"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

13 Ağustos 2012 Pazartesi

KİRPİNİN ZARAFETİ-MURİEL BARBERY

"Daima nazik olsam da ender olarak sevimlilik gösterdiğimden beni sevmezler, ama yine de bana hoşgörü gösterirler; çünkü ben toplumsal inancın apartman kapıcılığına dair bir araya getirdiği paradigmaya gayet iyi denk düşüyorum: Ben, yaşamın kolayca çözülebilecek bir anlamı olduğu şeklindeki büyük evrensel yanılsamayı döndüren sayısız çarktan biriyim.”

"İnsanlar yıldızların peşinden koştuklarını sanırlar; ama sonları bir kavanozun içindeki kırmızı balık gibidir."

"Yaşam saçmaysa eğer bu yaşamda parlak bir başarı göstermenin başarısızlıktan daha değerli olmadığını belli ki kimse düşünmemiş. Başarılı olmak daha rahat yalnızca."

"Ölmek, nazikçe bir geçiş olmalı, dinginliğe doğru pamuklar üzerinde bir kayış."

"Politika, küçük zenginlerin kimseye ödünç vermedikleri bir oyuncak."

"Bazı insanlar seyrettikleri şeydeki içkin yaşamı ve soluğu kavramakta yeteneksizdirler ve ömürlerini insanlar üzerine sanki otomatmışlar gibi, şeyler üzerine de sanki hiç canları yokmuş ve öznel esinlere rağmen, bu konuda söylenebilecek şeyle özetlenebilrilermiş gibi söylevde bulunarak geçirirler."

"Yoksul olmak, çirkin olmak ve üstelik zeki olmak, bizim toplumlarımızda insanı kasvetli ve kanmayacağı parkurlara mahkum eder ki bunlara erkenden alışmakta yarar vardır. Güzellik oldu mu her şey bağışlanır, kabalık bile. Zeka ise sanki durumun doğru bir ödünleyicisi değil gibidir; doğanın en yoksul çocuklarına sunduğu bir dengeleyici olarak görülemez; daha ziyade gereksiz bir oyuncak gibidir, mücevherin değerini yükseltir. Çirkinlik ise zaten daima suçludur."

"Eğitim nasıl da enfes bir düzenbazlıktır."

"Hayatta kalmaya mahkum olan, sonra da bir akşam vakti zevki sezen, basit ve yüce şeylerin erdemlerine duyulan temel özlemi saptıran tüm yapay iştahların boşunalığını, söylemlerin yararsızlığını, kimsenin kaçamayacağı yavaş ve korkunç düşüşü, ama buna rağmen, sanatın zevkini ve korkunç güzelliğini insanlara öğretmek üzere elbirliği eden duyuların muhteşem şehvetini kavrayan bir insan, soyunun ağır ağır olgunlaşmasını anlar."

"Güçlüler insanlar arasında hiçbir şey yapmaz, konuşup durmaktan başka."

"İnsanlar toplumsal hiyerarşide yeteneksizlikleriyle orantılı olarak yükselseler, sizi temin ederim ki dünya şimdiki gibi dönmez. Ama sorun burada değil. Bu cümlenin söylemek istediği şey, yeteneksizlerin yerinin en tepe olduğu değil, hiçbir şeyin insan gerçekliğinden daha sert ve adaletsiz olmadığıdır."

"İnsan kendi tekilliğinin işaretini göreceğini sanırken, karşısında egemen bir toplumsal davranış kalıbı keşfedince daima fazlasıyla allak bullak olur."

"Sonlar yaşanırken hakikat ortaya çıkar."

"Bir ritüel halini aldığında, küçük şeylerdeki büyüklüğü görme yeteneğinin merkezini o oluşturur. Güzellik nerededir? Diğerleri gibi ölmeye mahkum büyük şeylerin içinde mi, yoksa hiçbir iddiada bulunmadan, anın içine bir sonsuzluk tomurcuğu yerleştirmeyi bilen küçük şeylerde mi?"

"Çay ritüeli, aynı jest ve yudumlamaların bu değerli sürdürülüşü basit, sahici ve rafine duyumlara bu yükseliş; çay, yoksulların olduğu kadar zenginlerin de içeceği olduğundan bir aristokrat zevkine sahip olma izninin pek az masrafla herkese verilişi; yani çay ritüeli, hayatlarımızın saçmalığında dingin bir uyum gediği açmak gibi olağanüstü bir erdeme sahiptir. Evet, evren boşlukla elbirliği yapar, kayıp ruhlar güzelliğe ağlar, anlamsızlık bizi kuşatır. O halde bir fincan çay içelim."

