"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

25 Ağustos 2012 Cumartesi

İPEK BÖCEĞİ CİNAYETİ-SOLMAZ KÂMURAN

Hayatı yazılarıyla, yazıları hayatıyla geçmiş bir imza Çetin Altan... Hangisi daha bir yazgı, yahut bir çalışma şahmerdanı? Yazdıklarından ötürü ilk tutuklandığında 26 yaşındaydı ve son davası açıldığında da 70 ... arada üç yüz 'ü aşkın düşünce mahkemesi, hapislikler, işsizlik, kırk dört kitap, otuz beş bin köşe yazısı... İlhan Selçuk onun için şöyle diyor: 'Mademki gerçek bir yazardı Çetin... İftiralar bekliyordu kendisini... Jurnaller bekliyordu... Tehditler bekliyordu... Küfürler bekliyordu... Mademki gerçek bir yazardı Çetin...'

Çetin Altan'ın 1927 'de başlayan yaşamı, aynı zamanda tün gerçek yazarların, yani yaşamını yazıdan kazanmak için kalemini, yüreğini ve başını ortaya koymuşların hayatlarından da çizgiler taşıyor. Zorlu bir hayat... Çetin bir hayat... Babası Halit Bey soyadı kanunuyla birlikte soyadı olarak oğlunun adını alıp ona da yeni bir isim verildiğinde; 'Çetin olsun' dediğinde Altan'ın yaşamının ne denli zorlu, ne denli çetin geçeceğini herhalde hiç düşünmemişti... Zorlu bir hayat... Çetin bir hayat... Beşikten diplomaya... Diplomadan ilk büyük kasırgalara... Sonra T.C.'de yazı yazmanın bir türlü bitmeyen bedelleri... Bu bedelleri Çetin Altan 'Büyük Gözaltı'nın son üç cümlesinde olağanüstü bir benzetmeyle şöyle anlatıyor: 'Nihayet sakladığım en büyük sırrı çözmüşlerdi. Ben aslında ipekböceğini kozasının içindeyken öldürmüştüm. Başka türlü kumaş dokunamıyordu, ne yapayım...' Romanlar, tiyatro eserleri, denemeler, gezi yazıları, araştırmalar, anılar, binlerce köşe yazısı... O, hayatı yazıyla eşdeğer görmüş ender insanlardan biri... işte fotoğraflarla Çetin Altan..

*
KAPAK
'İpek Böceği Cinayeti'nde Çetin Altan'ın hayatını anlatan Solmaz Kâmuran: "Eşi olduğun bir erkeğin biyografisin yazıyorsun ve ona ait her şeyi biliyorsun. En önemlisi de bir leke görmüyorsun orada. Hatta bir karıncalanma bile yok. Tek gördüğün, parlak bir şey. Bu, çok gurur verici bir şey ve bir kadın için büyük bir şans"
07/07/2006
BURCU AKTAŞ
'İpek Böceği'ni Çetin Altan öldürdü...
Geride kalmış yetmiş dokuz yıldan hangi bir ine bakabilir ki insan. Onca yıl... Hele de geçen yıllar Çetin Altan'a ait ise her yıl birbirinden 'çetin' ve fırtınalıdır. Haklı haksız birçok olayın tam ortasında yer almış bir ömrün sahibi ve her yazdığı için mücadele etmek zorunda kalmış bir yazar Çetin Altan. Hal böyle olunca onun hakkında söylenecekler ve yazılacaklar hayli fazla. Solmaz Kâmuran da böyle düşünmüş olacak ki yanı başında duran Cumhuriyet tarihinin bir parçası olan Çetin Altan'ın biyografisini yazmış. Kâmuran, İpek Böceği Cinayeti'nde fotoğraflar eşliğinde Çetin Altan'ın üretken ve inatçı bir yazar olarak Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşadıklarını anlatıyor. İlk baskısı 1998'de yapılan kitap, Altan'ın yetmiş dokuzuncu yaşı nedeniyle yazara bir nevi doğum günü hediyesi olarak tekrar basıldı. Kitabın bu yeni ve genişletilmiş baskısı Catherine Stryker tarafından çekilmiş Çetin Altan belgeseliyle birlikte kitapçı raflarındaki yerini aldı. Solmaz Kâmuran, bu kitapla, Türkiye'de yazı yazmanın bedellerinin neler olabileceğini gösteriyor. Yetmiş dokuz yıla yirmi bini aşkın köşeyazısı, kırk iki kitap sığdıran Çetin Altan ve eşi Solmaz Kâmuran'ı İpek Böceği Cinayeti'ni bahane ederek ziyaret ettik. Çetin Altan'ı Solmaz Kâmuran'dan dinledik. Altan da sohbetimize katılmayı ihmal etmedi elbette.
