Paraguay’lı büyük yazar Augusto Roa Bastos’un romanı Yo el
Supremo (Ben, En Üstün) diktatörler üzerine yazılmış belki de en iyi
romandır. Bir diktatörün beyninin
içinden konuşur adeta. Ruhunu delik deşik eder. İster biçimi, dili isterse
anlatılan öyküleri bakımından olsun anıtsal bir kitaptır. Umarız en kısa
zamanda dilimize kazandırılır. Aşağıdaki çeviri kitaptan küçük bir bölümdür.
----
Ben, Cumhuriyetin Yüce Diktatörü
Ölümümden sonra başımın bedenimden ayrılmasını, Cumhuriyet
Meydanı’nda yüksek bir yere konulup üç gün boyunca sergilenmesini ve herkesin
oraya toplanması için çanların en sesli biçimde çalınmasını emrediyorum.
Sivil ve askeri tüm hizmetçilerim asılacak. Bedenleri kent
surları dışındaki tarlalara gömülecek ve ne bir haç ne de adlarının olduğu
mezar taşı olacak üzerlerinde.
Yukarıdakilerin yerine getirilmesinden sonra naaşımın
yakılmasını ve küllerimin ırmağa dökülmesini emrediyorum.
Nerede bulundu bu? Katedralin kapısına çivilenmiş, Yüce
Efendim. Bu sabah erken saatlerde devriye gezen askerler bulmuş ve hemen
karargaha getirmişler. Allah’tan kimsenin okumaya fırsatı olmadan bulunmuş.
Sana bunu sormadım, zaten önemi de yok. Haklısınız efendim. Hicvin mürekkebi
sütten daha hızlı bozulur. Ama bu Buenos Aires gazetesinden ya da bir kitaptan
koparılmış bir sayfa değil efendimiz. Benim kitaplarımdan başka hangi kitaplar
varmış ki ülkede! 20 Aile adlı aristokratlar kendi kitaplarını çoktan oyun
kağıdına dönüştürmedi mi! Yurt düşmanlarının evleri aransın. Zindanlar… Zindanlara
da bakın. Suçlular, pekala o zincirleri sarkık, tırnakları el kadar uzamış
sıçanların arasında olabilir. Bu mahut düzenbazların yakalarındaki demir
kravatları biraz daha sıkın. Özellikle, de Pena ve Molas. 1. Konsül ve daha
sonra 1. Diktatörlük sırasında Molas’ın bana saygılarını bildirdiği mektupları
getir. Onun 14. yıldaki benim diktatör olarak seçilmemi önerdiği meclis
konuşmasını tekrar okumak istiyorum. Konuşma müsveddelerindeki el yazısı,
vekillere yazdığı emirlerdeki yazısı, yıllar sonra yetkililere yazdığı
kardeşlerinden birini Altos’daki çiftliğinden inekleri çalmakla suçladığı
dilekçedeki yazısı hep farklıdır. O belgelerde yazılanları tek tek okuyabilirim
Yüce Efendimiz. Senden arşivlerdeki binlerce belgeyi, kararnameyi ezbere
okumanı istemiyorum. Sana sadece Mariano Antonio Molas’ın dosyasını getirmeni
emrettim. Ayrıca Manuel Pedro de Pena’nın yazdığı broşürleri de getir. Arsız,
yalaka inatçılar! Özgürlüğün Söz’ü olmakla övünüyorlar. Sıçanlar! Daha anlamaya
bile başlamamışlar. Zindanın derinliklerinde bile hala kendilerini sözlerinin
sahipleri olarak görüyorlar. Ama bildikleri tek şey ciyaklamak. Bir türlü
kapamadılar çenelerini. Durmadan lanetli zehirlerini saklamanın yeni yollarını
keşfediyorlar. Yazılar, belgeler, hicivler, karikatürler gönderip
duruyorlar. Beni karalamalarının,
iftiralarının zorunlu muhatabı olarak görüyorlar. Canımı sıkan tek şey
kağıtlarını kutsanmış paçavralardan üretebilmeleri. Kutsal harflerle, kutsal
kağıtlara yazıyorlar bir de. Saçmalıklarınız eğer ruhlarınızı kurtaracaksa
gidin de Sina Dağı’da bastırın yazdıkalarınızı sizi soysuz helaböcekleri!
