Kayseri’nin Everek (Develi) kazasında doğan Yüzbaşı
Sarkis Torosyan 1914 yılında Harbiye Topçu Okulu’nu bitirdi.
Önce, Osmanlı Ordusu tarafından Almanya’da Krupp fabrikasında staja
yollandı. Daha sonra, Çanakkale Cephesi’ndeki Ertuğrul Tabyası’na komutan
olarak atandı. Düşman donanmasının 19 ve 25 Şubat 1915 tarihlerindeki
saldırılarına karşı askerleriyle birlikte kahramanca direnen Torosyan, 18
Mart 1915 günü Rumeli Hamidiye Tabyası’nda savaştı ve ağır yaralandı.
Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından takdirname ve “Devlet-i
Aliyye-i Osmâniyye Harp Madalyası” ile ödüllendirildi. Rütbesi
de üsteğmenlikten yüzbaşılığa yükseltildi.
Çanakkale’de Alçıtepe Savaşları’na 8. Tümen’in Topçu
Taburu komutanı olarak katılan Yüzbaşı Torosyan, daha
sonra Makedonya, Romanya, Irak ve Filistin cephelerinde
savaştı. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın Osmanlı Ordusu’nda
savaşan Ermeni subay ve askerî doktor ailelerinin tehcir
edilmemesi konusundaki kesin emirlerine rağmen, Develi’nin İttihatçı Kaymakamı
Salih Zeki Bey, Yüzbaşı Torosyan’ın ailesini Suriye çöllerine sürdü. 1917
yılında kız kardeşi Bayzar’ı Suriye’deki kamplarda bulan Torosyan,
ailesini öldürenlerden intikam almak amacıyla 19 Eylül 1918 günü saf değiştirerek
Arap isyanına katıldı. Madalya sahibi “savaş kahramanı” iken, bir günde
“vatan haini” oldu. 1920 yılında ise ABD’ye göç etti.
Çanakkale’den Filistin Cephesi’ne, resmî tarihimizin
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nda savaşan Ermeni subaylarla
ilgili suskunluğunu bozacak bir kitap. İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim
üyesi Prof. Ayhan Aktar’ın giriş yazısıyla..
*
Çanakkale'de bir Ermeni komutan mı?
13.08.2012
PINAR ÖĞÜNÇ
Çanakkale'de savaşmış, 'kahramanlığı' tescilli bir Ermeni
komutan; isimsiz Rum, Ermeni, Yahudi sporcular... Milli tarih, milli yalanlar.
Türkiye ve olimpiyat deyince akla gelen ilk isimlerden Selim
Sırrı Tarcan, 1912’deki Stockholm oyunlarının ardından şöyle yazmıştı: “26
farklı ülkenin en seçkin evlatları oradaydı; bir tek bizden kimse yoktu.”
Avrupa’da spor eğitimciliği okuyan Şavarş Krisyan, yayımlanmasına önayak olduğu Marmnamarz (Beden Eğitimi) dergisinden cevap verdi kendisine. Kırgındı çünkü iki Ermeni sporcu, Mıgırdiç Mıgıryan ve Vahram Papazyan Osmanlı hilalleriyle oradaydı. Krisyan, 24 Nisan 1915’te Haydarpaşa’dan kalkan trene bindirilen ve bir daha haber alınamayan Ermenilerden biriydi. İki hafta önce Agos’ta Rober Koptaş dört başı mamur bir dosyayla andı bu sporcuları.
O dönem katılım koşulları farklı, kayıt tutacak bir olimpiyat komitesi, aslında o arzu yok. 1922 öncesinde olimpiyat oyunlarında yarışmış, madalya kazanmış, bu toprakların insanı Ermeni, Rum, Yahudi sporcuların bırakın kırdıkları rekorları, isimlerini dahi bilmiyoruz. Bilmek istemiyoruz.
Manaki Kardeşler’in kamerası
Avrupa’da spor eğitimciliği okuyan Şavarş Krisyan, yayımlanmasına önayak olduğu Marmnamarz (Beden Eğitimi) dergisinden cevap verdi kendisine. Kırgındı çünkü iki Ermeni sporcu, Mıgırdiç Mıgıryan ve Vahram Papazyan Osmanlı hilalleriyle oradaydı. Krisyan, 24 Nisan 1915’te Haydarpaşa’dan kalkan trene bindirilen ve bir daha haber alınamayan Ermenilerden biriydi. İki hafta önce Agos’ta Rober Koptaş dört başı mamur bir dosyayla andı bu sporcuları.