Yaşayan bir yazarın biyografisini yazmak nasıl bir şey? Bir de bu biyografiyi yazar Solmaz Kâmuran olarak ya da Çetin Altan'ın eşi olarak yazmak var...
Bu kitap ilk olarak 1998 yılında çıktı. Benim Çetin'in eşi olduğumu bugün bile çoğu insan bilmez. Ben de, kitapta bunu ön plana çıkarmadım. Bu biyografide enteresan olan, Çetin'in özel hayatı değil. Önemli olan Çetin Altan'ın Cumhuriyet tarihiyle çakışan hayatı ve bir yazarın Türkiye'de bir noktaya varabilmek için nasıl bedeller ödediği. Benim de göstermek istediğim buydu. İleride başkaları Çetin Altan'ın başka türlü biyografilerini yazmaya heves edebilirler. O zaman bunun içine beni de koyabilirler. Dediğim gibi benim maksadım bir yazarı ortaya çıkarmaktı, zaten kitapla verilen Çetin Altan belgeseli de aynı doğrultuda hazırlandı. Soğuk Savaş döneminin kıskaçları arasında bir yazarın neler çekebileceğini gösteriyor.
Bu biyografiyi şimdi yazsanız ne değişirdi?
Şimdi yazmam benim için gerçekten zor olurdu. Biz, on yılı aşkındır birlikteyiz. Bu kitabı yazdığımda iki-iki buçuk yıldır beraberdik. O zaman daha cesur olabiliyor insan. Şimdi objektif olamayabilirdim ve biri bir şey söylediğinde çok kolay öfkelenebilirim.
1998'de nasıl yazmaya başladınız Çetin Altan'ın hayatını?
Aslında evdeki malzeme beni buna sürükledi. O kadar çok malzeme var ki bu evde. Bir de, ben meraklı bir insanım. Çetin'le sohbet ederken konuştuğumuz, onun bana anlattığı şeyler vardı; bir araya getirdim. Bir de en önemlisi, kısa ama ana hatlarıyla Cumhuriyet tarihini ortaya çıkarmak oldu. Her bölümün başına o sırada neler olduğuna dair bilgiler de koydum. Çünkü yazar tek başına, elinde kâğıt-kalem oturmaz.
O da toplumun bir parçası.
Çetin Altan'ın biyografisini yazmak size ne hissettirdi?
Eşi olduğun bir erkeğin biyografisini yazıyorsun ve ona ait her şeyi biliyorsun. En önemlisi de bir leke görmüyorsun orada. Hatta bir karıncalanma bile yok. Tek gördüğün parlak bir şey. Bu, çok gurur verici bir şey ve bir kadın için büyük bir şans. Çünkü bugün dünyada pek çok kadın kocasının yalan söylediğini bilir. Hangi işle uğraşıyor olursa olsun. Onun hilesini hurdasını anlar ve aslında içi kırıktır. Eşine saygısı zedelenmiştir. Kitabı yazarken birçok belge karıştırdım. Ama bir tanesinde bile "Şunu koymayayım demedim."
"Bu biyografi Türkiye'nin Çetin Altan'a neden bu kadar zalim davrandığının cevaplarını barındırıyor" diyorsunuz...
Aslında bugün de yazarlarla ilgili bu durum devam ediyor. Orhan Pamuk'a nasıl davranıldığını gördük. Kendi anadilinde bu kadar güzel yazılar yazan bir insan gerçek vatanseverdir. Keza Perihan Mağden'e, Ahmet Altan'a yapılanlar. Ve aklıma gelmeyen birçok günümüz yazarı... Geçmişe baktığımızda da Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Kemal Tahir... Say Allah say. Bu adamlar ne yaptı? Bu adamlar annenizin dilini size öğretti. İyi şeyler hediye etti. İpek Böceği Cinayeti bunu anlatmak için yazıldı.
