Italo Calvino ile Jean-Paul Sartre’ın Önsözleriyle
Carlo Levi’nin bu kitabını ilk okuduğumda çarpılmıştım. Italo Calvino da söylüyor ya, bence de doğru. İnsanları, hayvanları, bitkileri öylesine büyük bir aşkla tasvir ediyordu ki, sanki zamanın ötesinde bir şeyden, bir büyük hakikatten, bir büyük aşktan söz ediyordu. Bunu bir tek Yaşar Kemal’de gördüm ben: Kimyası yavaş yavaş bozulan, dönüşen, farklılaşan dünyada insanı insan yapan ve değişmese çok iyi olacak olan şeylerin olduğunu bunca güzel, bunca etkileyici, bunca müthiş nasıl anlatır insan? Şöyle düşünün, bir zamanlar bir dünya vardı ve o dünya güzeldi. O dünyaya birileri tanıklık etti ve o dünyayı biz artık ancak bu adamların aracılığıyla kavrayabiliyoruz. Dünyayla, doğayla ve insanla aşka benzer bir ilişki yaşayan ve aşkla yazan adamlar bunlar. Carlo Levi de bu büyük yazarlardan biri. Bence bu kitabı mutlaka okuyun. Kendinizi bulacaksınız.
Carlo Levi’nin bu kitabını ilk okuduğumda çarpılmıştım. Italo Calvino da söylüyor ya, bence de doğru. İnsanları, hayvanları, bitkileri öylesine büyük bir aşkla tasvir ediyordu ki, sanki zamanın ötesinde bir şeyden, bir büyük hakikatten, bir büyük aşktan söz ediyordu. Bunu bir tek Yaşar Kemal’de gördüm ben: Kimyası yavaş yavaş bozulan, dönüşen, farklılaşan dünyada insanı insan yapan ve değişmese çok iyi olacak olan şeylerin olduğunu bunca güzel, bunca etkileyici, bunca müthiş nasıl anlatır insan? Şöyle düşünün, bir zamanlar bir dünya vardı ve o dünya güzeldi. O dünyaya birileri tanıklık etti ve o dünyayı biz artık ancak bu adamların aracılığıyla kavrayabiliyoruz. Dünyayla, doğayla ve insanla aşka benzer bir ilişki yaşayan ve aşkla yazan adamlar bunlar. Carlo Levi de bu büyük yazarlardan biri. Bence bu kitabı mutlaka okuyun. Kendinizi bulacaksınız.
*
“Tarihe bir bacağını vermiş, ama tarihin ne olduğunu
bilmiyordu”
Şudur budur, ama en nihayetinde bir yazara sorulması gereken
en öz soru, -daha doğrusu yazarın her şeyden önce kendisine sorması gereken
sorudur bu- sen ne anlatıyorsun sorusudur. Carlo Levi bu kitabıyla bu soruyu
yanıtlayan yazarlardan biridir.
Postmodern, oyun ve numara dolu bir edebiyata alışkın
insanlara oldukça demode gelebilir bu kitap. Ama bir romanın değerini
profesyonel okuyucular, eleştirmenler değil, çocuklar, hayatında pek kitap
okumamış ihtiyarlar, edebiyatla pek alakası olmayan kişiler görebilir. Bu
iddiayı bu kitaba uygularsak bu öyküyü bir çocuk ya da kitabı arkası yarın
programı dinler gibi dinleyen köydeki yaşlı bir kadın merakla dinleyecektir.
Bunun nedeni çok basittir: Yazar bir şey anlatıyor. Gerçek ve dünyalı bir şey.
Bir yerlerde bizim gibi insanlar, çektikleri kahır, devletin, ideolojilerin,
doğanın baskısı; savaş, vergiler, fakirlik, fakirlik, fakirlik…… Bizim
dilimizde ve dinimizde olmayan ama bizden insanlar, yalnız bir adam, köpeği,
ağaçlar, resim sehpası, çocuklar. Dünya hep mi böyleydi? Hep böyle mi olacak?
Eğer öyleyse biz ne tarafta durmalıyız? Taraf seçmezsek hangi tarafı seçmiş
oluruz böylece? Bunları sorar ve kendinizce doğru ya da yanlış yanıtlar
bulursunuz sonuçta.
İnsanın insana en ihtiyacı olduğu zamanlarda çıkar böyle
kitapların ustalığı ortaya. Geri kalan zamanlarda ise bir kenarda bekleyip
diğerlerini izlerler.