A place for everything and, everything in its place
Gordon Lish’in en ele avuca sığmaz romanı belki de Peru.
Anlatılanın ne olduğunu kaçırabilirsiniz ama bir insanın, yaşlı, takıntılı bir
insanın, daha altı yaşında iken başından geçen bir olayı bu biçim anlatması
düzyazı dediğimiz şeyin sınırlarının istenirse nerelere gidebileceğini görürsünüz.
Hatıralardan bir korku ve gerilim kuruyor anlatıcı. Biz
okurken anlatılanların geçmişte kaldığını zaten biliyoruz ama buna rağmen korku
ve merak bizi sarıyor.
Olanlar mı bizi korkutuyor, yoksa hatırlananlar mı? Bu soru belki de tüm romanın ana teması. Hatırlanan hala yersiz yurtsuz ve kendine bir yer arıyor; çok çok uzaklarda kalmış olsa bile.
Olanlar mı bizi korkutuyor, yoksa hatırlananlar mı? Bu soru belki de tüm romanın ana teması. Hatırlanan hala yersiz yurtsuz ve kendine bir yer arıyor; çok çok uzaklarda kalmış olsa bile.
Thomas Bernhard karakteri gibi bir berjer koltukta oturan
bir anlatıcı düşünün, ona Faulkner’ın delisi Benjy’nin dilini verin, sahneyi
de Bunuel – Tarantino ikilsisine
kurdurun ve seyredin şenliği.