"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

1 Haziran 2012 Cuma

KEDİLERİMLE YOLCULUKLAR-MIKE RESNICK

Onu komşumuzun garajının arkasında buldum. Emekli olup Florida'ya taşınıyorlardı ve güneye giderken nakil ücreti ödemektense eşyalarının çoğunu satılığa çıkartmışlardı.

Onbir yaşındaydım ve bir Tarzan kitabı, Clarence Mulford'un Hopalong Cassidy efsanesi veya(annem başka tarafa bakıyorsa) yasak olan Mickey Spillane romanları arıyordum. Buldum da ama sonra gerçek dünyayla yüzleştim her biri 50 Cent'ti (Kiss Me Deadly bir dolardı) ve bende sadece beş sent vardı.

Bu yüzden biraz daha araştırdım ve sonunda parama göre tek bir kitap buldum. İsmi Kedilerimle Yolculuklar, yazarı da Bayan Priscilla Wallace'dı. Priscilla değil bayan Priscilla. Yıllarca ilk adının bayan olduğunu sandım.

İçinde en azından birkaç yarı çıplak yerli kız fotoğrafının olması umuduyla sayfaları karıştırdım. Hiç resim yoktu sadece yazılar vardı. Şaşırmamıştım ismi Bayan Priscilla olan bir yazarın kitabının çıplak kadın resimleriyle dolu olmayacağını bir şekilde biliyordum.

Gün içinde Çocuk Ligine katılmayı uman bir oğlan için bu kitabın fazla kadınsı ve süslüpüslü olduğunu düşünüyordum. Nasılsa harfler kapağın yüzeyini kaplamıştı, kitap başındaki sayfalar şık satendendi, dışı kadifemsi bir kumaşla kaplıydı ve cilde iliştirilmiş saten kurdeleli bir ayıracı bile vardı. Kitabı tam geri koyuyordum ki düşürdüm ve açılan sayfada, 200 sınırlı sayıda baskının 121 incisi olduğunu gördüm.

Bu işleri değiştirmişti, beş sente sınırlı sayıda baskısı olan bir kitapa nasıl hayır derdim? Kitabı garajın önüne getirdim, parasını ödedim ve annemin bakmayı bitirmesini bekledim. (annem sadece bakar, bir şey almazdı, satın almak para harcamak demekti, annem de babam da daha ucuza kiralayabileceklerken veya daha iyisi bedava alabilecekken asla bir şeye para ödemek istemeyen kıtlık görmüş kuşağın çocuklarıydı)

O gece büyük bir karar verdim. 'Bayan' denilen bir kadın tarafından yazılmış Kedilerimle Yolculuklar isimli bir kitabı okumayacaktım fakat son harçlığımı o kitaba vermiştim. Eee, gelecek haftaya kadar başka param yoktu ve diğer tüm kitaplarımı okuyup bitirmiştim öyle ki neredeyse sayfalarında göz izlerimi görebilirdiniz.

Böylece pek heveslenmeden kitabı aldım ve ilk sayfayı okudum, sonra ikinci sayfayı ve sonra birdenbire kendimi sömürge Kenya'sında, Siam'da ve Amazon'da buldum. Bayan Priscilla Wallace öyle bir tasvir ediyordu ki, ah ben de orada olsam diyordum. Ve ilk bölümü bitirdiğimde orada olduğumu hissettim.

Daha önce isimlerini hiç duymadığım şehirler, Marakaibo ve Semerkant, Adis Ababa gibi egzotik isimli yerler ve haritada yerini bile bulamayacağım Konstantinopol gibi isimler geçiyordu.

Kaşiflerin olduğu günlerde yazarın babası bir kaşifmiş. İlk birkaç yolculuğunu babasıyla birlikte yapmış ve kuşkusuz uzak diyarlarla ilgili bu üslubunu babasından almıştı. (Benim babam bir dizgiciydi nasıl kıskandım)

Afrika bölümlerinde sağa sola saldıran filleri, insan yiyen aslanları okuyacağımı umuyordum, belki de vardı ama yazar onları o gözle görmüyordu. Afrika baştan ayağa kana bulanmış olabilirdi ama kadın altın rengi sabah güneşi ile korkuyla değil merakla dolu karanlık, esrarlı yerleri anlatıyordu.

Her şeyde bir güzellik bulabiliyordu. Paris'te bir pazar sabahı, Sen nehri kıyısında dizilmiş iki yüz çiçekçiyi veya Gobi çölünün ortasında açmış narin eşsiz bir çiçeği tasvir ediyor ve siz bunların anlattığı kadar harika olduğunu düşünüyordunuz.

Çalar saat çalınca birden fırladım, hayatımda ilk kez bütün gece uyumamıştım. Kitabı koydum, giyindim, acele okula gittim ve okul sonrası kitabı bitirmek için eve koştum.

O sene kitabı altı veya yedi kez daha okudum. Öyle ki bazı yerlerini neredeyse kelime kelime ezberlemiştim. Bu egzotik uzak diyarlara aşık olmuştum ve belki birazcık yazara da aşıktım. Hatta “Bayan Priscilla Wallace Herhangibir yer” diye bir hayran mektubu da gönderdim tabii geri geldi.

Sonra sonbaharda Robert A Heinlein ve Louis L'Amour'u keşfettim ve Kedilerimle Yolculuklar'ı gören bir arkadaşım süslü kapağı ve bir kadın tarafından yazıldığı için benimle dalga geçince kitabı rafa kaldırdım ve yıllar sonra unuttum.

Yazdığı o esrarengiz, harika yerleri hiç görmedim. Hiç bir şey yapamadım, bir isim yapmadım, asla ünlü ve zengin olmadım, hiç evlenmedim.