O dönem katılım koşulları farklı, kayıt tutacak bir olimpiyat komitesi, aslında o arzu yok. 1922 öncesinde olimpiyat oyunlarında yarışmış, madalya kazanmış, bu toprakların insanı Ermeni, Rum, Yahudi sporcuların bırakın kırdıkları rekorları, isimlerini dahi bilmiyoruz. Bilmek istemiyoruz.
Manaki Kardeşler’in kamerası
Geçen hafta ölen yönetmen Metin Erksan, mühim bir tarihçiydi de. Türk sinemasının 1914’teki ‘Ayastafanos Abidesi’nin Yıkılışı’yla başlatılmasına muhalefeti vardı. Bianet’in hatırlattığı, 1996’da Yıldırım Türker’in FOL dergisi için Erksan’la yaptığı söyleşide bundan da bahis var. Erksan ısrarla, tarihin 1911’de Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatini Selanik’ten Manastır’a kadar kamerayla izleyen Manaki Kardeşler’le başlaması gerektiğini söylüyor. Ama ‘milli’ sinemayı iki Rumla başlatmaya kimse yanaşmamış tabii ki. Araştırmış; iki kardeşin 1907’de kamera aldığını biliyor. Kim Erksan’ı dinleyip bu dört yılda başka neler çektiklerini araştıracak? Onu Theo Angelopoulos yapmış. Elimdeki kitabın adı “Yüzbaşı Sarkis Torosyan-Çanakkale’den Filistin Cephesi’ne” (İletişim Yay.). Yok artık, Çanakkale Savaşları’nda Ertuğrul Tabyası’nın başında bir Ermeni komutan mı varmış? Bırakın ismini, 2. Ağır Topçu Tugayı bile resmi arşiv kayıtlarında yok. Böyle bir temizlik.
Ayhan Aktar’ın yayına hazırladığı ve ilk 1947’de ABD’de basılan hatırat müthiş bir hayat öyküsü. Kayseri Everekli (Develi) Torosyan’ın bir Ermeni olarak bu rütbeye gelişi, mevziden aktardığı canlı sahneler... 1915 Anadolusu’ndan Ermeni tehciri haberleri gelirken kahramanlık takdirnamesi Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından verilmiş Ermeni bir askerin, o emri verenlerin üniformasıyla geçirdiği buhranlı günler... Annesi, babası, sevdiği kadın ve kız kardeşinin ölümüne tanıklık ettikten sonra taraf değiştirme kararı...
Aktar da anıyor önsözde. Hatırlarsınız, iki yıl önce Çanakkale’deki bir mezar taşı, şehitliğin yapılmasından tam 20 sene sonra birilerinin içine kuşku düşürmüş ve soruşturulmuştu. Çanakkale’de değil, 1916’da Erzurum’da öldüğü gerekçesiyle Tabip Yüzbaşı Dimitriyati’nin mezar taşı kaldırıldı. O milli parktan sorumlu Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, “Alayda olmayan birini varmış gibi göstermenin anlamı yok” demişti. Oysa ki sembolik mezar taşları arasında Rum yüzbaşınınki Müslüman olmayan askerleri temsil eden bir semboldü. Çok sonra, başka kentlerde ölmelerine rağmen Çanakkale’de savaştıkları için orada sembolik mezar taşı bulunan Türk ve Müslüman askerler vardı üstelik.
‘Mahlukatlar’
Haluk Kırcı gibi bir ismin Ermeniler üzerine yazacağı kitaptan ne bekleriz ki! Şöyle bir durum var, nefret yüklü arka kapak yazısıyla şu ara konuşulan ‘Ermeni Zamanı-Unutma’ adlı kitap, 2009’da ‘Ermeniler Zamanı’ olarak başka bir yayınevi tarafından basılmıştı zaten. İkisini karşılaştırmaya imkânım olsa takatim olmaz. Ama sadece arka kapak yazılarında iki fark dikkatimi çekti. 2012’de, gözden geçirilen yeni baskıda nefret dozu da tashih edilmiş. 2009’da ‘kimlerin uşakları’, olmuş ‘kimlerin itleri’. ‘Türk düşmanlığı yapanlar’ dediği üç yıl sonra olmuş ‘Türk düşmanı mahlukatlar’. Gerisi harfiyle aynı.
‘Mahlukatlar’ demek, ‘yaratıklarlar’ demektir. Yanlıştır.
