleyemediğim şeyleri söyleten bir şey vardı, “Çocukken büyük ümitlerim vardı,
işimi sevecek ve işimde iyi olacaktım aşık olacağım bir kadın bulup hayatımın
onunla geçirecektim, senin anlattığın tüm o yerlere gidecektim yıllar geçtikçe
tüm umutlarımın yok olduğunu gördüm artık faturalarımı ödeyip düzenli olarak
doktorda çekup yaptırabilmek için buraya yerleştim, derin derin iç geçirdim
galiba hayatımı şöyle tanımlayabilirim: Yok olan umutların tamamıyle farkına
varılması.
Yavaşça “risk almalısın Ethan” dedi.
“Ben senin gibi değilim”dedim. “Keşke olsaydım ama değilim
hem ayrıca vahşi yer de kalmadı”
Başını salladı. “onu kasdetmedim aşk risk almayı gerektirir,
incinme riskini göze almalısın”
“Zaten incindim. Söz etmeye değer hiçbir şeyim yok,”
“Belki o yüzden buradayım bir hayalet seni incitemez”
“Tabii ki incitemez. Sen hayalet misin?”
“Hayalet gibi hissetmiyorum”
“Benzemiyorsun da”
“Nasıl görünüyorum?”
“Seni tanıdığımdan beri çok güzel”
“Moda değişir”
“Ama güzellik değişmez”
“Çok naziksin ama çok eski moda görünüyor olmalıyım doğrusu
benim bildiğim dünya senin için çok ilkel olmalı” yüzü aydınlandı. “bu yeni bir
milenyum neler oldu anlat”
“Ay'a ayak bastık ve Mars ile Venüs'e araçlar gönderdik”
Gökyüzüne baktı “Ay mı?” diye bağırdı. “Ay'da olabilecekken
neden buradasın?”
“Unuttun mu ben risk alamam”
Tutkuyla“Yaşamak için ne heyecanlı bir an!” dedi. “Her zaman
bir sonraki tepenin ardında ne olduğunu merak ederdim, ama sen, sen sonraki
yıldızda ne olduğunu göreceksin!”
“O kadar basit değil” dedim.
“Ama olacak” diye ısrar etti.
“Bir gün ama ben hayattayken değil başka zaman”
“O halde hiç istemeden ölmek zorundasın, eminim ben yaptım”.
Sanki her birine uçtuğunu hayal eder gibi yıldızlara baktı. “gelecek hakkında
bir şeyler daha anlat”
“gelecek hakkında bir şey bilmiyorum”
“ benim geleceğim, senin bugünün”
“anlatabileceğim her şeyi ona anlattım, yüz milyonlarca
insanın uçakla seyahat etmesine, arabasız kimsenin olmamasına ve Amerika'da
tren yolculuğunun yok olmaya yüz tuttuğunu duyduğuna şaşırdı, televizyon fikri
onu çok cezbetti bunun icadının ne büyük vakit kaybı olduğunu söylemedim renkli
filmler sesli filmler, bilgisayarlar hepsini öğrenmek istiyordu hayvanat
bahçelerinin daha insanca olup olmadığını, insanların daha insanca olup
olmadığını sordu kalp naklinin sıradan bir şey olduğuna inanamadı.
Saatlerce konuştum sonunda ağzım o kadar kurudu ki birkaç
dakika ara verip mutfağa gidip içecek bir şeyler getireceğimi söyledim bende
Fanta ve Dr Pepper vardı ve bunları hiç duymamıştı birayı ise beğenmedi ben de
ona buzlu çay yapıp, kendime de bir bira açtım bunları verandaya getirdiğimde
kız da, Google da gitmişti.
Onu arama zahmetine katlanmadım bile, gelmiş olduğu biryere
döndüğünü biliyordum.
Sonraki üç gece yine geldi, bazen tek, bazen çift kediyle,
bana yolculuklarını, zamanın biz insanlara tahsis ettiği küçük penceresinden
görebileceği şeyleri görmek için nasıl sabırsızlandığını anlattı ben de ona
asla görmeyeceği çeşitli mucizeleri anlattım
Her gece bir hayaletle konuşmak tuhaftı. Gerçek olduğu
konusunda beni temin ediyordu ben de söylerken ona inanıyordum ama ona
dokunmaktan ve bir hayal olduğunu görmekten hala korkuyordum. Hernasılsa kedilerin
her ikisi de benim bu korkumu biliyormuş gibi bana mesafeliydiler, bütün o
akşamlar boyunca bir kez bile bana yaklaşmadılar.
