Akşam yemeği sonrasında, oturma odasında, tombul ve nazik ev
sahibesi bayan Charman, ufaktefek arkadaşı bayan Loring’in yanındaki koltuğa
oturmuştu ve bir şey sordu.
“ Bay Tymperley’i nasıl buldun?”
“Çok hoş ama biraz tuhaf”
“Ah, tuhaf mı! Oldukça ilginç, aşağı inmeden önce sana ondan
söz edecektim ama vakit yoktu. Bizim çok eski dostumuzdur, kocamla aynı
okuldaydılar- Harroivan. Çok tatlı, çok sevecen bir karakteri vardır! Korkarım
bu dünya için fazla iyi biri; her şeyi çok ciddiye alır. Kocamın cenazesinde
nasıl üzülmüştü hiç unutamam. Bayan Loring’e bay Tymperley’i anlatıyordum Ada.”
Seslendiği kızıydı. Evli, çok genç bir kadındı ve annesinin
güzel yüzünü almıştı, zekanın da ötesinde daha üstün birinin sükunetini
yansıtıyordu.
Bayan Weare, “ maalesef ben onu o kadar hoş bulmuyorum” diye
cevap verdi.
Bayan Loring’e “ çok renksiz biri, ve yaşamı…ama söylemem
lazım” dedi. “ durumu iyi olan bir bekar ama inanabiliyor musunuz, Londra’nın
berbat yerlerinden birinde tek başına oturuyor, neresiydi orası Ada?”
“ Islington’un fakir bir yerinde”
“Evet ya, orada oturuyor ve korkarım felaket bir evde. Son
derece sağlıksız bir yer olmalı.
Sadece yoksul insanlara yakın olmak ve onlara yardım
edebilmek için. Pek asilane değil mi? Tüm ömrünü bu işe vermiş görünüyor. Ona
başka bir yerde rastlamak imkansız, sanırım ona bir tek bizim evde
rastlayabilirsiniz. Asil bir hayat! Bundan asla söz etmez.
Eminim, akşam yemeğindeki konuşmasından asla böyle bir
şeyden şüphelenmezdin. Değil mi?
Şaşıran bayan Loring “ bir an bile” diye cevap verdi. “Fazla
dedikoducu değil, ençok ilgilendiği konuların politika ve oymacılık olduğunu
öğrendim”
Bayan Weare güldü. “ Ah, bu adam! Küçük bir kızken, kıl
testeresiyle bana bir sürü güzel şey yapardı. Berkshire’de bizimkinin yanında
küçük, güzel bir evi vardı. O evi kocamın ölümünden duyduğu üzüntü yüzünden
terk ettiğini düşünmeden edemiyorum. Bay Charman’a o kadar bağlıydı ki! Kocam
ölüp de, biz Berkshire’yi terk edince, bir, iki yıl onu gözden kaybettik. Sonra
tesadüfen Londra’da rastladım. Ada onun duygusal bir derdinin olduğunu
düşünüyor.
Kızı “Anneciğim, bunu söyleyen ben değildim, sendin” diyerek
lafa girdi.
“Öyle miydi? Galiba öyleydi. İnsan bu adamın bir derdinin
olduğunu düşünmeden edemiyor. Belki de sadece hayatını adadığı yoksulların
kederidir. Harika bir adam!”
Salonun kapısında erkek sesleri duyulduğunda, bayan Loring,
eksantrik beyefendiye merakla baktı. İçeri en son o girmişti. Boyu ortadan
biraz daha uzundu fakat omuzları düşüktü, zayıftı, adımları kararsızdı,
yakışıklı değildi, utangaçtı, soluk gri gözlerinin bakışları çok yumuşak ama
ürkekti, kaşları asabi biçimde çatılmıştı, dudaklarında da belli belirsiz bir
gülümseme vardı. saçları seyrelmiş ve beyazlamaya başlamıştı ama bıyıkları
gürdü ve daha keskin hatlı bir yüzde daha iyi dururdu. Odada yürürken ya da yan
yan giderken, ellerini gülünç bir şekilde açıp, kapatıyordu. Kesinlikle
kılıksızlık değil ama bir pırıltısızlık, cilasızlık onu diğer erkeklerden
ayırıyordu. Yakından bakınca siyah takımının modasının geçmiş olduğunu
görülebilirdi, kumaşında bir kusur yoktu ama hiç mücevher takmıyordu, siyah
yaka düğmesi ve kol manşetleri de aynı sadelikteydi.
