"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

7 Kasım 2012 Çarşamba

DUBLORÜN DİLEMMASI-MURAT MENTEŞ


Yüzler ve maskeler

'Dublörün Dilemması', yabancılaşmış bireylerin, suflörlüğünü ABD'nin yaptığı ülkelerin sürdürdükleri uluslararası ilişkilerin bir metaforu olarak okunabilir

22/04/2005

A. ÖMER TÜRKEŞ

DUBLORÜN DİLEMMASI

Murat Menteş, İletişim Yayınları, 2005, 263 sayfa

'Kanın gövdeyi götürdüğü' bir çatışma sahneyle açılan ilk romanı Dublörün Dilemması'nda, öğrenci gençlerden yeraltı dünyasının ürkütücü tiplerine, istihbarat servislerinin tuhaf elemanlarından iş aleminin mutsuz patronlarına kadar genişleyen şahıslar kadrosuyla rastlantılar üzerine kurulu absürd ve neşeli bir hikâye anlatıyor Murat Menteş. Aslında 'bir hikâye' demek haksızlık olur, ana hikâye içerisinde öylesine çok yan hikâye var ki, bütün hepsini kısa bir eleştiri yazısında özetlemek, özete neresinden başlanması gerektiğine karar vermek biraz zor.

Bu durumda, en iyisi roman kahramanını tanıtarak başlamak: Nuh Tufan, "vampirler gibi gün ışığına duyarlı, gözleri yüzünde bir çift örümcek gibi yan yana duran, uçuk pembe ciltli, tüyleri-saçları bembeyaz" bir genç. Fiziksel özellikleri gibi kaderi de talihsiz; anne ve babasını hiç tanımamış, yetimhanede büyümüş, lise yıllarını hiperaktif bir öğrenci olarak tamamlamış, şu sıralarda konservatuvarın üçüncü sınıfında okuyor ve aldığı bursların yardımıyla kıt kanaat geçinmeye çalışıyor.

Zamane gençleri
Ne var ki kötü kaderine karşı direnmesini biliyor kahramanımız. Kızlara karşı olduğu kadar, para kazanmak konusunda da girişken. Mesela Şant-Ajans'ı kurmuş bir vakitler. Büyük bir gazetenin iş dünyası ilavesine verdiği "Sayın yetkili; rakibinizin canından bezmesini istiyor musunuz?" ilânına ilgisiz kalmayan yerli malı meyve suyu üreticisi Meyvendetta firmasıyla anlaşmış, Meyvertigo meyve suları aleyhine söylentiler yaymaya başlamış. Konservatuvar eğitimin katkılarıyla vapurlarda, metrolarda, otobüs duraklarında, sinema kuyruklarında, alışveriş merkezlerinde Meyvertigo'nun kurtlanmış meyvelerden üretildiği senaryosu üzerine kurulu piyesler sahnelemelerinden sadece bir hafta sonra, Meyvertigo'nun kurtları, berberlerin, taksi şoförlerinin, ayakkabı boyacılarının, ev kadınlarının, öğrencilerin, banka önlerinde maaş kuyruğuna giren emeklilerin, devlet dairelerindeki memurların, kısacası tüm Türkiye'nin diline düşüvermiş. Yani aldığı parayı fazlasıyla hak etmiş kahramanımız!..

Ancak kendisine göre bir ahlâkı olan Nuh Tufan, bu yaratıcı işi sürdürmüyor; yeni projeler peşinde o. Projelerden -sınıf arkadaşı Baretta'nın tezgâhladığı - ilki pek yaratıcı sayılmaz. Gençler, yaşlı komşuları Prof. Umur Samaz Bey'in köpeğini kaçırıp fidye talebinde bulunuyorlar. Umur Samaz'ın parayı taksit taksit ödemek suretiyle köpeği geri alma zamanını sanki isteyerek geciktirdiği ve fidyecileri köpek bakıcısına çevirdiği bu masumane ve neşeli korsanlık girişimi, köpek, bir gece vakti firar edip sahibinin kucağına atladığında ortaya çıkan bir otomobilden açılan ateşle kâbusa dönüşecektir. Umur Samaz Bey ve köpeği, geride, katillerin kim olduğu sorusunu bırakarak yere serilmişlerdir. 