Üçüncü gece kedilere doğru başımı sallayarak “Keşke onların
gördüğü şeyleri görebilseydim” dedim.
Priscilla dalgın dalgın “Bazıları onları da benimle birlikte
dünyanın her yerine götürmemin zalimlik olduğunu söylediler ama bence asıl
zalimlik onları arkamda bırakmak olurdu” derken mırıldayan Google'ın sırtını
okşuyordu.
“Kedilerin bunlar veya bunlardan öncekiler hiç problem oldu
mu?”
“Elbette oldu ama birini seversen sorunlarına da katlanırsın”
“Evet sanırım öyle yaparsın
“Nereden biliyorsun? Şimdiye kadar kimseyi sevmediğini söyledin sanıyordum”
“Belki yanıldım”
“A?”
“Bilmiyorum, belki de her gece arkamı dönünce kaybolan birini seviyorum” Bana baktı ve birden kenimi çok aptal hissettim, sıkıntılı bir şekilde omuzlarımı silktim “Belki”
“Duygulandım Ethan” dedi. “Ama ben bu dünyaya ait değilim, senin gibi değilim”
“Şikayet etmiyorum” dedim. “ben her anına razıyım” gülmeye çalıştım bir felaketti “ Hem gerçek olup olmadığını bile bilmiyorum”
“Gerçeğim diyorum sana”
“Biliyorum”
“Gerçek olduğumu bilsen ne yapardın?”
“Gerçekten?”
"Gerçekten.”
Ona baktım. “Delirmemeye çalış” diye başladım.
“Delirmem”
“Seni verandamda gördüğüm andan beri kucaklayıp öpmek istedim”
“O halde niye yapmadın?”
“Sana dokunursam...yok olacağın korkusundan, burada
olmadığından emin olursam bir daha seni göremem”
“Sana aşk ve risk almak hakkında söylediklerimi hatırlıyor musun?”
“Hatırlıyorum”
“Öyleyse?”
“Belki yarın denerim sadece henüz seni kaybetmeye hazır değilim bu gece kendimi o kadar cesur hissetmiyorum”
Gülümsedi bence kederli bir gülüştü “belki beni okumaktan bıkarsın”
“Asla!”
“Ama hep aynı kitap, kaç kez okuyacaksın ki?”
Ona baktım, genç, taptaze, belki ölmesine iki, kesinlikle üç
yıldan daha az vakti vardı. Önünde daha neler olduğunu biliyordum, görebildiği
tek şey önünde uzanan ve bir ömür boyu sürecek harika deneyimlerdi.
“O zaman diğer kitaplarını okurum”
“Başka kitap yazdım mı?”
“Düzinelerce” diye yalan söyledim.
Gülmekten kendini alamadı “Sahi mi?”
“Sahi”
“ Teşekkür ederim Ethan beni çok mutlu ettin”
“O halde ödeştik”
Gölün oradan bir kavga gürültü sesi geldi kız hemen kedilerine baktı ama kediler verandadaydılar gürültü onların da dikkatini çekmişti.
“Rakumlar” dedim.
“Niye kavga ediyorlar?”
“Büyük ihtimalle ölü bir balık kıyıya sürüklendi, paylaşmayı pek sevmiyorlar”
Güldü “tanıyorum bazı kişileri hatırlattılar”. Duraksadı “tanıdığım bazı kişileri” diye düzeltti.
“ Özlüyor musun? Yani arkadaşlarını..”
“Hayır, yüzlerce tanıdığım var ama yakın arkadaşım sadece birkaç tane, hiçbir yerde arkadaş edinecek kadar uzun süre kalmadım sadece seninle birlikteyken onların gitmiş olduğunu farkediyorum duraksadı hiç anlamıyorum yeni milenyumda seninle burada olduğumu biliyorum fakat otuzikinci yaşgünümü sanki daha yeni kutlamış gibi hissediyorum yarın babamın mezarına çiçekler koyacağım ve haftaya Madrit'e gideceğim.”
“Madrid mi?” diye tekrarladım. “Arenadaki cesur boğaları seyredecek misin?”
Yüzüne tuhaf bir hava geldi, “Bu tuhaf değil mi?” dedi.
“Tuhaf olan ne?”