Bir köşeye gitti ve tek başına oturdu, Bayan Weare yanındaki
koltuğa oturmasa, huzur içinde oturacak gibiydi.
“ Bay Tymperley, Ağustos boyunca şehirde kalmayacağınızı
umuyorum?”
“ Hayır, sanmıyorum, hayır”
“ Fakat kararsız gibisiniz, kesinlikle bir değişikliğe
ihtiyacınız olduğunu söylersem beni affedin, tam olarak emin değil gibisiniz,
şey, sizi bizimle Lucerne’ye gelmeniz için ikna edemez miyim? Eşim sizinle
Avrupa’nın durumunu konuşmaktan çok memnun kalırdı, onbeş günlüğüne gelin,
hadi!”
"Sevgili bayan Weare, çok naziksiniz, çok müteşekkir oldum, bu dostane düşünceliliğiniz için duygularımı nasıl ifade edebileceğimi bilemiyorum, sağolun fakat gerçek şu ki, kısmen diğer dostlarımla sözlü sayılırım yani pratik olarak gerçekten öyle diyebilirim evet gerçekten öyle.."
"Sevgili bayan Weare, çok naziksiniz, çok müteşekkir oldum, bu dostane düşünceliliğiniz için duygularımı nasıl ifade edebileceğimi bilemiyorum, sağolun fakat gerçek şu ki, kısmen diğer dostlarımla sözlü sayılırım yani pratik olarak gerçekten öyle diyebilirim evet gerçekten öyle.."
Adam, ince, flüt gibi bir sesle, biraz rahiplere benzer
şekilde konuşuyordu, utangaç bir tavırla o sözcükten diğerine gidip
gelirkenki gülümsemesiyse neredeyse ağlamaklıydı. Ve zayıf, kemikli ellerinin
eklemleri sıkmaktan bembeyaz olmuştu.
“Şeyy, madem ki gidiyorsunuz, bu
vazifeşinaslılığınızın fazla ileri gideceğinden korkuyorum, biliyorsunuz
hastalanırsanız kimseye faydanız olmaz.”
“Ha, ha ha, kesinlikle öyle, sizi temin ederim ki, bu
gerçeğin farkındayım, sağlık en birinci önceliğimdir, bozulmuş bir sıhhatten
başka insanın faydalı oluşunu mahveden bir şey yoktur..kesinlikle, kesinlikle”
“ Bu ilginizin üzerindeki baskı da sağlıksız bir atmosferin
yanı sıra bu da insanın sağlığını bozar”
“ Fakat sevgili bayan Weare, Islington sağlıksız bir yer
değil, inanın bana havası şurup gibi, çok yüksekteyiz unutmayın, evlerden ve
fabrikaların bacalarından çıkan zararlı dumanları bir dereceye kadar
azaltabilsek. Ah, sizi temin ederim ki, Islington çok sağlıklı bir yerdir.”
Akşamın sona ermesinden önce biraz müzik dinlediler ki, bay
Tymperley’nin bundan çok hoşlandığı belliydi. Başını arkaya atıp, gözünü
yukarılara dikmişti, müzik bittikten birkaç saniye sonra bile böyle mest olmuş
bir halde kaldı ve sonunda için çekerek kendini toparladı.
Giderken, üzerine mevsime göre fazla kalın bir pardesü ve
ayaklarına deri ayakkaplarını giydi. Tepesi yüksek olan şapkası sıkıyor
gibiydi, berbat katlanmış şemsiyesini de kaptı ve sanki yakındaki istasyona
gidiyormuş gibi canlı bir yürüyüşe koyuldu. Fakat ne trene, ne de otobüse
binecekti, güzel gecede yürüyüşe alışkın biri gibi yürüdü, yürüdü. Notting Hill
Gate’den, Marble Arch’a, Marble Arch’tan da New Oxford caddesine kadar yürüdü,
oradan Theobald sokağından Pentonville ve yukarıya, daha yukarıya, sağlıklı
mahallesinin olduğu tepeye gitti. Geceyarısından epey sonra, ay ışığında
davetkar olmasa da eliyüzü düzgün dar bir patikaya saptı, anahtarıyla zamk
kokan küçük bir eve girdi, cebinde bulduğu bir mumu yaktı ve iki merdiven
yukarı çıkıp, anca iki buçuk metre kadar olan yatak odasına girdi, birkaç
dakika sonra uyudu.
