"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

11 Aralık 2013 Çarşamba

RUHİ MÜCERRET-MURAT MENTEŞ

‘Hayat romanlarımdaki gibi zaten’

SİBEL ORAL / RADİKAL KİTAP

Murat Menteş: “Hayatın kendisi gerçeklerle ne kadar örtüşüyor ki, benim romanlarım da örtüşsün? İşte bu yüzden siz romanlarımı okurken, gerçeğin sıradışı bir yorumunu görüyorsunuz.”


Ruhi Mücerret, Civan Kazanova, Avni Vav, Masum Cici, Mr. Spock, Nazlı Hilal, Fujer Fuji ve Serpil Silahlıperi… Hepsi Murat Menteş’in aylardır beklediğimiz ve inanın beklediğimize değen romanı Ruhi Mücerret’de… Romanı anlatıp merakınızı gidermek ve Ruhi Mücerret’le aranıza girmek istemiyorum. Diyebileceğim tek bir şey var; Ruhi Mücerret, tam bir Murat Menteş romanı…

Ruhi Mücerret. 100 yaşında, herkesi gömmüş bir İstiklal Savaşı gazisi. Nasıl yarattın, ne gördün onda? 

Yazılmaya, okunmaya değer hikâyelerin nereden geldiğini kim bilebilir? Aslında çok sayıda roman fikri buluyorum. Bunlar arasından birini seçiyorum. Bazen, birkaç fikri tek hikâyede buluşturuyorum. Ruhi Mücerret’te gördüğüm şey şu: Hayat belirtisi. 100 yaşında bir adam ve doğal olarak ecel işaretleriyle dolu. Mimlenmiş. Üstelik ölmeye hazır. Gene de yaşıyor. Çünkü hayat, biz yaşamayı ihmal etsek de sürüyor.

Kitabın kapağında bir televizyon var. Televizyondaki görüntü değişiyor. Cüneyt Arkın ve Orhan Gencebay görünüyor ekranda. Nitekim romanda da Ruhi Mücerret televizyon izleyip zaping yaparken Cüneyt Arkın ve Orhan Gencebay’a rastlıyor. Türkiye’de böyle bir kapak ilk kez yapılıyor. Nereden çıktı bu?

Üç boyutlu kapak fikrini öne sürmüş, fakat sonradan vazgeçmiştim. Fazla gösterişli olacak gibiydi. Fakat yayın yönetmeni Egemen İpek bu fikri ilerletti ve son şeklini verdi. Doğrusu fena olmadı sanki.

Bir de “Cüneyt Arkın film çevirir, Gencebay şarkı söyler ve ben roman yazarım” diyorsun. Neler oluyor?

Cüneyt Arkın ve Orhan Gencebay, benim çocukluğumdan beri takip ettiğim, büyük sanatçılar. Cüneyt Arkın bir süper kahramandı bizim nazarımızda. Gencebay ise cidden benzersiz bir besteci. Türkiye’yi güzelleştiren, hayatımıza renk katan adamlar. “Cüneyt Arkın film çevirir, Gencebay şarkı söyler ve ben roman yazarım” sözü elbette bir latife. Birinin dört yüze yakın filmi, diğerinin binden fazla bestesi var. Benimse sadece üç romanım.

İstiklal Marşı göndermelerinin romanın kahramanın bir savaş gazisi olması dışında politik bir anlamı var mı diye sorsam…

İstiklal Marşı, politik tartışmaların odağına konmuş bir metin. Bence bu, onun millî marş niteliğini zedeliyor. Şaheser bir şiire, hayatımızda öznel bir yer açamıyoruz. Kimsenin bu şiiri sanat eseri niyetine, haz alarak okuduğu yok. Yolda yürürken kim İstiklal Marşı’nı mırıldanır? Halbuki bu şiir bizim sadece tarihimize değil, aynı zamanda hayatımıza dair çok şey anlatıyor. 1921’de millî marş kabul edildi. Geçen salı, 12 Mart, yıldönümüydü. “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım” diyor mesela. Bu mısrayı hem ulus, hem de birey olarak hayatımızda bir yere oturtabiliriz.

“Rütbem, zekâ gerektirmiyordu. Diğer tüm askeri rütbeler gibi” diyor Ruhi Mücerret. Bu cümlede alttan alta bir eleştiri olabilir mi?

Bu, elbette bir roman kahramanının sözü. Benim görüşüm şu: Askerlik tüm o taktikler, stratejiler, idmanlar, tatbikatlar, teknolojiler düşünüldüğünde zeka dolu bir meslek. Fakat aslî fonksiyonu itibariyle pek de akıllıca sayılmaz. Asker şifa dağıtmaz, bilgi vermez, yuva yapmaz… “Son çare” mesleğidir. Emir alırsın, emir verirsin. 