“İspanya'da ne yapacağım konusunda bir fikrim yok, ama sen tüm kitaplarımı okumuşsun sen bilirsin”
“Sana söylememi istemezsin”
“İstemem bu her şeyi bozardı”
“Gidince seni özleyeceğim”
“Kitaplarımdan birini alırsan yine gelirim” “hem ayrıca ben yetmiş beş yıldan daha önce gittim”
“İş iyice karmaşıklaşıyor”
“Böyle üzgün bakma yine birlikte olacağız”
“Sadece bir hafta oldu ama seninle konuşmaya başlamadan önce akşamları nasıl geçirdiğimi bilmiyorum”
Göldeki gürültü daha çoğaldı Giggle ve Goggle birbirlerine
sokuldular.
Priscilla “kedilerimi korkutuyorlar” dedi.
“Gidip şu işi halledeceğim” dedim. Verandadan aşağı inip rakumların kavga ettiği yere doğru yöneldim
Ve geri dönünce ondan uzaklaşınca daha cesaretlenip “ belki ne kadar gerçek olup olmadığına bakacağım” diye ekledim.
Göle geldiğimde kavga bitmişti ağzında yarım bir balıkla
kocaman bir rakum korkmadan bana bakıyordu onun kadar büyük olmayan iki tanesi on
metre ötedeydiler hepsinin üzeri kanlanmıştı ama ciddi bir yaraları yok
gibiydi.
“Hak ettiğinizi buldunuz. “Diye mırıldandım.
Döndüm ve gölden eve doğru gitmeye koyuldum kediler hala verandadaydılar ama Priscilla yoktu bir başka buzlu çay almak için içeri girdiğini düşündüm ya da belki banyoyu kullanmak istemişti ki bu hayalet olmadığının bir kanıtıydı ama birkaç dakika sonra gelmeyince tüm evi aradım.
Evde değildi, avluda değildi, eski samanlıkta da değildi
sonunda verandaya geri dönüp
salıncağa oturup bekledim.
Birkaç dakika sonra Google kucağıma atladı birkaç dakika onu okşadıktan sonra onun gerçek olduğunu farkettim.
<<<
Sabah biraz kedi maması aldım. Verandaya koymak istemedim çünkü rakumların kokuyu alıp Giggle ve Goggle'ı kaçırtacaklarından emindim. Bu yüzden bir çorba kasesine mama koyup mutfak eviyesinin yanına tezgahın üzerine koydum. Kum kabım yoktu o yüzden mutfak penceresini açık bıraktım ki istedikleri zaman dışarı gidip gelsinler.
Priscilla hakkında bilgisayarda daha fazla araştırma yapma isteğine karşı koydum çünkü öğrenilecek tek şey kalmıştı nasıl öldüğü ve bunu da bilmek istemiyordum. Güzel, sağlıklı, tüm dünyayı gezen bir hanımefendi nasıl olur da otuz dört yaşında ölebilirdi? Aslanlar mı parçalamıştı? Vahşi yerliler kurban mı etmişti? Bilinmeyen tropikal bir hastalık kurbanı mıydı? New York'ta saldırıya uğrayıp, tecavüz edilip öldürülmüş müydü? Ne olmuşsa onu yarım asrını çalmıştı. O zamanda daha kaç kitap yazacağından çok daha kaç yer yere yolculuk yapıp mutlu olacağını düşünüyordum. Hayır kesinlikle nasıl öldüğünü bilmek istemiyordum.
Birkaç saat aklım başka yerde çalıştım, sonra öğleyin çalışmayı kesip acele eve, ona gittim.
Arabadan iner inmez bir şeylerin yolunda gitmediğini farkettim, verandadaki salıncak boştu Giggle ve Goggle verandadan atlayıp bana doğru koşup sanki rahatlamak ister gibi bacaklarıma sürtüntüler.
İsmini seslendim ama cevap yoktu. Sonra evin içinde bir ses duydum. Kapıya gittim ve ben içeri girerken bir rakumun mutfak penceresinden çıktığını gördüm.
Ortalık darmadağın olmuştu. Belli ki yiyecek aramıştı, ama bende sadece konserve ve dondurulmuş gıda bulunduğundan, yiyebileceği bir şey bulmak için evin altını üstüne getirmişti.
Sonra onu gördüm: Kedilerimle Yolculuklar lime limeydi. Yiyecek bulamayan rakum sanki bir öfke nöbeti geçirip hıncını masanın üzerine bıraktığım kitaptan almıştı. Sayfalar yırtılmış, kapak parça parça olmuş ve kitaptan arta kalanların üzerine işemişti.
Çocukluğumdan beri ilk kez gözlerimden yaşlar aka aka saatlerce kitabı düzeltmeye çalıştım ama düzeltilecek yanı yoktu, bu Priscilla'nın bu gece gelmeyeceği demekti, kitaptan bir tane daha bulmazsam Hiçbir gece gelmeyecekti.
