"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

20 Şubat 2012 Pazartesi

YÜK-YUSUF ATILGAN

Göç zamanı deniz kıyısında toplandık. Son gelenlerdendik biz, neredeyse akşam oluyordu; kıyı göz alabildiğine kalabalıktı. Bizlerden başka sürüyle kırlangıçlar da vardı. Havalanma işareti ertesi sabah verilir sanıyordum. (Aslında işaret falan değildir bu. Bildim bileli güneyden kuzeye, kuzeyden güneye yılda iki kez bu büyük denizi aşarız; hiçbir sefer işaret verildiğini duymadım; sırası gelince birlikte havalanırız. Nasıl olur bu, bilemem... Anlaşılan bütün bunlar kimselerin bilmediği eski zamanlarda düzenlenmiş.)
Yeni eşimle yan yana yüksekçe bir kayaya tünedik. Pek yorgun değildim; birkaç yerde, su kıyılarında dinlenmiştik. Kuzeydeki köyden sabahleyin gün doğarken çıkmıştık; sağlığım yerindeydi, sevinçliydim. Bir yaştan sonra duymadığım bir kıpırtı vardı içimde; yeni bir yaşam, bir serüven kıpırtısı: Dört günlük eşimle güneye gidiyordum. Yolda ona alıkça bir gösterişe bile kalktım. Öğle sonu yoğun havadan yukarlara, güneşe doğru, başım dönünceye dek yükseldim; o baş dönmesiyle yükseklerde uçtum bir süre; tüylerim bedenimden ayrılıyor gibiydi; sonra kanatlarımı, bacaklarımı koyverdim, kendi yelimin uğultusuyla iniyordum, bir nokta gibiydi eşim, yaklaştı, büyüdü, hızla geçtim önünden, yeryüzüne doğru, toplanıp döndüm, yanına geldim. "Ne güzel!" dedi. Yüreğim çarpıyordu.
Kayanın üstünde yan yanaydık. Sol bacağımı indirip sağımı kaldırdım. Yedek yiyeceğimi azar azar ağzıma çıkarıp yemeye başladım. O da yiyordu. Yolculuğa boş kursakla çıkmak gerekirdi; yarım gün uçtuktan sonra minimini bir böcek bile taş gibi ağırlaşırdı. Bir kurbağa budu aldım gagamın ucuna, ona uzattım; nazlanmadan uzandı. Gözleri karaydı. Başını sağa çevirdi yavaşça. Güneş denize batıyordu.
"Sakın sönmesin?"
"Sönmez," dedim.
Sorması hoşuma gidiyordu. Öteki pek sormazdı. Becerikli bir dişiydi. Fırsat buldukça yakın yuvalardan çalı çırpı, paçavra aşırırdı. Yakalandı mı kıyasıya dövüşürdü. Kuzeydeki köyde bir cami üstünde sekiz yuvaydık ve her yerde olduğu gibi komşular arasında sürekli bir didişme vardı. Bu yüzden mi bağlıydık birbirimize? Bunca zaman bozulan yuvalarımızı birlikte yaptık, yavrular büyüttük, uçurduk. Sevişirdik. Zamanı geldiğinde her gün her gece sevişirdik. Ayaklarını sımsıkı basardı yere, kuyruğunu kaldırır, bırakırda kendini, boynunu öper ısırırdım, uzun uzun, bağıra bağıra yapardık bu işi.
Sekiz gün önce kayboldu. Akşamüstü yuvaya döndüğümde yoktu; durgun gecede kulağım bir kanat sesinde bekledim; arasıra çağırıyordum. Komşulardan biri, "Yeter!" diye bağırdı. Doğruydu. Ertesi gün ovada aradım, ama üzgün değildim; bir rahatlık duyuyordum; yalnızlığın, sorumsuzluğun rahatlığı. Bir de arasıra gelen bir korku, komşular, "Niye bir eş aramaz bu," der gibi baktıkça. Geleneklerimiz sağlamdır. Bir gün köyün alt başında yalnız kalmış bir dişi olduğunu söylediler. Tek katlı bir evin bacası dibinde bir yuvadaydı. Az öteye kondum. Bakıştık. "Nasıl da gençsin," dedim. "Evet." "Bir dengini bulman gerek."
