"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

10 Temmuz 2012 Salı

ALMANCA DERSİ-SİERGFRİED LENZ

30 ülkede yayımlanan, yaklaşık 22 dile çevrilen ve 22 milyon baskıya ulaşan Almanca Dersi şimdi Ayşe Sarısayın'ın çevirisiyle Türkçede!


Bir ıslahevinde bulunan Siggi Jepsen, Almanca dersinde verilen "görev tutkusu" konulu kompozisyon ödevini yapmadığı için cezalandırılır. Ancak Siggi'nin gerekçesi, bu konuda anlatacak çok şeyinin olmasıdır: Kasabanın polisi olan babası, 1943'te nasyonal sosyalistler tarafından ressam Max Ludwig Nansen'i resim yapmaktan men etmek ve yasağa uyup uymadığını denetlemekle görevlendirilmiştir.

Aldığı talimatları harfiyen ve hiç sorgulamadan yerine getirmekte tereddüt etmeyen polis, bu "görev"ini savaştan sonra bile sürdürmekte kararlıdır.


Çağdaş Alman edebiyatının klasikleşmiş isimlerinden biri olan Siegfried Lenz'in en önemli eseri sayılan ve tüm dünyada yoğun ilgi gören Almanca Dersi, Turner tablolarındaki sessiz fırtınaları andırıyor. 

"Yalnızca itaat etmeyi bilenler emir verebilir," diyor Lenz Almanca Dersi'nde. Ölçüsüz bir şevkle itaat edenleri ele alırken, insanın görev duygusunun takıntı halini aldığında ne kadar ürpertici sonuçları olacağını da gözler önüne seriyor. Bu çarpıcı roman, şimdi Ayşe Sarısayın'ın bir o kadar etkileyici Türkçesiyle okurlarla buluşuyor.

*
Önce vazife!

Siegfried Lenz’in gerçek bir hikâyeden yola çıkarak kaleme aldığı Almanca Dersi, gerek büyüleyici dili, gerek insan ruhuna inmedeki başarısı, gerekse Alman toplumuna dair etkileyici tespitleriyle çağdaş Alman romanının en önemli örneklerinden biri.

ALMANCA DERSİ, SIEGFRIED LENZ, ÇEV.: AYŞE SARISAYIN, EVEREST YAYINLARI, 480 SAYFA, 19 TL

Çağdaş Alman edebiyatının klasikleşmiş isimlerinden Siegfried Lenz’in Almanca Dersi adlı eşsiz romanını okuyanlar, ister istemez Orhan Kemal’in unutulmaz kahramanı Murtaza’yı hatırlayacaktır. “Kutsaldır vazife her şeyden önce. Vazife sırasında görmeyecek gözün kimseyi, demeyeceksin evlâdım, ciğerparem.” diyen Murtaza tipini roman boyunca türlü badirelerin içine sokup çıkarır Orhan Kemal. Murtaza üzerinden toplumsal hayatın işleyişi, iktidar talebi ve etik hakkında bir mesaj verme gayesi görülür yazarda. Siegfried Lenz’in Almanca Dersi romanında ise bu belirlemeleri de aşan bir yön var.

Görev tutkusu

Almanca Dersi, bir ıslahevinde bulunan Siggi Jepsen adlı kahramanın Almanca dersinde kendisine verilen “görev tutkusu” konulu kompozisyon ödevini yapamadığı için cezalandırılmasıyla başlıyor. Jepsen bir hücreye kapatılır ve kendisine verilen ödevi bir an evvel yazması istenir. Bir tür yazamama sıkıntısıyla açılan romanın başkahramanının sıkıntısı çok başkadır aslında. O “görev tutkusu”nu bilmediği için değil, aksine, tam da bu dertten mustarip olduğu için anlatma sıkıntısı çekmektedir. Kasabanın polisi olan babası, 1943’te nasyonal sosyalistler tarafından ressam Max Ludwing Nansen’i resim yapmaktan men etmek ve yasağa uyup uymadığını denetlemekle görevlendirilmiştir. Aldığı talimatları harfiyen yerine getiren ve bir an bile sorgulamayan, hatta kendisine verilen görevi savaştan sonra bile sürdüren bu polis baba ile oğlu arasındaki ilişki, roman ilerledikçe bir sarmal halini alıyor. İki farklı zaman dilimi üzerinden kurgulanan romanda bugün ile geçmişin uçlarına oğul ve baba yerleştiriliyor. Bir yandan ıslahevindeki oğul Siggi Jepsen’in hikâyesini okurken, bir yandan da onun ailesini, en çok da resim yapmama cezası verilen ressamı izlemekle görevli polis babanın hikâyesini takip ediyoruz. Ressam hiçbir şekilde resim yapmayacak ve polis baba da bu durumu üstlerine rapor edecektir. Dünyanın hemen her yerinde karşımıza çıkan bu türden bir baskı ortamını gayet etkileyici sahnelerle ve bu sahnelere eşlik eden büyüleyici bir atmosferle önümüze koyuyor Siegfried Lenz. 
  