Maskeleri indirin!
Nuh Tufan'ın dahil olduğu ikinci proje daha ilginç; bu kez liseden sınıf arkadaşı İbrahim Kurban'la birlikteler. Kurban, dermatolojinin ve estetik cerrahinin buluşlarından faydalanmış, yapay deri ve peruklar kullanmış, herhangi birinin önden ve yandan çekilmiş iki resmini yüklediği bir bilgisayar programı sayesinde o kişinin üç boyutlu bir maskesini yaratmayı başarmıştır. Nuh Tufan'a düşen görev ise kendilerini kiralayan kişinin maskesini giyip, onu bulunmaktan hoşlanmadığı ama mutlaka da görünmesi gereken yerlerde temsil etmektir. Ne var ki, işler yine umdukları gibi gitmeyecek, ilk müşterileri ünlü çocuk bezi fabrikatörü Ferruh Ferman, yeraltı dünyasının acımasız 'baba'sı Rıza Silahlıpoda'nın kayınçosu -ve tam da bu nedenle baş düşmanı- olduğu için kahramanlarımızın başı bir kez daha derde girecektir. Üstelik Umur Samaz'ın öldürülmesinin arkasındaki isim de Rıza Silahlıpoda'dır, işin içine Gizli Servis elemanları da katılmıştır ve kimin kimin yerine geçtiği belirsizdir. Hikâyenin sonuna gelindiğinde romanın başındaki kanlı sahneye bir kez daha dönülecek ve bütün maskeler indirilecektir... 

'Sanal' mı, hakikat mi?
Nuh Tufan, arkadaşları İbrahim Kurban ve Baretta, Gizli Servis'in özel danışmanı, terör örgütlerinin kuruluş ve gelişme süreçleri, uluslararası eylemlerin parametreleri, sosyolojik dehşet potansiyeli, devletlerin illegal yapıları üzerine ihtisas sahibi Prof. Dr. Umur Samaz, onun gırtlağına kadar alıcı-vericilerle donattığı kamera gözlü köpeği, ölümüyle yarım kalan 'Bir Köpeğin Gözünden Terörist Portreleri' çalışmasını tamamlamak isteyen profesörün vefakâr öğrencisi ajan Habib Hobo, yine gizli servis mensubu Bayan Pembe Panter, Sicilya mafyasının en acayip üyesi Pippo Zaza, Al Capone'un
-işlerini tatlı dil ve tabancayla gören- Türkiye temsilcisi Rıza Silahlıpoda, kızkardeşi Roza, Roza'nın zorla evlendiği eski arkeolog yeni iş adamı Ferruf Ferman, Ferman'ın sevgilisi ve Nuh'un büyük aşkı Dilara Dilemma...

İşte bütün bu alışılmadık roman kişileriyle, akla hayale gelmeyecek olaylarıyla, olmadık rastlantılarıyla, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı ve bütün kişi adlarının simgesel anlamlar barındırdığı Dublörün Dilemması, hiç şüphe yok ki romanımızda az sayıda örneğini okuduğumuz 'absürd/saçma' romanlardan bir tanesi.
Hazır yeri gelmişken bu tür arasında değerlendirebileceğimiz Armağan Tekdöner'in 1999-2001 yılları arasında yayımlanan Çırak, Dans Yarışması, Tahsin Bey Ekvator'da ve Ceza Kuşağı, Alper Canıgüz'ün Tatlı Rüyalar (2000), İlhami Algör'ün Albayım Beni Nezahat İle Evlendir (2000), Ümit Ünal'ın Kuyruk (2001), İzzeddin Çalışlar'ın Tan İzi Ya (2002), Erol Hızarcı'nın Kadın Tamircisi (2003) ve Reşat Çalışlar'ın Beni Kalbimden Vuranlar Var Ya (2005) romanlarını anmadan geçmeyelim. 