Bay Tymperley, saat sekizde uyandı- çevredeki çan sesinden
saati biliyordu- sinirli sinirli giyindi. Kapıyı açınca çokaz bir şeyin olduğu
kahvaltı tepsisini gördü. Biraz süt, ekmek ve tereyağı. Saat dokuzda alt kata
indi, kibarca salonun kapısını vurdu ve ahenksiz bir ses içeri buyur etti,
odada yaşlıca bir adam ve bir kız vardı. Ciltçilik işiyle ilgili
konuşuyorlardı.
Başını eğen bay Tymperley, “Günaydın bayan Suggs, hava
güneşli! Pırıl pırıl! İnsanı nasıl da keyiflendiriyor!”
Adam, buz gibi soğuk bir sabahta herkesin yaptığı gibi
ellerini ovuşturarak, durdu. Ciltçi, başıyla adamı selamladı ve beyefendiye
hemen bir görev verdi, o da şevkle bunu yapmaya koyuldu. Adam ciltçilik
sanatının abc’sini öğreniyordu. Gün boyunca sabırla ve doğal bir yetenekle
çalışıp durdu.
Berkshire’lı bir beyefendi olan, bir zamanlar yatırımlarının
meyvesi olan konforlu ama mütevazi asalete sahip bir yerde oturan Bay
Tymperley’nin bu zamana kadar başından şunlar geçmişti: Harrow’da okumuş,
Cambridge’den mezun olmuş, profesör olmayı düşünürken, profesörlük için çok geç
olduğunu fark etmişti. Bu zahmete gerek olmadığından, zengin ve güçlü dostu bay
Charman’ın çiftliğinin yakınında sakin, huzurlu bir hayatta karar kıldı. Yıllar
yavaş yavaş akıp gitti, birkaç kez evlenmeyi aklından geçirdi fakat
çekingenliği yüzünden ilk adımı atamadı ve sonunda müzmin bir bekar olarak
doğmuş olduğuna hükmetti ve bu haliyle yetindi. Onu kışkırtan başka
çılgınlıkları da yapmıştı! Kötü bir anında, şirket hisselerinden,
spekülasyonlardan, parlak yüzdelerden sözeden bay Charman’a kulak vermişti. Bay
Tymperley bunu kendisi için istemiyordu, yeterince varlıklıydı fakat başarısız
bir taşra avukatıyla evli ve altı çocuklu kız kardeşini düşünüyordu.
Romanlardaki gibi zengin dayılarının onların hayata atılmalarına yardımcı
olmasından memnunluk duyacaktı. Bay Charman’a gözü kapalı güveniyordu ve bunun
sonucunda bir sabah kendisini iflasın eşiğinde titrerken buldu.
Bay Charman’ın kendisinden başka kimse durumu bilmiyordu ve
adam hastalanıp öldü. Bay Charman’ın arkadaşına göre tam bir felaket olan durum
malikanedekiler fazla etkilenmemişti. Ve Bay Tymperley adamın dul eşine tek
kelime bile etmedi. Sessizce işleri tasfiye eden avukattan ve dayılarının
yardımı olmadan yaşayacak çocuklar ve kız kardeşinden başka kimseyle konuşmadı.
Bay Charman’ın ölümünden sonra dostane komşuları da yok olunca, adam sessizce
ortadan kayboldu.
Fakir beyefendi o zamanlarda kırkına yaklaşmıştı. Harcamaya
cesaret edemediği bir sermayesi kalmıştı. Yatırım yaptı, bir ırgatın, işçinin
zarzor geçineceği kadar parayla geçinmek canını sıkıyordu. Saklanabileceği ve
yaşabileceği tek yer Londra’ydı. Ve Londra’da adam kendine geldi. Çok az paraya
karnını doyurma sanatını hemen öğrenmedi. Başta açlıktan ve utançtan öyle
düşkünleşti ki, gururunu bir yana bırakıp, bir tanıdığından dolaylı yardım
istedi. Fakat, ancak Bay Tymperley’nin durumundaki bir adam güzel tavsiyelerin
ne kadar boş olduğunu ve sosyal konumun ne kadar aciz kaldığını bilebilirdi.
