Treddleford, elinde şiir kitabı, insanın uykusunu getiren
şöminenin önünde, rahat bir koltuğa oturdu, yağmur damlalarının kulübün
pencerelerini ısrarla vurduğunun farkındaydı. Yağışlı ve soğuk Aralık öğleden
sonrası, karanlık, yağışlı bir Aralık akşamına dönüşüyordu ve klübün dumanlı,
sıcak odasıyla tam bir tezat teşkil ediyordu. Elindeki “Semerkant’a Parıltılı
Yolculuk’ la, insanı içinde bulunduğu iklimden uzaklaştırıp, başka, uzak
diyarlara götürecek bir gündü. Çoktan yağmurlu Londra’dan güzel Bağdat’a
gitmişti bile, tam ‘Altın Kapı’ya varmıştı ki, yakınındaki bir cansıkıntısının
soğuk nefesi, kendisiyle kitabın arasına girdi. Kıpır kıpır, fırlak gözlü, ağzı
konuşmaya hazır Amblecope, yanındaki koltuğa oturmuştu. Oniki ay ve birkaç
hafta boyunca, Treddleford, geveze adamdan kaçmayı başarmıştı. Adamın bitmek
bilmeyen, sıkıcı şahsi başarılarının dökümünden, veya golftaki, oyun masasındaki,
at yarışlarındaki başarılarından şaşırtıcı şekilde kaçınmıştı ama şimdi kaçacak
yeri yoktu, birazdan Amblecobe’un konuştuğu daha doğrusu konuşmak
talihsizliğine uğrayanların arasına girmek üzereydi.
İşgalcinın elinde okumaktan ziyade, sessizliği bozmak için
taşıdığı bir dergi vardı.
Kocaman ve meydan okuyan gözlerini Treddleforda’a doğru
çevirerek, “Throstlewing’in bayağı iyi bir portresi” dedi. “ Bana 1903 Grand
Prix için iyi biri olacağı söylenen Yellowstep’i hatırlatıyor, ne acayip bir
yarıştı, sanırım Grand Prix’in tüm yarışlarını izledim son…”
Treddleford, sıkıntıyla “Rica ederim bana Grand Prix’ten
bahsetmeyin, bana çok acı hatıraları çağrıştırıyor, neler olduğunu anlatmam çok
uzun sürer” dedi.
Amblecope aceleyle “tabi, tabi” dedi. Adama göre kendisinden
başkasının uzun hikayeler anlatması korkunçtu. Derginin sayfalarını çevirdi ve
bir Moğol sülünüyle ilgi resimle çok ilgilendi.
Komşusunun da incelemesi için resmi yukarı kaldırarak
“Mongol türünün bir resmi, üst üste iki günde o kadar çok sülün avlamıştım ki,
galiba….”
“Linconshire’nin neredeyse tamamına sahip olan halam, sülün
avında en şaşırtıcı rekoru kırmıştır. Kendisi 75 yaşında ve hiçbir şeyi vuramaz
ama hep dışarıya tüfekle çıkar, bir şey vuramayacağını söyledim ama
yanındakilerin hayatını tehlikeye atmayacak demek istemedim, aksi doğru
olmazdı, vali, gereksiz yere seçimlerin tekrarlanmaması için başbakanın halamla
birlikte gitmesini istemezdi. Halam geçenlerde bir sülün vurup, yaraladı, ama
kuş kaçtı, halam atına binip, sülünün peşinden tarlalara gitti, uzun bir
kovalamaca oldu, 5 kilometre kadar…”
Amblecope, “yaralı bir kuş için oldukça uzun bir yol” dedi.