Aslında kitaba Çetin Altan'ın Viski adlı kitabından bir alıntıyla başlayarak bunun bir hayli altını çizmişsiniz. Çünkü o alıntıda bir aydının linç edilişi anlatılıyor...
Çetin Altan Viski'nin o bölümünü, o linçi yaşadığı için yazmış. Ama şimdi insanlar onun kitaplarını okumasalar da biliyorlar ki bu adam dürüst bir adam. Bakıyorsun dağın başında iki köylü kadın "Ben seni tanıyorum" ve "Televizyondaki gibi konuşuversene" diyor. Seviyorlar Çetin'i. Tabii sevmeyenler de her zaman var.
Çetin Altan'ın neden çok yazdığı konusunda fikir yürütürken, yalnız ve annesiz geçen çocukluğunu hatırlatıyorsunuz.
Yazmanın bir yetenek ve ilgi meselesi olduğunu düşünüyorum. Çetin'in Galatasaray'da yatılı okuması, çok içine dokunmuş. Annesine duyduğu büyük özlem, yalnızlık... Tüm bunları kitaplarla bastırmaya çalışıyor o dönem. Çetin, mizaç olarak inatçı bir adamdır. Bir şeyi kafasına koyduğu zaman ondan vazgeçmez ve onu asla ertelemez. Onun için her şeyi göze alıyor. Yazı da onun için büyük bir hedef ve yazıdan hiç taviz vermemiş. Ama esasen çok yazı yazmasının sebebi yazıya duyduğu bu tutkulu sevgi değil. Sebep, yazmak zorunda olması. Çünkü yazarak para kazanıyor. Yazı yazarak para kazanmaya inat etmiş bir kere. Tüm Babıali, Çetin Altan'a iş vermediğinde bile başka şekilde para kazanmamış, imzasız yazılar yazmış, çeviriler yapmış.
Çetin bey, siz yazar olarak para kazabildiniz mi?
Türkiye'yi yaratmış kalemlere karşı bir duyarlılığımız yok. Bu da büyük bir boşluk yaratıyor. Ben salt yazıdan para kazanmaya inat ettim. Peki yazıdan para kazınmış adamları var mı Türk edebiyatının? Yakup Kadri, Hüseyin Rahmi, Reşat Nuri, Ahmet Rasim gibi önemli kalemler vardı. Peki bunlar yazdıklarıyla mı para kazandılar? Buna iyi bakmak lazım. Bunu kimse kurcalamaz çünkü o zaman telif hakkı diye bir şey bilinmiyordu. Türkiye'de altı kişiye bir kitap düşüyor. Bir insanın yıllık kitap harcaması ortalama olarak Avrupa Birliği'nde 100 dolar, Norveç'te 125 dolardır. Türkiye okuma yazma özürlü oluyor bu durumda. Okuma yazma özürlü olan bir ülkede biz hangi alanda kürek çekiyoruz? Suyu olmayan bir alanda.
Bunun devletin kültüre yaklaşımıyla da ilgisi var değil mi? Örneğin siz Turgut Özal'a Cumhurbaşkanıyken sormuştunuz sanırım, "Hiç roman okudunuz mu?" diye.
Evet. "Ben masal okumam" demişti.
Size biyografisini yazmanızı teklif etmişti...
