İnsan
özgür olduğu yanılsamasına kapılmamalı. Görünür/görünmez polisler, her an her
yerdeler. En küçük bir varoluş belirtisi gösterenin üzerine çullanır, doğduğuna
pişman ederler.
Tecavüze
uğrayan her kadın yapayalnızdır; hele bu tecavüz sırtını devlete dayamışsa.
İnsan
türü sahip olduğu her şeyi sever.
"Aşk,
sahip olmadığın bir şeyi, var olmayan birine vermektir."
İnsan
bedeniyle yazmalı; oysa sözcükler yalnızca başka sözcüklere karşılık verir.
Tek
tutkunun sahip olma tutkusu, tek özgürlüğün tüketme özgürlüğü sanıldığı bir
dünyada, "erdem" uslu bir boyun eğiş, süregiden her şeyin onayı
olarak sunulmaz mı?
Nesnelerin
fiyatları arttıkça insanlarınki düşüyor.
Zaman
merhametlidir, inanın. İnsanlardan daha merhametli.
İnsanın
içindeki her şey hayvandır ama hayvanın içindeki her şey insan değildir.
İnsan,
üstesinden gelemediği şeye indirgenir sonunda.
Arthur
Koestler: İdam sehpası yalnızca bir ölüm makinesi değil, aynı zamanda sadece
insana özgü olan kendi ahlaki yıkımını isteme eğiliminin de en eski ve en
müstehcen simgesidir.
"İyi
şeylerin hiçbiri tek adamla yapılamaz." (Kızılderili deyişi)
Suç,
cezanın niteliğinden çok, içinde oluştuğu toplumun koşullarına göre şekillenir;
idam cezası da, suçluyu mutlak suçlu, toplumu mutlak masum ilan ederek, her
şeyden önce bu toplumsal sorumluluğu gözardı etmektedir. Kanlı yasalar, kanlı
töreler doğurur, şiddet hep daha fazla şiddetle kendini meşrulaştırır. Devleti
insan hayatının önüne koyan idam, acımasızca cezalandırdığı cinayeti, devlete
doğal bir hak olarak tanımaktadır.
Bir
insanı tanımak için onunla yolculuk yapın, derler.
Stefan
Zweig: Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz.
"Yasalar,
başkalarına karşı korunacak şeyleri olanları korurlar."
Narcissos
öldüğünde en çok nehir ağlamış. "Ona öyle aşıktım ki" demiş nehir;
"çünkü gözlerinde kendi sularımın yansımasını görürdüm."
Oscar
Wilde: Bahar insana hep, sanki çiçekler önceden saklanıyormuş da, yetişkin
insanlar onları aramaktan sıkılıp vazgeçmesinler diye güneşe çıkmışlar gibi
gelir; bir çocuğun hayatıysa nergis için hem yağmur hem de güneş olan bir nisan
gününden farksızdır.
İnsanın
gülme yetisine sahip tek canlı türü olduğunu sanırdım. Canetti'den öğrendim ki
sırtlanlar da gülermiş.
Belki
de yazılmaya değer tek şey, gerçekten yazılamayandır.
Gözlerimi
yerden kaldırmadan, aceleyle birkaç kez baktım -insan böyle bakışların
faturasını er geç öder.
"Hiçbir
şey tam, hiçbir şey kusurlu değildir."
Belki
de kimileri için yüreğinin şiirini duymanın tek yolu, cehenneme alevlerle
yaklaşmaktır. Yaralar çoğu kez dilsizdir; ama bir konuştular mı, sesleri
korkutucudur ve yalan söylemeyi beceremezler.
*
"Sonunda
şövalye ruhlu biri çıkıp "Akla Karşı Manifesto"yu kaleme aldı.
Türkiye'de tek bir gerçek deli bulunmadığını, Türk delilerinin sorununun
delilik yoksunluğu olduğunu kanıtladı." (s.9)
"Bugün,
dev taşlar gibi yığılmış olguları, önemli şeylerle ilgilenenlere bırakıyorum.