Peki, Ruhi Mücerret’i yazmaya başladığında meselen neydi özetle?

Reklamlar. Kapitalizmin “gülen yüzü.” Güdümlü israfın korkunç stratejileri. Tarihi, insanı, hayatı, gerçekliği her şeyi hiçe sayan, çığırından çıkmış, ikiyüzlü tüketim motivasyonu… Bunları düşünüyordum. Yani yaşlılık, aşk, ölüm, kader, dostluk, tarih gibi konuların yanı sıra. Kaldı ki bu tür birbirinden uzak olguları yan yana getirerek düşünemezsek, yeterince mesafe kat edemeyiz bence.

Diğer romanlarını okuduğumda da başıma aynı şey gelmişti; her şey absürt ama her şey normal. Tuhaf bir dünya kuruyorsun. Soruyorum sana; bu güzel kafa ne kafası Murat?

Geçmiş, şimdi ve gelecek. İnsanlar geçmişi hatırlar, geleceği hayal eder, şimdiyi yaşarlar. Ben, şimdiyi de hayal ediyorum. Hayal gibi algılıyorum. Şu anda bu konuşmamız gerçek mi yani? Bundan emin değilim. Dolayısıyla bizim sahici olduğunu düşündüğümüz şey, aslında özü itibariyle muğlak, uçucu ve kontrol edilemez bir nitelik taşıyor. Böyle baktığında, ihtimallerle baş başasın. Kurt Vonnegut der ki; “Bir insanın yalnızca gerçeklerle yetinmesini aklım almıyor.”  Hayatın kendisi gerçeklerle ne kadar örtüşüyor ki, benim romanlarım da örtüşsün? İşte bu yüzden siz romanlarımı okurken, gerçeğin sıradışı bir yorumunu görüyorsunuz.

Romandaki tüm aşklar imkânsız. Var mı bunun altında bir şey?

Çok doğru. Ruhi ile Nazlı Hilal arasında 70 yaş fark var. Serpil Silahlıperi ise ölmüş gitmiş zaten, Civan’ın ona kavuşması zor görünüyor. Değişmez koşulların sebep olduğu imkânsızlığın yanı sıra, gündelik engellerin de aşkın yolunu tıkadığını görüyoruz. Galiba aşk, belirgin bir ihtimalken daha güzel. Belki de hiçbir aşk; tasarım, hayal olmanın ötesine geçince gücünü koruyamıyordur?

Sence bu romanın kahramanı ve anti kahramanı kim? Ruhi Mücerret mi yoksa Civan Kazanova mı? 

Ben aslında tüm karakterleri birer başrol oyuncusu gibi görüyorum. Okurun, her karakteri merak edilmeye değer nitelikleriyle tanıması için çaba sarf ediyorum. Yani onları anlatan başka romanlar da yazılabilir fikri uyandırmaya çalışıyorum. Fakat bu romanda Ruhi Bey ve Civan ön planda. Ruhi, olayları kontrol edemiyor. Olup biteni anlayamıyor. Civan ise her şeyi denetleyemese de mevzuyu çözüyor. Bence bu önemli bir fark. Okuyucunun kendisini hangisine yakın hissedeceğini bilemem. Fakat ben galiba Ruhi gibiyim.

Nasıl yani?

Romeo ve Juliet’te Romeo ağlayarak haykırır: “Ben kaderin elinde bir oyuncak mıyım?!” Bu, çok büyük bir soru. Bence tüm insanlar, hepimiz, kaderin elinde oyuncağız. Ruhi Mücerret bunun bir örneği sadece. Civan için de aynı şey geçerli aslında. Civan, başına gelenleri nihayetinde çözüyor, o kadar. Ben, her insanın sınırlarını aşabileceği, hiç yaşlanmayacağı, asla ölmeyeceği, rekorlar kırıp şampiyon olabileceği… gibi vaatlere inanmıyorum. Bu vaatler insanlığımızı tehdit ediyor.

Masum Cici bilginin ve sanatın ötelendiği, duygu, inanç ve düşüncenin geçersizleştiği bir çağda yaşadığımıza inanıyor. İnsan burada Masum Cici’ye katılıyor ama diğer bir taraftan da kendisi “bir nevi reklam teröristi…” Masum Cici’yi bu hale getiren nedir sence?

İyilerin iyilere yaptığı kötülükler ile kötülerin kötülere yaptığı iyiliklerle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Masum Cici kötü adam. Peki ya bizler de kötüysek? Dolayısıyla dünyada olabilecek en iyi şey, kötülerin kötülere kötülük yapmasıysa?