"Bizim evrenimizde insan yaşamı böyle yaşanıyor: Yetişkinlik kimliğini sürekli yeniden oluşturmak gerekir; insana umutsuzluk veren ve aynanın karşısına geçip inanmak zorunda kaldığı yalanlar anlatan, gayet kırılgan, bu eğri büğrü ve geçici toparlanmayı sürekli yeniden yaşamak gerekir."

"Sanata umutsuzca ihtiyacınız var. Tinsel yanılsamanızla bağ kurmayı coşkuyla arzuluyorsunuz, bu dünyadan şiirin ve yüceliğin bütünüyle bertaraf edilmemesi için bir şeylerin sizi biyolojik yazgılardan kurtarmasını tutkuyla diliyorsunuz."

"Asıl yenilik, zamana rağmen yaşlanmayandır."

"Tapınağın yosunu üzerindeki kamelya, Kyoto dağlarının moru, mavi porselenden bir fancan... Geçici tutkuların ortasında bu saf güzelliklerin patlak vermesi hepimizin özlem duyduğu şey değil mi? Ve bizlerin, Batı uygarlıklaırnın erişemediği şey de bu değil mi? Bizzat yaşamın hareketindeki sonsuzluğun seyrine dalınması."

"Okul benim ruhumu, yazgısının boşunalığı karşısında feragate ve kapanmaya yöneltti."

"Edebiyattan daha soylu bir vakit geçirme, daha dinlendirici arkadaş, daha nefis kendinden geçme var mıdır?"

"Yarının daima bugün olduğunu görmüyor musun?"

"Bayan Michel'de kirpinin zarafeti var: dışardan dikenlerle zırhlı, tam bir kale, ama bence içinde kirpiler kadar doğrudan bir rafinelik var. Onlar haksız yere duyarsız, uyuşuk görülen, şiddetle yalnız ve korkunç bir şekilde zarif hayvanlar."

"Dilin güzelliğini de, kendinden geçmeyi de bilmeyen yoksul zekalara ne yazık!"

"Küçük şeylerin büyüklüğünden esinlenenler, bu büyüklüğü aramak için en önemsiz şeyin kalbine dek giderler."

"Kayın ağaçları
Benim bir hiç olduğumu öğretin bana
Ve yaşamaya layık olduğumu."

"Postmodern bir düşünür olmaktansa düşünen bir keşiş olmak yeğdir."

"Bir meşenin ışıltısına ve duyarlılığına inanırım."

"Onay ya da itiraz peşinde değil, bana bakıp, sanki 'Sen kimsin? Benimle konuşmak ister misin? Seninle birlikte olmaktan ne kadar mutluluk duyuyorum!' der gibi. Nezaket derken bunu kast ediyorum. Karşısındakine orada olma izlenimi veren birinin tutumu."

"Ağaçları sevme yeteneğinde çok fazla insanlık vardır. İlk büyülenmelerimize duyduğumuz özlem vardır. Doğanın bağrında kendini bunca anlamsız hissetmenin büyük gücü vardır. Ağaçların çağrısı, onların ilgisiz ululuğundan ve onlara olan sevgimizden dolayı bize hem dünyanın yüzeyinde kaynaşan gülünç ve aşağılık parazitler olduğumuzu öğretir, hem de bizi yaşamaya layık kılar, çünkü bize hiçbir borcu olmayan bir güzelliği tanıyabiliriz."

"İnsanın kendi paranoyası konusunda yanılgıdan kurtulması daima huzur verir."

"Kendimi zamandışının karanlık, derin, buzlu ve nefis suyuna fırlatıyorum."

"Dünyanın gerçek hareketi sakın ezgi olmasın?"

"Sevmek bir araç değil, amaç olmalı."

"Eğer evrenimizde henüz olmadığımız şeyi olma olasılığı varsa... Ben bu olasılığı yakalayabilir miyim? Kendi yaşamımı babalarımınkinden farklı bir bahçe haline getirebilir miyim?"