Kırk yaşına geldiğimde artık başıma beklenmedik veya heyecan verici hiçbir şeyin gelmeyeceğine inanmaya başlamıştım. Bir türlü bitiremediğim ve satamayacağım yarım kalmış bir roman yazmış ve yirmi yıl boşuboşuna sevebileceğim birini aramıştım. (bu birinci adımdı ikinci adım beni sevebilecek birini bulmaktı ki bu muhtemelen daha da zordu ki o aşamaya hiç gelemedtim)

Şehirden, mutsuz insanların omuzlarının çarpmasından nedense bana uğramayan tahihten gına gelmişti. Midwestern'de doğup büyümüştüm ve sonunda Wisconsin North Wood'a taşındım, en egzotik şehirleri Bayan Priscilla Wallace'ın kitabındaki Marakeş, Macau ve diğer pırıltılı şehirlerle alakası bile olmayan Manitowoc, Minnaqua Wausau gibi küçük şehirlerdi.

Haftalık mahalli gazetelerden birinde editör yardımcısı olarak çalışmaya başladım, öyle ki lokanta ve emlak ilanlarını doğru yazmak haberlerdeki isimleri düzgün yazmaktan daha önemliydi. Dünyanın en heyecanlı işi değildi ama yeterince iyiydi ve ben de heyecan aramıyordum. Gençlik ateşi, hayalleri, tutkuları gitmişti ve artık huzur arıyordum.

Şehrin onbeş mil dışında, isimsiz bir göl kıyısında küçük bir ev kiraladım. Çirkin bir ev sayılmazdı, eski moda bir verandası ve neredeyse ev kadar eski bir kanepe-salıncağı vardı. Olmayan teknem için gölün üzerinde bir iskele, evin asıl sahibinin atları için yapılmış bir yalak bile vardı. Klima yoktu ama ihtiyacım da yoktu kışın şöminenin yanına oturup son çıkan polisiyeleri okuyordum.

Yazın son günleri bir geceydi, havada biraz Wisconsin ayazı vardı. Boş şöminenin yanında oturmuş, Berlin, Prag ya da hiçbir zaman göremeyeceğim bir başka şehirde geçen silahlı kaçıp-kovalamacalı bir polisiyeyi okuyor ve hayatımın böyle mi geçeceğini düşünüyordum: Şömine yanında roman okuyan, belki dizlerinde battaniye ve tek dostu tekir kedisi olan yalnız bir adam...

Bilmem neden – belki de tekir düşüncesi yüzünden- Kedilerimle Yolculuklar'ı hatırladım. Benim hiç kedim olmamıştı ama yazarın vardı; ve kedileri onunla birlikte her yere gitmişlerdi.

Yıllardır kitap aklıma gelmemişti, hala bende olup olmadığını bile bilmiyordum, fakat niyeyse içimden kitabı bulup okumak gelmişti.

Hala içlerini boşaltmadığım kutuları koyduğum odaya gittim, belki iki düzine kitap kutusu vardı. Önce birini sonra diğerini açtım Bradbury, Asimov, Chandler, Hammet'leri karıştırdım, en dipte Ludlum, Amblers ve bir çift antika Zane-Grays'in altında birden onu buldum. Her zamanki gibi şıktı. Benim sınırlı sayıda basılmış tek kitabım.

Otuz yıldan sonra belki ilk kez kitabı açıp okumaya başladım. Ve tıpkı ilk okuduğumdaki kadar kendimi kaptırdım, her şey hatırladığım kadar harikaydı ve otuz yıl önce yaptığım gibi zaman kavramını yitirdim, bitirdiğimde güneş doğuyordu.

O sabah yapacak pek işim yoktu. Yapabileceğim tek şey artık var olmayan dünyaların, egzotik yerleri, betimlemelerini düşünmekti ve Priscilla Wallace'ın hala yaşayıp yaşamadığını merak ettim. İhtimal çok yaşlı bir kadındı ama o hayran mektubumu güncelleyip yeniden gönderebilirdim.

Öğle yemeği saatinde şehir kütüphanesinin önünde durdum kadının yazdığı tüm kitapları almaya kararlıydım. Raflarda ve kartoteklerde hiçbir şey yoktu. (burası sevimli, eski moda bir kasaba kütüphanesiydi, kitapları bilgisayara aktarmak için daha yıllar vardı)

Ofisime geri döndüm ve kadınla ilgili olarak internette araştırma yaptım. Otuz yedi farklı Priscilla Wallace vardı. Bir tanesi düşük bütçeli filmlerde oynayan bir artistti, biri Georgetown Üniversitesinde hocaydı, diğeri Bratislava'da bir diplomat, bir diğeri başarılı bir şov köpeği eğiticisi, bir başkası Güney Kaliforniya'da altız çocuk annesi, biri de pazar mizah dergisinde karikatüristti.

Ve tam bilgisayarın bir şey bulamayacağını düşünüyordum ki, ekranıma alttaki yazı geldi:

“ Wallace, Priscilla doğum: 1892, ölüm 1926. Bir kitap yazmış: Kedilerimle Yolculuklar”

1926. Hayran mektubu göndermek için o zaman da şimdi de çok geçti, kadın ben doğmadan yıllar önce ölmüştü. Birden bir yitirme duygusu hissettim ve de bir gücenme, bir insanın bu kadar genç yaşta ölmesinden ötürü gücenmiştim. Yaşanmamış tüm yılları, gittiği her yerde bulduğu güzellikleri asla görmeyecek insanlar tarafından elinden alınmıştı.

Benim gibi insanlar.

Bir fotoğraf da vardı. Eski kahverengi fotoğrafların kopyası gibiydi, kumral, iri, koyu renk gözlü, ince ve bana üzgünmüş gibi gelen bir kadın resmiydi bu. Belki de kendim üzüldüğümden öyle gelmişti çünkü otuz dört yaşında öldüğünü ve tüm tutkusunun da onunla birlikte öldüğünü biliyordum. Resmin bir kopyasını bastırdım, çekmeceme koydum ve günün sonunda eve götürdüm. Neden bilmiyorum, üzerinde sadece iki cümle vardı. Bir hayat – her hayat- bundan fazlasını hak ediyordu. Bilhassa öldükten sonra bile beni duygulandırabilen, bana dokunan -en azından kitabını okurken- , dünyanın belki bana göründüğü kadar sıkıcı ve rutin olmadığını hissettiren biriyse.