Treddleford, soğuk bir şekilde “Halam çok otoriterdir
kendisi Genç Kadın Hristiyanlar Derneğinin başkan yardımcısıdır, öğleden sonra
halam atının eğerinde sülünle döndü”
Amblecope “Bazı kuşları vurmak zaman alıyor, balık tutmak
daha iyi, bir gün Exe’de balık tutuyordum, alabalıklar..boyları iri olmamasına
rağmen, balık boldu…”
Treddleford “Bir tanesinin boyu iriydi, Soutmolton piskoposu
olan amcam, aynı yerde dev bir alabalık gördü, üç hafta boyunca her tür sinek,
solucan kullandı ama balığı yakalamayı başaramadı, sonunda kader ona yardım
etti, gölün üzerinde alçak, taş bir köprü vardı, tatilinin sonuncu gününde, bir
gün kamyonun teki köprü korkuluklarına çarpıp, kaza yaptı, kimseye bir şey
olmadı ama kamyonun tüm yükü göle düştü, birkaç dakika sonra dev alabalık
susuz gölde, çamurların üzerinde çırpınıyordu, amcam yürüyerek gidip balığı
aldı, meğerse kamyon kurutma kağıdı taşıyormuş ve tüm suyu kurutma kağıtları
emmiş”
Dumanlı odada yarım dakika kadar bir sessizlik oldu,
Treddleford, tekrar kendisini Semerkant’a giden altın yola verdi, ama
Amblecope, yorgun ve keyifsiz bir sesle devam etti:
“ Araba kazalarından sözetmişken, Kuzey Galler’de
başıma bir şey gelmişti, zarzor kurtulmuştum, Tommy Yarby ile birlikteydim…”
Treddleford “Kızkardeşimin başına da geçen yıl Kuzey
Galler’de olağandışı bir araba kazası gelmişti, bir leydinin partisine
davetliydi, sadece yılda bir kez olan bu daveti kaçırmak istemiyordu, iki üç
hafta önce satın aldığı genç bir ata binmişti, arabalar, bisikletlere karşı
alışkın olduğuna dair garanti verilmişti, bir virajı dönünce, kızkardeşim
kendisini develer, benekli atlar, ve kanarya sarısı kamyonların arasında
bulmuş! Araba hendeğe devrilip, parçalanmış, at kendi kendine eve dönmüş,
kardeşime ve arabacıya bir şey olmamış ama sorun 3 kilometre ötedeki partiye
nasıl gidecekleriymiş!Çözmesi zor bir sorun..kardeşim kendisini eve götürecek
birini bulmuş, sirk çalışanı “umarım bir çift deveyle seyahat etmekten
sıkılmazsınız” demiş, kızkardeşim Mısır’da deveye bindiğinden alışıkmış, deveye
binmesini bilmeyen arabacıyı da ikna etmiş, develerle partinin yapılacağı eve
gidince ne büyük sansasyon yarattığını tahmin edebiliriniz!Kardeşim deveden
inmiş, arabacı da memnunmuş, o sırada vaktiyle Aden’de bulunmuş olan Billy
Doulton, develerin dilinden anladığını düşünerek, biraz şov yapmak istemiş,
develere çökmelerini söylemiş ama maalesef bu develer Türkistan dağlarında
yaşayan develermiş ve Billy’nin lisanını anlamamışlar, adam onlara bağırınca,
develer yan yana malikanenin merdivenlerinden çıkıp, içeri girmişler! Tam
koridoru geçerlerken Alman mürebbiye onları görmüş, leydi kadıncağıza
haftalardır çok ihtimamla bakıyormuş, duyduğum son haberlere göre kadıncağız
iyileşmiş..”
Amblecope, koltuğundan kalkıp, odanın başka bir tarafına
gitmiş, Treddleford, tekrar kitabını açmış ve tekrar ejder yeşili, ışıltılı,
karanlık, uğursuz denizlere doğru yola çıkmış. Yarım saat, kendini uzak
diyarlarda, kuş sesiyle şarkı söyleyen adamı dinlemeye vermiş ama garsonun
getirdiği bir pusulayla tekrar dünyaya dönmüş, telefondan çağırılıyormuş.
Treddleford, telefona doğru giderken, bilardo odasına giden
Amblecope’e rastlamış, kapıdan önce Amplecope girmek istemiş ama yüzünde ilk
kez beliren bir gururla, Treddleford adama soğukça şöyle demiş:
“ Sanırım öncelik benim, siz klübün sadece gevezesisiniz,
bense palavracısı!"