Beni çeken yalnızca aralarındaki fısıltı. Belli belirsiz, saplantılı...Kayalar
dolusu olguyu eşeleyerek elde edilen bir avuç gerçeklik tozunun peşindeyim.
Gerçeği söylemiş olur, gölgeden söz eden..." (s.15)
"Dünya
dediğin camda bulanık bir imgeden başka nedir ki! Lekeli, çok lekeli, hiçlik
üzerine uzun bir şiir..." (s.16)
"Bu
ülkede yaptığınız yapacağınız hiçbir şeyle gurur duymanıza izin vermeseler de,
bir çift uzun bacakla fütursuzca böbürlenebilirsiniz." (s.18)
"Dünyadan
tiksinmekle onu çözümlemek arasında kararsızım." (s.28)
"Senin
yaptığın bir tür dilencilik aslında, yaralarına herkesten fazla sadaka
istiyorsun." (s.28)
"Ateşin
pervaneyi çekişi gibi beni çeken sözcükler doğmuştu: Aşk, özgürlük. Yaşam, göz
boyayıcı vaatleriyle, dolu dolu uzanıyordu önümde. Onu avuçlamalı, var gücümle
suyunu sıkmalıydım. Kafa tutmalıydım. Hayatta olmak bile beni ağlayacak denli
coşturuyordu." (s.34)
"Neye
elimi atsam saf yalnızlığa dönüşüyordu. Yarı-karanlık, hüzünlü bir arayış:
Yaşam nerede?" (s.35)
"Unutun
beni. Zaman merhametlidir inanın. İnsanlardan daha merhametli." (s.39)
"En
korktuğu şey görülmemektir. Başkalarının bakışı olmadan nasıl kendinin farkında
olabilir ki?" (s.58)
"Denize
saygı duyar çünkü onu şiirlerde okumuştur. Hayatı, beceriksiz bir yönetmenin
elinden çıkma kötü bir film gibi." (s.58)
"O
kadar çok şey bilir ki, artık yalnızca kendi görüşlerini doğrulamak için okur.
Kentler, kadınlar, doğan her şey onun görüşlerine uyarlanır. Uyarlanamayan bir
şey varsa, o zaten yoktur." (s.59)
"Hayatınızdaki
her şeyin biraz boş bulunsanız kayıp gideceğini sezdiğiniz anları bilirsiniz.
Ya da aslında dünya bir anlığına boş bulunsa, arka kapıdan sıvışacak olan
sizsinizdir. Kim olduğunu düşünmek zorunda kalmayanlar ya hep kazananlardır ya
da gerçek vurdumduymazlar..." (s.60)
"Açlıktan
ölenler için ekmek bırakmak, gerçekle yüzleşmekten kaçınmanın hesaplı bir
yoluydu." (s.67)
"Güçsüze
karşı şiddeti alkışlayan, iktidarın karşısında secde eden bir toplum, içselleştirdiği
devletin gücüyle esrik, baskıcı ve otoriter bireylerden, gündelik hayatlarında
aynı ilişki biçimini yeniden üreten uyurgezer bireylerden oluşan bir toplum...
Şu günlerde anlamlı ve onurlu tek çaba, daha az şiddet dolu bir yarın çabası
gibi geliyor. Yaralanmış adalet duygumuz ve vicdanımızla yol arkadaşımız yok.
Sonuçta değil, yoldadır erdem der çinli bilgeler." (s.68)
"Aşk,
sahip olmadığın bir şeyi, var olmayan birine vermektir." (s.74)
"Bence
size çılgınlar gibi tutkun sevgilileriniz ya da istediğiniz an böylelerini
bulma garantileriniz olmasaydı, aşk üzerine bu kadar atıp tutamazdınız."