Ben kabul etmemiştim. Tabii o bunu iyi niyetle teklif etti. Ama kâtip gibi bakılıyor yazara. İşi yazı yazmak diye düşünülüyor. O zaman konuşmak da hatiplerin işi. Biz konuşmayalım mı sadece hatipler mi konuşsun. İnsan cumhurbaşkanı bile olsa yani politik bir aydının üstüne çıkmış bile olsa, yazarları merak ettiği sürece kendi ömür takviminin boyutlarını çok daha genişletir. Bir de bakar ki sadece kendinden ibaret değil. Ortak bir bahçesi var bütün insanların. Türkiye Batı burjuvasinin tüketimini taklite yönelmiştir. Mustafa Kemal "muassır medeniyet seviyesi' demiştir ki burada muassır medeniyetin tarifini yapmak lazım. Çağdaşlık ne demektir? Bu kavramınların için doldurmak lazım. Açık denizde bir kaptan 'muassır medeniyetlerin seviyesine ulaşmamız için dalgaları aşmamız lazım' derse, bu, dalgaları aşmaya yeter mi? Yetmez tabii ki. Önce kuytu bir liman bulacak, geminin yapısını dalgalara göre değiştirecek ki batmasın gemi. Söz söyleyince olmuyor ki.
Bizde politikacılar kendini fazla önemsiyor sanırım...
Politikacılar her zaman ikinci sınıf adamlardır. Şimdi Edison elektiriği alsa, Graham Bell telefonu alsa, Ortaçağ'da olur bütün dünya. Napolyon, Hitler, Churcill neyi geri alsa Ortaçağ'a düşeriz ki...
İki yazar aynı evde yaşamak nasıl bir şey peki? 'Bu eve iki yazar fazla' dediğiniz zamanlar oluyor mu?
Solmaz Kâmuran: İkimizde belli bir yaştayız ve ikimizde birlikteliklerde dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu anladık. Ne iş yaparsan yap, karı-koca birlikte, birbirine destek olarak yapılırsa hayat ve yapılan iş çok daha güzel oluyor.
Çetin Altan: Karanfille ayçiçeği yahut şebboy ile zambak yarışıyor mu Allah aşkına. Bunlar hep aynı bahçenin çeşitli kokuları, güzellikleri.
S.K.: Önemli olan paylaşım. Çetin ile aynı işi yapmayı büyük bir mutluluk ve avantaj olarak görüyorum. Niyetin yoksa geçinmeye, 'Ben daha iyi yazarım, sen daha iyi yazarsın...'diye didişip durursun. Böyle yürümez tabii. Çetin her yazdığımı okuyor. Gerek çeviri, gerek roman olsun. Böyle bir eleştiriyle karşılaşmak harika bir şey, çünkü Çetin asla torpil yapmaz.
Ç.A.: Bizim burası akademi gibidir.
S.K.: Kitabı olmayan yok evde. Mehmet(Altan)var aşağıda. Mehmet'in eşi Ümit ve benim kızım çeviri yapar. Ahmet (Altan) var yan dairede.
Ç.A.: Mesela müzikte olduğu gibi, evde piyano yoksa, müzisyen olmaz insan. Yazının kendine özgü değişik bir boyutu var. İnsan aracılığıyla yazı şekillenir. Bizim evdeki tüm bu kitaplar, yazarlar aynı bahçenin değişik çiçekleri. Memleket meselelerini ve birçok konuyu konuşurken çocuklarım, eşim ve gelinim yabancılık çekmiyor. "Bir dakika Çetin bey" diye kimse araya girmiyor. Aynı dili konuşuyoruz.
İlhan Berk eşine "Evvela benim şiirim var, sonra sen, sonra da oğlum" demiş. Sizin için de böyle mi?
S.K.: Benim için öyle bir şey söz konusu değil. Benim en büyük zevklerimden birisi Çetin'e bir yemek yapmak, onun da bana eline sağlık demesi ve güzel bir müzik koyup birlikte yememiz.
Ç.A.: Arşimed merak etti, donsuz fırladı hamamdan 'buldum' diyerek. Yahut Thales'e bakalım. Thales'in son sözü nedir biliyor musun? Thales bir Romalı tarafından hançerle öldürüldüğünde kumsalın üzerinde eşkenar üçgenler üzerine çalışıyormuş. Son sözü: "Üçgenimi bozdun." olmuş. O kadar ona konsantre olmuş, İlhan Berk gibi. İlhan'ın burda dediği de bunlara benziyor bence.
• İPEK BÖCEĞİ CİNAYETİ
Fotoğraflarla Çetin Altan'ın Yaşam Öyküsü
Solmaz Kâmuran, İnkılâp Kitabevi, 2006, 151 sayfa

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9