"Bazı eserler karşısında hissettiğimiz büyülenmenin kaynağı nedir? Hayranlık ilk bakışta doğar. Daha sonra ise nedenleri dışavurmak için ortaya koyduğumuz sabırlı inatçılık içinde, bütün bu güzelliğin, ancak gölgeyi ve ışığı alt edebilen ve bunları yetkinleştirerek, biçimleri ve dokuları yeniden oluşturan -camın şeffaf mücevheri, deniz kabuklarının çok hareketli dokusu, limonun aydınlık kadife yumuşaklığı- bir ressam fırçasının çalışmasını ince ince araştırarak kendini gösteren bir ustalığın meyvesi olduğunu keşfetsek bile, bu başlangıçtaki göz kamaşmasının gizemini ne ortadan kaldırır ne de açıklar. Hep tekrarlanan bir muammadır bu: Büyük eserler, bizim içimizde zamandışı bir uygunluğun kesinliğine erişen görsel biçimlerdir."

"Sanat neye yarar? Zamanın içinde, hayvani mantığa indirgenmesi pek mümkün olmayan duygusal bir yarık açarak, şimşek gibi gelip geçen kısacık bir an bizde kamelya yanılsaması yaratır. Sanat nasıl doğar? Tinin duyumsal alanı yontma kapasitesinden doğar. Sanat bizim ne işimize yarar? Duygularımızı şekillendirir ve görünür kılar. Bunu yaparken de özel bir biçim dolayısıyla insani duyguların evrenselliğinin somut örneği olan bütün eserlerin taşıdığı sonsuzluk damgasını duygularımıza basar."

"Tablonun sınırları dışında yaşamın gürültü patırtısı ve sıkıntısı, projelerin bitmek bilmez ve nafile bitkin koşusu var elbette. Ama tablonun içinde, insanın açgözlülük zamanından sökülüp alınmış, ertelenmiş bir anın tamlığı var."

"Sanat, arzusuz duygudur. Arzusuz bir zevk, süresiz bir varoluş, istençsiz bir güzellik."

"Ben yaşamımı zamandışını aramaya adadım. Ama sonsuzluk kovalayan yalnızlık biçer."

"Gün be gün kendi yaşamımızı arşınlıyoruz, tıpkı bir koridoru arşınlar gibi."

"Yaz yağmuru nedir biliyor musunuz? Önce yaz göğünü patlatıp çatlatan saf güzellik, kalbi ele geçiren saygılı kaygı, yüceliğin bile ortasındayken kendini pek gülünç hissetmek, nesnelerin haşmeti karşısında pek kırılgan ve şişkin hissetmek, dünyanın cömertliği karşısında şaşkın, kendini kaptırmış, aşırı hoşnut hissetmek. Sonra, bir koridoru arşınlamak ve aniden, ışıklı bir odaya dalmak. Beden artık bir kılıf değil, tin bulutlarda yaşar, suyun gücü onundur, yeni bir doğumla birlikte mutlu günler müjdelenir. Yağmur, yaz, kımıltısız tozu süpürerek, varlıkların ruhuna bir tür sonsuz soluk aldırır. Böylece, bazı yaz yağmurları, bizim içimize, kalbimizle birlikte çarpan yeni bir kalp gibi demir atarlar."

"Sanat yaşamdır, ama bir başka ritimde."

"Sefalet, orak gibi biçer."

"Göz algılar ama dikkatle bakmaz, inanır ama sorgulamaz, alımlar ama aramaz; arzusuz, açlık yok mücadele yok."

"Münzevi bir ruhun yasadışılığı içinde geçmiş bütün bu yaşam, bütün o uzun ve el etek çekmiş okumalar..."