(s.75)
"Yazan
herkese sorulur: Neden yazıyorsun? Kolayca kabul gören yanıtlar şunlardır: Bu
bir yaşama biçimi, varoluş biçimi, varoluş mücadelesi. Benim ezberim ise şöyle:
Kendi sesimi duymak için..." (s.77)
"Kadınlık
kavramıyla, kadın olmanın gerçeği arasındaki boşlukta biçimlenir gerçek
öykümüz. Tahakkümün şaşmaz kuralı dilsizleştirmek, tarihin, sözün, aklın
taşıyıcısı karşısında, kımıltısız, suskun bir nesneye çevirmektir. Geriye kalan
tek şey ayağa kalkmak: "Ben bir özneyim, sizin kavramlarınıza sığdığım
ölçüde varolmayı reddediyorum, üstelik kendi varlığımı dünyaya yansıtmak ve
dünyayı kendi varlığımın bir ifadesine dönüştürmek istiyorum." diyebilmektir."
(s.79)
"Oy
vermenin anlamı, izin verilen seçenekler arasında en hoş görülebiliri seçmek
değil, bir reddin, direnişin örgütlenmesi olmalı. Son söz: Özgürlük hiçbir
şeydir, özgürleşmek her şey." (s.79)
"Yeniden
dirilmeyi umuyorsan, toprağa gömülmen gerek, yalana değil. Bir ağaç gibi
köklerini derinlere sal ki karanlıkta büyüyebilesin. Gerçek olmak, yaşamı
üstlenmektir." (s.81)
"Özgürlük
zor iştir. İnsanlar kendilerine ait olması gerektiğine inandıkları bir şeyin
eksikliği olarak yaşarlar onu." (s.81)
"Dünya
sana öfkelenecek, sen ona benzeyene değin. Dünya seni yaralayacak, sen dünya
olana değin." (s.82)
"Aşkı
küllenmiş bir sözcük sanmıştım. Aşk bir cehennemmiş. Ve cehennemden sakınanlar
onu yitirirler." (s.82)
"Kimdir
öteki? Bizden olmayan ama bizi tanımlayabilmek için gereksindiğimizdir.
Kendisinden başka her şeyi göstermesini beklediğimiz aynadır bazen de."
(s.87)
"Bir
insanı tanımak için onunla yolculuk yapın derler. Bir kentinse iliğine dek
sahici kesildiği an, yıllar sonra ona döndüğünüz zamandır." (s.87)
"Ayaklar
altında çiğnenmiş, askıya alınmış, delik deşik edilmiş yaşama hakkına sahip
çıkmak zorundayız. Zulmün, şiddetin, nefretin iktidarını önlemek, celladın
dilinin hepimize sirayet etmesinden korunmak için. Ötekini tanımadan kendini
tanımanın, kendini üstlenmenin mümkün olmadığını görmeli, insanın kendinden bir
parçayı öldürmeden, başkasını öldüremeyeceğini kabul etmeliyiz. Belki de
insanca olan her şeyin son sığınağı, gene de insanlık kavramı." (s.130)
"Ben
idama karşıyım. Zaten öldürmenin yararları üzerine bir tartışma başladığı an
da, insan hayatının kutsallığı bitmiş demektir. Dev bir darağacının gölgesinde
insana ait hangi değerler savunulabilir ki?" (s.131)
"Bahar
insana hep, sanki çiçekler önceden saklanıyormuş da, yetişkin insanlar onları
aramaktan sıkılıp vazgeçmesinler diye güneşe çıkmışlar gibi gelir. Bir çocuğun
hayatıysa nergis için hem yağmur hem de güneş olan bir nisan gününden
farksızdır. (Oscar Wilde)"
"Bırakın
ağlayayım. Bu bir yaşama arzusu." (s.144)
"Bir
türlü doldurulamayan kağıt yığınlarına bakıyorum. El sürülmemiş beyazlığın
ayartıcılığına güvenerek... İnsan soyunun en belirgin özelliği iz bırakma
isteği değil mi? Yazmak, yarı çılgın bir kendi kendine konuşma alışkanlığına
dönüştüğünde güçleşiyor. Çünkü aslında kendimize bile fısıldayabileceğimiz pek
az söz kaldı. Oysa herkes kendi sahiciliğinden, başkalarının yapaylığından
öylesine emin. Ben değilim." (s.161)
"Neden
bataklığın içine atlamalı? Bir sünger gibi emdiğinin çamur olduğunu bile bile?
