"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

17 Haziran 2012 Pazar

KORKUSUZ TARİH-NEŞE DÜZEL

Tarihçilik bu ülkede en tehlikeli mesleklerden biridir.Yöneticiler, tarihi gerçeklerden korktukları kadar hiçbir şeyden korkmamışlardır.O yüzden de özellikle yakın tarihin gerçeklerini dile getirenler, bunu ağır bedellerle ödemek zorunda kalmışlardır. Bu korkunun, korkanlar açısından haklı bir nedeni vardır.Çünkü toplum uzun yıllar boyunca yalanlarla kandırılmış, bugünkü sistem de bu tarihi yalanların üzerine bina edilmiştir.Sadece geçmişi değil, bugünü de açık layacak olan tarihi gerçeklerin ortaya çımaması için de her türlü tedbiri almışlardır. Neredeyse bütün eğitim sistemimiz çocuklara tamamen uydurulmuş bir tarihi ezberletmek için düzenlenmiştir. Bu toplumun çocukları, bu ulusun ve yöneticilerin hiç hata yapmadığına, geçmişin hiçbir haksızlıkla lekelenmediğine inandırılmıştır. Bu nedenle de, tarihi gerçeklerle karşılaştıklarında, kendilerinden ve öğrendiklerinden değil, bizzat gerçeklerin kendisinden kuşku duyar hale gelmişlerdir. Neşe Düzel, bir dizi dürüst ve cesur tarihçiyle yaptığı konuşmalarla, tarihimize az rastlanır bir geçeklik ve şeffaflıkla bakmamızı sağlıyor. Yalanların arkasına saklanan gerçekleri, bu konuşmaları okuyarak gördüğünüzde sadece aldatıldığınız değil, hala aldatılmakta olduğunuzu da keşfedeceksiniz

*
Kitabın adı okuyacaklarımız hakkında hemen bir şeyler söylüyor zaten. Bazı klişeleri, tabuları ve ezberleri yıkmak amacıyla yapılmış söyleşiler.  Gelgelim tarih, ezber bozmak, tabu yıkmak için yapılan bir bilim değildir. Aksi halde ezber bozmak, tabu yıkmak iddiası da pekala bir ezbere, tabuya dönüşebiliyor. Tanınmış bir tarihçi veya araştırmacı bir yazarın bir konu hakkında daha bir şey söylemeden nasıl bir şey söyleyebileceğini aşağı yukarı tahmin edebiliyorsak ve bu her konu için geçerliyse burada sakat bir durum var demektir.

Söyleşilerin- ki hepsi de alanlarında çok tanınan, iddialı hocalarla yapılmış- ortak özelliklerinden biri “tarihimizi bilmediğimiz”, “gerçeklerin hep saklandığı” vb. gibi iddialar. Fakat bir çeşit leitmotif haline gelen bu kavramlar bir dereceden sonra inandırıcılıklarını yitirip, anlatıcının kendi savlarını güçlendirmek için kullandığı birer silah haline geliyor. Ve maalesef en iddialı cümleleri söyleyen, tabu, ezber yıktıklarını söyleyen bu yazarlar, tarihçiler eleştirdiklerinin karşısına birebir aynısını diktiklerini nedense görmezden geliyorlar. Ezber bozanlar başka bir ezber yaratırken, resmi tarih karşıtları gayri-resmi tarihin resmi tarihçileri haline geliyorlar. 

Bunun yanında yazarların yaşam biçimleri, felsefeleri yorumları üzerinde oldukça etkili. Örneğin   Taha Akyol’la yapılan söyleşide, Akyol’un sık sık Atatürk’ün pragmatik, şartlara göre değişen biri olduğu görüşünü okuyoruz.  Tüm görüşlerinin temelini neredeyse bu iddia oluşturuyor. Sanki kendi yaşamını açıklamaya çalışır gibi. İkinci örnek Kemal Karpat:  Ermeni olayları konusundaki argümanları içinde Balkan ve Kafkas Türklerinin başlarına geleni hatırlatıyor. Çünkü o da kendi yaşamını tarihi yorumlama dışına koyamıyor.

Buna söyleşiyi yapan Neşe Düzel de dahil: Normalde objektif bir şekilde sorularını sorarken çoktan kendi kafasında vardığı bir yargıya karşı çıkan bir açıklama gelince, soğukkanlılığını elden bırakıp polemiğe kayıyor. En güzel ve sanırım tek örnek de Kemal Karpat’la yapılan son söyleşi.

Yine de keşke her ay böyle kitaplardan bir tane çıksa da okusak diyeceğimiz türden bir kitap.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9