*
Sanat kardeşliği

A.ÖMER TÜRKEŞ

Radikal Kitap


Romanın başında Renee ve Paloma?nın hayatın anlamını tartışan iç monologlarıyla hayat felsefesi yapmaya soyunan soğuk bir metin gibi ilerleyen ?Kirpinin Zarafeti?, adına yakışır bir şekilde yavaş yavaş açıyor içini. Roman kişilerini tanımaya başladıkça tuhaf biçimde onlara bağlanıyoruz. Barbery, trajedilerini başkalarından farklı olmalarına bağladığı kişilerinin insani yönlerini ağır ağır ortaya çıkarmış
Fransa’da çıkar çıkmaz büyük ilgi gören ve tam bir milyon yüz binlik baskı adetine ulaşan Kirpinin Zarafeti Fransa çok satar listesinde hâlâ yerini koruyor. Yazarı Muriel Barbery 1969 Kazablanka doğumlu. Ecole Normale Superieur’den mezun olduktan sonra felsefe dalında doçent olmuş, Saint-Lö Öğretmen Eğitim Enstitüsü’nde dersler vermiş. 2000 yılında yayımlanan ilk romanı Une Gourmandise (Oburluk) ile başarıyı yakalamış Barbery. On iki dile çevrilen bu romanın ardından 2006’da Kirpinin Zarafeti‘ni tamamlamış ve okuyucu ilgisinin yanı sıra çok sayıda edebiyat ödülü de kazanmış... Hem çok satmak hem de edebiyat ödüllerine değer görülmek pek alışıldık bir durum değil. Ama gerçekten de zengin, güzel ve güçlü insanların dünyalarına adanmış kolay okunur ‘best-seller’larla hiç ilgisi yok Kirpinin Zerafeti’nin. Hikâye zengin bir muhitte geçmesine rağmen Barbery’nin burjuva toplumu eleştirmek için seçtiği roman kahramanı yoksul, yaşlı ve çirkin bir kadın. Kimi zaman okuyucuyu zora sokacak düşünce akışlarıyla, içerdiği sanat, kültür ve felsefe tartışmalarıyla ilk elde entelektüellere hitap eden bir metin buluyoruz karşımızda.
Paris’te geçen romanın kahramanı Renee Michel kendisini şöyle tanıtıyor okuyucuya: “Elli dört yaşındayım. Yirmi yedi yıldan beri Grenelle Sokağı 7 numaranın kapıcısıyım. İç avlusu ve bahçesi olan bir konut bu. Son derece lüks sekiz daireye bölünmüş, hepsinde oturuluyor, hepsi dev gibi. Ben dul bir kadınım. Ufak tefek, çirkin, tombul biriyim. Ayaklarımda nasırlar var. Kendi kendimi rahatsız ettiğim bazı sabahlara bakarsak, bir mamut gibi soluk alıp veriyorum. Eğitim görmedim. Kendimi bildim bileli yoksul, ölçülü ve önemsiz biri oldum. Kedimle birlikte yalnız yaşıyorum. Tembel, kocaman bir erkek kedi. Kayda değer özelliği kızdırıldığında patilerinin kötü kokmasıdır. Birbirimize benziyoruz; ikimiz de kendi hemcinslerimizin arasına katılmak için pek bir çaba sarf etmeyiz. Daima nazik olsam da ender olarak sevimlilik gösterdiğimden beni sevmezler, ama yine de bana hoşgörü gösterirler; çünkü ben toplumsal inancın apartman kapıcılığına dair bir araya getirdiği paradigmaya gayet iyi denk düşüyorum: Ben, yaşamın kolayca çözülebilecek bir anlamı olduğu şeklindeki büyük evrensel yanılsamayı döndüren sayısız çarktan biriyim.”
Büyük evrensel yanılsamadan söz etmesi boşuna değil Renee’nin. Çünkü ilk görünüşte verdiği huysuz, basit, cahil izlenimini çirkinliği ile pekiştiren bu yaşlı kadın edebiyat ve sanata, hatta felsefeye tutkuyla bağlı. Parası yettiğince satın alan, yetmediğinde kütüphaneleri kullanan Renee, bir kitap kurdu. Bir kapıcının kendi ruhunu yüceltmek için okuyabileceği hiçbir burjuvanın kafasından geçirmediği bir ‘münasebetsizlik’ olduğundan, hayatını sorunsuzca sürdürebilmek için toplumun görmek istediği kapıcı imgesini korumaya çalışıyor. Alışveriş filesinde yoksullar özgü erzakı taşıyan, evinden kötü kokular çıkması için “sebzeli sığır haşlaması, lahana çorbası ya da etli kuru fasulye kokması” pişiren, televizyonundan popüler kültüre hitap eden programların sesini duyuran kahramanımız açlığını koku alma düzeninde bozukluklara yol açmadan ve gerçek yemek eğilimleri konusunda kimseyi kuşkulandırmadan gideriyor.
Dünyanın sığlığı