Eğer para isteseydi, hiç şüphesiz, teselli eden sözlerle birlikte bir çek
alabilirdi. Ama kendini asla o konuma getirmedi.
Tüm bu dönem boyunca elbette yapayalnız yaşadı. İnsan yoksul
sınıf içinde doğmadıysa, sefalet en büyük inziva sebebidir. Alıştığı şartları
kaybeden hassas bir adam yalnızlığa gömülür ve insanların kendisini ne kadar
çabuk unutmaya meyilli olduklarını şaşırarak öğrenir. Gönüllü veya zorunlu
olsun, Londra bekar, münzevi yaşayan bir erkek için vahşi bir yerdir.
Sokaklarda, parklarda gezerken veya para ödemek zorunda olmadığı müzelerde,
galerilerde vakit öldürürken, durumunu tanıyanlar oldu. Kendisininkilerle
karşılaşan kaçamak bakışları anlıyordu, zenginken fakir düşmüşe karşı duyulan
anlayış ve acıma dolu bakışları okuyabiliyordu, bu insanlar arasında hiç
karşılıklı konuşma geçmiyordu, adamlar konuşmak istiyorlardı ama gururları
engelliyordu, her biri kendi yalnız ve dostane olmayan yoluna devam ediyordu ta
ki, şansına dili dışarı sarkıp, yorgun kalbi dünyayı azarlarcasına çarpmaya
başlayıp kendisini bir hastanede veya darülacezede bulana kadar.
Bu durumdaki bir insan tuhaf bir şey öğreniyor. Şaşırtıcı
bir ekonomi öğrenir ve yaşamak için aslında ne kadar az paranın gerektiği
olduğunu keşfetmekten bir çeşit gurur duyar. Zengin olduğu zamanlarda Bay Tymperley,
“insan şu kadar, şu kadar parası olmazsa yaşayamaz” derdi. İnsanın günde birkaç
metelikle yaşayabildiğini öğrendi. Yiyecek şeylerin fiyatlarını öğrendi.
Beslenmenin diğer faydalarını anladı. Mecburen vejeteryan olup, sebze ağırlıklı
beslenmenin sağlığı için iyi olduğunu keşfetti ve etobur çoğunluğun
alışkanlıkları hakkında söylenip durdu. Mecburen alkolü de bıraktı ve bir
Yeşilay’cı oldu. Bunlar onu tatmin ediyordu. Şaşırtıcı bir şekilde, kaybettiği
güvenini yeniden kazandırıyordu.
Fakat bir gün tesadüfen, İngiliz bankasından üç aylığını
çekeceği gün, bir hanımefendi onu gördü ve tanıdı. Bu Bay Charman’ın dul
eşiydi.
“ Bay Tymperly, onca zamandır neredeydiniz? Neden sizden hiç
haber alamadım? Birisinin söylediği gibi yurt dışında yaşıyormuşsunuz, öyle mi?
“
Adam öyle şaşırdı ki, hanımefendinin söylediğini mekanik bir
şekilde tekrarladı. “yurdışı mı?”
Fakat Bayan Charman adamın cevap vermesine fırsat vermeden
devam etti. “Fakat niye bana mektup yazmadınız? Hiç nazik değilsiniz! Niye tek
kelime söylemeden gittiniz? Kız kardeşim bilmeden bir şekilde sizi
incitmiş olabileceğimizi söylüyor. Açıklar mısınız! Bir şey olmuş olmalı!”
“Sevgili Bayan Charman, kabahatli olan tek kişi benim. Ben –
açıklaması çok zor- çok ayrıntılar var, haksız davranışımı benim mizacım olarak
kabul etmenizi rica ediyorum. “
“Ah! O halde mutlaka gelip beni görmelisiniz. Ada’nın
evlendiğini biliyor musunuz? Evet ya, neredeyse bir yıl olacak. Sizi tekrar
görmekten çok memnun olur. Hep sizden söz ediyor, ne zaman akşam yemeğine
gelebilirsiniz? Yarın olur mu?”
“ Çok sevinirim, büyük bir zevkle geleceğim!”
“Sevindim”
Kadın adresini verdi ve ayrıldılar.