Gözüm dönmüştü tüfeğimi ve ışıldağı kaptığım gibi bulabildiğim ilk altı rakumu öldürdüm. Bu beni rahatlatmadı özellikle kendime gelip de Priscilla yaptığım katliamı görse ne diyeceğini düşününce.
Sanki sabah hiç gelmeyecek gibiydi gelince koşa koşa ofise gittim, bilgisayarımı açtım, www.abebooks.com ve www.bookfinder.com dan Priscilla'nın kitabının bir baskısını bulmaya çalıştım. İkisi de okunmuş kitap satan büyük kitapçılardı. Ama tek bir tane bile bulamadım.
Vaktiyle bildiğim başka kitapçılara sordum, adını bile duymamışlardı.
Yardım ederler ümidiyle Kongre kütüphanesine telefon ettim,
talihim yoktu, Kedilerimle Yolculuklar'ın resmi olarak hiç baskısı
yapılmamıştı, hiç baskısı yoktu, kadının, kitabın, her şeyin rüya olup
olmadığını düşünmeye başladım.
Sonunda kendisini kitap dedektivi olarak tanıtan Charlie Grimmis'e telefon ettim, zamanının çoğunu uzun zaman önce baskısı tükenmiş kitapların veya hikayelerin telif haklarını almaya çalışan antalojistler için harcardı ama parasını aldığı müddetçe kim için çalıştığına bakmazdı.
Bu dokuz gününü aldı ve bana altı yüz dolara mal oldu ama sonunda kesin bir cevap aldım:
Sevgili Ethan,
Kitabını bulmak için çok aradım, az kalsın böyle bir kitabın
olmadığına dair bahse giriyordum ki, haklı olduğunu gördüm: Belli ki sınırlı
sayıda basılmış bir kitap almışsın.
Kedilerimle Yolculuklar Priscilla Wallace'ın kendisi (d: 1926) tarafından sınırlı sayıda 200 baskı basılmış. Matbaa uzun süre önce feshedilmiş olan Adelman Press of Bridgeport Connecticut. Kitap Kongre kütüphanesine asla kaydedilmemiş, baskısı verilmemiş.
Gelelim sonuca, anladığım kadarıyla bu Wallace denen kadın,
150 tanesini akrabalarına, eşe dosta vermiş ve kalan ellisi ölümünden sonra
muhtemelen yok edilmiş. Kontrol ettim, son oniki yıl içinde hiç baskısı
satılmamış, bundan daha eski yıllara ait güvenilir kayıt bulmak çok güç,
kadının tanınmamış bir yazar olmasından, kitabın kendin hesabına basılmasından
ve kitabı tanıdıklarına vermesinden dolayı hala varsa onbeş yirmi kopyası anca
vardır.
Selamlar
Charlie
Sonunda risk almanızın zamanı gelince bunu düşünmezsiniz,
sadece yaparsınız. O öğleden sonra işimi bıraktım ve son bir yıldan beri
Kedilerimle Yolculuklar'ın bir baskısını bulmak için ülkeyi karış karış
dolaşıyorum. Henüz bulamadım ama ne kadar sürerse sürsün arayacağım. Yalnızım ama
umudumu kaybetmedim.
Bu bir rüya mıydı? Kız bir hallüsinasyon muydu? Güvendiğim birkaç dost öyle olduğunu söylüyorlar. Kahretsin ya, ben de böyle derdim ama tek başıma seyahat etmiyorum, iki kedi bana yol arkadaşlığı yapıyor ve tüm kediler kadar gerçekler.
Böylece ertesi günü çıkartmaktan başka işi olmayan adamın artık hayatta bir amacı var hem de önemli bir amaç. Sevdiğim kadın yarım asır erken öldü. Ona yarım kalmış yıllarını ancak ben geri verebilirim. Hepsini bir seferde veremesem de her seferinde bir akşam ve bir hafta sonu. Ama öyle ya da böyle bunu geri alacak. Dünlerimin hepsini harcadım ve onlara gösterecek bir şeyim yok ama onun yarınları için stok yapacağım.
Velhasıl tüm hikayem bu. İşimi kaybettim, paramın çoğunu da. Neredeyse dörtyüz gündür aynı yatakta iki günden fazla yatmadım. Epey kilo kaybettim ve umursamadan hala aynı elbiselerle geziyorum. Önemli değil. Önemli olan tek şey o kitaptan bir tane daha bulmak ve bulacağım.
Pişman olduğum bir şey var mı?
Sadece bir tek şey
Ona hiç dokunmadım. Bir kez bile.