O akşam dondurulmuş yemeğimi ısıttıktan sonra şöminenin yanına oturdum ve yine Kedilerimle Yolculuklar'ı aldım ve en sevdiğim bölümleri okumaya başladım. Karlarla kaplı Klimanjaro'nun eteklerinde görkemli fil kafilesi, bir Mayıs sabahı Versay'daki bahçelerde yürürken çiçeklerden yayılan parfümler ve sonlara doğru en sevdiğim bölüm geliyordu:

“Daha görecek o kadar çok yer, yapacak o kadar çok şey var ki, böyle günlerde keşke hiç ölmesem diyorum. Öldükten sonra bile yaşayacağıma canı gönülden inanmak beni rahatlatıyor, birisi kitabımı alıp okuyunca ben de yaşıyor olacağım.”

Bu rahatlatıcı bir duyguydu kuşkusuz benim arzuladığımdan daha iyi bir ölümsüzlüktü. Ben geriye hiçbir şey, hiçbir iz bırakmayacaktım, yaşadığımı kimse bilmeyecekti. Ölümümden yirmi yıl belki otuz yıl sonra kimse yaşadığım bilmeyecekti, Ethan Owens – bu benim adım daha önce hiç duymadınız muhtemelen bir daha asla duymayacaksınız - adında biri yaşadı, çalıştı ve burada öldü, kimseye bir zararı dokunmadan yaşamaya çalıştı, başardığı tek şey de buydu.

O yazar gibi değildi belki de ona çok benziyordu. Kadın politikacı ya da savaşçı bir kraliçe değildi. Heykeli dikilmemişti, unutulmuş küçük bir gezi kitabı yazmış ve bir ikincisini yazamadan ölmüştü. Çeyrek asır önce göçüp gitmişti, Priscilla Wallace'ı kim hatırlıyordu ki?

Bir bira doldurup tekrar okumaya koyuldum. Nasıl oluyorsa her egzotik şehri ve vahşi ormanı ne kadar tasvir ederse, o kadar az egzotik ve vahşi oluyor, insan kendini evindeymiş gibi hissediyordu. Kaç kez okursam okuyayım bunu nasıl becerdiğini anlayamadım.

Verandadan gelen bir tıkırtı dikkatimi dağıttı. Kahrolası rakumlar gittikçe daha şımarıyorlar diye düşündüm ama sonra çok değişik bir miyavlama duydum. En yakın komşum bir mil ötedeydi ve bu gezintiye çıkan bir kedi için oldukça büyük mesafeydi. Ama gidip bakmam ve tasmasında adres varsa sahibine telefon etmem gerektiğini düşündüm. Ya da buranın rakumlarıyla başı derde girmemesi için kışt kıştlayacaktım.

Kapıyı açıp verandaya çıktım, gerçekten de orada bir kedi vardı. Başında ve gövdesinde sarı-kahve benekleri olan küçük, beyaz bir kediydi. Almak için uzanınca birkaç adım geriye kaçtı.

Yavaşça “sana bir şey yapmayacağım” dedim.

Kadınsı bir ses “bunu biliyor sadece biraz utangaç” dedi.

Döndüm- kadın verandadaki salıncakta oturuyordu. Bir hareketiyle kedi verandayı geçip kadının kucağına atladı.

Bu yüzü daha önce görmüştüm. Bu sabah kahverengi eski fotoğrafta bana bakıyordu. Tüm çizgilerini ezberleyene dek saatlerce incelemiştim.

Bu o'ydu.

Ben kadına bakarken “güzel bir gece değil mi?” dedi. “sessiz de, kuşlar bile uykuda”. Durdu “Sadece ağustos böcekleri uyanık, şarkılarıyla bize serenat yapıyorlar”

Ne diyeceğimi bilemiyordum sadece onu seyrediyor ve kaybolmasını bekliyordum.

Bir an sonra “solgun görünüyorsun” dedi.

Nihayet konuşmayı başardım “Gerçek gibi görünüyorsun”

Gülümseyerek cevap verdi “elbette öyle, gerçeğim”

“Siz bayan Priscilla Wallace'sınız, sizi o kadar çok düşündüm ki, hallüsinasyon görmeye başladım”

“Hallüsinasyona benziyor muyum?”

“Bilmiyorum” diye itiraf ettim. “Daha önce hallüsinasyon gördüğümü sanmıyorum o yüzden nasıl olur bilmiyorum, duraksadım, “kötü olabilirler, güzel bir yüzün var”

Kadın buna güldü. Kedi sıçradı, irkildi ve kadın kediyi nazikçe okşamaya başladı. “utanıp yüzümü kızartmak istediğine inanacağım” dedi.

“yüzün kızarabilir mi?” diye sordum ama sorduğuma pişman oldum.

“Tabii ki, ama Tahiti'den döndükten sonra pek emin değilim, orada yaptıkları şeylerden! Kedilerimle Yolculuk'u okuyordun değil mi?”

“Evet, çocukluğumdan beri en sevdiğim şeydir”

“Hediye miydi?”diye sordu.

“Hayır kendim aldım”

“Çok gurur duydum”

Kendimi aptal bir çocuk gibi hissederek “Bu kadar sevdiğim bir romanın yazarını sonunda tanıdığım için asıl ben gurur duyuyorum” dedim.

Bir soru soracakmış gibi şaşırmış görünüyordu. Sonra fikrini değiştirdi ve yine gülümsedi. Hoş bir gülümsemeydi.

“Burası çok güzel bir ev, göle kadar olan her yer senin mi?”

“Evet”

“Burada başka kimse yaşıyor mu?”