Belki de kimileri için yüreğinin şiirini duymanın tek yolu, cehenneme alevlerle
yaklaşmaktır. Yaralar çoğu kez dilsizdir, ama bir konuştular mı, sesleri
korkutucudur ve yalan söylemeyi beceremezler. Ellinci yazıyı da buruk bir
gülümsemeyle bırakıyorum. Gitsin... Sözde uçar yazı da... Geriye kalan ne?
İnanın bilmiyorum." (s.166)
*
"Bugün
dev taşlar gibi yığılmış olguları, önemli şeylerle ilgilenenlere bırakıyorum.
Beni çeken yalnızca aralarındaki fısıltı."
"Dünya
dediğin camda bulanık bir imgeden başka nedir ki!"
"Yalnızlığı
iyi tanıyan insanlara özgü beklentisizliği. Kendi düş ağacını budamış, dünyayla
hesabını süresiz ertelemişti."
"Güzelliği
görmesi, göstermesi beklenen kadınlar, çiçekler ve doğum günleri üzerine,
mümkünse marş ritminde bir şarkı söyler miydiniz?"
"Benim
sözcüklerim altınla değil, gölgeyle kaplı."
"Nesneler,
olgular, pul pul yalanlar, şatafatlı bahaneler, şişirilmiş egolar, kirli
yüzlerde tutmayan makyajlar..."
"Orman
diyor ki: "Dünya sana öfkelenecek, sen ona benzeyene değin. Dünya seni
yaralayacak, sen dünya olana değin."
"Şiddeti
bir çiftlik hayvanıymışcasına çitlerin berisinde tutmak olanaksızdır. Şiddet
özünü tüketirse sönecek bir orman yangını gibi hep yayılmak ister."
"İstatistiklerin
insan hayatını sayılara indirgemek gibi korkunç bir boyutu vardır." (s.102)
"İnsanların
tek gerçek dayanışması, ölüm karşısındadır."
"Herkes
kendi sahiciliğinden, başkalarının yapaylığından öylesine emin."
"Yaralar
çoğu kez dilsizdir, ama bir konuştular mı, sesleri korkutucudur ve yalan
söylemeyi beceremezler."
*
"Bugün
dev taşlar gibi yığılmış olguları, önemli şeylerle ilgilenenlere bırakıyorum.
Beni çeken yalnızca aralarındaki fısıltı." (s.14)
"Dünya
dediğin camda bulanık bir imgeden başka nedir ki!" (s.15)
"Yalnızlığı
iyi tanıyan insanlara özgü beklentisizliği. Kendi düş ağacını budamış, dünyayla
hesabını süresiz ertelemişti." (s.24)
"Güzelliği
görmesi, göstermesi beklenen kadınlar, çiçekler ve doğum günleri üzerine,
mümkünse marş ritminde bir şarkı söyler miydiniz?" (s.29)
"Benim
sözcüklerim altınla değil, gölgeyle kaplı." (s.34)
"Nesneler,
olgular, pul pul yalanlar, şatafatlı bahaneler, şişirilmiş egolar, kirli
yüzlerde tutmayan makyajlar..." (s.61)
"Orman
diyor ki: "Dünya sana öfkelenecek, sen ona benzeyene değin. Dünya seni
yaralayacak, sen dünya olana değin." (s.82)
"Şiddeti
bir çiftlik hayvanıymışcasına çitlerin berisinde tutmak olanaksızdır. Şiddet
özünü tüketirse sönecek bir orman yangını gibi hep yayılmak ister." (s.97)
"İstatistiklerin
insan hayatını sayılara indirgemek gibi korkunç bir boyutu vardır."
(s.102)
"İnsanların
tek gerçek dayanışması, ölüm karşısındadır." (s.136)
"Herkes
kendi sahiciliğinden, başkalarının yapaylığından öylesine emin." (s.161)
"Yaralar
çoğu kez dilsizdir, ama bir konuştular mı, sesleri korkutucudur ve yalan
söylemeyi beceremezler." (s.166)