Birbirine karışan 'iz'ler
Paranoyak komplo teorileri üzerine kurgulanan Dublörün Dilemması'nda herkes öylesine maskeli, herkes öylesine yer değiştiriyor ki, kimin kim olduğu birbirine karışmış. Türlü rastlantıyla ilerleyen bu absürd hikâyedeki rastlantı gibi görünenlerin aslında birileri tarafından üst belirlenmiş olması, absürd olanın romandan değil yeni dünya düzeninden kaynaklandığı hatırlatıyor. Yani herkesin birilerine dublörlük yaptığı Dublörün Dilemması, iktidardakilerin artan gücü karşısında şaşkına dönmüş, yabancılaşmış bireylerin ya da genişletilmiş hâliyle, suflörlüğünü ABD'nin yaptığı ülkelerin sanki kendi iradeleriyle davranıyormuş gibi sürdürdükleri uluslarası ilişkilerin bir metaforu olarak da okunabilir.
Ancak böyle bir okumayı yapabilmek için metne söylemediklerini de söyletmek, yorumumuzu belki biraz abartmak, daha doğrusu romanı bir bağlam içerisinde okumak gerekli. Çünkü edebi de olsalar çoğu metinde anlamın işleyişini yöneten tarihsel toplumsal koşullardır ki, herhangi belirli bir zamanda, belirli bir coğrafyada dillendirilen bir sözcük, bir kavram, bir olay ya da canlandırılan bir insan tipi, başka koşullar altında barındıracağından farklı anlamlar taşır.

Dublörün Dilemması'nın anlam dünyasını anlamak için de, yazarının önceki çalışmalarına, yazılarını topladığı iki kitabına göz atmak zorundayız: Kaosa Mütevazı Bir Katkı (2001) ve Aynalı Barikatlar'da (2003) medyanın hayatımıza yaptığı yıkıcı etkilerini, terörün gündelik hayata nasıl sindiğini, makyajla, taklitle, sahteliklerle, casusluk müessesesiyle, Hollywood sinemasıyla sanallaşan hayatı, okuyucuyu güldüren ironik hikâyelerle canlandırmıştı Murat Menteş.
Bu kitaplarındaki terör, sahtelik, Hollywood sinemasının yarattığı sanal gerçeklik gibi meseleler, görüldüğü gibi romanda da baş köşeye oturuyor. Ama onlara asıl gücünü veren, tıpkı kitaplarındaki gibi ironik hikâyelerle dile getirilmeleri. Gerçekten de yerli yerinde kullanıldığı zaman gülmece en etkili eleştiri biçimidir. Bakhtin'in sözleriyle; "Olmaması durumunda dünyaya gerçekçi bir biçimde yaklaşmanın olanaksız olacağı korkusuzluk önkoşulunun gerçekleştirilmesinde yaşamsal bir etkendir gülme." Bir konuyu samimi bir temas nesnesine dönüştürüp, böylece bu nesnenin tamamen serbestce incelenmesine zemin hazırlayarak bir nesnenin, bilinmeyen bir dünyanın karşısında duyulan korku ve saygının kökünü kazır.

Gülmece aracılığıyla şiddete, hayatımızı yönlendiren derinlerdeki güçlere, kendi hayatımıza sahip olamayaşımıza ve bir bilgisayar simülasyonuna dönüşen toplumsal hayata, gerçekliğin sanallaşmasına temas etmeyi amaçlamış Murat Menteş. Ancak hikâye öylesine öne çıkmış ve öylesine hızlı akıyor, bir cümbüş öylesine öne çıkıyor ki, söz konusu meseleler silikleşiveriyorlar; az önce vurguladığım gibi, okuyucuya boşlukları doldurmak konusunda çok fazla iş düşüyor. Okuyucu, bu işi üstelenmeyip yazarın akıcı bir dille anlattığı tuhaf olaylarla hoşça vakit geçirmeyi seçerse eğer, Dublörün Dilemması'nın bir 'soap opera'ya dönme tehlikesi var. 