*
“Biz savaşa son vermezsek, savaş bize son verecektir.” H.G.Wells
Yüzbaşı Sarkis Torosyan’ın öyküsü -neden ve sonuçlarıyla
tarihi gerçekleri bir yana bırakırsak- insan kalbini sızlatan bir öyküdür.
İnsan kalbini sızlatan yerde de başka bir gerçeğe gerek ve imkân zaten yoktur.
Sarkis Torosyan bir şekilde Osmanlı Ordusunda topçu
yüzbaşılığa kadar yükselir ve Çanakkale Savaşında önemli hamleleri ile zafere
katkıda bulunur. Madalyası olan kahraman bir Ermeni kökenli bir Türk Ordusu
subayıdır.
Gelgelelim cepheden cepheye sürüklenirken bir yandan da
Ermeni Tehciri ile ilgili duyumlar gelir kulağına durmadan. Ama öte yandan da
orduda görev yapan Ermenilerin ailelerine dokunulmayacağı yönündeki emri bizzat
Enver Paşa’nın vermiş olması onu biraz rahatlatır.
Fakat ailesinin yaşadığı Kayseri’nin Develi ilçesindeki
görevli kaymakam bu emre uymaz ve Torosyan’ın ailesini tehcir eder. Genç
yüzbaşı yazdığı mektuplara yanıt alamaz. Sonunda ailesinin de sürüldüğünü
öğrenir.
Bir yandan hem şu-bu cephede savaşırken bir yandan da
ailesini düşünen Torosyan’ın dertleri bununla bitmez: en sevdiği dostu Muharrem
şehit düşmüştür. Muharrem’in kız kardeşi Cemile ile olan aşkı da bir
çıkmazdadır.
Suriye çöllerinde savaşırken yine de bir Türk Subayı
olduğunu unutmayan ve kahramanca savaşan Sarkisyan için her şey kız kardeşini
bir kampta çalışırken bulunca değişir. Kardeşinden anne babasının tehcir
sırasında öldüğünü öğrenince her şey tersine döner Sarkisyan’ın dünyasında.
Ailesine bunu yapanların intikamını almaya yemin eder ve ilk fırsatta cephe
değiştirerek üniformasını taşıdığı orduya karşı savaşmaya başlar. 1.Dünya
Savaşı bitip Anadolu işgal edilince bu kez Fransızların desteklediği Ermeni
Hareketine katılır ama kısa zamanda kaybettiklerini anlayınca bir gemiye binip
doğduğu topraklara bir daha gelmemek üzere Amerika’ya doğru yol alır.
H.G.Wells’in kehaneti bir kez daha doğrulanmıştır: savaş
hemen her şeyin sonunu getirmiştir: İmparatorluğun, kardeşliğin, bir arada
yaşamaklığın, aşkın…
Milliyetçi duyguları güçlü bir dostuma Sarkisyan’ın öyküsünü
anlattığımda şöyle dedi: “Ailesine karşı böyle suçlar işlenen adam ne yaparsa
yapsın haklıdır.”
Bir tarihçi Sarkis Torosyan diye birinin olmadığını, bu
kitabın hayal ürünü olduğunu güçlü argümanlarla söylemişti geçenlerde.
Umarım haklıdır; inşallah böyle bir insan hiç yaşamamış, insanı vatan
kahramanıyken birden vatan hainine çeviren, ailesi varken yetim bırakan, evi
barkı varken evsiz, barksız; ülkesi varken yersiz yurtsuz bırakan bu olaylar
hiç yaşanmamıştır.
Not: Kitabın neredeyse kendisi kadar uzun olan bir önsözü
(Ayhan Aktar) var. Bu önsözden sonra başlayan ilk sayfaların birinde şu cümle
çok ilginç: “Hayatımın bir döneminde, samimi olarak Türklerin ailemi ve insanlarımı
katlettiklerine ve yaptıkları zulüm nedeniyle kız kardeşimin ölümüne sebep
olduklarına inandım. Fakat şimdi gerçek katillerin İngiltere ve Fransa olduğunu
biliyorum. Katiller bu iki ülke değil, herhangi bir emperyalist ulus da
olabilirdi. Türkler emperyalizmin maşasından başka bir şey değillerdi.”
İşin bir başka ilginç yanı ise güçlü Ermeni lobisinin bu
kitabın pek sözünü etmemesi, yayımlanması için çaba göstermemesi.
-İngilizcedeki tek baskısı hala 40′lı yıllardan kalma-. Bunun nedeni
sanırım kitabın yukarıdaki cümlelere benzeyen birçok cümle içermesi.