Yaşayan en önemli düşünürlerden olan Giorgio Agamben’in bir
kitabı daha çıktı Türkçede: Dünyevileştirmeler.
On ayrı başlıkta çeşitli konuları yine felsefi deneme
tarzında kendine has üslubuyla inceliyor Agamben. Dünyevileştirme
kavramına antik dönemdeki anlamı ve kullanımdan başlayan düşünür, konuyu
günümüze kadar getiriyor ve “dünyevileştirilemez olanın dünyevileştirilmesi
gelecek neslin siyasi görevidir,” son cümlesiyle bize bir bakıma yapılması
gerekeni söylüyor.
Her büyük düşünür gibi edebiyat eserleri ile çok yakından
ilgilenen Agamben, kitabının Yardımcılar başlığı altındaki yazısında Kafka
romanlarındaki yardımcılara, Kıyamet Günü bölümünde ise ilk insan figürünün
görüldüğü resim olarak bilinen Boulevard du Temple (Tapınak Bulvarı –
yukarıdaki resim) için özgün yorumlar yapıyor.
Kitaptaki son bölümü ise aşağıya aldım. Yazı için izin veren
kitabın yayıncısı Monokl Yayınlarına da teşekkür ederiz.
SİNEMA TARİHİNİN EN GÜZEL ALTI DAKİKASI
Sanço Panza bir taşra kentinin sinema salonuna girer Don
Kişot’u arar ve onu kenarda bir yerde otururken bulur, ekrana kilitlenmiştir.
Salonda boş yer yok gibidir,-bir tür loca olan- galeri gürültücü çocuklarla
tıka basa doludur. Faydasız birkaç girişimden sonra Don Kişot’a ulaşamayacağını
anlayan Sanço isteksizce orta sırada bir kız çocuğunun yanına oturur (Dulcinea
mıdır?). Film gösterimi başlamıştır, kostümlü bir filmdir, ekranda, silahlı
şövalyeler koşturmaktadır, bir anda tehlike içinde bir kadın görünür ekranda.
Don Kişot aniden ayağa kalkar, kılıcını kınından çıkarır, ekrana doğru atılır
ve kılıç darbeleri ekran perdesini yıkmaya başlar. Ekranda hala kadın ve
şövalyeler gözükmektedir ama Don Kişot’un kılıç darbesiyle açtığı kara delik
giderek daha da büyümekte, görüntüleri durmak bilmeden yalayıp yutmaktadır.
Sonunda ekrandan geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştır, sadece onu tutan
ahşap çerçeve görünmektedir. Öfkeli izleyiciler salonu terk eder ama locadaki
çocuklar Don Kişot’a tezahüratlarını sürdürürler, adeta onun fanatik taraflarına
dönüşmüşlerdir. Sadece orta sırada oturan kız çocuğu ona suçlayıcı ve
azarlayıcı bir tavırla bakmaktadır.
Hayallerimizle ne yapmamız gerekir? Onları sevmeli miyiz,
hayallerimize onları yok etmemizi gerektirecek ölçüde inanmalı mıyız, onların
gerçek olmadığını mı ispatlamalıyız (Orson Welles sinemasının anlamı belki de
budur). Eninde sonunda, boş oldukları anlaşılınca, tatmin edilmemiş oldukları
anlaşılınca, onları meydana getiren hiçliği gösterdiklerinde, işte sadece o
zaman onların hakikat değerini azaltmalı ve –kurtardığımız- Dulcinea’nın bizi
asla sevemeyeceğini anlamalıyız.