"Kimi
zaman sonbaharda turistlerin Calella'dan ayrılmasından sonra ormandan ulumalar
yükseldiğini duyardık. Ağaçlara bağlanmış köpeklerin ulumasıydı bu. Turistler
köpekleri tatil sırasında yalnızlık çekmemek için kullanır, buradan
ayrılacakları zaman da peşlerinden gelmesinler diye ormanın derinliklerindeki
ağaçlara bağlayıp giderlerdi."
"Duvarlar Konuşuyor. Montevide, Ekonomi Bilimleri Fakültesi'nde: Uyuşturucu bellek kaybına ve şimdi aklıma gelmeyen başka zararlara yol açar. Şili Santiagosu'nda, Mapocho ırmağı kıyısında: Ne mutlu ayyaşlara ki Tanrı'yı iki kez görecekler. Buenos Aires'in Flores semtinde: Memeleri iri olmayan kız arkadaş kızdan çok arkadaştır."
""Bizi kendilerine dönüştürmeyi başaramadılar." diye yazıyordur Cacho El Kadri mektubunda.
Uruguay'daki askeri dikta rejiminin son günlerindeydi. Kahvaltıda korku yemiştik, öğle ve akşam yemeklerinden de korku. Gene de bizi kendilerinden biri yapmayı başaramamışlardı."
Noel
Gecesi
Fernando
Silva, Managua’daki çocuk hastanesini yönetiyordu. Noel arifesinde gece geç
saatlere kadar çalışmıştı. Patlayan havai fişekler gökyüzünü aydınlatmaya
başlayınca artık gitme zamanının geldiğine karar verdi. Evde, bayramı kutlamak
için onu bekliyorlardı.
Her
şeyin yolunda olduğuna güven getirmek için son bir kez çevreyi gözden
geçirirken arkasında yumuşak ayak sesleri duydu. Dönüp bakınca hasta
çocuklardan birinin peşinden geldiğini gördü. Loş ışıkta bu kara bahtlı,
kimsesiz çocuğu tanıdı. Şimdiden ölümle kırışmış olan bu yüzü, bağışlanmak,
belki de izin almak ister gibi bakan bu gözleri biliyordu.
Fernando
onun yanına gitti ve çocuk doktora elini verdi.
“Birilerine
söyleyin…” diye fısıldadı çocuk. “Birilerine söyleyin benim burada olduğumu.”
Korku:
Günün
Birinde sabahleyin bize bir kobay verdiler. Kobayı kafes içinde getirdiler eve.
Öğleyin kafesin kapısını açtım.
Eve
geceleyin döndüğümde kobayı aynen bıraktığım gibi buldum Kafesin içinde,
parmaklığa yumuşmuş, özgürlük korkusuyla titriyordu.
Gönülle
Beynin Evliliğine Övgü:
İnsan
neden yazı yazar, benliğinin bölük bölük parçalarını birleştirmek için değilse?
Okula ya da kiliseye girdiğimiz andan başlayarak, eğitim, bizi kesip biçer,
parçalara böler; ruhu bedenden, gönlü beyinden ayırmayı öğretir bize. Ama
Colombia kıyılarının balıkçıları etik ve ahlak konularında doktora yapmış
olsalar gerek ki doğruyu söyleyen dili betimlemek için sentipensante, yani ,
hissederek düşünme deyimini yaratmışlardır.
Boşanmalar:
Bizimkisi
ayırmacı bir düzendir: Susturulmuş kişilerin sorular sormasını önlemek, yalnız
kimselerin birlik olmasını ve gönlün, kopuk parçalarını bir araya getirmesini
önlemek için.
Düzen
nasıl cinselliği sevgiden, özel yaşamı kamu yaşamından, geçmişi bugünden
ayırırsa, duyguyla düşünceyi de birbirinden boş düşürür. Geçmişin bugüne
söyleyecek bir sözü olmazsa tarih, düzenin eski rol kostümlerini sakladığı
dolabın içinde uyumayı sürdürebilir.
Düzen
bizim belleklerimizi boşaltır ya da süprüntüyle doldurur ve bu yoldan bize,
tarihi yaratmak yerine yinelemeyi öğretir. Ünlü bir bilici, trajedinin kendini
fars olarak yinelediğini söyler. Oysa bizim durumumuz daha da kötü: Trajedi
kendisini trajedi olarak yineliyor.
Tüketici
Uygarlığı:
Kimi
zaman sonbaharda, turistlerin Calella'dan ayrılmalarından sonra, ormandan
ulumalar yükseldiğini duyardık. Ağaçlara bağlanmış köpeklerin ulumasıydı buç
Turistler
köpekleri, tatil sırasında yalnızlık çekmemek için kullanır, buradan
ayrılacakları zaman da, peşlerinden gelmesinler diye ormanın derinliklerindeki
ağaçlara bağlayıp giderlerdi.
Karıncalar:
Tracey
Hill, Connecticut'ın bir kentinde yaayan küçük bir kız çocuğuydu ve oyalanmak
için, Connecticut'da ya da bu gezegenin herhangi bir yerinde yaşayan bütün
küçük melekler gibi o da kendine eğlenceler bulurdu.
Bir
gün Tracey, kendi gibi küçük okul arkadaşlarıyla birlikte bir karınca yuvasının
içine yanan kibritler atmaya başladı. Bu sağlıklı çocuk oyunu hepsine keyif
veriyordu. Ne var ki Tracey, öteki çocukların görmediği ya da görmezden geldiği
bir şey gördü ve bu onu adeta dondurdu ve hiç çıkmamak üzere belleğine kazındı:
Ölümle yüz yüze gelen karıncalar çiftlere ayrılıyor ve böyle, ikişer ikişer,
birbirlerine sokuşmuş vaziyette ölümü bekliyorlardı.