“Sadece ben”

“Mahremiyeti seviyorsun” bu bir soru değil bir tespitti.

“Tam değil, işler öyle gelişti, insanlar beni pek sevmiyorlar” diye cevap verdim.

Kahretsin şimdi sana niye bunu söyledim?diye düşündüm. Bunu kendime bile itiraf etmemiştim.

“Çok hoş birine benziyorsun insanların seni sevmediğine inanmak bana güç geliyor”

“Belki biraz abarttım, genellikle beni farketmezler”. Sıkılarak konuyu değiştirdim. “İçimi döküp seni sıkmak istemedim”

“Yalnız başınasın, birine içini dökmen lazım.bence sadece biraz kendine güvenmen gerekiyor”

“Belki”

Uzun bir süre bana baktı, “ Sanki kötü bir şey olacağını bekliyor gibi bakıyorsun”

“Senin ortadan kaybolmanı bekliyorum”

“Bu çok mu kötü olurdu?”

“Evet, çok kötü olurdu”

“O zaman neden burada olduğumu kabullenmiyorsun? Yanılıyorsan birazdan anlarsın”

“Evet tamam sen Priscilla Wallace'sın, bu tam onun vereceği cevap” diye başımı salladım.

“ Kim olduğumu biliyorsun belki sen de bana kim olduğunu söylersin”

“Adım Ethan Owens”

“Ethan” diye tekrar etti. “Güzel bir isim”

“Öyle mi diyorsun?”

“Öyle düşünmesem söylemezdim. Sana Ethan mı yoksa Bay Owens mı diyeyim?”

“Elbette Ethan de, seni yıllardır tanıyor gibiyim”, yine bir utanç dalgasının geldiğini hissettim. “çocukken sana bir hayran mektubu yolladım ama geri geldi”

“Gelse sevinirdim hiç hayran mektubu almadım, kimseden”

“Eminim yüzlerce insan yazmak istemiş ama adresini bulamamıştır”

Şüpheyle “Belki” dedi.

“Aslında tam da bugün tekrar yollamak istemiştim”

“Bana söylemek istediklerini şahsen söyleyebilirsin” Kedi atlayıp verandaya gitti. “ O çitin üzerinde tünemiş çok rahatsız gözüküyorsun Ethan, niye gelip yanıma oturmuyorsun?”

Ayağa kalkarak “sevinirim” dedim sonra tekrar düşünüp “yok oturmasam daha iyi” dedim.

Hoş bir ses tonuyla “otuz iki yaşındayım, refakatçiye ihtiyacım yok” dedi.

Onu temin ederek “bana ihtiyacın yok” dedim. “ Hem ikimizin de ihtiyacı yok”

“O zaman sorun ne?”

“Doğrusunu istersen, eğer yanına oturursam bir şekilde kalçam sana değebilir veya kazara eline dokunabilirim ve...”

“Ve ne?”

“Ve senin gerçekten burada olmadığını görmek istemiyorum”

“Ama buradayım.”


“Umarım öylesindir ama olduğum yerden buna inanmak daha kolay”

Omzunu silkti “Nasıl istersen”

“Bu gece dileğim kabul oldu” dedim.

“O halde niye oturup sadece meltemin ve Wisconsin gecesinin kokularının tadını çıkartmıyoruz?”

“Seni mutlu edecekse”

“Burada olmak beni mutlu ediyor. Kitabımın hala okunduğunu bilmek beni mutlu ediyor” bir saniye durdu, karanlığa doğru baktı. “Bugün günlerden ne Ethan?”

“17 Nisan”

“Yılı kasdetmiştim”

“2004”

Şaşırmış görünüyordu. “O kadar oldu mu?”

“ şeyden beri........” tereddüt ettim.

“Öldüğümden beri” dedi. “Ah, uzun zaman önce ölmüş olmam gerektiğini biliyordum, yarınlarım yok ve dünlerim de o kadar geride kaldı ki, fakat yeni milenyum çok şey görünüyor- doğru sözcüğü bulmak için duraksadı- müthiş”

“ 1892'de doğdun, bir asırdan daha önce” dedim.

“Nereden biliyorsun?”

“Hakkında bilgisayarda araştırma yaptım”

“Bilgisayar nedir bilmiyorum.” dedi. Sonra birdenbire “Ne zaman ve nasıl öldüğümü de biliyor musun?”

“Ne zaman evet ama nasıl bilmiyorum”

“Lütfen söyleme” dedi. “Otuz iki yaşındayım, kitabımın son sayfasını yeni yazdım ve sonra ne olacak bilmiyorum. Söylemen doğru olmaz”

“Pekala nasıl istersen”

“Söz ver”

“Söz”

Birden küçük beyaz kedi gerildi ve avluya baktı.

Priscilla “erkek kardeşini gördü” dedi.

“Muhtemelen rakumlardır, insanın başına dert olabiliyorlar”

“Hayır” diye ısrar etti. “Onun vücut dilini bilirim, dışarıdaki kardeşi.”

Gerçekten de farklı bir miyavlama geldi. Beyaz kedi verandadan atladı ve o yöne gitti.

Priscilla “kaybolmadan önce onların yanına gitsem iyi olur, bir keresinde Brezilya'dayken kayboldular ve iki gün bulamadım” dedi.

“Bir el feneri alıp seninle geliyorum” dedim.

“Hayır onları korkutabilirsin ve bu yabancı yerde kaçmalarını engellemez” Durdu ve bana baktı “ Sen iyi bir adama benziyorsun Ethan Owens, sonunda tanıştığımıza memnun oldum.” Üzgünce gülümsedi “Keşke bu kadar yalnız olmasan”

Ona dolu dolu bir hayatım olduğu ve hiç de yalnız olmadığım yalanını söyleyemeden yoldan aşağı doğru inmeye başladı ve karanlıklar içinde kayboldu. Birden geri gelmeyeceği içime doğdu, gözden kaybolurken “tekrar görüşecek miyiz?” dedim.