    Roman ilerledikçe ıslahevindeki kahraman ile “görev tutkunu” baba arasındaki mesele daha görünür bir hal alıyor. Baba ile oğul arasındaki makas daraldıkça romandaki eleştiri okları daha belirgin bir biçimde öne çıkıyor. Baba-oğul arasındaki simgesel çatışmaya dolaylı bir politik ayrışma da ekleniyor. Böylece Almanca Dersi, gerek hakkında çok fazla yazılmış bir konuyu tersyüz etmesi, gerekse eşsiz güzellikteki diliyle aynı tarih aralığına (Nazi dönemine) odaklanmış romanlardan büyük ölçüde ayrılmayı başarıyor.

Nazi alegorisi

Siegfried Lenz’in gerçek bir hikâyeden yola çıkarak kaleme aldığı Almanca Dersi, her ne kadar savaş sonrası Almanya’sına ve Nazilere dair alegorik bir hikâye anlatsa da romanın hedefinde, kendisine bu türden bir görev verenler değil, verilen görevleri sorgusuzca kabul edenler var. Nazi Almanya’sı yerine, Alman toplumunu kuşatan dinamiklere çeviriyor bakışımızı yazar. Nitekim kitabın çevirmeni Ayşe Sarısayın’ın da önsözde belirttiği gibi, romanın en dikkate değer kahramanlarından biri de Jepsen’nin annesidir aslında. Bir bakıma Alman toplumunun genel yargılarını temsil eden bu anne figürü üzerinden Almanya’da yaşayan Romanlara ve diğer cemaatlere duyulan önyargılar, Alman olmayan ve Alman yaşayış tarzına uymayan her şeye karşı duyulan öfke belirgin bir biçimde öne çıkıyor ki, yazarın asıl başarısı da burada yatıyor bana kalırsa. Birçok yazarın gayet başarılı bir şekilde resmettiği Nazi Almanya’sına dışarıdan değil, içeriden bir bakışla yaklaşmayı deniyor yazar. Olaylar üzerinden değil, bir tür ruhsal çerçeve üzerinden nesnesini daha başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. Nasyonel sosyalistler kadar, onlara inanmış, onları iktidara taşımış halk kitlelerinin nasıl ve ne şekilde bu durumu içselleştirdiklerini, dahası sarsılmaz bir görev bilinciyle bu durumu savaş sonrasına da taşıdıklarını gayet etkileyici bir şekilde romanına yansıtıyor. Ölçüsüz bir şevkle itaat edenleri ele alırken, insanın bu görev duygusunu nasıl korkunç bir haddeye taşıyabileceğini de gösteriyor Almanca Dersi.

    Siegfried Lenz’in romanı gerek büyüleyici dili, gerek insan ruhuna inmedeki başarısı, gerekse Alman toplumuna dair etkileyici tespitleriyle çağdaş Alman romanının en önemli örneklerinden biri kuşkusuz. Bu kitabı Ayşe Sarısayın’ın benzersiz Türkçesiyle okumanın bir talih olduğunu da ayrıca belirtmek gerek. Sarısayın’ın çevirisi bir Türkçe dersi niteliğinde.

Muhabir: MEHMED MEHMEDOĞLU

*

“Herhangi bir yerden değil, kendi kasabamdan söz ediyorum, herhangi bir felaketin değil, kendi felaketimin peşindeyim yalnızca.  Rasgele bir hikaye değil anlattığım, rasgele olan hiçbir şey, herhangi bir yükümlülük yaratmaz çünkü.”

Yıllar önce, daha ideal bir okur olduğum zamanlarda bir gün –yani kafamda türlü olmayacak hayallerle dolaşırken zaman geçsin diye ilk gördüğüm bir kitapçıdan, sahaftan bir kitap alıp oracıkta okuyup bir yere bıraktığım günlerde- tanıştım Siegfried Lenz’le. Okuduğum bir oyun kitabıydı: Suçlular Çağı-Suçsuzlar Çağı. Bir cümlesini hiç unutmadım: “Suç, güneş gibidir. Hepimizi kapsar.”

2.Dünya savaşı sonrası hiçbir büyük Alman yazarı yoktur ki konuları, insanları, öyküleri savaşın etrafında dolaşmasın. Lenz de işte bu büyük yazarlardan biri ve bu kitap, yani Almanca Dersi, onun başyapıtıdır. Türkçeye kazandıranlara teşekkürler.

Kahramanımız Siggi bize cezalandırıldığı Ada’dan anlatır öyküsünü. “Görev Tutkusu” konulu bir komposizyon yazmayı beceremediği için ceza alan Siggi kendi cezasının öyküsünü tüm bir aile, kasaba tarihi ile harmanlayıp anlatır bize.

2. Dünya Savaşı sırasında kasabanın polis şefi olan ve verilen emirleri en büyük coşku ve itaatle yerine getiren babası, resim yapma yasağına uymayan  ressam Nansen’in küçük Siggi’yle dostluğu ve ‘suç ortaklığı’, sağdan soldan öyküye katılan onlarca insan, manzara…

Bağırmadan çağırmadan, oya işler gibi ama şiddetin, savaşın, sorgusuz sualsiz itaat etmenin, insan aptallığının tüm detaylarını ortaya seriyor Lenz.


“Ben bana emredileni yaptım” argümanı –mesela Okuyucu adlı romanda da böyledir- pek o kadar masum ve yaptıklarımızdan bizi sorumlu kılmayacak anlamına gelmediğini bize bir kez daha hatırlatıyor.

Behlül Dündar


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9