Şimdi, Bay Tymperley’in eski dünyasına geri dönme umudunu
tamamen yitirmediğinin kanıtı, takım elbisesini ve onu uygun markalı deri ayakkabılarını
bir köşede özenle saklamasından belliydi. Pek çok kez görünüşte gereksiz
diyerek bunları satmaya kalkışmıştı, bir değil birkaç kez, iyice dara
düştüğünde, giysilere birkaç şilin veren olmuştu fakat saygınlığının sembolü
olan bu şeylerden ayrılmak ümitsizlik olacaktı ki, bu yürekli Bay Tymperley’in
yabancı olduğu bir şeydi. Mücevherleri ve zincirli saati çoktan elden gitmişti.
Böyle incik boncuklar bir centilmenin şıklığı için çok da gerekli değildi.
Sağduyusu sayesinde Bayan Charman’la buluşabileceği için kendi kendisini tebrik
etti, bayan Charman mutlu olacaktı ama kendisi birazcık utanıyordu. Yeniden
sosyetenin içine gireceğinden kalbi heyecanla atıyordu. Hızla eve gitti, takım
elbisesini iyice gözden geçirdi ve hiç kusur bulmadı. Bir gömlek ve kravat da
almak gerekiyordu neyse ki, parası vardı. Ama durumun nasıl izah edecekti?
Nerede oturduğunu ve çektiği yoksulluğu itiraf etmeli miydi? Böyle yapması eski
dostlarının merhametini uyandıracaktı ki, bu fikir onu korkuttu ve caydırdı.
Bir beyefendi mümkün olduğunca böyle şeyleri açıklamazdı. O zaman ya ima
etmeli ya da bir şeyler uydurmalıydı. Tüm gerçeği söylerse Bayan Charman’ın
rahmetli eşi de kabahatli olacaktı buna dayanamazdı.
Ertesi akşam hala bu ikilem yüzünden endişe ediyordu. Bayan
Charman’ın evine vardığında hala bir karara varmamıştı. Salonda üç kişi onu
bekliyordu, ev sahibesi, kızı ve damadı. Bay ve Bayan Weare. Karşılanışındaki
samimiyet gözlerini yaşartacaktı, onca duygunun üstesinden gelmekten aklı
başından gitti. Oradan buradan konuştu ve sonuçta bir hikaye kurguladı ve az
sonra kendisi bile dehşete düşüren bu hikayeye dahil oldu.
Bu, nerede oturduğunu sordukları soruya verdiği doğal
cevapla geldi.
Budalaca gülümseyerek “Şu anda Islington’da küçük bir
sokakta tek odalı bir evdeyim”
Bunu ölümcül bir sessizlik izledi. Meraklı gözler
adama çevrilmişti. Bu gözlerin haricinde Bay Tymperley’in nasıl bir şey itiraf
ettiğini kim bilebilirdi?
“ Diyorum ki Bayan Charman, bir çılgınlığımı itiraf
edeceğim. Umarım sizi şoke etmem. Kısacası, tüm enerjimi hayır işlerine verdim.
Yoksulların arasında onlardan biri gibi yaşıyorum, başka türlü ne çektiklerini
öğrenemem.”
Ev sahibesi “Aa, ne asilane!” diye haykırdı.
Fakir beyefendinin vicdanı korkuç sızlıyordu. Daha fazla
konuşamadı. Adamın hassasiyetini gören dostları lafı değiştirdiler. Ne o zaman
ne de daha sonradan adamın söyledikleri hakkında şüphe etmek akıllarına bile
gelmedi. Bayan Charman adamı İngiliz bankasında işlerinin olduğunu görmüştü ki,
orası yoksullara göre bir yer değildi. Ve adama hep ilginç fikirleri ve tarzı
olan biri gözüyle baktılar. Böylece, Bay Tymperley, sadece failini üzecek
bir sahtekarlık, kolayca keşfedilmeyecek bir hile yapmış oldu.
O günden sonra neredeyse bir yıl geçti. Bay Tymperley
dostlarıyla altı kez filan görüştü, onlarla olması adamı son derece
sevindiriyor fakat hayatıyla ilgili en ufak bir ima onu kederlendiriyordu.
