"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

28 Aralık 2013 Cumartesi

KRAVAT-ENİS BATUR

Kravatın düğümü Enis Batur'a göre müthiş bir metafor, çünkü "Bütün insan ilişkileri, düğüm yapma, düğüm çözme ve kördüğüm olma üzerine kurulu." FOTOĞRAF: AYDIN COŞKUN
Enis Batur, onu tanıyanları hiç şaşırtmadı ve yine üç kitap birden çıkardı: 'Bekçi', 'Abdal Düşü' ve 'Kravat'. Sonuncusunu roman sananlar fena halde yanıldı. Çünkü bu kitap, edebiyatın türler üstü alana yöneldiğine inanan bir yazarın kaleminden çıkma bir 'anti-roman'

*

'Kurmaca bütünüyle saçma bir iş' 

CEM ERCİYES 

Sizin için Kravat her şeyden önce nedir?

Kravat mı, kitap Kravat mı? 

Kitap Kravat? 

Kitap Kravat, aslında benim matematiksever yanım. Yani bir problem koymayı sonra da o problemin olası çözüm yolları arasında gezinmeyi seviyorum ben. Ama buradaki problem, baştan öyle bir koyulsun ki çözülmesi mümkün olmasın esasına dayandı. Matematikseverler için sık rastlanan bir olgu. Çözülemeyecek bir problemle karşı karşıya kalmak başka birşeydir, çözülemeyecek bir problemi inşa etmek başka birşey. Hele ki konu matematik değil edebiyatsa, o zaman bu sorunu baştan iyi planlamak gerekiyor. Nasıl bir problem olmalı ki bu, çözümü esirgenebilsin ve buna rağmen problem olarak bir biçimde ayakta kalsın. Bana göre iddiaysa, iddia burada. 

Bu kitabın 'Elma' ve 'Acı Bilgi'den ne farkı var? Niye onlar birer roman denemesiydi de bu bir roman? 

Buna da roman denemesi diyebilirdik. Ama demedik, çünkü bu ötekilerden farklı olarak kurmaca esasına dayalı. 'Elma'da ve 'Acı Bilgi'de bütün kurmaca ögeler gerçekten hareket ediyorlardı, ya benden ya Halil Paşa'dan. Burada öyle değil, doğrudan doğruya bir kurmacanın içine giriyoruz. Neden sonra yazar ortaya çıkıyor ve bir biçimde bunun bir kurmaca olduğunu söyleyerek oyunu bozuyor. 

Enis Batur, roman kahramanı olarak Kravat'a giriyor ve çözüme yaklaşmış meseleyi bir düğüme çeviriyor. Sonra roman kahramanı olmaktan da çıkıyor, yazar olarak tüm kimliğini kitaba taşıyor; tipik bir Enis Batur kitabı halini alıyor. Enis Batur kendini kitaba girmekten alıkoyamadığı için mi böyle, yoksa her şey tasarlanmış mıydı? 

Tabii ki tasarlanmıştı. Senin soruna bakarak yanıtlayayım, 'tipik bir Enis Batur kitabı' diye birşey varsa bir yazar neden atipik bir kitap yazsın? Yapmadığım şeyler yapmam, kurmaca olay örgüsüne girmem işin oyuncul yanı. Beni bütün bu kurmaca-gerçeklik ilişkisinde ilgilendiren 'neyin ne zaman doğru olduğu ya da doğru olmadığı' sorunu. 'Acı Bilgi'de de 'Elma'da böyleydi, anlatı kalıbına girmeyen kitaplarımın birçoğunda böyle bir sorun var.

Canınız standart bir roman yazmak istemiş olabilir mi? 

Başta biraz öyle bir yanı vardı, bir değişiklik olsun 'mu'? Bunlar hep belirsizlikler ve şüpheler içinde geliştiği için bütün bütüne kurmaca bir kitap yazmak ne demek olur acaba, nereye kadar mümkündür böyle birşey; bunları merak ettim. Belli bir aşamasına geldiğimde bunun bütünüyle mümkün olduğunu gördüm; bu işin bütünüyle saçma olduğuna dair bende yerleşen bu kanaatin sağlamasını yapmış oldum. 
Ben yazarım, okurlar var ve ben onlara bir numara yapıyorum. Niçin yapıyorum? Bunu anlayamıyorum. Ha, mesleğim numaralar yapmak olabilir. Ben yazarlığı meslek olarak, hele ki numaralar yapma mesleği olarak görmüyorum. Ben size hikâyeler anlatacağım ve bunları uyduracağım, çünkü siz uyduruk hikâyelerden hoşlanıyorsunuz gibi bir ilişki benim için mantıklı değil.

Sanat baştan itibaren hikâye anlatmak üzerine kurulmuştur. Sizse bunun tuhaf bir ilişki olduğunu söylüyorsunuz? 