Karanlıktan sesi geldi “Bu sana bağlı öyle değil mi?”

Salıncağa oturup onun kedileriyle birlikte yine gelmesini bekledim. Sonunda soğuk havaya rağmen uyuya kaldım, sabah güneş salıcağa vururken uyandım.

Tek başımaydım.

Bir gece önce olanların bir düş olduğuna kendimi inandırmam neredeyse yarım günümü aldı. Daha önce gördüğüm hiçbir rüyaya benzemiyordu çünkü her ayrıntısını, söylediği her cümleyi, yaptığı her hareketi hatırlıyordum, elbette gerçekten beni ziyarete gelmemişti yine de Priscilla Wallace'ı kafamdan atamıyordum. Sonunda çalışmayı bıraktım ve onun hakkında daha çok şey öğrenmek amacıyla bilgisayarımı açtım.

Hakkında o kısa cümle haricinde başka hiçbir şey yoktu. Kedilerimle Yolculuklar yazıp aradım bir şey çıkmadı. Babasının keşifleri hakkında kitap yazıp yazmadığına baktım yazmamıştı, tek başınayken veya babasıyla birlikte kaldığı otellerden birkaçıyla bile temas kurdum. Ama hiçbiri o kadar eski kayıtları tutmuyordu.

Peşpeşe bir sürü şey yazıp aradım ama hiç sonuç vermedi. Tarih, kadını bir gün beni de yutacağı gibi tamamen yutmuştu. Kitabın haricinde yaşadığına dair tek kanıt bilgisayarımdaki iki tarih ile dokuz kelimeydi. Aranılan suçlular bile isteseler kanundan onun kadar iyi kaçamazlardı.

Sonunda pencereden baktım, gece olmuş ve benden başka herkes evine gitmişti. (mahalli bir gazetede gece nöbeti yoktur) bir yere çekip jambonlu bir sandviçle, bir kahve kapıp göle doğru yol aldım.

Televizyonda on haberlerini izledim sonra sırf onun bir zamanlar gerçekten varolduğunu kendime kanıtlamak için oturup yine onun kitabını aldım. Birkaç dakika sonra daha fazla duramadım kitabı masanın üzerine koydum ve temiz hava almaya çıktım.

Tıpkı geçen geceki gibi yine verandadaki salıncakta oturuyordu. Yanında başka bir kedi vardı. beyaz ve gözlerinin etrafında beyaz halkalar olan kara bir kediydi.

Kediye baktığımı anladı, “Adı gözlük” dedi. “Bence ismi çok yakışmış değil mi?”

“Galiba öyle” dedim.

“Şu beyaz olanı Giggle çünkü yaramazlıklar yapmayı çok seviyor.” Bir şey demedim. Sonunda gülümsedi. “Dilini hangisini kaptı?”

Sonunda “Geri geldin” dedim.

“Elbette”

“Kitabını okuyordum hayatı bu kadar çok seven bir başkasıyla karşılaşmadığımı düşündüm”

“Sevecek çok şey var!”

“Bazıları için”

“Her şey senin etrafında Ethan”

“Ben bunları senin gözlerinden görmeyi yeğliyorum, her sabah yeni bir dünyaya uyanmak gibi. Sanırım kitabını bu yüzden sakladım ve o yüzden yeniden okuyorum senin görüp hissettiklerini paylaşmak için”

“Bunları kendi başına da hissedebilirsin”

Başımı salladım “Senin hislerini paylaşmayı tercih ederim”

İçtenlikle “Zavallı Ethan” dedi. “Hiçbir şeyi sevmedin, değil mi?”

“Denedim,”

“Bunu demek istemedim”. Merakla bana baktı “Hiç evlendin mi?”

“Hayır”

“Neden?”

“Bilmiyorum” Ona dürüst bir cevap versem iyi olacak dedim “ Belki hiçbiri senin standartlarına uymadığındandır”

“Ben o kadar özel biri değilim”

“ Benim için öylesin, hep öyleydin”

Kaşlarını çattı “Kitabımın hayatını zenginleştirmesini isterim Ethan, yıkmasını değil”

“Yıkmadın, hayatı biraz daha katlanılır hale getirdin”

“Merak ediyorum....”diye düşündü.

“Neyi?”
“Burada oluşumu. Bilmece gibi”

“Bilmece kelimesi hafif kalır, inanılmaz demek daha doğru”

Telaşla başını salladı. “Anlamıyorsun. Dün geceyi hatırlıyorum”

“Ben de. Her saniyesini”

“Bunu demek istemedim” Dalgın dalgın kediyi okşadı. “Geçen geceden önce hiç geri getirilmedim, o zaman emin değildim, belki her bölümden sonra unuttum dedim ama bugün dün geceyi hatırladım”

“Ne dediğini anladığıma emin değilim”

“Ben öldüğüme göre kitabımı okuyan tek kişi sen olamazsın, olsan bile daha önce hiç geri çağırılmadım, senin tarafından bile” Uzunca bir an bana baktı. “Belki yanılıyorumdur”

“Ne hakkında?”
“Belki beni buraya geri getiren şey okunmaya olan ihtiyacım değildir. Belki sen fena halde birisine ihtiyaç duyduğun içindir.”

“Her yanımı ateş bastı sonra geçti, bir an tüm dünya benimle birlikte durdu sandım sonra ay bulutların arkasından çıktı ve bir baykuş öttü”

“Bu neydi?”
“Sana o kadar da yalnız olmadığımı söyleyecektim ama bu yalan olur” dedim.

“Bu utanılacak bir şey değil ki Ethan”
“Övünülecek bir şey de değil” Onda kimselere, kendime dahi söyleyemediğim şeyleri söyleten bir şey vardı, “Çocukken büyük ümitlerim vardı, işimi sevecek ve işimde iyi olacaktım aşık olacağım bir kadın bulup hayatımın onunla geçirecektim, senin anlattığın tüm o yerlere gidecektim yıllar geçtikçe tüm umutlarımın yok olduğunu gördüm artık faturalarımı ödeyip düzenli olarak doktorda çekup yaptırabilmek için buraya yerleştim, derin derin iç geçirdim galiba hayatımı şöyle tanımlayabilirim: Yok olan umutların tamamıyle farkına varılması.