Yaptıklarını gizlemek gibi bir prensibinin olduğu sonucuna vardılar. Böylece,
beyaz yalanlarına nadiren yenilerini eklemek zorunda kaldı. Elbette asıl
yalanına pişman olmuştu çünkü zengin bir kadın olarak Bayan Charman, onun
asaletine uygun bir şekilde yaşamasına yardımcı olabilirdi. Böylece, zevk
alacağı bir iş olan ciltçiliğe başlamaya karar verdi. Birkaç ay bir
ciltçinin evinde kaldı, işinin ehli olduğu bir gün cesaretini topladı ve ev
sahibiyle anlaşma yaptı. Aylak gezdiği günlerden çok daha mutluydu, cebinde
birazcık parası olacak günleri sabırsızlıkla bekliyor ve aç yattığı gecelerden
korkmuyordu.
Bayan Weare’nin Lucerne daveti adamın içini
sızlatıyordu. Lucerne! Güzel bir tatilin keyfini çıkardığı günler geride
kalmıştı. Gezdiği güzel yerleri, rüya gibi manzaraları hatırladı, Londra
sokakları bu yerleri tamamen unutturmuş, uzaklaştırmıştı. Üç yıllık zor, sefil
hayatı önceki dingin, mutlu yıllardan daha uzun sürmüş gibiydi. Lucerne! Daha
çoşkulu bir adam olsaydı düşüncesi bile onu çıldırtırdı. Fakat Bay Tymperley,
bütün gün bunları kafaya taktı ve duygularını ya kendi kendine gülümseyerek ya
da iç çekerek gösterdi.
Bir önceki gün çok iyi yemek yediğinden, o gün her
zamankinden daha az yemek masrafı yapmaya karar verdi. Güzel havaya şükredip,
biraz yürüyüş yaptıktan sonra akşam saat sekizde, mütevazi alışveriş yapacağı,
alıştığı dükkana girdi, tezgahın arkasındaki şişman kadın adamı tanıdık şekilde
selamladı, bir başka müşteriye sırıttı. Bay Tymperley de adeti olduğu üzere
başıyla selam verdi.
“ Bir taze yumurta ve salata”
Kadın “ Bu gece sadece bir tane mi?” diye sordu.
Adam sanki lüks bir yemek salonundaymış gibi “teşekkür
ederim, sadece bir “ diye yanıtladı.”Taze yumurta derken, kelimenin tam
anlamıyla taze yumurta umduğumu söylersem kusura bakmazsınız sanırım. Sonuncusu
sanırım dikkatsiz biri tarafında şu kutuya tıkıştırılmıştı.
Şişman dükkancı “Bunlar her zamanki gibi, bizde böyle
yanlışlıklar olmaz” dedi.
“A, kusura bakmayın belki bana öyle geldi”
Yumurtayı ve kıvırcığı dikkatle yanındaki çantaya
yerleştirildi ve evine döndü. Yarım saat sonra yemeği bittikten sonra, alacakaranlıkta
sandalyeye oturarak kendini dinledi. Kapıda bir ayak sesi belirdi ve adama bir
mektup verildi. Bay Tymperley’e o kadar nadiren mektup geliyordu ki, zarfı
açarken eli titredi. Zarfı açınca gördüğü ilk şey bir çek oldu. Bu onu çok
heyecanlandırdı. Merakla katlanmış kağıdı açtı. Mektup Bayan Weare’den
geliyordu, şöyle yazmıştı:
“ SEVGİLİ BAY TYMPERLEY, geçen akşamki konuşmamızdan sonra,
sizi ve hayatınızı feda edişinizi düşünmeden edemedim. Bu fakir insanlarla
kendi aramdaki zıtlığa baktım, bu düşüncelerimin sonucu olarak, sizin bu güzel
işinize küçük bir katkıda bulunmak istedim. - - Güzel mutlu bir tatile çıkmanın
arifesinde bir tür teşekkür – Lütfen parayı ençok hak eden iki, üç kişiye
paylaştırın, eğer uygun görürseniz bir kişiye verin. Sizi Lucerne’de görmeyi
çok umut ediyoruz. En iyi dileklerimle.”
Çek 5 poundlıktı. Bay Tymperley çeki pencerenin yanında
tuttu ve baktı. Şu andaki standartlarına göre 5 pound çok büyük bir paraydı.
Bununla neler yapılabileceğini düşünmek! İki kez tamir gören çizmeleri daha
fazla dayanamazdı. Pantolonu berbat durumdaydı, şapkası Londra’ya üç yıl önce
geldiğindeki aynı şapkaydı. Gerçekten tepeden tırnağa yeni şeylere ihtiyacı
vardı ve Islington’da 5 pound tüm masrafları için çoktu bile! Ne zaman rahatça
harcayabileceği bu kadar parası olmuştu?