Dublörün Daniskası
Dışarıda hava Mikail'i bile terletecek kadar sıcaktı. Buram buram fiyasko kokan işimize başladık. İbrahim Kurban'la birlikte, Ferruh Ferman'ın, iklimi elektronik olarak ayarlanan malikânesindeyiz. Ferruh Ferman yine içeriye tazı gibi dalıyor ve ellerini açmış, sırıtarak bize koşuyor. "Ho-Ho Hoh-Hoşgeldiniz!"
"Hoşbulduk" diyorum. İbrahim Kurban mırlıyor. Zengin arkadaşım, Ferruh Ferman'ın yapmacık coşkusundan hiç etkilenmiyor. Ben niye öyle değilim? Gülenle gülüyor, ağlayanla ağlıyorum? Şimdi somurtsam, bu defa İbrahim Kurban'a uymuş olacağım... Buldum... Ben altın kalpli bir serseriyim. Tabii ya. Başka ne olacaktım? Yoldan çıkmış bir derviş; 'jamais vu'ya (Jamais vu: Sık sık yaşadığı bir şeyi ilk defa yaşıyormuş duygusuna kapılmak) tutulmuş bir profesyonal, bonkörce iletişimsel avanslar veren bir tevazu amelesi; karizmasını istikrarlı bir diğerkamlıkla örtbas ederek tayin edici pasifliğe varan bir mistiğim...
Ferruh Ferman bize, dili döndüğüğünce, neden bir dublöre ihtiyaç duyduğunu anlattı: Cenaze törenlerinde çok sıkılıyordu ve geniş mi geniş çevresinde zırt pırt birileri ölüyordu. Düğünlerde bunalıyor, midesine kramplar giriyordu. Huzurevindeki annesini özlese de, görmeye dayanamıyordu. Timarhanedeki kız kardeşinin her görüşmede kriz geçirerek sağa sola saldırmasından ötürü acı duyuyordu.
Kitaptan
*
Murat Menteş, okumacı, tartışmacı, kavgacı, yani kışkırtıcı bir yazar arkadaşım. Onunla çekişirken çiçek açarsınız. Yazarlık macerasını ben de merakla izliyorum. Peşinen söyleyeyim, fiktif, tümden hayal ürünü metinler sevmem, fakat Murat Menteş’in birbiri peşi sıra kurduğu cümlelerin gücü, benim kendimce şikayetimi kuruntuya dönüştürdü. Ben, Murat’ın yaşındayken kelimelerle kasap gibi boğuşuyordum; Murat aksine, kelimeleri kırbaçlayıp cümleler içinde düzene sokuyor ve bunu pek mahirce başarıyor. Bu yüzden Dublörün Dilemması çok canlı, renkli, inceden felsefi çığlıklarla bezeli bir kitap ve hızla yaklaşan bir yazarı işaretliyor... Böyledir, edebiyat kavgayla başlar huzurla sona erer derler; gerçi ben görmedim, hayırlısı Murat için olsun!..
Nihat Genç

Çok acayip. Çok tuhaf. Müthiş!.. Böyle bir kitabın yazıldığına inanamıyorum. Okuyun, siz de inanamayacaksınız!
Hakan Albayrak

Dublörün Dilemması ilginç, heyecanlı, eğlenceli, derinlikli...
bir roman. Ama galiba en önemli özelliği, bize sözcüklerin gücünü hatırlatması. Hiperaktif bir zekanın ürünü, bu baş döndürücü macerayı okumak büyük keyif! Ben sevdim eller alsın.
Alper Canıgüz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9