Bana tuhaf geliyor. Bir yerde bir hayat var, onu yaşıyoruz, sonra arada bir yerde durduruyoruz onu elimize kitap alıp başka hayatlar okuyoruz ve bu hayatların bir kısmı da uyduruk zaten. Peki niye okuyoruz, yaşamak varken. Ben de çok okudum kurmaca, ama bu ikilem de beni çocukluğumdan beri meşgul eder... 

'Acı Bilgi'de şöyle diyorsunuz: Anlatmanın, hikâye kurmanın değil şüphesiz, bir yazın türü olarak romanın geçici olduğuna inanıyorum: Sanat yanı geniş çapta öldürülen sinema gibi, yazınsal yanı geniş çapta öldürülen Roman'ın da 'eğlence' entertainment sektörü'nün oyalayıcı bir uzantısı olduğu; tüketim kültürü felsefesi (ekonomik felsefesi) tarafından azdırıldığı, bozuşturulduğu kanısı taşıyorum. 
Şiir gibi romanlar kategorisine aldığım, edebiyatın en has bölgesine ait olduğunu kabul ettiğim romancılar olduğunu da söylüyorum ama o kitapta. Örneğin Nabakov, örneğin Proust, Foulkner bunların romanlarının vakit geçirmek için yazılmış olduğunu düşünüyor değilim. Ama bunlar çok küçük bir oran tutuyor. Aynı sinemada olduğu gibi; bin filmden belki ikisi başka bir boyutta yaratı problemi içeriyor. Diğer kısmı insanları oyalamak, vakitlerini iyi ve başka biçimde geçirtmek için çevriliyor. 
Burada ticarileşmeyle bir hesaplaşma da var. 
20. yüzyıl bütün bunların biraz daha profesyonel anlamda tüketici ürünü haline gelmesine yol açan bir dönem oldu. Değişmesine yol açabilecek, umut verecek gelişmeler var aslında. Sanatın tüm dallarında, ifadenin bizi bir türlü kavrayamadığımız anlama yaklaştırabileceği daha zorlu bölgeler üzerinde kafa patlatmak, izleyici olarak da üretici olarak da bana daha manalı geliyor. 
Bugün okur değimiz kitlenin önemli bir kısmıyla bir meseleniz olduğu açık. 
Evet, hoşlanmıyorum onlardan. 

Ama siz büyük bir yayınevinin, Yapı Kredi Yayınları'nın yöneticisisiniz, bunu nasıl rasyonelize ediyorsunuz? 

Orada bütünüyle diyemiyorum ama, yüzde seksen ölçeğinde doğru olduğunu düşündüğüm işleri yapmayı tercih ediyorum. Ama bütünüyle ticari yapılanmadan soyutlanabileceğini ileri sürmüyorum tabii. Gene de benim yazarlığımla geçimimi sağladığım işim birbirini çok bağlamaz. 
Kurmacanın yerini ne alacak? 

Artık bu kanon yapısının yani romanlar, şiirler, öyküler, denemeler, anılar, eleştirilerin yavaş yavaş yürürlükten kalktığı görüşündeyim. 20. yüzyıldaki gelişmeler bu tür bağnazlıkları yavaş yavaş devre dışı bırakacak boyut getirdi işin içine. Görebildiğim kadarıyla dünyanın pek çok yanında benzer güdülerin birbirinden habersiz yazarları hemen hemen aynı sonuca ulaşıyor. Mesela Pascal Quignard'ın son çıkan kitaplarının etrafında kopan gürültüleri okuduğum zaman gülümsedim. Çünkü benimle ilgili yazılanların aynısıydı. 
Dünyada da kimi adamlar bir takım kitaplar yazıyorlar ve onları eski ölçütlerde tanımlamak çok kolay değil. Ama onların da okurları var. Bence mesele çıkmaması gerekir. Geçerken, bir ara dönemde mesele çıkacak. Bu ne biçim şiir diyecekler, bu ne biçim roman diyecekler, bu ne biçim öykü, böyle roman olur mu diyecekler; deniyor da. Ama yaratıcı kesitte üreten insanlar artık bu eleştirileri çok fazla ciddiye almayacaklar diye düşünüyorum. Yazmak istedikleri gibi yazıyorlar ve ortaya çıkan şeyin tanımı hakkında da her zaman fikir sahibi olmak zorunda değiliz noktasına geldiler.

Kitaplarınız sert eleştirilere de hedef oluyor. Doğu Batı dergisinin son sayısındaki yazı için ne dersiniz? 

Ben birşey deme hakkına sahip değilim. Kitabımı yazarım, sonunda hakkında beğenen, beğenmeyen bir takım yazılar çıkacaktır. Tabii bu kadar masum olmayabiliyorlar bazen... 


Bu Kravat'ı neden taktım? 