Hım. Hah! Cenaze töreni nutukları, benim yakılmamı söyleyen
broşürler. Hah! Şimdi de yüce emirlerimin parodisini yapmaya cüret ediyorlar.
İnlerinden sızıp bana ulaşabilmek için dilimi, el yazımı taklit ediyorlar.
Kendilerine karşı gürleyen sesle ağzımı kapatmaya çalışıyorlar. Beni
sözcüklerle gömmeye uğraşıyorlar. Köylülerin büyücü doktorlarından kopya
edilmiş eski bir numara. Ben ölünce yerime geçebilecekleri hayali ile
yaşayanları gözetlemek için daha çok nöbetçi dikin başlarına. İmzasız İftiralar
dosyası nerede? İşte burada Ekselansları, elinizin altında.
Bu hiciv paçavrasını Molas ve de la Pena adlı o iki sinsinin
yazdırmış olmaları olasılığı hiç de az değil.
Yaptıkları şaka tam da bu iki rezil Portenista partizanlarının üslubuna
uygun; tıpkı Buenos Aires gazetesinin çıkış nedeni gibi. Eğer bu onların işi
ise, Molas’ın kafasını kestireceğim ve Pena da ömrünü hücrede tamamlayacak.
Bunu o cibiliyetsizlerin kör piyonlarından biri ezberlemiş, bir ikincisi
yazmış, üçüncüsü de gidip dört raptiye ile katedralin kapısına çakmış olabilir.
Nöbetçiler en berbat hainlerdir. Hazreti zat-ı aliniz çok haklı efendim. İlahi
Efendimiz’in sözlerinin ışığında gerçek bile yalana dönüşebilir. Senden beni
şakşaklamanı istemedim küçük yalaka! Sana bu hiciv paçavrasını yazanı aramanı
ve bulmanı emrediyorum. Yasalar dipsiz bir çukurdur ve senden samanlıktaki
iğneyi bulmanı bekliyorum. Molas ve Pena’nın ruhlarını bile araştır. Yüce
Efendim, onlar olmayabilir. Yıllardır hapsedildikleri karanlıkta inliyorlar.
N’olmuş yani? Molas’ın son çığlığı duyulduktan sonra, Yüce Efendim,
pencerelerin, kapılardaki çatlakların, duvarlardaki, tavanlardaki deliklerin
çimentoyla kapatılmasını emretmiştim. Bildiğiniz gibi mahkumlar gizlice iletişime
geçebilmek için devamlı fareleri eğitiyorlar. Yiyecek bile getiriyor onlara
fareler. Santa Fe’deki kuzgunlarımın erzaklarını aylarca nasıl bu şekilde
çaldıklarını hatırlarsınız. Ayrıca bütün karınca yuvalarını, gidip geldikleri
yolları, çekirge yuvalarını, kuytu köşelerdeki deliklerin bile kapatılmasını
emrettim. Bundan daha karanlık bir karanlık mümkün değil, Yüce Efendim.
Yazabilmek için hiçbir şeye sahip değiller. Bellek! Hepiniz belleği
unutuyorsunuz öküzler! Belki bir kalem uçları, bir avuç kömürleri bile yok. Bir
parça ışık, hava bile yok. Ama bellekleri var. Tıpkı senin belleğin gibi.
Homo-Sapiens’den üç yüz milyon yıl daha yaşlı bir hamamböceğinin belleği.
Balıkların belleği, kurbağaların, hep aynı yerde gagasını temizleyen bir
papağının belleği. Ki bu onların zeki, akıllı olduğunu göstermez. Tam tersi. Bu
açıdan bakınca üstüne kaynar su dökülmüş bir kedinin soğuk sudan bile kaçar
hale gelmesinden, onun iyi bir belleğe sahip olduğunu söyleyebilir misin?
Hayır, o sadece korkan bir kedidir. Kaynar su ile haşlanmak artık onun
belleğine girmiştir. Bellek korkuyu hatırlamaz. Artık kendisi korku olmuştur.
Çeviren: Behlül Dündar