Kedilerinin isimlerini Tolstoy gibi büyük yazarlardan ya da onların yarattıkları kahramanlarından seçen, Kant hayranı, sinema tutkunu, sanatsever Renee, yirmi yedi yıl önce yerleştiği apartmanın kapıcı dairesinde kocası öldükten sonra da tutunabilmek için saklanarak yaşamayı tercih etmiş. Apartmanda aynı tercihi yapan bir de kız çocuğu var. Eskiden bakan, şimdilerde milletvekili olan babası, edebiyat doktorası yapmış annesi ve ergenlik bunalımları içindeki ablasıyla birlikte yaşayan on iki yaşındaki Paloma, çok akıllı, hatta istisnai bir zekâya sahip. Büyüklerin dünyasının sığlığını umutsuzca görmüş, hayattan beklentisi kalmamış ve bir güldürü olduğuna kesinlikle inanmasına rağmen bu hayata sonuna kadar dayanmaya niyetli değil; “Yetişkinlerin yarışına girdikten sonra saçmalık duygusuna hâlâ karşı koyabilecek miyim? Sanmıyorum. Bu yüzden kararımı verdim: Bu okul yılının sonunda, on üç yaşıma gireceğim gelecek 16 Haziranda intihar edeceğim.” O zaman kadarsa gözlerden uzakta durmaya çalışıyor Paloma. Evin içinde bile saklanabilecek yerler yaratmış kendisine.
Apartman sakinleri birbirine değmeden yaşayıp giderlerken Renne ve Paloma’nın hayatlarını kökünden değiştirecek bir gelişme yaşanıyor. Bay Ozu taşınıyor boşalan bir daireye. Altmış yaşın üstünde, görmüş geçirmiş, gönül gözü açık zengin bir Japon beyefendisi.
Yazar görmeyen, duymayan, konuşmayan yani birbiriyle iletişimi olmayan bir topluma itirazını yarattığı alternatif insan tipleriyle vurguluyor. Çevresine ve insanlara bakmasını bilen Bay Ozu, kendi sınırlarının ve değer yargılarının ötesine geçemeyen aslında yüzleşemedikleri için kendilerini bile tanımayan diğerlerinin sığlığını açığa çıkarıyor. Toplumdaki yalnızlığı yaratanın görme yoksunluğu olduğunu sezdiriyor Barbery.
Nitekim Renne ve Palome’yi diğerlerinin hiç fark etmediği özellikleriyle görecek, onların da birbirini görmesini sağlayacaktır Bay Ozu. İşte o zaman “Bayan Michel’de kirpinin zarafeti var” diyecektir Paloma; “dışardan dikenlerle zırhlı, tam bir kale, ama bence içinde kirpiler kadar doğrudan bir rafinelik var. Onlar haksız yere duyarsız, uyuşuk görülen, şiddetle yalnız ve korkunç bir şekilde zarif hayvanlar.”
Bundan sonrası bir uyanış hikâyesi. Abartıya kaçmıyor ama. Ne Renee ile Bay Ozu arasındaki aşka ne Renee ile Paloma arasındaki büyük dostluğa doğru atılıyor adımlar. Bir şeyler başlıyor sadece. Bir kıpırtı. Birbirlerine ayırdıkları vakitlerde etraflarındaki güzelliklere gözü kapalı kalabalıklardan, o kalabalıkların bunaltıcılığından bir an olsun kaçabildikleri küçük keyif anları yakalıyorlar. Yalnızlık zırhı deliniyor. O zaman karda başkalarıyla gündelik ihtiyaçların giderilmesinden öteye gitmeyen iletişim dilinin yerini kendini ötekine açan bir dil alacaktır artık. Renne, geride bıraktığı yılların en acı anılarıyla yüzleşecek ve her ikisi de saklanmaktan vaz geçeceklerdir.
Romanın başında Renee ve Paloma’nın hayatın anlamını tartışan iç monologlarıyla hayat felsefesi yapmaya soyunan soğuk bir metin gibi ilerleyen Kirpinin Zarafeti, adına yakışır bir şekilde yavaş yavaş açıyor içini. Roman kişilerini tanımaya başladıkça tuhaf biçimde onlara bağlanıyoruz. Barbery, trajedilerini başkalarından farklı olmalarına bağladığı kişilerinin insani yönlerini ağır ağır ortaya çıkarmış. Romana felsefi derinlik katan onların edebiyat ve sanat görüşleri ya da apaçık felsefi tartışmaları değil. İnsanları birbirine yaklaştıranın sanat ve edebiyatın evrensel dili olduğu temasına temas eden hikâye insanın insandan sorumlu olduğuna dair humanist bir felsefeye bağlanıyor. Bu felsefeyle nihilizminden kurtulacak olansa Paloma’dır.
“Kendimi iyileştirmek için başkalarını iyileştirmem gerektiğini anladım. Başkalarını kurtaramadığım için kendi canımı sıkmak yerine, “iyileştirilebilir” olan, kurtarılabilir olanları kurtarmalıydım. Yoksa hekim mi olmalıyım? Veya yazar? Bunlar az çok benzer şeyler değil mi?”

KİRPİNİN ZARAFETİ
Muriel Barbery
Çeviren: Işık Ergüden
Turkuvaz Kitap
2008, 276 sayfa

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9