Ben de diğer Radikal Kitap okurları gibi Enis Batur'un Kravat adlı romanından alınan bölümü okuduğumda şaşırdım. 'Trendy' bir karakter, gündelik bir dil ve bildik macera... Yoksa Enis Batur klişe bir roman mı yazmıştı? Tabii ki hayır. Bunu anlamak için romanı elimize alıp yüz sayfa kadar okumamız gerekti, ama Enis Batur yapacağını yapmış, her tür okuru hınzırca ağına düşürmüştü. 
Kravat, bir reklam ajansında başlıyor. Ajansın gediklisi Ercü bize etrafındaki işe yaramaz insanları ve yeni başlayan eleman AH'yi anlatıyor. Şirket için önemli bir tekstil firmasının kravat kampanyasını fırlama olduğu için AH'ye veriyorlar. O da bu işi o kadar ciddiye alıyor, o kadar ciddiye alıyor ki kravatla ilgili her şeyin yer aldığı bilgi alemine dalıp düğüm oluyor. Sonunda AH ortadan kayboluyor, Ercü de arkadaşının sadece bir 'iyi fikir' bulamadığı için ortadan yok olduğuna inanmadığından işin peşine düşüyor. 
Kravat, 'Elma' ve 'Acı Bilgi'nin ardından bir üçlemenin son halkasını oluşturuyor. Üç kitap da 'kurguyla' hesaplaşmanın ürünleri. Elma'da Halil Şerif Paşa'nın Courbe'nin, 'Acı Bilgi'de Pessoa'nın, Butor'un, Karasu'nun, Sade'ın ve aslında Enis Batur'un dünyasında gezindiysek, bu kitapta da öyle oluyor. 
Enis Batur, yaşamın içindeki düğümle, kurgudaki düğümü karşılaştırıyor bu kitabında. Uydurulan gerçeklikle yaşanılan arasındaki ilişkiyi düşünmeye zorluyor okuru. Düğüm, insanın sadece merakını tatmin etmek için ortaya attığı, peşinde koştuğu bazen içinden çıkamayıp iyice bunaldığı ya da çözüp büyük bir haz elde ettiği meselelerin bir özeti. Düşünce serüveni yaşamın doğal serüveninden farklı değil. Küçük insiyatifler büyük düğümlere neden olabiliyor. Bazen düğümün çözümü ya da kördüğüm olup kalması bizim gücümüzü aşıyor. 
Yaşamı kravata benzetiyor: "Bütün insan ilişkileri, düğüm yapma, düğüm çözme ve kördüğüm olma üzerine kurulu. Kadın erkek, dost, baba oğul, anne kız ilişkileri, bütün bunların hepsinde temelde bu çetrefilleşme, kilitleme, sonra gevşeme, bazen çözebilme, bazen hiç çözememe. Kendini kördüğüm haline sokanlar var. İntihar edenler, nevrozlarında boğulanlar... Hepsinde düğüm motifinin değişkenlerini görüyoruz. Bunu alıp gündelik hayatta ki kullanımlarından birine monte ettim." 
Enis Batur yaza yaza düşünmeye, ipin bir ucunu kendisiyle soydaş okurun eline verip birlikte düğümler atmaya ve onları çözmeye çağıran bir yazar. Bugüne kadar yazdığı hemen hemen tüm kitapları bunun bir uzantısı. Bu kez de tavrını değiştirmiş değil. Zaten aksini düşünüp de Kravat'ı eline alanlara bir ara şöyle açıktan seslenmeyi ve hâlâ saf saf roman okuduğunu sananları kendine getirmeyi ihmal etmiyor: 
"Siz okur: Yazıyı, metni, kitabı ne sanmıştınız. 
Bir reklam ajansında, kravat kampanyası üzerinde çalışan bir metin yazarının çatı çalışması notlarıyla bir başka metin yazarının anımsayabildiklerinin yanyana gelmesinin açıklamaya henüz yetmediği, ola ki yetmeyeceği hafif gizemli bir sonuçdurumun, bir adamın ortadan kaybolmuş olmasının öyküsü mü? 
Böyle olmadığını bilenler olduğunu bilmesem, Kravat'ı takmazdım." 


'Bu kış uykusuz, tetikte, en küçük sesin, hareketin önünde duyarlı, geçti. Taş taşa sürttü durmadan içimde, oysa soğuk cümleler kurdum. Yeni, eldeğmemiş bir masaldı dilimde dolaşan, ona yeltendim, erişemedim. Sabah geldiğinde, arkadaki bahçeye çıktı yaşlı, kör adam, çıkar çıkmaz gökyüzüne döndü yüzünü.' (Kitaptan) 

ABDAL DÜŞÜ 
Düzyazı şiirler, 1998-2002 Enis Batur Altıkırkbeş Yayın, 2003, 69 sayfa 4 milyon 250 bin lira. 

KRAVAT 
Enis Batur, Sel Yayıncılık, 2003, 197 sayfa, 10 milyon 500 bin lira.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9