"Hayır. Burada mı kalacağız?" "Olmaz," dedim. Uçup yuvama döndüm. Az sonra o geldi caminin üstüne. İnce, güzel; ağır ağır yürüyordu bana doğru. "Dur! Güneyde bir dengini bulursun yakında. Yaşlanıyorum ben artık." "Biliyorum." Yanıma geldi. "Burada mı kalacağız?" Akşamüstü onun yuvasına gittik. Kalabalık istemiyordum.
Sabah gün doğarken çıktık ordan. Yarın...
Uyandığımda hava ağarıyordu. Yakından, uzaktan ötekilerin sesleri geliyordu. Kanatlarımı açıp gerindim. O da uyandı. "İyi misin?" "Evet. Ya sen?" İyiydim. Az sonra hava iyice ağardı. Birden bir sessizlik oldu. Başımızı yukarı kaldırdık, bekledik. İşaret verildi (mi). Uzaktan o bildik hışırtı duyuldu; kanat sesleriydi. Havalandık ve deniz üstünde akşama dek sürecek uzun yolculuk başladı. Yeterince yükseldikten sonra güneye yöneldik. Telaşsız, çabasız, tekdüze uçulurdu. Denize bakmamak, özellikle denize inmemek gerektiğini bilirdik, ama denize inmek zorunda kalsak ne olacağını bilmezdik. Etimizle bilirdik bunu.
Sıcaktı. Öğleye doğru belime ağır bir şey kondu. Gözucuyla baktım; bir kırlangıçtı.
"Hayrola?" dedim.
"Hayırlar. Birlikte geçeceğiz karşıya."
"Olur yüzsüzlük değil," dedim öfkeyle. "Şimdiye dek görülmemiş bir şey. Bu yolculuk tek başına yapılır."
"Öyleydi. Her yıl binlerce alık kırlangıç güç bela aşar bu denizi de böyle bir kolaylık kimsenin aklından geçmez. Bunu ilk düşünen benim. Sıcağın etkisiyle olacak, az önce geldi aklıma."
Kızmadan bir kurtuluş yolu düşünmem gerekti. Eşimden bile bir yardım bekleyemezdim. Uçarken başımı geriye çeviremezdim. Uzun süre uçtum. Yoruluyordum. Birden ters dönüp silkindim. Tırnaklarını etime geçirdi.
"Bana bak kocakafalı, beni düşürsen bile gelip yine konacağım sırtına. Boşuna yorma kendini," dedi.
Doğruydu. Güneş batıya devrilmişti ama sevinemiyordum. Bir daha denedim.
"Çok ağırsın. Kıyıya değin taşıyamam seni, birlikte düşeceğiz."
"Bana göre hava hoş; sen düşersen gider bir başkasının sırtına konarım. Bak, sizinkilerden biri daha düştü."
Kurtuluş yoktu. Binlerce soydaşım arasından niye beni seçmişti bilmiyordum; ama seçildiğim belliydi; ben taşıyacaktım bu yükü. Konuştukça daha ağırlaşıyordu sanki. Yuvalarını, eşlerini anlatıyordu.
"Sizinkiler boyuna düşüyor."
Kötü olduğunu bile bile ağzımı açtım. Güçlükle soluyordum. Boğazım yanıyor. (Kurtuluş inmekte mi? Hayır, düşersem bilmeden düşeyim.) Eşim sağ ilerimdeydi; gittikçe yabancılaşıyordu. Kendi kanatlarım bile. Güneş bir kavak boyu kalmıştı denize. "Boyuna düşüyorlar." Birden karayı gördüm. Bağırdım. Başkaları da bağıröı. Telaşla uçuyordum. Kara yaklaşıyordu. Yaklaştı. Kumsala yüzlercesi inmişti benden önce, sere serpe. Sırtımdaki yaratığı duymuyordum artık. Kanatlarımı, bacaklarımı koyverdim; aralarındaki bir boşluğa indim, tökezledim. Doğruldum, ağzımdan kumlar dökülüyordu, bacaklarım bitkindi. (Duramayacak mıyım? Olmaz bu olamaz; düşmemem gerek, ayakta kalmam gerek.)

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9