Yavaşça “risk almalısın Ethan” dedi.

“Ben senin gibi değilim”dedim. “Keşke olsaydım ama değilim hem ayrıca vahşi yer de kalmadı”

Başını salladı. “onu kasdetmedim aşk risk almayı gerektirir, incinme riskini göze almalısın”

“Zaten incindim. Söz etmeye değer hiçbir şeyim yok,”

“Belki o yüzden buradayım bir hayalet seni incitemez”

“Tabii ki incitemez. Sen hayalet misin?”
“Hayalet gibi hissetmiyorum”

“Benzemiyorsun da”
“Nasıl görünüyorum?”
“Seni tanıdığımdan beri çok güzel”

“Moda değişir”

“Ama güzellik değişmez”

“Çok naziksin ama çok eski moda görünüyor olmalıyım doğrusu benim bildiğim dünya senin için çok ilkel olmalı” yüzü aydınlandı. “bu yeni bir milenyum neler oldu anlat”

“Ay'a ayak bastık ve Mars ile Venüs'e araçlar gönderdik”

Gökyüzüne baktı “Ay mı?” diye bağırdı. “Ay'da olabilecekken neden buradasın?”
“Unuttun mu ben risk alamam”

Tutkuyla“Yaşamak için ne heyecanlı bir an!” dedi. “Her zaman bir sonraki tepenin ardında ne olduğunu merak ederdim, ama sen, sen sonraki yıldızda ne olduğunu göreceksin!”

“O kadar basit değil” dedim.

“Ama olacak” diye ısrar etti.

“Bir gün ama ben hayattayken değil başka zaman”

“O halde hiç istemeden ölmek zorundasın, eminim ben yaptım”. Sanki her birine uçtuğunu hayal eder gibi yıldızlara baktı. “gelecek hakkında bir şeyler daha anlat”

“gelecek hakkında bir şey bilmiyorum”
“ benim geleceğim, senin bugünün”
“anlatabileceğim her şeyi ona anlattım, yüz milyonlarca insanın uçakla seyahat etmesine, arabasız kimsenin olmamasına ve Amerika'da tren yolculuğunun yok olmaya yüz tuttuğunu duyduğuna şaşırdı, televizyon fikri onu çok cezbetti bunun icadının ne büyük vakit kaybı olduğunu söylemedim renkli filmler sesli filmler, bilgisayarlar hepsini öğrenmek istiyordu hayvanat bahçelerinin daha insanca olup olmadığını, insanların daha insanca olup olmadığını sordu kalp naklinin sıradan bir şey olduğuna inanamadı.

Saatlerce konuştum sonunda ağzım o kadar kurudu ki birkaç dakika ara verip mutfağa gidip içecek bir şeyler getireceğimi söyledim bende Fanta ve Dr Pepper vardı ve bunları hiç duymamıştı birayı ise beğenmedi ben de ona buzlu çay yapıp, kendime de bir bira açtım bunları verandaya getirdiğimde kız da, Google da gitmişti.

Onu arama zahmetine katlanmadım bile, gelmiş olduğu biryere döndüğünü biliyordum.

Sonraki üç gece yine geldi, bazen tek, bazen çift kediyle, bana yolculuklarını, zamanın biz insanlara tahsis ettiği küçük penceresinden görebileceği şeyleri görmek için nasıl sabırsızlandığını anlattı ben de ona asla görmeyeceği çeşitli mucizeleri anlattım

Her gece bir hayaletle konuşmak tuhaftı. Gerçek olduğu konusunda beni temin ediyordu ben de söylerken ona inanıyordum ama ona dokunmaktan ve bir hayal olduğunu görmekten hala korkuyordum. Hernasılsa kedilerin her ikisi de benim bu korkumu biliyormuş gibi bana mesafeliydiler, bütün o akşamlar boyunca bir kez bile bana yaklaşmadılar.

Üçüncü gece kedilere doğru başımı sallayarak “Keşke onların gördüğü şeyleri görebilseydim” dedim.
Priscilla dalgın dalgın “Bazıları onları da benimle birlikte dünyanın her yerine götürmemin zalimlik olduğunu söylediler ama bence asıl zalimlik onları arkamda bırakmak olurdu” derken mırıldayan Google'ın sırtını okşuyordu.
“Kedilerin bunlar veya bunlardan öncekiler hiç problem oldu mu?”

“Elbette oldu ama birini seversen sorunlarına da katlanırsın”

“Evet sanırım öyle yaparsın

“Nereden biliyorsun? Şimdiye kadar kimseyi sevmediğini söyledin sanıyordum”

“Belki yanıldım”

“A?”

“Bilmiyorum, belki de her gece arkamı dönünce kaybolan birini seviyorum” Bana baktı ve birden kenimi çok aptal hissettim, sıkıntılı bir şekilde omuzlarımı silktim “Belki”

“Duygulandım Ethan” dedi. “Ama ben bu dünyaya ait değilim, senin gibi değilim”

“Şikayet etmiyorum” dedim. “ben her anına razıyım” gülmeye çalıştım bir felaketti “ Hem gerçek olup olmadığını bile bilmiyorum”

“Gerçeğim diyorum sana”

“Biliyorum”

“Gerçek olduğumu bilsen ne yapardın?”

“Gerçekten?”

"Gerçekten.”

Ona baktım. “Delirmemeye çalış” diye başladım.

“Delirmem”

“Seni verandamda gördüğüm andan beri kucaklayıp öpmek istedim”

“O halde niye yapmadın?”