Derin derin iç geçirdi ve loş karanlıkta baktı.
Çek hamilineydi. Bay Tymperley hayatında ilk kez hamiline
bir çekin tahsil edecek olanın başına dert açacağını fark etti. Çeki nasıl
bozduracaktı? Ev sahibinin huysuz şüpheci biri olduğunu ve reddedeceğini
biliyordu, Bay Suggs vardı ama onun da parayı kendi cebine atıp atmayacağı
şüpheliydi, kimden yardım isteyebilirdi? Londra’da hiç kimsesi yoktu!
“Şey, yapacak ilk iş Bayan Weare’ye mektubun cevabını
yazmak.” Lambayı yaktı ve küçük masasına oturdu. Yazacak gücü bulana dek,
kalemini mürekkep hokkasına birkaç kez batırması gerekti.
“Sevgili Bayan Weare”
Sonra o kadar uzun bir ara verdi ki, neredeyse uyuyacaktı,
doğrulup tekrar işe koyuldu.
“ Çok nazik ve bonkör bağışınızı içten teşekkürlerimle
aldım. Para….”
(Tekrar bir süre öyle kaldı)
“ istediğiniz şekilde kullanılacak ve bu yardımı alan
kişiyle ilgili size ayrıntılı bilgi vereceğim.”
Kompozisyon yazmak asla ona bu kadar güç gelmemişti. Kendini
berbat bir şekilde ifa ettiğini düşünüyordu. Beyni durmuştu. Mektubu bitirene
dek bayağı fiziksel güç harcadı. Bitince, dışarı çıktı, tütüncü dükkanından pul
aldı ve zarfı postaya verdi.
Bay Tymperley o gece çok az uyudu. Yatağa uzanınca bu
yardımı paylaştırabileceği fakir insanları nerede bulacağını düşündü. Bayan
Weare’nin kasdettiği sınıftan kimselerden elbette bir tanıdığı yoktu. Bir
bakıma, çevresindeki tüm aileler yoksuldular. Fakat –kendisine şöyle sordu:
Yoksulluk bu insanlar için de aynı anlamı mı taşıyordu? Bu sokakta kendisiyle
kıyaslanınca kendisine yoksul deme hakkı olan ondan başka bir adam veya kadın
var mıydı? Yoksul sınıfın içinde yaşamak zorunda kalmış olan tahsilli bir adam
çok ilginç sonuçlara varıyordu. Bay Tymperley’in vardığı sonuçlardan bir tanesi
aklına takılmıştı; dışarıdakiler bu sınıfın ‘acısını’ kabul edilemez kriterle
kullanarak çok fazla abartıyorlardı. Oysa etrafında yaptıkları işten kanaatkar,
büyük bir cümbüş ve kaba bir duygusuzluk görüyordu. Kendisine öyle geliyordu
ki, bu sokakta yoksulluğun farkına varan ve acı çeken tek kişi kendisiydi.
Kabuslu pineklemeden sonra, beynini kemiren düşüncelere
kapıldı, geçmişi gözünde canlandı, lüks yaşamdan, kendine olan
saygısından ayrılmasını ve tüm bu sefaleti kime borçluydu? Bayan Weare’nin
babasına! Ve bu bakış açısıyla, beş dolarlık çek bir telaffi olarak düşünülemez
miydi? Kendi ihtiyaçları için kullanması doğru olmaz mıydı?
Başka bir uykuyla-uyanıklılık hali başka bir hayali gözüne
getirdi. Ya akıllı bir kadın olan Bayan Weare şüphelenirse veya kendisi
hakkındaki gerçeği öğrenirse ne olurdu? Ya parayı kendisi için kullandığını
gizlice öğrenirse?
Sabah erken saatlerde bu fikir pek cılız gözüktü, bir yandan
da Bayan Charman’ın kendisine borçlu olması düşüncesi kuvvetlendi. Çeki almak
amacıyla yatağından fırladı, yarım saat boyunca çek elinde öyle uzandı ve
kalkıp giyindi.
İşten sonra büyük mağazaların olduğu sokağa gitti, bir
ayakkabı mağazası gözünü aldı, uzun süre vitrine bakarken, cebindeki bir
İngiliz altınını evirip çeviriyordu, - kendisine destek olacak ödeme yapılana
kadar bu az bir para değildi -sonra eşikten içeri girdi.