Tabii buradan reklamlar meselesine geleceğiz… Birçok ünlü markanın reklamını da yapıyor olabilir misin acaba romanda? 

Reklam içinde reklam var artık. Sıradan bir şehirli, günde ortalama 20 bin reklam mesajı alıyor: Televizyon, internet, tabelalar, afişler… Her yerden yağıyor. Bu kadar reklamın muhatabı olan kimse artık birey olabilir mi? Kendi iradesiyle adım atabilir mi? Romandaki reklamlar, ürünlerin reklamı gibi algılansın istemem. Açıkçası, bir şeyi deşifre etme iddiasında da değilim. Ben doğduğumda evimizde televizyon vardı. Ve gerçekte nasıl biriyim, onu bile bilmiyorum. Sorular soruyor, cevaplar veriyorum. Fakat sorular doğru mu, cevaplar işe yarar mı, emin değilim. Reklamlara özgü güleç hileleri içselleştirmiş olabiliriz.

"Her mezar taşı, bir kitap uzunluğunda olmalı"
Roman boyunca neden sürekli mezar taşına ne yazacağına karar vermeye çalışıyor Ruhi Mücerret?
  
Bence mezar taşlarındaki yazılar çok kısa. Her mezar taşı, bir kitap uzunluğunda olmalı. Fakat işte dünya öyle bir yer değil. Mezar taşına yazılacak cümleyi bulmak, hayatın anlamını bulmak gibi bir şey. Oysa “tabela” olarak kullanılıyor mezar taşları. Adı, doğum, ölüm tarihi filan… En iyisi “Ruhuna Fatiha” yazıp geçmek. Veya bir dua… Galiba yaşarken de daha fazlasını yapamıyoruz.

Bölüm başlıkları ve metin içinde harbi ve hikâyelere “cuk” cümleler, saptamalar var. Okuru o cümlelerle vurup, arkanı dönüp gidiyorsun… 

Ben romanın hızlı okunabilmesinden yanayım. Hem doyurucu, hem de besleyici olmasından. Romanlar, okurlar için yazılır. Giderek, artık yazardan ziyade okura ait olurlar. Metin ile okur arasına girmemek gerektiğini düşünüyorum. Yani okuyucu “Yazar ne demek istemiş?” diye sormamalı. Yazarı unutmalı. Metni ılık süt gibi içmeli.

Romanı bitirince “Hayat Menteş romanlarındaki gibi olsa ne olurdu” diye düşündüm… Sana sorsam bu soruyu?

İnsan, kendi hakkında bazı şeyleri ancak başkasından öğrenebilir. Bana sorarsanız, hayat benim romanlarımdaki gibi zaten. En azından bir ölçüde öyle.

RUHİ MÜCERRET 
Murat Menteş
April Yayınları
2013, 320 sayfa


*

Dublörün Dilemması ve Korkma Ben Varım'ın yazarı Murat Menteş'ten doludizgin bir roman daha!

Sıkı tutunun!

İstiklal Harbi'nin son gazisi, 100 yaşındaki millî kahraman RUHİ MÜCERRET; bir dünya starına nasıl dönüşüyor?
Zaten ecelin menzilindeyken, esrarengiz psikopat MASUM CİCİ'yi haklayabilecek mi?
Mabet filozofu AVNİ VAV'dan daha neler öğrenecek?
NAZLI HİLAL'e, 70 yaş farka rağmen nasıl açılacak?
Ve son nefesinde kelime-i şahadet getirebilecek mi?
Bir gözü mavi, diğeri kahverengi avare CİVAN KAZANOVA; elden düşme ruhunu, şeytana neden satıyor?
Depremde yitirdiği SERPİL SİLAHLIPERİ'yi unutmayıp da ne yapacak?
Marifetli afet FUJER FUJİ'den kaçarken neye yakalanacak?
Kan kanseri yeğeni OZAN'ı hangi parayla tedavi ettirecek?
Alınyazısındaki boşlukları neyle dolduracak?
İntiharın eşiğinde tetikte beklerken, kimvurduya mı gidecek?
Ziyadesiyle kahkaha ve bir nebze gözyaşı içeren bu serüvende
trenler gemilere çarpıyor.
İstiklal Savaşı, 85 yıl sonra devam ediyor.
Şakaklar matkapla deliniyor.
Uçaklar düşüyor.
Kaybedenler şampiyon oluyor.
Ölüler diriliyor.
Serseri kurşunlar uçuşuyor.
Ve reklamlar, müşterileri ele geçiriyor!

"100 yaşından küçükseniz, bu romanı mutlaka okuyun!"
Emrah Serbes




Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9