“Sana dokunursam...yok olacağın korkusundan, burada olmadığından emin olursam bir daha seni göremem”

“Sana aşk ve risk almak hakkında söylediklerimi hatırlıyor musun?”

“Hatırlıyorum”

“Öyleyse?”

“Belki yarın denerim sadece henüz seni kaybetmeye hazır değilim bu gece kendimi o kadar cesur hissetmiyorum”

Gülümsedi bence kederli bir gülüştü “belki beni okumaktan bıkarsın”

“Asla!”

“Ama hep aynı kitap, kaç kez okuyacaksın ki?”

Ona baktım, genç, taptaze, belki ölmesine iki, kesinlikle üç yıldan daha az vakti vardı. Önünde daha neler olduğunu biliyordum, görebildiği tek şey önünde uzanan ve bir ömür boyu sürecek harika deneyimlerdi.

“O zaman diğer kitaplarını okurum”

“Başka kitap yazdım mı?”

“Düzinelerce” diye yalan söyledim.

Gülmekten kendini alamadı “Sahi mi?”

“Sahi”

“ Teşekkür ederim Ethan beni çok mutlu ettin”

“O halde ödeştik”

Gölün oradan bir kavga gürültü sesi geldi kız hemen kedilerine baktı ama kediler verandadaydılar gürültü onların da dikkatini çekmişti.

“Rakumlar” dedim.

“Niye kavga ediyorlar?”

“Büyük ihtimalle ölü bir balık kıyıya sürüklendi, paylaşmayı pek sevmiyorlar”

Güldü “tanıyorum bazı kişileri hatırlattılar”. Duraksadı “tanıdığım bazı kişileri” diye düzeltti.

“ Özlüyor musun? Yani arkadaşlarını..”

“Hayır, yüzlerce tanıdığım var ama yakın arkadaşım sadece birkaç tane, hiçbir yerde arkadaş edinecek kadar uzun süre kalmadım sadece seninle birlikteyken onların gitmiş olduğunu farkediyorum duraksadı hiç anlamıyorum yeni milenyumda seninle burada olduğumu biliyorum fakat otuzikinci yaşgünümü sanki daha yeni kutlamış gibi hissediyorum yarın babamın mezarına çiçekler koyacağım ve haftaya Madrit'e gideceğim.”

“Madrid mi?” diye tekrarladım. “Arenadaki cesur boğaları seyredecek misin?”

Yüzüne tuhaf bir hava geldi, “Bu tuhaf değil mi?” dedi.

“Tuhaf olan ne?”

“İspanya'da ne yapacağım konusunda bir fikrim yok, ama sen tüm kitaplarımı okumuşsun sen bilirsin”

“Sana söylememi istemezsin”

“İstemem bu her şeyi bozardı”

“Gidince seni özleyeceğim”

“Kitaplarımdan birini alırsan yine gelirim” “hem ayrıca ben yetmiş beş yıldan daha önce gittim”

“İş iyice karmaşıklaşıyor”

“Böyle üzgün bakma yine birlikte olacağız”

“Sadece bir hafta oldu ama seninle konuşmaya başlamadan önce akşamları nasıl geçirdiğimi bilmiyorum”

Göldeki gürültü daha çoğaldı Giggle ve Goggle birbirlerine sokuldular.

Priscilla “kedilerimi korkutuyorlar” dedi.

“Gidip şu işi halledeceğim” dedim. Verandadan aşağı inip rakumların kavga ettiği yere doğru yöneldim

Ve geri dönünce ondan uzaklaşınca daha cesaretlenip “ belki ne kadar gerçek olup olmadığına bakacağım” diye ekledim.
Göle geldiğimde kavga bitmişti ağzında yarım bir balıkla kocaman bir rakum korkmadan bana bakıyordu onun kadar büyük olmayan iki tanesi on metre ötedeydiler hepsinin üzeri kanlanmıştı ama ciddi bir yaraları yok gibiydi.

“Hak ettiğinizi buldunuz. “Diye mırıldandım.

Döndüm ve gölden eve doğru gitmeye koyuldum kediler hala verandadaydılar ama Priscilla yoktu bir başka buzlu çay almak için içeri girdiğini düşündüm ya da belki banyoyu kullanmak istemişti ki bu hayalet olmadığının bir kanıtıydı ama birkaç dakika sonra gelmeyince tüm evi aradım.

Evde değildi, avluda değildi, eski samanlıkta da değildi sonunda verandaya geri dönüp
salıncağa oturup bekledim.

Birkaç dakika sonra Google kucağıma atladı birkaç dakika onu okşadıktan sonra onun gerçek olduğunu farkettim.

<<<

Sabah biraz kedi maması aldım. Verandaya koymak istemedim çünkü rakumların kokuyu alıp Giggle ve Goggle'ı kaçırtacaklarından emindim. Bu yüzden bir çorba kasesine mama koyup mutfak eviyesinin yanına tezgahın üzerine koydum. Kum kabım yoktu o yüzden mutfak penceresini açık bıraktım ki istedikleri zaman dışarı gidip gelsinler.

Priscilla hakkında bilgisayarda daha fazla araştırma yapma isteğine karşı koydum çünkü öğrenilecek tek şey kalmıştı nasıl öldüğü ve bunu da bilmek istemiyordum. Güzel, sağlıklı, tüm dünyayı gezen bir hanımefendi nasıl olur da otuz dört yaşında ölebilirdi? Aslanlar mı parçalamıştı? Vahşi yerliler kurban mı etmişti? Bilinmeyen tropikal bir hastalık kurbanı mıydı? New York'ta saldırıya uğrayıp, tecavüz edilip öldürülmüş müydü? Ne olmuşsa onu yarım asrını çalmıştı. O zamanda daha kaç kitap yazacağından çok daha kaç yer yere yolculuk yapıp mutlu olacağını düşünüyordum. Hayır kesinlikle nasıl öldüğünü bilmek istemiyordum.