Hiçbir zaman bir çift bot alırken bu kadar dikkatsiz
olmamıştı. Rüyada gibi alışveriş yaptı, ne söylediğini duymadan konuştu,
mallara görmeden baktı, sonucunu ancak eve gidince fark etti, eski botları
koltuğunun altındaydı ve yenisi ayağını korkunç sıkıyordu. Ayrıca
gıcırdıyorlardı da: Aman Tanrı’m nasıl bir gıcırtı ! Fakat şüphesiz her yeni
botta böyle sorunlar çıkabildiğini unutmuştu, uzun zamandır ayakkabı almıyordu.
Gerçek şu ki, felaket yorgun, çok bitkindi, biraz bir şeyler yedikten sonra
yatağına uzandı.
Tüm gece boyunca yeni botlarıyla boğuştu, muhteşem şehrin
sokaklarında gezmiş ve her köşe başında birisinin gizlice ona pusu kurduğunu
sanıyor ve her seferinde bu kişi Bayan Weare’den başkası olmuyordu ve adama
suçlayıcı bakışlarla bakarak sendelemesine neden oluyordu, botların gıcırtısı
arada sırada korkunç bir ismi fısıldıyordu. Büzüldü, küçüldü ve inledi ama
yürümeye devam etti çünkü elinde bozdurması gereken bir çek vardı ve başkası bozamazdı.
Ne gece !
Uyandığında kafası kurşun gibi ağırdı fakat gördüğü şeyler
çok canlıydı, nasıl böyle akılsızca para harcamıştı? Yeni bir bot alabilecek
durumu yoktu. Eski botları kış gelene dek idare edebilirdi. Mağazaya girerken
aklında ne vardı? Niyeti neydi? Merhametli Tanrı’m !
Bay Tymperley psikolog değildi ama keskin zekasıyla yaşadığı
moral çöküşün derhal farkına vardı ve bu ona yoksulluk hakkında bir ders daha
öğretti.
Kahvaltıdan hemen sonra aşağı indi bay Suggs’ın salonunun
kapısını vurdu.
Dördüncü koca bir dilim pastırmayı yemekte olan ciltçi ağzı
dolu dolu“Kim o?” diye sordu.
“ Efendim bu sabah bir, iki saat izin isteyebilir miyim?
Bazı işlerle ilgilenmem gerekiyor.”
Bay Suggs, doğallıkla “Sanırım istediğini
yapabilirsin, sana para ödemiyorum”.
Diğeri yine başıyla selam verdi ve çekildi.
İki gün sonra Bayan Weare’ye bir mektup daha yazdı.
Şöyleydi:
“ Nazikane yolladığınız ve elime geçen parayı kullandım. En
iyi şekilde harcadığımdan emin olmak için, çeki açık bir talimatla, civardaki
papaza verdim. Kendisi bununla yaptığı yardımları ekteki sayfaya yazdı.
Bunların sizi memnun ve mutlu edeceğine inanıyorum.
Fakat bana niye bir papaza verdiğimi ve tecrübelerimi
kullanarak, şahsi ilgi duyduğum- hayatımı adadığım bu yardım görevinde,
yoksullara yardım etme zevkini kendime niye vermediğimi soracaksınız.
Yanıt basit ve kısa: Size yalan söyledim.
“Burada kendi isteğimden oturmuyorum. Hayatımı hayır
işlerine adamadım. Ben- hayır, hayır ben yoksul bir beyefendiydim. Günün
birinde malımı, mülkümü borsada batırdım ve bu sırrı dostlarıma açmaya utandım.
Sefalet, inziva dolu bir hayata yelken açtım. Gördüğünüz gibi talihsizliğime,
utanç da ekledim. Çok daha kötü bir şeyin eşiğinden nasıl döndüğümü size
anlatmayacağım.
Bir sanat dalında çıraklık yapıyorum ve bu sayede eminim
kısıtlı bütçeme faydası olacak ve bugüne kadar olduğumdan daha iyi bir hayata
kavuşturacak. Yapabilirseniz beni bağışlamanızı ve unutmanızı diliyorum.
Size layık olmayan
S. V. TYMPERLEY”
S. V. TYMPERLEY”