Birkaç saat aklım başka yerde çalıştım, sonra öğleyin çalışmayı kesip acele eve, ona gittim.

Arabadan iner inmez bir şeylerin yolunda gitmediğini farkettim, verandadaki salıncak boştu Giggle ve Goggle verandadan atlayıp bana doğru koşup sanki rahatlamak ister gibi bacaklarıma sürtüntüler.

İsmini seslendim ama cevap yoktu. Sonra evin içinde bir ses duydum. Kapıya gittim ve ben içeri girerken bir rakumun mutfak penceresinden çıktığını gördüm.

Ortalık darmadağın olmuştu. Belli ki yiyecek aramıştı, ama bende sadece konserve ve dondurulmuş gıda bulunduğundan, yiyebileceği bir şey bulmak için evin altını üstüne getirmişti.

Sonra onu gördüm: Kedilerimle Yolculuklar lime limeydi. Yiyecek bulamayan rakum sanki bir öfke nöbeti geçirip hıncını masanın üzerine bıraktığım kitaptan almıştı. Sayfalar yırtılmış, kapak parça parça olmuş ve kitaptan arta kalanların üzerine işemişti.

Çocukluğumdan beri ilk kez gözlerimden yaşlar aka aka saatlerce kitabı düzeltmeye çalıştım ama düzeltilecek yanı yoktu, bu Priscilla'nın bu gece gelmeyeceği demekti, kitaptan bir tane daha bulmazsam Hiçbir gece gelmeyecekti.

Gözüm dönmüştü tüfeğimi ve ışıldağı kaptığım gibi bulabildiğim ilk altı rakumu öldürdüm. Bu beni rahatlatmadı özellikle kendime gelip de Priscilla yaptığım katliamı görse ne diyeceğini düşününce.

Sanki sabah hiç gelmeyecek gibiydi gelince koşa koşa ofise gittim, bilgisayarımı açtım, www.abebooks.com ve www.bookfinder.com dan Priscilla'nın kitabının bir baskısını bulmaya çalıştım. İkisi de okunmuş kitap satan büyük kitapçılardı. Ama tek bir tane bile bulamadım.

Vaktiyle bildiğim başka kitapçılara sordum, adını bile duymamışlardı.

Yardım ederler ümidiyle Kongre kütüphanesine telefon ettim, talihim yoktu, Kedilerimle Yolculuklar'ın resmi olarak hiç baskısı yapılmamıştı, hiç baskısı yoktu, kadının, kitabın, her şeyin rüya olup olmadığını düşünmeye başladım.

Sonunda kendisini kitap dedektivi olarak tanıtan Charlie Grimmis'e telefon ettim, zamanının çoğunu uzun zaman önce baskısı tükenmiş kitapların veya hikayelerin telif haklarını almaya çalışan antalojistler için harcardı ama parasını aldığı müddetçe kim için çalıştığına bakmazdı.

Bu dokuz gününü aldı ve bana altı yüz dolara mal oldu ama sonunda kesin bir cevap aldım:

Sevgili Ethan,
Kitabını bulmak için çok aradım, az kalsın böyle bir kitabın olmadığına dair bahse giriyordum ki, haklı olduğunu gördüm: Belli ki sınırlı sayıda basılmış bir kitap almışsın.

Kedilerimle Yolculuklar Priscilla Wallace'ın kendisi (d: 1926) tarafından sınırlı sayıda 200 baskı basılmış. Matbaa uzun süre önce feshedilmiş olan Adelman Press of Bridgeport Connecticut. Kitap Kongre kütüphanesine asla kaydedilmemiş, baskısı verilmemiş.
Gelelim sonuca, anladığım kadarıyla bu Wallace denen kadın, 150 tanesini akrabalarına, eşe dosta vermiş ve kalan ellisi ölümünden sonra muhtemelen yok edilmiş. Kontrol ettim, son oniki yıl içinde hiç baskısı satılmamış, bundan daha eski yıllara ait güvenilir kayıt bulmak çok güç, kadının tanınmamış bir yazar olmasından, kitabın kendin hesabına basılmasından ve kitabı tanıdıklarına vermesinden dolayı hala varsa onbeş yirmi kopyası anca vardır.
Selamlar
Charlie

Sonunda risk almanızın zamanı gelince bunu düşünmezsiniz, sadece yaparsınız. O öğleden sonra işimi bıraktım ve son bir yıldan beri Kedilerimle Yolculuklar'ın bir baskısını bulmak için ülkeyi karış karış dolaşıyorum. Henüz bulamadım ama ne kadar sürerse sürsün arayacağım. Yalnızım ama umudumu kaybetmedim.

Bu bir rüya mıydı? Kız bir hallüsinasyon muydu? Güvendiğim birkaç dost öyle olduğunu söylüyorlar. Kahretsin ya, ben de böyle derdim ama tek başıma seyahat etmiyorum, iki kedi bana yol arkadaşlığı yapıyor  ve tüm kediler kadar gerçekler.

Böylece ertesi günü çıkartmaktan başka işi olmayan adamın artık hayatta bir amacı var hem de önemli bir amaç. Sevdiğim kadın yarım asır erken öldü. Ona yarım kalmış yıllarını ancak ben geri verebilirim. Hepsini bir seferde veremesem de her seferinde bir akşam ve bir hafta sonu. Ama öyle ya da böyle bunu geri alacak. Dünlerimin hepsini harcadım ve onlara gösterecek bir şeyim yok ama onun yarınları için stok yapacağım.

Velhasıl tüm hikayem bu. İşimi kaybettim, paramın çoğunu da. Neredeyse dörtyüz gündür aynı yatakta iki günden fazla yatmadım. Epey kilo kaybettim ve umursamadan hala aynı elbiselerle geziyorum. Önemli değil. Önemli olan tek şey o kitaptan bir tane daha bulmak ve bulacağım.

Pişman olduğum bir şey var mı?

Sadece bir tek şey

Ona hiç dokunmadım. Bir kez bile.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9